Читать книгу: «Kuzey Amerika Mitolojisi», страница 5
III. Tufan
Potawatom efsanesinin bölümlerinden ikincisi, daha evrensel biçimiyle Cizvit Rahipleri tarafından İncil’de geçen tufanın bir kalıntısı olarak tanımlanan hikâyedir. 1633 Relations’ında Le Jeune, Montagnais yorumunu verir:
“Sular altında kaldığında dünyayı eski konumuna getiren Messou adında birinin olduğunu söylüyorlar… Köpekler yerine vaşaklarla avlanan bu Messou bulunduğu yere yakın bir gölün, vaşaklar (onları kardeşleri olarak görüyordu) için tehlikeli olacağı konusunda uyarıldı. Bir gün geyik avlarken vaşaklar geyiği göle kadar kovaladı ve gölün ortasına ulaştıklarında bir anda sular altında kaldılar. Oraya varıp kardeşlerini ararken bir kuş ona onları gölün dibinde gördüğünü ve bazı hayvanların veya canavarların onları orada tuttuğunu söyledi. Ama göl hemen taştı ve o kadar büyük bir hızla arttı ki, tüm dünyayı sular altında bıraktı. Çok şaşıran Messou, dünyayı yeniden yaratmak adına düşüncelere dalmak için vaşaklarıyla ilgili tüm düşüncelerinden vazgeçti. Başka bir dünya kurmak amacıyla, küçük bir toprak parçası bulması için bir kuzgun gönderdi. Kuzgun hiçbir şey bulamadı, her yer suyla kaplıydı. Bir susamuru suya daldı ama suyun derinliği onun dibe inmesini engelledi. Sonunda bir misk sıçanı suyun dibine indi ve biraz toprak getirdi. Bu toprak parçasıyla her şeyi eski durumuna getirdi. Ağaçların gövdelerini yeniden yaptı ve onlara ok fırlattı. Bu oklar dallara dönüştü. Her şeyi nasıl yeniden oluşturduğunu; avcılarını kaçıran canavarlardan nasıl intikam aldığını, onları atlatmak için kendini bir tür hayvana dönüştürdüğünü anlatmak uzun sürer. Kısacası, küçük bir misk sıçanıyla evlenen bu büyük onarıcı, çocuk sahibi oldu ve bu çocuklar dünyayı yeniden nüfuslandırdı.”
Menomineeler hikâyeyi bölerler. Manabush’un kardeşi Kurt Moqwaio’nun kötü niyetli Anamaqkiu tarafından buz kaplı bir göletin altına nasıl çekilip boğulduğunu anlatırlar. Manabush dört gün yas tutmuş ve beşinci gün kardeşinin gölgesine rastlamıştır. Daha sonra, ölülerle ilgilenmesi ve orada onlara rehberlik etmesi amacıyla bir ateş yakması için batan güneşe gönderdiği kardeşinin gölgesine kavuşmuştur. Bununla birlikte tufan anlatısı, kardeşinin intikamını almaya kararlı olan Manabush ve iki ayı şefi tarafından yönetilen Anamaqkiu yönetimindeki Gökgürültücüler çatışmasıyla bağlantılıdır. Manabush ayıları kurnazlıkla öldürmeyi başarmıştır; bunun üzerine Anamakkiu büyük bir selle onu takip etmiştir. Bir dağa ve ardından devasa bir çamın tepesine çıkmıştır ve sular arttıkça bu ağacın boyunun iki katına çıkmasına neden olmuştur. Çamın yüksekliği dört kat artmış, ama yine de Büyük Ruh tufanı durdurduğunda sel, Manabush’un koltuk altlarına kadar yükselmiştir. Manabush su samuru, kunduz, vizon ve misk sıçanının sırayla dünyayı yeniden kurabileceği bir toprak tanesi aramak için dalış yapmasını sağlar. İlk üçü, yüzeye sırtüstü çıkıp ölürler. Ama Muskrat başarılı olur ve dünya yeniden yaratılır.
Tufan efsanesinin üçüncü bir yorumu, Büyük Tavşan’ın diğer hayvanlarla birlikte suların ortasında bir sal üzerinde nasıl durduğunu anlatır. Su kuşlarından başka bir şey görünmüyordu. Kunduz bir toprak tanesi aramak için suya dalar çünkü Büyük Tavşan, hayvanlara tek bir taneyle bile toprak yaratabileceğine dair güvence vermiştir. Fakat ölmek üzere olan kunduz başarısız bir şekilde geri döner. Sonra aynısını misk sıçanı dener ve neredeyse tüm gün ortaya çıkmaz. Görünüşe göre ölü olarak yeniden ortaya çıktığında, dört ayağı sımsıkı kenetlenmiştir; ama içlerinden birinde tek bir kum tanesi vardır ve bundan toprak, etrafı suyla çevrili bir dağ şeklinde yapılır. Büyük Tavşan onun etrafında döndüğünden, yüksekliği bugün bile artmaya devam etmektedir.
Bu kaotik selin, İbrani inanışındaki “gökkubbenin altındaki sular”ın (ortasında kuru toprak ortaya çıkar) Kızılderili eşdeğeri olduğu açıktır. Kızılderililer, tıpkı Samiler gibi dünyayı kozmik sulardan yükselen ve gökkubbenin kavisli bir biçimde üzerinde durduğu bir dağ olarak tasavvur ettiler. 1637 Relations’ının yazarı şöyle söyler: “Yeryüzü tamamen düzdür ve uçları dik olarak kesilmiştir; ruhlar, batan güneşin meskeninde bulunan sona giderler ve barakalarını, tabanında sudan başka bir şey olmayan, dünyanın oluşturduğu büyük uçurumun kenarına kurarlar.”
IV. Ejderin Katledilmesi
Büyük Tavşan’ın yaptıkları arasında, Algonkin halk masallarında yaşayan devler, yamyamlar ve cadılarla yapılan birçok mücadele vardır. Büyük Tavşan, bir düzenbaz ve kurnazlık ustası olduğu kadar sağlam bir savaşçı olarak da hünerli güçler sergiler. Çakmaktaşı ile çatışma, İrokua geleneğinde olduğu gibi, Ateş Taşı Adamı için hangi maddenin ölümcül olduğuna dair zor bir keşif üzerine döner. Çakmaktaşı, Tavşan’a kendisine neyin zarar verebileceğini sorar. Tavşan; kedi kuyruğu, kuş tüyü veya buna benzer bir şeyin ona zarar verebileceğini söyler ve aynı soruyu Çakmaktaşı’na sorar. O da dürüstçe “geyik boynuzu” diye cevap verir.” Tavşanın onun vücudunu kırıp pullarını döktüğü işte bu geyik boynuzudur. Bu anlatının, boynuzdan yapılmış bir aletin yardımıyla çakmaktaşıyla pul pul dökme eylemine dair kadim icraatın efsanevi bir anısı olduğunu varsayabiliriz.
Bununla birlikte bir avcı olarak tavşanın en büyük başarısı, insanları ve hayvanları ezen ve yiyip bitiren korkunç balık veya yılanı yok etmesiydi. Bu yaratık, Cermen Grendel gibi bir su canavarıydı ve Deniz Güçleri’nin hükümdarıydı. Bazen İrokua mitinde olduğu gibi boynuzlu bir yılan, Algonkinler için genellikle kocaman bir balıktır (Hiawatha’yı yutan mersin balığı). Menomineeler, balıkçıları yiyip bitiren su canavarı Mashenomak’ın insanlara ne kadar sıkıntı verdiğini anlatırlar. Manabush, devasa yaratık tarafından yutulmasına izin verir ve yaratığın içinde kardeşlerini (ayı, geyik, kuzgun, çam-sincap) ve başka pek çok kişiyi bulur. Hepsi canavarın midesinde bir savaş dansı yapar. Manabush daireler çizerek kalbin yanından geçerken bıçağını yaratığın kalbine saplar ve Mashenomak’ın kasılmalar yaşamasına neden olur; sonunda canavar hareketsiz kalır ve Manabush gün ışığına doğru ilerler. Başka bir yorumda, Manabush’un kardeşini yok eden canavar Misikinebik, kahraman tarafından aynı şekilde katledilir. Deniz kenarında yaşayan Mikmaklar, büyük balığı bir balina yaparlar. Bu balina Glooscap’ın bir düşmanı olmaktan ziyade onun bir hizmetkârıdır. Glooscap kaçırılan kardeşini ve büyükannesini aramaya onun sırtında gider. Deniztarakları (kesinlikle su iblislerine eşdeğer evcil hayvanlar!), Glooscap’ı boğmak için Balina’ya şarkı söylerler ama balina onları anlayamaz ve onların hilesi yüzünden karaya çıkar. “Ne yazık ki torunum!” diye hayıflanır, “sen benim ölümüm oldun. Bundan asla kurtulamam.” “Asla takma kafana Noogumee,” der Glooscap, “seni düzelteceğim.” Ve bir itişle onu denizin derinliklerine gönderir. Efsanenin uzun bir tarihi olduğu bellidir!
Büyük Tavşan’ın sualtı manitolarına karşı savaşındaki yardımcıları Gök Gürültüsü Kuşları’dır. İrokua yorumunda boynuzlu su yılanı tarafından yutulan, Gök Gürültüsü ve savaşçıları tarafından da yılanın midesinden kurtarılan kişi Gök Gürültüsü’nün çocuğudur. Hiawatha anlatısında ise tutsağı derinliklerin hükümdarını fethetme konusundaki düşüncesiz hırsının bir sonucu olarak içine düştüğü mersinbalığının karnından kurtaran martılardır. Fakat mitin pek çok yorumu vardır. Bazen suları yutan adamı öfkelendirmeye çalışan fırtınayı temsil etse de daha evrensel bir tarzda, sulu Kaosun Işığın yaratıcı dehası tarafından fethine dair dünya çapındaki eski anlayışın Amerikan yorumu gibi görünmektedir.
V. Ateşin Çalınması
Ateşin insanlar tarafından elde edilmesi, haklı olarak tüm ulus anılarının en etkileyicisi arasında yer alır; çünkü belki de hiçbir doğal kaynak, insan ırkının gücünü yüceltmek için ısı, ışık ve güç veren ateş kadar faydalı olmamıştır. Mitolojik hayal gücü her yerde ateşe ilahi bir köken atfeder; cennet ya da koruyucu güçlerin yönettiği başka bir uzak bölge, bu büyük failin kaynağıdır. Oradan “özü çalınır” ve hallerini iyileştirmek için insanlara götürülür (tıpkı Prometheus mitinde olduğu gibi).
Algonkin mitinde Büyük Tavşan, başka yerlerde olduğu gibi burada da “insanlığın velinimeti”dir. Bir Menominee yorumu oldukça masumane bir şekilde başlar: “Manabush, daha gençken bir keresinde büyükannesi Nokomis’e, ‘Büyükanne, burası soğuk ve ateşimiz de yok. Gidip biraz alayım,’ der.” Nokomis onu vazgeçirmeye çalışır, ancak genç kahraman kanosuyla doğuya, ateşi olan yaşlı adamın yaşadığı adaya doğru yola çıkar. “Bu yaşlı adamın iki kızı vardır, kutsal çadırdan çıktıklarında küçük bir tavşan görürler. Tavşan ıslaktır ve üşümüştür. Kızlar onu dikkatlice alarak kutsal çadıra taşırlar ve orada ısınması için ateşin yanına koyarlar.” Gözcüler meşgulken tavşan meşaleyi yakalar ve kanosuna koşar. Yaşlı adam ve kızları ise onu takip etmektedir. “Kanonun hızı öyle bir hava akımına neden olur ki meşale şiddetle yanmaya başlar,” ve böylece Nokomis’e ateş gelir. “Gökgürültücüler, ateşi Nokomis’ten almıştır ve o zamandan beri ateşlerle ilgilenirler.”
Doğu denizlerinin ötesindeki yaşlı adamda bir güneş tanrısı görmek veya genç gözcüleriyle kutsal Kızılderili çadırında rahibeleriyle bir ateş tapınağı görmek zor değildir. “Ateş,” der De Smet, “tanıdığım tüm Kızılderili kabilelerinde mutluluk ya da iyi talihin simgesidir.” Aynı zamanda hayatın sembolüdür. Bir Chippewa kâhini şöyle demiştir: “Barakanızda ateş asla sönmemelidir. Yaz ve kış, gece ve gündüz, fırtınada veya hava sakinken, vücudunuzdaki can ile barakanızdaki ateşin benzer ve ömrünün uzunluğunun aynı olduğunu unutmamalısınız. Ateşiniz sönerse o anda hayatınız sona erer.” Ateş, öteki hayatta bile hayatın kaynağıdır. Orada Chibiabolar, oradaki ölüleri aydınlatan kutsal ateşi korurlar. De Smet şöyle der: “Rüyalarında veya başka bir yolla gizemli bir şekilde yükselen bir ateş görmek, bir ruhun öbür dünyaya geçişinin sembolüdür.” Bu bağlamda, zafer anında okla vurulan ve tamamen savaş zırhıyla kaplı vücudu düşmanın geri çekiliş istikametine dönük bırakılan bir şef hakkında güzel bir Chippewa efsanesi anlatır. Savaş ekibinin uzun süreli eve dönüş yolcuğunda, şefin ruhu savaşçılara eşlik eder ve onlara kendisinin ölmediğine, onların yanında bulunduğuna inandırmaya çalışır. Memleketine vardığında ve yaptıklarının övüldüğünü duyduğunda bile varlığını belli edemez; yas tutan babasını teselli edemez, annesi yaralarını saramaz. Karısının kulağına “Susadım! Açım!” diye bağırdığında kadın sadece belli belirsiz bir uğultu duyar. Sonra ruhun bazen bedenini nasıl terk ettiğini duyduğunu hatırlar ve savaş alanına giden uzun yolculuğun izini sürer. Yaklaştığında, tam da yolunun üzerinde bir ateş durur. Yolunu değiştirir, ancak ateş o nereye giderse oraya hareket eder. Ruh bir sağa bir sola gider ama ateş ruh yoluna çıkar. Sonunda umutsuz bir kararlılıkla haykırır: “Ben de bir ruhum, bedenime dönmeye çalışıyorum ve amacıma ulaşacağım. Beni arındıracaksın ama amacımın gerçekleşmesine engel olmayacaksın. Çok büyük engellere rağmen düşmanlarımı her zaman yendim. Ateşin Ruhu, bugün sana karşı zafer kazanacağım!” Yoğun bir çabayla gizemli alevin içinden geçer ve ruhun bir kez daha birleştiği bedeni, savaş alanındaki uzun transtan uyanır.
VI. Güneş Mitleri
Manabush’un ateşi çaldığı Yaşlı Adam ve Bakireler, kırmızı giyinen Wabanunaqsiwok, yani Şafak Halkı’na aittir ve bir erkek ya da kadın Şafak Halkını rüyasında görürse derhal bir top oyunu hazırlamalıdır. Bunun, Manabush tarafından kötü huylu manitos üzerindeki zaferini kutlamak için başlatıldığı söylenir. Manabush, bir tarafın liderini Altın Kartal ve Yıldırımların Şefi Kineun, diğer tarafın liderini ise Ayı ve Yeraltı Halkı’nın Şefi Owasse yapmıştır. Ama gökyüzü bulut ve yağmurla karartılsa bile Gökgürültücüler oyunu her zaman kazanır.
Doğunun ve batının renklerini, güneşin simgesi olan kırmızı ve sarıyı taşıyan topta ayırt etmek ve bu efsanede (güneşin gaspına ilişkin İrokua efsanesinde olduğu gibi), ebedi fatih gündüz ile gecenin bitmeyen çatışmasının hikâyesini görmek kolaydır. Güneş sembolizmi aynı zamanda Top Taşıyıcı hikâyesinin kökenini oluşturuyor gibi görünüyor. Top Taşıyıcı, sihirli bir topa (bir çocuk onu takip ettiğinde top cadının çadırına kendi kendine geri dönmektedir) sahip olan yaşlı bir cadı tarafından kandırılan bir çocuktur. Çocuk denizlerin ötesindeki bir devin kulübesine altın (güneş ışığı) ve sihirli köprü (gökkuşağı) aramak için cadı tarafından gönderilir. Dev Katili Jack’in bir tür Kızılderili yorumu olan Top Taşıyıcı, altını ve köprüyü çalar ve birçok şaşırtıcı macera ve dönüşümden sonra evine döner.
Le Jeune’nin 1637 Relations’ında bahsettiği Tchakabech, Top Taşıyıcı’ya benzer, hatta belki de özdeş bir karakterdir. Tchakabech, ebeveynleri bir Ayı (Yeraltı Dünyası Şefi) ve Işık Dehası Büyük Tavşan tarafından yutulan bir cücedir. Gökyüzüne yükselmeye karar vermiş, üzerinde nefes aldıkça büyüyen bir ağaca tırmanmış ve sonunda dünyanın en güzel ülkesini bulduğu göklere ulaşmıştır. Ağacın dallarına aralıklarla kulübeler kurarak aşağıdaki dünyaya dönmüş ve kız kardeşini kendisiyle birlikte gökyüzüne tırmanmaya ikna etmiştir. Ama kız kardeşin küçük çocuğu, hiç kimse onları hedeflerine kadar takip edemesin diye ağacın ucunu yeterince alçaktan kırmıştır. Tchakabech, güneşi bir ağla tuzağa düşürmüştür. Tutsaklığı sırasında yeryüzüne hiç gün doğmaz; ama telleri keskin dişleriyle kesen bir farenin yardımıyla, sonunda güneş serbest bırakılabilmiş ve geri gelmiştir. Hoffman tarafından kaydedilen Menominee yorumunda tuzak, kız kardeşin saçından bir ilmekle yapılır ve güneş, farenin çabalarıyla serbest kalır.
Bu değişen hikâyelerde değişen doğanın şeklini görüyoruz. Gündüz ve gece, güneş ışığı ve karanlık, yukarıdaki gökler ve aşağıdaki dünya, her şeyde var olan yaşama dair belirsiz bir kavrayış ve dünyanın kökenini kavramaya yönelik belli belirsiz bir çabayla birleşir.
VII. Ruhlar Köyü
Algonkinlerin anlattığına göre Yüce Tavşan, çalışmasını tamamladıktan sonra uzak batıya gider. Burada büyükannesi ve erkek kardeşleriyle Ruhlar Köyü’nde yaşar. Perrot, kendi ülkesinden çok uzaklara gidip kafasını ayırt edemediği kadar uzun boylu bir adamla karşılaşan bir Kızılderili’den bahseder. Titreyen avcı kendini gizler ama dev şöyle der: “Oğlum, neden korkuyorsun? Ben, seni ve başkalarını çeşitli hayvanların vücutlarından meydana getiren Yüce Tavşan’ım. Şimdi sana bir yoldaş vereceğim.” Dolayısıyla adama bir eş verir ve sonra şöyle devam eder: “Sen, adam, avlanacaksın, kano yapacaksın ve bir erkeğin yapması gereken her şeyi yapacaksın. Sen, kadın, kocan için yemek yapacaksın, ona ayakkabılar yapacaksın, hayvan derilerini işleyip dikecek ve kadına yakışan bütün işleri yapacaksın.” Le Jeune başka bir hikâye anlatır: “Bir vahşi, küçük bir paketin içinde Messou’dan ölümsüzlük hediyesini alır ve kendisine bunu asla açmamasına dair kesin bir emir verilir; hediyeyi kapalı tuttuğu sürece ölümsüzdür. Ancak karısı, meraklı ve kuşkucu olduğundan bu hediyenin içinde ne olduğunu görmek ister. Kadın paketi açtıktan sonra hepsi uçup gider ve o zamandan beri vahşiler ölüme mahkûm edilmiştir.” Böylece Eski Dünya’da olduğu gibi Yeni Dünya’da da kadının merakı insanlığın belasıdır.
Pek çok farklı yorumu olan bir hikâyede bir grup adam (bazen dört, bazen yedi), Yüce Tavşan’ın evine yolculuk yaparlar. Yüce Tavşan onları nezaketle karşılar, uzun yolculuklarından sonra onları ağırlar ve her birine dileklerini sorar. Biri savaşta beceri, biri avlanmada başarı, biri ün, biri aşk ister ve Yaşamın Efendisi her birinin isteğinin yerine getirileceğini garanti eder. Ama adamlardan biri henüz cevap vermemiştir; onun dileği uzun bir ömre sahip olmaktır; bunun üzerine bir ağaca, daha doğrusu bir taşa dönüşür: “Dilediğin olacak; gelecek nesillerin görmesi için hep burada kalacaksın,” der Tavşan. Bu hikâyenin tuhaf bir devamında, geri dönen savaşçılar yolculuklarını çok kısa bulurlar ya da onlara sadece kısa gibi görünen sürenin aslında uzun yıllar olduğu ortaya çıkar (bu zaman kaymaları, yolculuklarının onları ruh dünyasına götürdüğünü göstermektedir).
Başka bir hikâyede, sevgili kız kardeşini kaybeden bir adam bu defa Huron ülkesinden Ruhlar Köyü’ne yolculuğa çıkar. Yolculuk sırasında kızın ruhu zaman zaman ona görünür, ama ona dokunamaz. Sonunda, neredeyse geçilmez bir nehri geçtikten sonra onu ruhların dans evine yönlendiren birinin meskenine gelir. Orada kız kardeşinin ruhunu ele geçirmesi, bir balkabağına hapsetmesi ve böylece güvence altına alınarak tören sırasında kimsenin gözünü kaldırmaması şartıyla onu yeniden canlandırabileceği canlılar ülkesine geri götürmesi söylenir. Bunu yapar ve yaşamın kız kardeşinin vücuduna geri döndüğünü hisseder, ancak son anda meraklı biri ona dönüp bakmaya cüret eder ve geri dönen hayat elden gider. İşte bu, Orfeus ile Eurydice’nin hikâyesidir.
Hem Algonkin hem de İrokua mitinde Ruhlar Köyü’ne giden yol, onları bu muhafızların gücüne teslim edenlerin altındaki uçuruma atmaya hazır korkunç gözlemciler tarafından korunmaktadır. Bu yol Samanyolu’ndadır ve bunun Kızılderili dilindeki ismi Ruhlar Yolu’dur.
VIII. Hiawatha
Schoolcraft tarafından “Hiawatha efsanesi” olarak bir araya getirilip yayımlanan, Manabozho’nun maceralarını anlatan hikâyeler, Longfellow’un Song of Hiawatha adlı çalışması için kullandığı başlıca malzemelerdi. Nokomis’in gökten düşüşü, Hiawatha’nın babası Batı Rüzgarı’na yolculuğu, Mondamin efsanesindeki mısır hediyesi, sonucunda Hiawatha’nın mideye indirildiği büyük Mersinbalığı ile girdiği çatışma, Chibiabos’un saldırıya uğraması ve iyileşmesi, fırtına perisi Pau-Puk-Keewis’in takibi ve yeraltı ve yeryüzü güçlerinin çatışması, Algonkin kabilelerinin kozmogonik mitlerinde yer alan unsurlardır.
İrokua geleneğindeki gerçek Hiawatha, tamamen başka bir şahsiyettir. Bazı eylemleri ve özellikleri şairin anlatısına dahil edilmiştir. Hiawatha, etkin yılları on altıncı yüzyılın ikinci yarısına denk gelen bir Onondaga reisiydi. O zamanlar New York’un merkezindeki İrokua kabileleri, birbirleriyle ve komşuları Algonkinlerle sürekli savaş halindeydi ve Hiawatha, genel barışı sağlayabilecek büyük bir birlik fikrini tasarladı. Planladığı sıradan bir konfederasyon değil, kabileler arasında bir hükümetti. Meseleleri bu hükümet yönetecek ve ihtilaflar, her ulusa ait temsilcilerden oluşan bir federal konsey tarafından çözülecekti. Bu geniş ve barışçıl Kızılderili ulusu rüyası asla gerçekleşmedi; ancak Hiawatha sayesinde İrokua Konfederasyonu kuruldu ve bu sayede söz konusu kabileler Connecticut’tan Mississippi’ye ve St. Lawrence’tan Susquehanna’ya kadar orman bölgesinin efendileri haline geldiler.
Ancak bu büyük sonuca kolayca ulaşılmadı. İrokualar, Hiawatha’nın çektiği sıkıntılar hakkındaki efsaneleri koruyorlar. Büyücü ve savaş şefi Atotarho kendi halkı arasında ona karşı çıkmıştır. Tek kızı, intikamcı büyücü tarafından çağrılan, kabile konseyinde gökten gelerek kıza saldıran ve onu yeryüzüne fırlatan büyük beyaz bir kuş tarafından katledilmiştir. Hiawatha bunun üzerine yarar sağlamak istediği insanlardan ayrılmış ve insan yardımı olmadan hareket eden beyaz bir kanoyla Oneida köylerine ulaşmıştır. Barış elçisine istekli bir şekilde kulak veren ve birliğin büyük kanun koyucusu olacak olan şef Dekanawida ile burada tanışmıştır. Bu şefin yardımıyla Hiawatha’nın planı Mohawk ve Cayuga kabilelerine ve bir kez daha Onondaga’ya taşınmıştır. Burada söylendiğine göre Hiawatha ve Dekanawida sonunda konfederasyon için Atotarho’nun rızasını kazanmıştır. Morgan, Atotarho hakkında, bu geleneğin “başını girift yılanlarla kaplı olarak sunduğunu ve öfkeli olduğu zaman, ona bakanı öldürecek kadar korkunç göründüğü”nü söyler. Birlik kurulduğunda, yılanları saçlarından bir Mohawk şefinin ayıkladığını ve bu nedenle bu şefin Hayowentha, yani “tarayan” olarak adlandırıldığını anlatır. Bu, kuşkusuz, büyük savaş şefinin güçlü hatip tarafından nihai dönüşümü için yapılan bir benzetmedir. Efsane, birlik tamamlandıktan sonra Hiawatha’nın sihirli kanosuyla büyük gölün üzerinden geçerek gün batımı diyarına nasıl gittiğini anlatır. İrokualar belleklerinde onu bir yarı tanrı statüsüne yükseltmişlerdir.
Karışık bir kabileden bir ulus yaratan bu adam hakkındaki hikâyelerde, doğa mitinden kültür kahramanının ortaya çıktığı uygarlık düzlemine geçiyoruz. Hiawatha, yurttaşları için büyük başarılarından dolayı yarı tanrısallıkla donatılmış tarihi bir şahsiyettir. Böyle bir tanrılaştırma, insan ırkında, insanların bölünmelerinden doğan barış rüyasının daha muhteşem birlikler yarattığı her yerde kaçınılmazdır.
Бесплатный фрагмент закончился.