Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Savaş ve Barış I. Cilt», страница 7

Шрифт:

XII

Anne ile oğulu taşıyan Kontes Rostova’nın arabası, zemini samanla örtülü sokağı aşıp da Kont Kiril Vladimiroviç Bezuhof’un konağının geniş avlusuna girdiğinde Prenses Anna Mihailovna; oğluna hafifçe “Sevgili Boris.” demişti.

Sonra da elini, ürkekçe ama bir o kadar da sevgiyle uzatarak oğlunun elinin üzerine koyup eklemişti:

“Mon cher Boris,148 sevimli ol lütfen, nazik ol. Unutma ki Kont Kiril Vladimiroviç ne de olsa senin vaftiz babandır ve geleceğin ona bağlı bulunuyor. Bunu unutma, mon cher,149 her zamanki gibi cana yakın ve nazik ol…”

Buz gibi bir sesle cevap verdi Boris: “Alçalma ve küçülmeden başka bir sonuç çıkacağını bilmiş olsam, yine neyse… Ama size söz verdim ve bunu, sadece size söz verdiğim için yapıyorum.”

Anne ile oğul, adlarını vermeksizin doğrudan doğruya, duvarlardaki gözlerde iki sıra heykelle süslü camlı hole girmişlerdi. İki kapıcı, avludaki arabayı görmüş olduğu hâlde ziyaretçileri tepeden tırnağa süzüp Prenses’in eski giysilerine anlamlı bir bakış attıktan sonra, prensesleri mi yoksa Kont’u mu görmek istediklerini sordu; Kont’u görmek istediklerini öğrenince de Ekselanslarının, sağlık durumlarının biraz daha ağırlaşması nedeniyle bugün hiç kimseyi kabul etmediklerini söyledi.

Boris, “Dönelim.” dedi Fransızca olarak.

Yalvaran bir sesle konuştu annesi:

“Mon ami!”150

Bunu söylerken yeniden eline dokunmuştu oğlunun. Bu temasta, onu yatıştırabilecek ya da harekete geçirecek bir güç varmış gibi…

Boris sustu ve paltosunu çıkarmaksızın soran gözlerle annesine baktı. Anna Mihailoviç yumuşak bir sesle “Kont Kiril Vladimiroviç’in çok hasta olduğunu biliyorum aslanım…” dedi kapıcıya. “Zaten bunun için geldim buraya… Akrabasıyım… Kimseyi rahatsız etmem aslanım… Sadece Prens Vasili Sergeyeviç’i görmem gerekiyor. Burada olduğunu biliyorum. Geldiğimizi lütfen haber ver.”

Kapıcı somurtkan bir yüzle çıngırağın kordonunu çekip döndü ve yukarıdaki merdiven sahanlığının üzerinden sarkan bir uşağa seslendi:

“Prenses Drubetskaya, Prens Vasili Sergeyeviç’i ziyarete geliyor.”

Anna Mihailovna, ipek giysisinin kıvrımlarını düzelttikten sonra duvarda asılı duran büyük Venedik aynasında kendisine bir göz attı ve halı kaplı merdiveni çevik adımlarla tırmanmaya koyuldu, topukları aşınmış ayakkabılarıyla…

Merdivene yönelmeden önce oğlunu elinin temasıyla yüreklendirerek “Mon cher, vous m’avez promist.”151 demişti yeniden.

Boris, yere bakarak sakin bir şekilde annesini izlemekteydi.

Bir kapıyla Prens Vasili’ye ayrılmış daireye açılan büyük bir salona girdiler.

Salonun ortasına gelmişlerdi ve girdiklerinde kendilerine doğru seğirten yaşlı uşağa yol sormak üzerelerdi ki kapılardan birinin bronz sapı döndü ve ev kıyafetiyle, yakasında bir tek madalya bulunan kürk kaplamalı kadife ceketle Prens Vasili belirdi. Yanında esmer, yakışıklı bir adam vardı. Petersburg’un ünlü hekimi Lorrain’di bu.

“C’est done positif?”152 diye sordu Prens.

Hekim, “r”leri boğazında yuvarlayarak ve Latince sözcükleri Fransızvari telaffuz ederek cevap verdi:

“Mon Prince emre humanum est, mais?..”153

“C’est bien, c’est bien.”154

Prens Vasili, Anna Mihailovna ile oğlunu görünce hafifçe eğilerek hekimle vedalaştı ve sessizce ama soran bakışlarla ilerledi onlara doğru. Boris, annesinin gözlerinde birdenbire derin bir üzüntünün parıldayıp söndüğünü gördü ve belli belirsiz gülümsedi.

“Demek bu hazin şartlar içinde yeniden karşılaşmak nasipmiş bize, Prens! Aziz hastamızın sağlık durumu nasıl?”

Prens Vasili’nin üzerine dikilen soğuk ve küçültücü bakışını görmezlikten gelerek sormuştu bunu Anna Mihailovna.

Ne yapması gerektiğini tam olarak kestirememiş gibiydi Prens Vasili, kadına bir süre daha baktıktan sonra gözlerini Boris’e çevirdi. Kibarca eğilerek selam verdi delikanlı. Prens Vasili selamı almaksızın Anna Mihailovna’ya döndü yeniden ve Prenses’in sorusuna, hasta için en ufak bir umut dahi taşımadığını gösterir bir şekilde başını eğip dudaklarını büzerek cevap verdi.

“Hiç olur mu, olabilir mi hiç?” diye haykırdı Anna Mihailovna. “Çok acı bir şey bu! Korkunç bir şey!” Başıyla Boris’i işaret ederek ekledi hemen:

“Oğlum… Kendisi size şahsen teşekkür etmek istedi.”

Yeniden kibarca eğildi Boris:

“Şuna inanınız ki Prens, bir anne kalbi bizim için yapmış olduklarınızı asla unutamaz.”

“Sizi hoşnut etme fırsatını bulabildiğim için mutluyum, inanın, Anna Mihailovna.”

Prens Vasili, bunu söylerken eliyle göğüs süsünü düzeltmiş ve gerek hareketleri gerekse ses tonuyla Anna Mihailovna’ya karşı burada, Moskova’da, Petersburg’da; Annette Şerer’in gece toplantısında olduğundan çok daha kurumlu bir tavır takınmıştı. Hemen ardından da Boris’e dönerek oturaklı bir sesle ekledi:

“Görevinizi gereğince yapmaya ve buna layık olduğunuzu göstermeye gayret ediniz. Sizi tanıdığıma memnun oldum…”

Ve donuk bir sesle sordu:

“Burada, izinde misiniz?”

“Görev yerime gitmek için emir bekliyorum, Ekselans.”

Prens’in kırıcılığa kaçan ses tonu karşısında hiçbir alınganlığa kapılmaksızın ve konuşmayı sürdürme konusunda en ufak bir isteklilik göstermeksizin cevap vermişti Boris. Ayrıca o kadar rahat ve aynı zamanda saygılı bir tavırla konuşmuştu ki Prens, delikanlıya dikkatle bakmaktan kendisini alamadı.

“Annenizin yanında mı kalıyorsunuz?”

“Kontes Rostovalarda kalıyorum.” dedi Boris ve yeniden ekledi “Ekselans.”

Açıklama gereğini duydu Anna Mihailovna:

“İlya Rostof’la evlenmiş olan Nathalie155 Şinşina’dan söz ediyor…” dedi.

“Biliyorum, evet biliyorum…” dedi Prens Vasili monoton sesiyle. “Je n’ai jamais pu concevoir comment Nathalie s’est décidée à épouser cet ours mal léché! Un personnage complètement stupide et ridicule. Et joueur à ce qu’on dit.”156

“Mais très brave homme, mon Prince.”157

Sevecen bir tavırla gülümseyerek konuşmuştu Anna Mihailovna. Kont Rostof’un, bu nitelendirmeyi fazlasıyla hak ettiğini bildiği hâlde, esirgenmesi gerektiğini belirtmek ister gibiydi. Kısa bir sessizlikten sonra sordu:

“Hekimler ne diyor?”

Gözyaşlarının izini taşıyan yüzünde yine o derin üzüntü dalgalanmıştı. Prens’in cevabı kısa ve kesindi:

“Pek az umut var.”

“Vah ki nasıl vah! Bilseniz, ben de gerek bana ve gerekse Boris’e yaptığı iyiliklerden dolayı amcama son bir kez daha teşekkür etmeyi ne kadar ama ne kadar çok istiyordum! C’est son filleul…”158

Prens Vasili’yi son derece sevindirecek bir haber verir gibi eklemişti bu son açıklamayı…

Birden düşünceye daldı Prens ve kaşlarını çattı.

Anna Mihailovna, Prens’in onda, Kont Bezuhof’un yeni bir mirasçısını görüp korktuğunu anlamıştı hemen ve Prens Vasili’ye, bu konuda hiçbir kişisel iddiası olmadığına dair güvence vermeye girişti:

“Amcama beslediğim candan sevgi ve derin bağlılık olmamış olsa inanın, katiyen gelmezdim.” diye başladı.

“Amcam” sözcüğünü ancak söylediğinden emin olanlara özgü bir rahatlıkla önemsemeksizin telaffuz etmişti. Şöyle sürdürdü konuşmasını:

“Onun ne kadar soylu ve dürüst bir karaktere sahip olduğunu bilmez değilim. Ama şu sırada yanında, kendisine yardım etmek üzere, prenseslerden başka hiç kimse yok. Onlar da henüz o kadar genç ve tecrübesizler ki! Hele bu gibi durumlarda…”

Sonra başını Prens’e doğru uzatıp fısıltı hâlinde sordu:

“Son görevlerini yerine getirdi mi acaba? İnsanın hayattaki şu son anları, dinî ödevlerimiz bakımından ne kadar değerlidir bilemezsiniz! Hiçbir şey bu derece önemli olamaz, Prens. Eğer dediğiniz gibi çok düşkün bir hâldeyse kendisini mutlaka hazırlamak gerekir…”

Tatlı bir gülümseyişle şöyle tamamladı sözlerini:

“Biz kadınlar; böyle zamanlarda gerekli sözleri söylemesini iyi beceririz, Prens. Mutlaka görmeliyim onu. Gerçi bu beni perişan edecektir ama varsın öyle olsun! Acı çekmeye alışkınım ben, anlıyorsunuz değil mi?..”

Görüldüğü kadarıyla, çok iyi anlamıştı Prens. Anna Mihailovna’dan kurtulmak hemen hemen imkânsızdı. Tıpkı Annette Şerer’in gece toplantısında olduğu gibi…

“Bu görüşmenin ona acı vermesinden korkarım, chére159 Anna Mihailovna…” dedi. “Bu akşam geçsin hele bir, hekimler yeni bir kriz ihtimalinden söz ediyor.”

“Ama böyle zamanlarda beklemek son derece yanlış bir iş olur, Prens. Pensez, il y va du salut de son âme… Ah! C’est terrible, les devoirs d’un chrétien!”160

Tam o sırada, dipteki dairelerden birinin kapısı açılmış ve Kont’un yeğenlerinden bir prenses içeri girmişti. Gövdesinin üst kısmı bacaklarına oranla insana şaşkınlık verecek kadar uzun olan, asık suratlı ve soğuk bir kadındı bu…

Prens Vasili ona dönerek sordu:

“Nasıl gidiyor? Bir düzelme var mı?”

“Hiçbir değişiklik yok. Zaten bu gürültüyle hiç olur mu?”

Bunu söylerken bir yabancıya bakar gibi uzun uzun Anna Mihailovna’ya bakmıştı prenses. Prenses Drubetskaya bu bakışı fark etmedi sanki; hızlı ve çevik adımlarla Kont’un yeğenine doğru ilerledi ve mutlu bir gülümseyişle “Ah! chère, je ne vous reconnaissais pas.”161 dedi.

Hemen ardından da gözlerini merhametle süzerek ekledi:

“Je viens d’arriver et je suis à vous pour vous aider à soigner mon oncle. J’imagine combien vous avez souffert…”162

Cevap vermedi prenses, gülümsemedi bile ve hemen çıktı. Konağa girdiğinden beri verdiği mücadelede bir hayli avantaj sağlamış olan Anna Mihailovna, bu kazançla şimdilik yetinerek eldivenlerini çıkarıp bir koltuğa yerleşti; sonra da yanındaki koltuğu işaret ederek Prens Vasili’yi de çağırdı oturması için ve oğluna döndü. Gülümseyerek “Boris…” dedi. “Ben Kont’u, amcamı, görmeye gideceğim birazdan. Bu arada sen de git Piyer’i gör, mon ami163 ve ona Rostofların davetini iletmeyi unutma. Biliyorsun, akşam yemeğine çağırdılar kendisini…”

Prens’e döndü yeniden.

“Sanırım gitmeyecektir?”

Neşesi artık tamamıyla kaçmış olan Prens, “Tam tersine.” diye cevap verdi. “Je serais très content si vous me débarrassiez de ce jeune homme…”164

Omuz silkerek sustu. Boris’e yol göstermek üzere çağrılan uşak, delikanlıyı aşağıya indirip bir başka merdivenden Pyotr Kiriloviç’in dairesine çıkardı.

XIII

Gerçekten de Piyer, Petersburg’da kendisine bir meslek seçecek vakit bulamamış ve rezalet çıkarmaktan dolayı Moskova’ya sürgün edilmişti. Yani Kont Rostof’un konağında anlatılanlar doğruydu. Komiserin ayıya bağlanıp ırmağa atılmasında da rolü vardı. Birkaç gün önce gelmişti Moskova’ya ve her zaman olduğu gibi babasının konağındaydı. Marifetinin Moskova’da çoktan işitilmiş ve babasının yakın çevresini oluşturan hanımlar tarafından -ki bu hanımlar öteden beri onun kuyusunu kazmaktaydılar- Kont’a çoktan yetiştirilmiş olduğunu sezmekle birlikte, büyük bir öfkeyle karşılanmayı göze alıp Kont’un hasta yattığı dairenin holünde arzıendam etmişti…

Piyer, hanımların genellikle oturdukları salona girdiğinde onları nakış kasnaklarının önünde gördü. Üç kardeştiler: Birisi yüksek sesle bir kitap okumakta, öbür ikisi de bir yandan nakışlarını işlerken öte yandan kitabı dinlemekteydiler. Okuyan, büyükleriydi. Katı ifadeli, bakımlı bir hanımdı bu; Anna Mihailovna’nın görmüş olduğu, gövdesinin üst kısmı bacaklarına oranla uzun hanım… Nakış işleyenlerin ikisi de genç ve güzeldiler; biri öbüründen, dudağının üstünde bulunan ve onu bir kat daha güzel kılan bir benle ayırt edilebiliyordu sadece.

Tam bir hayalet ya da bir vebalı gibi karşılandı Piyer. Büyük Prenses, okumasını yarıda kesip hiçbir şey söylemeksizin dehşete uğramış gibi baktı delikanlıya; bensiz olan Küçük Prenses de aynı ifadeye büründü; benli ve şen şakrak olan Küçük Prenses’e gelince birazdan yaşayacağı ve bir hayli eğlendirici olacağından şüphe etmediği sahneyi düşünerek dudaklarında beliren gülümseyişi gizlemek için hızla işinin üzerine eğildi. Gülmesini zorlukla zapt ediyor ve deseni inceler gibi iki büklüm duruyordu.

“Bonjours, ma cousine.”165 dedi Piyer. “Vous ne me reconnaissez pas?”166

“Tanımaz olur muyum hiç? Hem de nasıl tanıdım!”

Piyer, her zamanki kararsızlığıyla ama şaşırmaksızın sordu:

“Kont’un sağlığı nasıl oldu acaba? Kendisini görebilir miyim?”

“Kont’un şu anda gerek bedeni gerekse ruhu acı çekmektedir. Ve siz galiba ona fazladan ruhi bir acı yüklemekle görevlisiniz!..”

Yeniden sordu Piyer:

“Kont’u görebilir miyim?”

“Eğer onun işini bitirmek, eğer onu öldürmek istiyorsanız görebilirsiniz!”

Piyer’le daha fazla ilgilenme gereğini duymadı Büyük Prenses. Kız kardeşine dönerek “Olga.” dedi. “Git bak bakalım, dayımızın haşlama suyu hazır mı; yemek zamanı yaklaştı.”

Böylece Piyer’e göstermek istiyordu ki kendileri onun babasını güçlendirip iyileştirmeye çabalarken onun aklı fikri sadece ve sadece Kont’a eziyet etmektedir…

Olga hemen çıkmıştı. Piyer kısa bir süre daha bekledikten sonra iki kız kardeşe baktı ve eğilerek:

“Öyleyse ben daireme dönüyorum…” dedi. “Kendisiyle görüşmek mümkün olduğu vakit, bana haber verirsiniz.”

Çıktı. Ve çıkmasıyla birlikte, benli kız kardeşin bir süredir zor zapt ettiği gülüş çınladı ardından.

Ertesi gün Prens Vasili de gelmiş ve Kont’UNun konağına yerleşmişti. İlk işi Piyer’i çağırtıp şunları söylemek oldu:

“Mon eher, si vous vous conduisez ici comme ä Petersburg, vous finirez tres mal; e’est tout ce que je vous dis.167 Kont son derece hasta ve senin de onu görmen kesinlikle gerekmez.”

Bu kısa görüşmeden sonra tamamıyla kendi hâline bırakılan Piyer; bütün günlerini yukarıda, kendi odasında geçirmeye başladı.

Boris girdiğinde Piyer odasında bir aşağı bir yukarı dolaşmaktaydı. Zaman zaman bir köşede duruyor ve duvara doğru, görünmeyen bir düşmanı delik deşik etmek istercesine tehdit taşan el kol hareketleri yapıyordu. Gözlüklerinin üzerinden etrafa sert bakışlar atıp kollarını iki yana açarak, omuz silktikten sonra da anlaşılmaz birtakım sözler söyleyerek devam ediyordu dolaşmasına…

Kaşlarını çattı birden ve parmağıyla hayalî birini işaret ederek konuşmaya girişti:

“L’Antleterre a vécu. M. Pitt comme traître à la nation et au droit des gens est condamné à…”168

O an için Napolyon’un yerine koymuştu kendisini, kahramanıyla birlikte binbir tehlike dolu Pas de Calais’yi aşıp İngiltere kıyılarına çıkmış ve Londra’yı fethetmişti ki tığ gibi bir genç subayın içeri girdiğini görüp durdu.

Piyer onu en son gördüğünde henüz on dört yaşında gencecik bir çocuktu, hatırlamıyordu Boris’i. Ama tamamıyla ona özgü olan ve içinden taşıp gelen iyilik gözetirlikle, delikanlıya elini uzattı yine de ve dostça gülümsedi.

Boris de tatlı tatlı gülümseyerek ve sakin bir sesle “Beni hatırlıyor musunuz?” diye sordu. Ve hemen ekledi:

“Annem ve ben, Kont’u görmek için gelmiştik. Ama anlaşıldığına göre Kont’un sağlığı pek iyi değil.”

“Ben de öyle sanıyorum…” dedi Piyer. “Kendisine rahat yüzü göstermiyorlar.”

Piyer’in kendisini hatırlayamadığını hissetmişti Boris. Ama adını söylemekte yarar görmüyordu. Piyer de karşısında durmuş, rahat rahat gözlerinin içine bakan bu delikanlının kim olduğunu bulmaya çalışmaktaydı.

Boris; Piyer için bir hayli uzun ve sıkıcı bir sessizlikten sonra “Kont Rostof, bu akşam konağında vereceği akşam yemeğine gelmenizi rica ediyor.” dedi.

Sevinçle cevap verdi Piyer:

“Yaa! Kont Rostof demek! Öyleyse siz de oğlu İlya’sınız. Ve düşünün ki ben de ilkin sizi tanıyamadım. Madame Jacquot169 ile birlikte Serçeler Tepesi’ne gittiğimizi hatırlıyorsunuz değil mi? Gerçi aradan epeyce bir zaman geçti ama…”

Hiç acele etmeksizin cesur ve biraz da alaycı bir gülümseyişle “Yanılıyorsunuz…” dedi genç subay. “Ben, Boris’im. Prenses Anna Mihailovna Drubetskaya’nın oğlu Boris. Kont Rostof’un küçük adıdır İlya; oğlunun küçük adı da Nikolay’dır. Madame Jaqcuot’ya gelince böyle bir kimseyle tanıştığımı hatırlamıyorum.”

Bir sinek ya da arı hücumuna uğramış gibi ellerini ve başını sallamaya başladı Piyer.

“Bana ne oluyor böyle, hiç anlayamıyorum!” dedi. “Bakın, bütün her şeyi birbirine karıştırdım yine. Moskova’da o kadar çok akrabam var ki! Siz Boris’siniz demek… Eveeet, hiç değilse bir nokta aydınlandı böylece… Şimdi söyleyin lütfen, Boulogne Harekâtı hakkında ne düşünüyorsunuz? Napolyon, Manş Denizi’ni aşar aşmaz İngilizlerin işi bitiktir. Öyle değil mi? Ben kendi payıma bu seferin başarıyla sonuçlanacağına inanmaktayım, azizim… Yeter ki Villeneuve ciddi bir hata yapmasın!”

Boulogne Harekâtı’ndan tamamıyla habersizdi Boris; gazete okumuyordu, Villeneuve’ün adını da ilk defa işitmekteydi. Yine biraz önceki sakin ve alaycı hâliyle “Biz burada, Moskova’da, politikadan çok akşam yemekleri ve dedikodularla uğraşmaktayız. Dolayısıyla da ben sizin sözünü ettiğiniz konularda hiçbir şey bilmiyorum ve hiçbir şey düşünmüyorum. Moskova’yı asıl ilgilendiren şey, dedikodular. Şu sıralarda da siz ve Kont, dillerden düşmeyenlerin başında geliyorsunuz.”

İyi yürekliliğini ortaya seren bir şekilde Piyer. Karşısındakinin, sonradan kendisine üzüntü verebilecek bir şey söylemesinden korkar gibiydi. Ama Boris, Piyer’in gözlerinin içine bakarak açık seçik ve dobra dobra konuşmaktaydı. Devam etti:

“Evet, çalkalanıyor Moskova. Şu anda herkes, Kont’un servetini kime bırakacağını tartışmakta… Oysa kont, kendisi gitmeden önce herkesi yolcu edebilir pekâlâ. Benim dileğim de bu zaten…”

“Haklısınız, evet.” dedi Piyer. “Bütün bu anlattıklarınız çok acı gerçekten, çok acı.”

Genç subayın tatsız bir konuşmaya girmesinden ürküyordu hep.

Boris; hafifçe kızararak ama sesini ve tavrını değiştirmeksizin “İnanınız ki…” dedi. “İnanınız ki bütün herkes Krezüs’ten bir şeyler koparma peşinde.”

Piyer, Tamam… diye geçirdi içinden. Korktuğum şey başıma geldi.

Boris devam ediyordu:

“İşte bu durumda her türlü yanlış anlaşılmayı önlemek için hemen bir açıklama yapmam gerekiyor. Eğer beni ve annemi de ötekilerle bir tutarsanız son derece yanılmış olursunuz. Gerçi biz çok fakir insanlarız ama hiç değilse kendi adıma şunu söyleyebilirim ki: Ben her şeyden önce babanız zengin olduğu için kendimi onun akrabası saymıyorum ve yine şunu söyleyebilirim ki ne annem ne de ben, babanızdan hiçbir zaman hiçbir şey istemeyeceğiz ve hiçbir şey kabul etmeyeceğiz.”

Uzun süre söylenenleri anlayamadı Piyer. Nihayet anladığı vakit de bir sıçrayışta kalktı divandan. Kendine özgü içtenlik ve sakarlıkla Boris’in kolunu tuttu, kavradı ve ondan çok daha fazla kızarmış bir hâlde, kendi kendine öfkeyle karışık bir utanma duygusuyla “Ne garip iş bu böyle!” dedi. “Nasıl olur, nasıl olur da… Ve kim inanır… Bilmez olur muyum hiç ben ki…”

Boris sözünü kesti:

“Bütün bunları söylemiş olduğumdan dolayı son derece memnunum. Sizin için şüphesiz ki pek hoş değildi bu. Özür dilerim…”

Bunları söylerken Piyer’i teselli etmek ister gibiydi. Sözlerini şöyle bağladı:

“Gururunuzla oynamak istemediğimden eminsinizdir sanırım. Ben daima her şeyi açıkça ve açık yüreklilikle söylemekten yana olmuşumdur. Evet, şimdi ne cevap vermem gerekiyor; Rostofların akşam yemeğine gelecek misiniz?”

Boris, böylece; üzerindeki ağır yükü atmış ve bir başkasını o duruma sokmak pahasına, sıkıcı bir durumdan kurtarmıştı kendisini. Şimdi yeniden tamamıyla rahat ve nazikti.

Piyer de sakinleşti yavaş yavaş.

“Dinleyin…” dedi. “Müthiş bir insansınız siz! Bütün söyledikleriniz çok doğru ve çok yerinde şeyler. Tabii beni tanımıyorsunuz. Birbirimizi görmeyeli epey zaman oldu, ikimiz de birer çocuktuk… İnanın ki sizi… Sizi… Anlıyorum sizi, tamamıyla anlıyorum. Ben böyle davranmazdım, bulamazdım böyle davranmak cesaretini. Çok iyi bir şey yaptınız, evet çok iyi… Sizi tanıdığım için çok mutluyum! Gerçekten… Yani bilemezsiniz, ne kadar mutluyum…”

Kısa bir süre sustuktan sonra “Doğrusu garip!” dedi. “Neler yapabileceğimi vehmetmişsiniz!”

Güldü ve ekledi:

“Ama hiç ziyanı yok! Zamanla eminim çok daha iyi tanırız birbirimizi, öyle değil mi? Lütfen…”

Elini uzatmıştı. Tokalaştılar.

“Biliyor musunuz ki geldiğimden beri Kont’u daha bir kere olsun görmedim…” dedi Piyer. “Çağırtmadı beni nedense… Bir erkek olarak üzgünüm doğrusu… Ama elden ne gelir?”

Gülümseyerek sordu Boris:

“Napolyon’un, ordusunu İngiltere kıyılarına çıkarabileceğine gerçekten inanıyor musunuz?”

Genç subayın konuyu değiştirmek istediğini anlamıştı Piyer, hemen uydu ona ve Boulogne Harekâtı’nın avantajları ile sakıncalarını açıklamaya girişti.

O sırada gelen bir uşak, Prenses Anna Mihailovna’nın Boris’i beklediğini bildirdi. Boris’le gözlerinin içine dostça bakarak tokalaşan Piyer, daha yakından tanışma fırsatı bulacağı için Rostofların akşam yemeğine mutlaka geleceğini söyledi. Genç subay gittikten sonra da uzun bir süre gezindi odasında. Ama artık görünmez bir düşmanı delik deşik etmiyor; biraz önceki sevimli, zeki ve kararlı delikanlının anısıyla gülümsüyordu.

İnsanların ilk gençliklerinde -özellikle de yalnız yaşıyorlarsa- olduğu gibi Piyer de Boris’e nedenini açıklayamadığı bir yakınlık duymuş ve onunla dostluk kurmaya karar vermiş bulunmaktaydı.

Prens Vasili tarafından uğurlanmakta olan Prenses; mendiliyle yaşlı gözlerini kurulayarak “Korkunç! Korkunç bir şey bu!” diyordu. “Ama gördüğüm manzara bana ne kadar acı verirse versin, yine de yerine getireceğim görevimi. Evet evet, gelip başında bekleyeceğim geceleyin. Katiyen bu hâlde bırakılamaz. Her geçen anın ayrı bir değeri var çünkü. Prensesler ne bekliyor, anlamıyorum doğrusu! Tanrı yardımcım olsa da ben hazırlasam!”

“Adieu, mon Prince que le Bon Dieu vims souticnne…”170

“Adie, ma bonne.”171 dedi Prens Vasili.

Ve dönüp uzaklaştı.

Arabaya doğru ilerlerken “Ah, bilemezsin nasıl feci bir hâlde!” diyordu Anna Mihailovna oğluna. “Hiç kimseyi tanımıyor artık.”

Boris sordu:

“Kont’un Piyer’le nasıl bir ilişkisi var anne? Herkes değişik bir şey söylüyor bu konuda?”

“Gerçeği vasiyetname söyleyecek hayatım. Bizim kaderimiz de o vasiyetnameye bağlı zaten…”

Sormaya devam etti Boris:

“Peki ama sizde Kont’un bize de bir şeyler bırakacağı duygusunu uyandıran nedir anne?”

“Ah yavrum! O öylesine zengin, biz de öylesine yoksuluz ki!..”

“Ama bu, Kont’un bize miras bırakması için yeterli bir sebep değil ki…”

Anna Mihailovna onu dinlemiyordu artık. Kont’u hatırlayarak söylenmekteydi:

“Ah, Tanrı’m! Nasıl da düşkünleşmiş! Mahvolmuş!”

148.“Canım oğlum Boris.”
149.“Canım.”
150.“Yavrum!”
151.“Sevgili yavrum, bana söz verdiniz.”
152.“Yani olumlu, diyorsunuz?”
153.“Errare humanum est (Beşer şaşar.), Prensim. Ama?..”
154.“Anlaşıldı, evet. Anlaşıldı.”
155.Natalya.
156.“Natalya’nın nasıl olup da o hödükle evlendiğine bir türlü akıl erdiremedim gitti! Alabildiğine ahmak ve gülünç bir adam. Denildiğine göre, kumarbazmış da.”
157.“Ama çok mert bir insan, Prensim.”
158.“Boris vaftiz oğludur da…”
159.Sevgili.
160.“Düşünün ki ruhunun selameti buna bağlı… Ey Tanrı, ne korkunç şeydir bir Hristiyan’ın görevleri!”
161.“Ah hayatım! Az kaldı sizi tanıyamayacaktım.”
162.“Daha henüz geldim. Şimdi artık amcacığıma bakmak konusunda sizlere yardım edebilirim. Düşünüyorum da kim bilir nasıl acı çekmişsinizdir…”
163.Hayatım.
164.“O delikanlıyı başımdan alacak olursanız memnun kalırım.”
165.“Günaydın, kuzenim.”
166.“Beni tanımadınız mı yoksa?”
167.“Azizim, eğer burada da Petersburg’da yaptıklarınızı yapmaya kalkışırsanız sonunuz çok kötü olur; size bütün söyleyeceklerim bundan ibaret.”
168.“İngiltere yaşadı. Bay Pitt ise ulusuna ve insan haklarına ihanet etmiş olduğu için mahkûm edilmiştir…”
169.Bayan Jacquot.
170.“Hoşça kalın, Prensim, Ulu Tanrı yardımcınız olsun…”
171.“Güle güle, sevgili dostum…”
950,19 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
09 августа 2023
Объем:
19 стр. 31 иллюстрация
ISBN:
978-625-6865-50-1
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают