Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Şakarim», страница 5

Шрифт:

– Şu anki nahiye müdüründen hiç adalet yüzü göremedik. Vergilere boğdu bizi. Onun yüzünden o kadar harcama yaptık, diyordu biri!

Polis memuru ayağa kalkarak halkı nizama davet etti. Vladimir Losevskiy ortalığın sakinleşmesini büyük bir sabırla bekledi. Daha sonra ellibaşı konumundaki seçmenleri masaya davet etti ve onlara birer ahşap top vererek çok da karmaşık olmayan oylama sürecini anlattı. Sibirya Komitesi’nin yürürlükteki yasasına göre oylama toplarla yapılmalıydı. Seçmenler, oy verecekleri adaya göre topları kutunun ya siyah tarafına, ya da beyaz tarafına atmalıydı. Top sayısı fazla olan seçimi kazanıyordu, fakat sayı aynıysa son kararı ilçe başkanı verecekti. Losevskiy kutunun üzerine siyah bir kadife kumaş örttü. Ellibaşı konumundakiler sırayla masaya doğru gelip kimselerin görmemesi için ellerini kadife kumaşın altına sokarak topları kutuya atmaya başladılar.

Oylama sona erdi. İlçeden gelen komiserler balonları saydı ve Losevskiy ciddi ve vakur bir şekilde kalabalığa her iki aday için aynı sayıda seçmenin oy kullandığını duyurdu. Tesir edici bir duraklamadan sonra o sözlerine adayların topladıkları oy sayısının eşit olması sebebiyle seçimin geçerli sayılamayacağını ekledi. Tercümanın bu duyuruyu kalabalığa aktarmasından sonra sesler yükseldi.

Heyecanlı müzakereler başladı. Söze Abay karıştığında ise sesler kesildi. O ilçe başkanına bakarak Rus dilinde şöyle dedi:

– Ben nahiye müdürü olarak şu genci tayin etmenizi rica ediyorum. Onun adı Şakarim, kendisi Kudayberdi’nin oğludur.

Abay, Şakarim’i halkın görebileceği yere çıkardı ve kalabalığa seslenerek:

– Şakarim’i seçsinler. Hepiniz onu tanıyorsunuz. Ben burada Kudayberdi’nin birçok dostunu görüyorum. O nahiye müdürüyken siz zengindiniz, barış ve birlik içinde yaşıyordunuz. Şimdiyse parçalanmış durumdasınız. Sizleri parçalayan seçimdir. Ancak bir atama sizi barıştırabilir, fakat güvenilir, rüşvetçi olmayan, yani tıpkı Kudayberdi gibi birine ihtiyaç vardır. Onun oğlundan daha iyisini bulamayız.

Birden en coşkulu hatipler bile Şakarim’in adaylığını onayladılar. İnanılmaz gibi, ama Şakarim onlardan övgü dolu sözler işitti. Her şey rüya gibiydi. Şakarim fazla konuşmak durumunda kalmadı. Halkın yeni adaya sıcak baktığını gören ilçe başkanı, askerî valinin evrak işleri sorumlusuyla yaptığı kısa bir konuşmadan sonra Şıngıs nahiyesinin müdürü olarak Şakarim Kudayberdiyev’in tayin edildiğini ilan etti. Herkesten çok sevinen Abay’dı. Seçimler onun uruk içindeki gücünü ve tesirini göstermiş oldu.

“Unutulanın Hayatı” adlı şiirinde Şakarim bu süreci kısaca şöyle anlatmıştır:

 
Hatiptir o ve ustadır her işte;
Böyle biri, herhalde, bırakmaz dizginleri,
Diye iç çekerek karar verdi dedelerimiz
Boynuma nahiye müdürlüğünü yükleyerek.
 

Şakarim görevini henüz kongre bitmeden yapmaya başladı. Bazı sorunların anında çözülmesi gerekiyordu. Her şeyden önce ilçe başkanı nahiye müdürüyle onun yardımcısına ödenecek maaşın miktarını belirledi. Aylık tutarının düşük olması yeni nahiye müdürünü oldukça şaşırttı. Vergi miktarlarıysa yüksekti. Çadır başına ödenen vergi tutarı düşmek yerine artmıştı. İlçe başkanının sert ses tonundan itirazın kabul edilmeyeceği anlaşılıyordu. Vergiler parayla ödenmeliydi. Eğer ellibaşı konumundakilere halk vergileri hayvanla ödemişse nahiye müdürü hayvanları paraya çevirmek durumundaydı.

Şakarim halkın vergi borcunun olduğunu biliyordu. Bunun içinde, ellibaşı konumundakilerin güya nahiye müdürlüğü göreviyle alakalı olarak topladığı ve halkın “kara vergi” adını verdiği haraçlar da vardı. Bu aslında yerel vergiydi. Şakarim hızlıca düşünerek “kara vergilerin” halk için ne kadar büyük bir talihsizlik olduğunu anladı. Oracıkta bu verginin tamamen kaldırılmazsa bile makul bir miktara çekilmesi doğrultusunda kesin karar aldı. “Acaba görevimle ilgili masrafları kendi çiftliğimden karşılayamaz mıyım?” diye düşündü.

Asil düşüncelerinden başkanın nasihat niteliğindeki konuşması uzaklaştırdı. İlçe başkanı nahiye müdürünün çarın bozkırdaki gözü ve kulağı olduğunu söylüyordu. Bunun yanı sıra o, nahiyedeki işlerin hükümet siyasetine aykırı düşecek şekilde yürütülmemesi gerektiğini birkaç defa tekrarladı. Aksi takdirde nahiye müdürünün kafasını bizzat kendisi kesecekmiş.

Şakarim sert nasihatlerden hiç etkilenmedi. Aklı daha çok çiftlik sorunlarıyla meşguldü.

MERHAMET ŞİFRESİ

Nahiye müdürlüğü ofisini obasına taşıyan Şakarim, tüm sorunların evde oturarak çözülemeyeceğini hemen anladı. Oba sakinleri, özel olarak çağırıldıklarında bile, nahiye müdürüyle görüşmeye pek de acele etmiyorlardı. Ona sadece zulümlere maruz kalanlar geliyordu.

Genç nahiye müdürüne uzak obalara kadar gitmek zor gelmiyordu, çünkü doğduğu bozkırı dolaşmak onu hiç sıkmıyordu. Bozkır onun mahrem duygularını uyandırıyordu. Geniş alanda düşünmek Şakarim’e daha kolay geliyordu. Ufak tepe silsilelerinin bulunduğu tekdüze, uçsuz bucaksız düzlüğün neresi ilginç, diye düşünülebilir. Ender olarak ağaçlar çukurluklarda küçük ormanlar oluşturmuş durumda. Biraz ötedeki çalılara benzeyen boz benekler birden yamaç boyunca ilerlemeye başlıyor. Bu, akşama doğru çadırların bulunduğu yere dönen hayvan sürüleridir. Bir obadan başka obaya geçerken yol üzerinde bulunan mimarî yapılar sadece etrafı taşlarla çevrili mezarlardır. Gerisiyse şeffaf saflığıyla sonsuz mutluluk duygusu aşılayan sır dolu, ebedî doğadır, fakat mezarlar sadece öteki dünyaya dönüşü simgelemekle kalmaz aynı zamanda göçebelerin kalplerinin kapısını çalan tarihin ta kendisi oluverir. Her mezar taşı Uruğun münferit boyunun tarihidir. Mezar tepesinin ardında hasret dolu nazik bir bedenin yanı sıra tüm soyun bozkır sakinlerinin hafızalarında yaşayan tarihi gizlidir.

Tepe ve vadilerin yanından geçerken Şakarim halkın daha iyi yaşaması için nelerin yapılabileceğini, nahiyede ne tür reformlara ihtiyaç olabileceğini düşünüyordu. Kendisini çevreleyen alanın çapına uygun olarak genel konularda düşünmek istiyordu, fakat aklına bir şey gelmiyordu, gerçi gelmesi de belki imkânsızdı. Rus idaresinin tüzük ve yasaları oba hayatının sığması gereken çerçeveyi oldukça katı bir biçimde daraltıyordu.

Şakarim, kendisini en çok endişelendiren güncel sorunlara dönüyordu. Onun canını en çok sıkan şey, Abay’ın da dediği gibi Uruğun parçalanmasına neden olabilecek iki aile arasındaki düşmanlıktı. O bozkırda barış ve mutluluğun hüküm sürmesini içtenlikle diliyordu. Şakarim belagatini soydaşlarına iyi ilişkileri, müminliği, huzurlu emeği nasihat etmek için kullanıyordu.

– Kıskançlık, hırs, tembellik insan ruhuna aykırı şeylerdir. Bu yüzden Allah’ın verdiğiyle yetin ve dürüstçe çalış, diyordu o genellikle.

– Neden insanları düzeltmeye çalışıyorsun? Sen işlerinle uğraş, iç çatışmalarıysa görmezden gel, diyordu yaşlılar Şakarim’in yaptıklarına anlam veremeyip.

– Gözlerini kapatabilirsin, fakat kalp gözünü nasıl kapatırsın? Dilini tutabilirsin, fakat düşünceyi tutmak imkânsızdır. Niyetler temiz, işlerse hayırlı olmalıdır, – diye cevap veriyordu bozkır bilgelerine has çok süslü genç nahiye müdürü.

1879 yılının ilkbaharında ailede çok beklenen olay meydana geldi. Mauen, Şakarim’in hayatın anlamı hakkındaki düşüncelerini alt üst eden ilk çocuğunu, sağlıklı bir bebek dünyaya getirdi.

Kutlamak için tüm oba toplandı. Kıymetli konuk olarak sevgili Kunanbay dede de teşrif etti. O, çocuğa isim verebilmek için fısıltı eşliğinde uzun süre mısralar üzerinde parmağını gezdirerek Kuran inceledi. Bu tür durumlarda sıkça yaptığı ukalalığa bu sefer yer vermeden Kunanbay ismi kutsal kitapta arayıp buldu ve çocuğa Abusufyan (1879–1925) adını verdi.

Mutluluktan uçacak gibi olan Şakarim, görevini daha yüksek enerjiyle yapmaya başladı. O, oba sakinlerine iyimserlik ve şairlik için daha uygun olan özel bir ilham aşılayarak hiç usanmadan bir obadan diğerine gidiyordu. Aslında insanlarla iletişimde de ilhamın faydası büyüktü. Şakarim’i insanlar gülümseyerek karşılıyor, genç nahiye müdürünü gördüklerine seviniyorlardı, onun hür yaşam hakkındaki konuşmalarını dinleyip sanki önünde en az yüz yıl varmışçasına kurduğu planlarına hayret ediyorlardı.

Şaşırtıcı, ama Şakarim’in müdürlük yaptığı dönemde Şıngıs nahiyesinde gerçekten de refah hüküm sürdü. Nispeten tabii. Komşular otlaklar yüzünden daha az tartışır olmuşlardı. Zayıf çiftlikler güç kazanıp hayvan sayısını arttırma ümidi oluşmuştu. Hayvan hırsızlığı nedeniyle meydana gelen kanlı çatışmalarsa tamamen sona ermişti.

Genel olarak dönemin edebî tasvirlerinden yola çıkarak Tobıktı Uruğu mensuplarının nerdeyse her yıl otlaklar, yaylalar ve kışlaklar için birbiriyle şiddetli bir şekilde çatıştığı düşünülebilir. “Abay Yolu” adlı romanda nahiye müdürleriyle varlıklı hayvan sahipleri fakir boyların zayıf obalarına zarar veriyorlardı. Ancak gerçek hayatta da çatışmalar bu kadar sık yaşanmış olsaydı Tobıktı Uruğundan geriye sadece hatıralar kalmış olacaktı. Aralıksız çatışmalar nedeniyle içten parçalanmış göçebe toplumuysa çoktan dağılmıştı.

Aslında geleneksel Kazak toplumunun dokusu sağlamdır. Onu güçlendiren neydi? Tabii ki her şeyden önce geleneklerdir. İnsanlar tahmin edilenden daha çok yolculara kapılarını açıyor ve muhtaç soydaşlarının karnını doyuruyorlardı. Zenginlerin de sanki ejderhalar gibi fakirlerin elinden malını, hayvanını, otlaklarını almadığı kesindir. İyilik ve merhamet geleneksel toplumda sadece lafta değildi, çünkü nesilden nesile aktarılan göçebe yasaları büyük önem taşıyordu. Kazak halkının efsanevî sabrı ve zor dönemleri sebatkârlıkla atlatma imkânı veren sağlamlığı buradan geliyor.

Günümüz edebî eserlerinde de Kazaklar hakkında aralarında birlik olmayan insanlar şeklinde bir düşünce mevcuttur. Aslında genel olarak halk böyle değildir. Asırlarca Kazak halkı içinde karşılıklı yardımlaşma geleneği varlığını sürdürmektedir. Zengin uruk sahipleri Uruğun güvenliğini her zaman düşünmüş, muhtaçlara ilk olarak yardım eli uzatmışlardır. Esasında onlar kendi saadetleri için olduğu kadar tüm Uruğun refahı için zenginleşiyorlardı.

1879–1880 yıllarının kış mevsiminde göçebe halk yeni imtihanlardan geçmek zorunda kaldı. Aşırı soğuklarla buzlanma sebebiyle oluşan yem yokluğu ve hayvan ölümü kıtlığa neden oldu. Kazaklar genelde kış için yem stoklamaz adına “tebin” denilen kar altındaki kışlık otlağa güvenirlerdi. “Tebin”, tepmek anlamına gelen Kazakçadaki “tep” sözcüğünden türemiştir. Buzlanma olduğunda hayvanlar toynaklarıyla karın altındaki geçen yıldan kalan otlara ulaşamazlar.

Göçebe hayattaki kıtlık modern devletlerdeki ekonomik kriz gibidir. Rus idaresinin hesabına göre o yılda Kazak bozkırında 12,7 milyon hayvan ölmüştür. Bu toplam hayvan sayısının %80’idir. Akmola vilayetinde 820, Turgay vilayetindeyse 1,5 milyon hayvan ölmüştür. Semipalatinsk vilayetinde kayıp daha azdı, Şıngıstau’da ise soğuklar ancak bir hafta sürdü. Hayvanları da bu korudu.

Şakarim görevinin ilk yılında, Abay’ın tecrübesinden yola çıkarak, sanki kıtlığın olacağını hissetmişçesine nahiyedeki ot biçme işini düzene koymaya başladı. Bundan birkaç yıl önce Abay, Akşokı’daki çiftliğinde, bir Rus dergisinden okuyup öğrendiği yem ambarlama yöntemini denemişti. Otun biçilmesinden sonra Abay yemlik otu ufalama talimatı verdi. Ufalanmış otu bir çukura koyup sıklaştırdılar ve üstünü budaklarla, otlarla kapatıp tuz serptikten sonra toprakla örttüler. O sene Abay stokları unuttu. Kış sert olmadığından hayvanlar “tebin”le beslenebilmişlerdi. Bir sonraki kış ambarlama çukurunu açtıklarında aile mensuplarının şaşkınlığı görülmeye değerdi. Yem, sanki yeni biçilmişçesine tazeliğini korumuştu.

İlk fırsatta Şakarim de yem ambarlama işiyle uğraşmaya başladı. Biçilmiş otların bir kısmı kurutuldu. Geriye kalan kısmı Abay’ın yöntemine göre çukura kapattılar. Kışın ayazında her ikisi de işe yaradı. Soğuklar daha fazla devam etseydi felaket kaçınılmazdı. Yine de kıtlığı önceden tahmin edebilmesi, Şakarim’in saygınlığını önemli ölçüde arttırdı, ona kendisinin hiç aldırış etmediği geleceği görebilen adam unvanını kazandırdı. Kışın o, obaları dolaşmaya devam etti, çünkü çiftliklerin durumu endişe vericiydi. Hemşerileriyle ilginç sohbetler yapıyor, ihtiyarlara ailelerinin şecere detaylarını soruyordu. Hem en basit, hem gerçekten evrensel konularda bilgili olduğu açıkça görünüyordu. Abay hakkında, daha doğrusu onun derinliği, ifade gücü ve fikir doğruluğuyla her Şıngıstav sakinini etkileyen şiirleri hakkında konuşuyorlardı.

Soğukların gelmesiyle Şakarim, Karaşokı’daki kışlağına kapandı. Çiftlik işleri kışın da azalmıyordu. O, eşyaları tamir ediyor, hayvanlar için ek yapılar yapıyor, koşumların demir parçalarını çekiçliyordu. Akşamların birinde zamanı faydalı kullanmak için ufak bir kütüphane oluşturmaya karar verdi. Kitaplar uzun süreden beri sevgiyle ve özenle toplanmaktaydı. Kazaklarla diğer Türk halklarının tarihini yazma isteği kaybolmadı. Bu istek aksine daha da güçlendi ve gerçek boyutlar kazandı. Abay’ın da yardımıyla elinde gerçek bir araştırmacı gibi dikkatle incelediği Arap tarihçilerinin kitapları da vardı.

Abay ona; Abülgazi Bahadır Han’ın “Türklerin Soy Kütüğü”, Nacip Gasımbek’in “Türklerin Tarihi” ve Türklerin tarihiyle ilgili bilinen en eski eser (XI. asır Türk edebiyatı) olan Yusuf Balasaguni’nin “Kutadgu Bilig”, yani “Mutluluk Veren Bilgi” adlı şiir kitabı gibi konuyla alakalı birkaç kitap daha temin edecekti.

Vaat edilen tarihî eserleri beklerken Şakarim İslam tarihçisi ve halife döneminin ilahiyatçısı İbn et-Tebari’nin “Târihu’l-Ümem Ve’l-Mülûk”, yani “Peygamberler ve Hükümdarlar Tarihi” adlı meşhur kitabını tekrar tekrar okumayı severdi. İslam historiyografisinin babası kabul edilen İbn et-Tebari söz konusu eserini 914 yılında tamamlamıştır. Şakarim’de biri Arapça, diğeri Eski Türkçe (Çağatayca) olmak üzere kitabın iki nüshası vardı. Onların karşılaştırılmalı incelemesine o, birçok akşamını ayırmıştır.

Otobiyografi niteliğindeki “Unutulanın Hayatı”nda şu satırlar yer almaktadır:

 
Bilimin gücüne inandım ben cesurca,
Kolumu sıvayıp işe koyuldum
Ve kalbim serbestçe şarkı söylemeye başladı
    Üzerimden kirli tozu temizleyince.
 
 
Şarkı ve söz yazarken döktüm ter
Yeni bir anlam kazanır söz diye
Özel bir özenle
    Hür düşüncelerimi teyit ederim.
 

Hafız, Firdevsî, Sadî, Fuzulî, Nizamî gibi doğulu şairlerinin el yazması şiirlerinin kopyaları raftaki en güzel yerleri almışlardı. Onların yanında beyaz kâğıtla kaplı “Binbir Gece” kitapları vardı. Üst rafta Kuran bulunuyordu, sonrasında İslam hukukuna göre, tıpkı annesi Tölebike’de olduğu gibi “İslam İbadeti” ve “Muhtasarın” yer alıyordu.

El yazma kitapların arasında okumuş Kazakların kendilerince Kunfuzı (vurgu son hecede) dedikleri Konfüçyüs’ün özlü sözleri de vardı. Sıkı bir iplikle tutturulan kitabı Abay ona akılda kalan bir nahiye müdürleri kongresinden sonra hediye etmişti. Kış akşamları yağ lambası ışığında Çinli bilgenin hikmetli nasihatlerini okurken onların kendi hayat prensiplerine yakınlığı Şakarim’i hayrete düşürüyordu.

“Gerçek iyilik insanın yüreğinden çıkar. Tüm insanlar iyi olarak doğar,” cümlelerini okuduktan sonra o: “Hakikaten öyle!” diyordu yüksek sesle.

“İnsanların ne söylediğini bilmeden onları tanımak imkânsızdır. İyi bir insan gördüğünde ondan daha iyi olmaya çalış. Kötü birini gördüğünde kendi kalbini tanı.” diye nasihat ediyordu Konfüçyüs.

Nahiye müdürlüğü tecrübesi o kadar çok fikrin doğmasına neden oldu ki Konfüçyüs’ü okurken Şakarim bir anda, tıpkı sıtma sayıklaması gibi kafasında beliren sözleri hızla yazıya geçirmeye başladı. “Yalan konuşmayı kendisine yasaklamayan kötü niyetten kendisini alıkoyamaz.” diye yazmıştı o. Konfüçyüs’ün kitabını açınca cevabı anında bulmuştu: “Küçük bir mum yakmak karanlığı lanetlemekten daha iyidir.

“Gerçekten de öyle. Karanlık halkı ne kadar tenkit etsen de onun eğitimine hiç olmazsa ufak bir katkıda bulunmadığın sürece hiçbir şey değişmeyecektir,” diye düşünüyordu Şakarim. O günden itibaren genç nahiye müdürü filozoflarla şairleri okurken kafasında oluşan fikirleri yazıya geçirmeye başladı ve onları yıldan yıla çoğaltarak hayatının sonuna doğru “Anlamlı Sözler” adı altında topladı.

Oluşturduğu kütüphaneyle Şakarim sonraki dönemlerde hep gurur duymuştur. Kitapların sayısı fazla olmasa bile onların her biri inciyle altından daha değerliydi. 1905’te yazdığı şiirlerinden birinde o, kitaplar dünyasına dalarak asırların bilgeliğini ne şekilde benimsediğini şöyle anlatmaktadır:

 
Türkçeyi çok iyi biliyorum gençliğimden,
Bilgi onda toplanmış epey.
Ben usanmadan okudum ve aydınlık
Aniden parladı sıra dışı ışıkla karanlığın içinden.
 

Şakarim’in manevi yükseliş basamaklarını bilimlerin çevrildiği Türkçenin yanı sıra kâinatın sırlarıyla ilgili şiirler ve temizlenme istiaresi olarak Rusça oluşturuyordu:

 
Doğunun şiirleriyle uyandım.
Dünya sırrı derin bir aynada gibi
Açıldı bana. Gayretle Rusça öğrendim,
Cahilliğin kirini onunla temizledim.
 

Şakarim, yine şiir yazmaya başladı ve bu uğraşını artık hiç bırakmadı. Şiirler hava kadar, düşüncenin aralıksız çalışmasını sonlandıran bir tür hal billurlaşması kadar, göğsü sıkıştıran sözlerden kurtulmak için ihtiyaç duyulan hacimli ve lakonik kalıp kadar gerekliydi. Bozkırdaki şiirsiz ve şarkısız yaşam çok alelade olurdu.

Şiir yazdıktan sonra o, mutlaka eline dombıra alıp mısraların ritmine uygun melodi oluşturmaya çalışırdı. Şiirlerini dombıra eşliğinde söylerken onları emsalsiz, sadece kendine özgü biçime sokuyordu. Şarkıları kolaylıkla akılda kalır nitelikteydi.

O yıllarda Şakarim henüz dramatik eserler yazmayı çok arzulamıyordu. Hayallerle yaşamıyor, bulutların üzerinde uçmuyor, uçsuz bucaksız ve gizemli bozkır sakinlerinin meyilli olduğu fantezilerle de beslenmiyordu. Hayal ürünleri onlar için sadece akıl oyunu değildir. Kazaklar yazdıkları hikâyelerde kendilerini her zaman ya yaratıcı kimse, ya kahraman şeklinde hayal edip mevcudiyetlerine bu şekilde bir açıklama getiriyorlardı, fakat Şakarim mit dünyasına dalma mizacından uzaktı. Onun şiirleri sanatsal gizemden ziyade felsefeyle doluydu. Hayat ona somut konuları düşünmeyi öğretmiş. Nahiye müdürlüğü görevi de bu yönde düşünmeye sevk ediyordu. Koca bir çiftliği yönetmek fanteziler için zaman bırakmıyordu. Canlı ve renkli düşünmek üslubun temelidir ve zapt edilemez. Ancak ilginç konulu iddialı, zahiri yenilikler ve masalsı dönüm noktaları şimdilik aklını meşgul etmiyordu.

Onun şiirleri kesin, kapsamlı ve somuttur. Obaları dolaşırken Şakarim onları cesurca okuyarak halkı müminliğe davet ediyordu. Onun politik hicivleri son derece tesirliydi. Şiirlerinde, Abay’ın geliştirdiği bir gelenek doğrultusunda, davranışları tarafgir dava konusuna hizmet eden hemşerilerine hiç acımadan beşeri kusurları açığa vurmasına rağmen onu dinliyorlardı, ona güveniyorlardı. 1879’da başlayıp sonraki yıllarda eklemeler yaptığı “Gençliğe” adlı uzun şiirinde o, bozkır ayazı kadar sert, yakıcı Temmuz güneşi kadar acımasız:

 
Kirli oyunlarına uygulama alanı buldular,
Yalan ve kurnazlık dolu dünyaya girdiniz.
Utanç, iyilik ve ölçülülüğe gem vurup
Bakın ne hallere geldiniz.
 
 
Şiddetle tartıştılar, kinleriyle halkı böldüler,
Boş bir konuyla herkesin ağzını kapatmaya çalıştılar.
Bugün sizin dostunuz olan yarın düşmanınız
Fakat sanki barışık gibi davranacak.
 

Şakarim’in bahsettiği kusurlar tüm zamanlar için söz konusudur. Onlar birbirine benzer ve temiz bir hayat içerisinde göze batarlar. Belirli ölçüde cesaret de varsa onları hicvetmek fazla bir çaba gerektirmiyor, fakat şiir karmaşık yaşam tarzı olan ve ağır hayvancılık işiyle uğraşan bozkır insanının gerçek hayatından çok farklı olgudur. Varoluş, onların düşüncesinde ebediyetin alelade iziyse şiir, sönük yaşamı sihirli bir ışıkla aydınlatan mucizenin berrak şeklidir. Bu yüzden Şakarim’in şiir biçimine bürünmüş sade, fakat maneviyat dolu cümlelerinin, tıpkı Abay’ın şiirleri gibi herkesçe sevilmesine şaşırmamak gerekir:

 
Onur, merhamet, nezaket nerede?
Dağınık gruplar halinde geziyoruz her yerde
Umursamaz davranıp “tüm bunları gördük” diye.
Cahiller, soydaşlara yararınız nerede?
 

Gerçi “Gençliğe” adlı sert ve acı nutukta nefretle karşılanması gereken ahlaksızlıkların yanı sıra akrabaların Abay’a davranışları da konu edilmektedir. Şakarim, ilk büyük eserlerinden birinde ona göre günlük yaşamdan uzak bilgelere de, yaşayarak tecrübe kazanmış çok temkinli ve bencil bozkır riyakârlarına da hiç benzemeyen, tamamen ayrı bir düşünür olan öğretmeninden başka kimden bahsedebilirdi ki?

 
Abay akıl satan adamdır,
Ne değerler uzun süredir bekliyor onda.
Şifreyi biliyorsan al, o her şeyi bedava verir,
Hiç kimse onu tüketemedi daha.
 

Şakarim, ona sonsuz hürmet ve hayranlık duyuyordu. Genç Şakarim’e göre göçebe yaşamı bu kadar zengin çeşitlilik içinde tasvir etmeyi, bu kadar şairane bir biçimde anlatmayı, Abay kadar henüz hiç kimse başaramamış, dünyanın karmaşasını hiç kimse, Abay kadar derinden anlayıp betimlememişti. Abay’ın zekâsı kıymetli fikirler hazinesiydi fakat ona ulaşmak için büyük çaba sarf edilmelidir. Bunun için insan, Abay’ın yolunu bilmeli ve sonuna kadar bu karmaşık yolda yürümeyi arzulamalı. Şakarim’in çağrısının anlamı işte bundan ibaretti.

Şakarim, akrabalarının şair-öğretmenin değerini anlamamalarına gerçekten hayret etmektedir. O, Abay’ın gelecekteki yalnızlığını önceden sezmiş gibidir.

 
İnsanlarda makul bir şey bulmak imkânsız
Onlar birbirine merhametle yardım edemez.
Kendi Abay’larından bile onlar hoşlanmaz.
Kara cahiller acaba onlardan nereye kaçsak?
 

Şakarim’in öğretmeni Abay’ı taklit ettiği ilk şiirleri, tabii ki, Abay’ın eserleri kadar şaşırtıcı derecede umulmadık değildir. Öğrencinin düşünceleri daha çok tahmin edilebilir nitelikteydi fakat şiir severler ondan da hakikaten dâhiyane şiirin keskin ve büyüleyici gücünü bekleme hakkına sahiptirler. Buna rağmen Şakarim insanın hayal gücünü şaşırtan iddialı ve zahirî yeniliklerle ruhu sarsan gizli düşüncelerin peşinde koşmuyordu. O, sözlerinin doğru algılanmasının peşindedir. Eserleri gelişigüzel okunduğunda Şakarim, didaktik eser veren bir şair şeklinde nitelendirilebilir, fakat bu hatalı bir vasıflandırmadır.

126,11 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
01 августа 2023
Объем:
1 стр. 2 иллюстрации
ISBN:
978-625-6494-04-6
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают