Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Şakarim», страница 4

Шрифт:

Sağ kıyıdaki şehir Şakarim’i büyüledi. Delikanlı nehir üzerinden başka bir dünyaya adım atmış gibiydi. O, bu kadar farklı insanı bir arada daha önce hiç görmemişti. O, yanından geçen Ruslara dönüp dönüp bakıyor, medrese talebelerini ilgiyle izliyordu. Köyden geldiklerinden bozkırlıya has biçimde giyinmiş insanlara ise akrabalarını görmüş gibi gülümsüyordu. Sokaklarda çok sayıda Rusça konuşanın olması onu şaşırttı. Bu dilde tüccarlar, Rus Kazakları, Rus görevlileri, Tatarların dışında bazı Kazaklar da konuşuyorlardı.

Yüksek duvarlar arkasındaki ahşap binalar artık ilgisini çekmiyor, tüccarların müstakil evleriniyse Şakarim hayranlıkla izliyordu. O özellikle tüccar Stepanov’un evini çok uzun süre inceledi, bu saray yavrusunda kimin yaşadığınıysa yoldan geçenlere sordu. En fazla hoşuna giden askerî valinin evi oldu. Tuğla duvarın üzerinde binanın inşa edildiği yıl olan 1856 yazıyordu.

Şakarim askerî valinin daha sade binada bulunan ofisine geçti. Memur onu nazik bir şekilde karşıladı ve aslen Tatar olan tercümanını çağırdı. Şakarim ilk defa bir Rus memuruyla konuştuğundan pek heyecanlıydı fakat iş çabuk halledildi. Genel valinin sekreteri Kunanbay’ın mektubunu alarak bir ay içinde cevabı hazırlayacağına dair söz verdi.

İlçe idare ofisine ziyaret pekiyi geçmemişti. Şakarim mahkeme görevlisini üçgen çatılı binada buldu. Orada ilçe idare ofisleri buna dâhil olmak üzere, Semipalatinsk bölgesinin çeşitli resmi kurumlar yer alıyordu. Mahkeme görevlisi orta yaşlı, zayıf, kel bir Rus’tu. O, işin bir an önce çözülmesi gerektiğinden İbrahim (Abay) Kunanbayev efendinin tetkik için bizzat kendisinin gelmesi gerektiğini Şakarim’e sert bir şekilde anlattı. Memur, tercüman aracılığıyla Kunanbayev’e karşı bugüne kadar yazılan tüm şikâyet dilekçelerinin devlete ihanet de dâhil olmak üzere onu birçok konuda suçlayan Uzukbay Boribayev adlı mollanın yazdığı dilekçenin yanında bir hiç olduğunu söyledi. Bu yüzden Kunanbayev efendinin güze kadar kendisinin gelmesi gerekiyordu aksi takdirde onu tutuklayarak hapse atacaklardı. Memur bunu söyledikten sonra Abay’la ilgili kararı delikanlıya uzatarak onunla vedalaştı. Şakarim, Abay’ın hapse atılabileceği haberiyle öyle sarsılmıştı ki şehrin sokaklarında kaybolup Makiş teyzenin evini uzun bir süre bulamadı.

Sonraki birkaç gün o dükkânları dolaşarak evin ihtiyacını temin etmeye çalıştı. Dükkânların birinde piyano, armonika, davul, trompet, çeşitli laternaların yanı sıra dombıranın da aralarında bulunduğu müzik aletlerini gördü. Laternayı büyük bir ilgiyle eline aldı, tüm dombıraları eleştirel bir bakışla inceledi ve Rus tüccara dükkânda kemanın mevcut olup olmadığını sordu. Şaşırmış olan satıcı, Kazak asıllı tercüman aracılığıyla Şakarim’in keman çalıp çalamadığını merak etti. Delikanlı keman çalmayı hayal ettiğini söyledi. Satıcı kendisinin müzisyen olduğunu, piyano ve keman çaldığını, genç adama da keman bulabileceğini belirttikten sonra söz konusu çalgının iki ay sonra dükkânda olacağına dair söz verdi. Şakarim sevincinden oldukça iyi çalabildiği armonikayla nasıl çalındığını pek bilmediği laternayı satın aldı.

O, Arapça kitaplarla Türkçe elyazmalarını satın aldığı kitapçıda bir süre oyalandı, fakat bu kitapların sayısı azdı. Daha çok Rus dilinde yayınlar vardı. Şakarim, tanımadığı Kiril harfleriyle yazılmış kitaplarla dergilerin sayfalarını çevirirken o sessiz metin yığınında engin bilgilerin gizlendiğini hissediyordu. Ona sanki matbaa harfleriyle yazılı sayfaların ardında onu hakikate götürmesi gereken parlak ebedi değerler dünyası saklı gibi geliyordu. Duyduğu heyecanın etkisiyle rastgele Rus dilinde yazılmış iki kitap satın aldı. Daha sonra onlardan birinin çavdar yetiştirme kılavuzu, diğerininse meçhul Hıristiyan havarilerinin gerçekliği kuşkulu hayat hikâyelerinin anlatıldığı bir kitap olduğunu öğrendi, fakat onları hatıra olarak saklamaya devam etti.

RUS DİLİ DERSLERİ VE HAYIR DUANIN BÜYÜSÜ

Eve dönüş yolunda, Şıngıstau’dan geçerken Şakarim, büyük bir ihtimalle kendi bilgisini arttırma ihtiyacı hissederek, Abay’ın Rusça öğrenmek gerektiğiyle ilgili sözlerini hatırladı. Bu yüzden Semipalatinsk’ten dönüşte Akşokı’ya uğrayarak Abay’a Rus dili konusunda kendisinde oluşmuş düşünceleri anlattı.

– Doğru söylüyorsun, Rusça öğrenmek lazım, dedi Abay. Onda hem ikimizin, hem tüm halkın gereksinim duyduğu bilgiler gizlidir. Bu arada, ben Nurpeyis adlı birini eve davet ettim bile. Sen onu tanımazsın. O çok güzel Rusça konuşuyor, kendisi bir nevi öğretmendir. İşte o sana Rusça öğretmeye başlayacak.

Minnettarlık ve sevinçten başka Şakarim’in içinde huzursuzluk duygusu belirdi; acaba amcasının iyiliğinden istifade edip ona aşırı yükleniyor olabilir mi?

– Akrabamız Tinıbay Hacı nasıl karşıladı seni şehirde? diye sordu Abay.

Şakarim detaylı bir biçimde anlattığı çok sevdiği Aksakalla arasındaki sohbetin yanı sıra millî tarihi oluşturabilmek için bundan böyle Kazak uruklarının soy ağacını yazıya geçirme kararı aldığını da söyledi.

Abay, onun neyi kastettiğini hemen anladı ve bu düşünceye hayran kaldı.

– Harika bir fikir! Kazakların ortaya çıkma tarihini hep yazmak istemişimdir, fakat bunun için çok gayretli bir araştırmacı olmak lazım. Bana, tezler meydana getirerek kâğıt üzerinde not tutmaktan şiir yazmak daha kolay geliyor, dedi Abay. Sense tüm gerekli özelliklere sahipsin. İşin esasını hemen anlıyorsun, üstelik sabırlısın da. Önemli olan ilk atayı belirleme çabası içerisinde tüm Kazak uruklarının soy ağacını oluşturmak değildir. Halkın tarihini meydana getirmek önemlidir. “Kazak” kelimesi ne zaman ortaya çıktı? Neden bizde üç Cüz vardır. Halkın mutluluğunu en çok düşünen hangi atamızdır?

Mahkeme işleriniyse Abay sohbetin ancak sonunda sordu. Şakarim ona ilçe idaresine gidişini ve mahkeme görevlisiyle arasında geçen sohbeti detaylı bir şekilde aktardı. Abay emri sessizce okuduktan sonra yeğeninin kederli yüzüne bakıp güldü.

– Dert etme. Üzüldüğün şeye bak. Böyle her atılan iftira yüzünden üzüleceksen nahiye müdürü olamazsın.

O, bu kâğıdın davalar silsilesinin başlangıcı olduğunu ve hayatının tam on yılının aralıksız dava işleriyle gölgelenmiş olacağını aklının ucundan bile geçirmeden mahkeme celbini özensizce masaya bıraktı.

Böylece Semipalatinsk’e ilk gidiş çok önemli bir olay haline dönüşmüş oldu. Ataerkil kabile yaşantısında meydana gelebilecek tarihî kriz durumları ve idarî görevler, sayısız hayvanlarla uygun otlaklar için mücadele esnasında insanlar arasında oluşabilecek ilişkilerin iç yüzü Şakarim için henüz sırlarla örtülü bilgiler arasındaydı; çünkü onun yanında Kunanbay dedesi, Abay amcası, bilge annesi vardı. Onun şuurlu bir şekilde belirlenmiş amaçları da vardı: yabancı dil öğrenmek, müzik aletleri çalabilmek, halkın tarihini yazmak.

Abay’ın kendisi Rus dilinde yazılmış kitaplar aracılığıyla tüm hayatı boyunca aradığı hazineyi bulacağına içten inanıyordu. “Sözler Kitabı”nın Yirmi Beşinci Söz’ünde o şöyle diyor:

Rusça okumayı ve yazmayı öğrenmek lazımdır. Rus dili kendi içinde manevi zenginlikler, bilim, sanat ve başka da haddi hesabı olmayan sırlar saklamaktadır. Ruslarda mevcut kusurların bizde olmaması için, onların ulaştığı başarılara ulaşmak için onların dilini öğrenmeliyiz, bilimini kavramalıyız; çünkü Ruslar, yabancı dil öğrenerek dünya kültürüne iştirak ettiler ve bugünkü hale geldiler. Rusça gözümüzü dünyaya açar. Başka hakların diliyle kültürünü öğrenen insan onlarla eşit konuma geçiyor, onların karşısında işe yaramaz ricalarla aşağılanmak zorunda kalmıyor. Eğitim, din için de yararlıdır.

Rus bilimiyle kültürü dünya hazinelerinin anahtarıdır. Bu anahtara sahip olanlar istedikleri her şeye fazla çaba sarf etmeden ulaşacaklar.

Çocuklarını Rus okullarına gönderen Kazaklar, onların bilgisini akrabalarıyla arasında çıkan tartışmalarda bir avantaj şeklinde kullanmaya çalışmaktadırlar. Bu tür niyetlerden uzak durun. Çocuklarınıza ekmeklerini emek vererek, alın teriyle kazanmayı öğretin, başkaları sizden örnek alsın. İşte o zaman biz, ne oldum delisi Rusların keyfi hareketlerini çekmek zorunda kalmayacağız, çünkü onların herkese ortak bir kanunu yoktur. Biz, başkalarının bildiğini öğrenmek için, onlarla eşit olmak için, halkımızın koruyucusu ve destekçisi olmak için okumalıyız. Rus dilinde eğitim alan gençlerden henüz hiç meşhur şahsiyet çıkmamıştır; çünkü ebeveynleri onları bozuyorlar, onlara yanlış yaptırıyorlar. Buna rağmen onlar hiç eğitim almamış insanlardan daha iyidir, fakat ne yazık ki onların bilgileri başkalarının sözlerini yorumlamaktan başka bir işe yaramamaktadır. Varlıklı insanlar kendi çocuklarını nadiren okula verirler. Onlar daha çok fakirlerin çocuklarını Rus öğretmenlere hakaret edilmek ve aşağılamak üzere verirler. Onlar, o zavallılar ne öğrenebilir?

Tavsiyem; oğlunu evlendirmeyebilirsin, miras bırakmayabilirsin, ama tüm kazandıklarını kaybetmek pahasına olsa bile ona Rus dilinde eğitim ver. Bu yol her şeye değer.

Allah’a ibadet et, insanlardan utan! Oğlunun insan olmasını istiyorsan onu okut! Servetini esirgeme!

Yirmi beş yaşından itibaren Abay aralıksız olarak önce zorlanarak, zaman geçtikçeyse daha hızlı, daha emin bir biçimde Rusça yazılmış kitaplar okuyordu. Kitapları şehirden tomarla alıyor, onları gece gündüz elinden bırakmıyordu. Bazen kitabın son sayfasına gelince bu sefer en kapsamlı bilgilerin yer aldığı kitabı seçemediğinin farkına varıyordu, fakat çoğunlukla okudukları onu konu yeniliğiyle, orijinal fikirlerle, günler geçtikçe daha anlaşılır hale gelen dilin güzelliğiyle derinlemesine etkiliyordu. Nihayet Rusça eserleri ana dilinde yazılmışçasına kolayca okuduğu gün de geldi. Bu şekilde ilk okuduğu eser Puşkin’in “Dubrovskiy” adlı hikâyesiydi. Söz konusu kitabı Abay daha sonra ciddi ve vakur bir şekilde Şakarim’e takdim etti.

– Yakınlarda Nurpeyis öğretmen sizin Karaşokı’ya gelecek. Biz onunla her konuda anlaştık, dedi Abay. O sana Rusça okumayı, yazmayı ve konuşmayı öğretecek. Evet, kolay olmayacak, fakat bir de bana bak. Ben Rusçayı öğretmensiz öğrendim. Uzun yıllar boyu kitaplar benimle anlaşılır bir dilde konuşamıyordu, fakat sonunda işte şu kitabı ben hiç zorlanmadan okuyabildim. Bu yüzden senin de Rusçanın üstesinden gelmen ve önünde bilim dünyasına götüren kapıların sonuna kadar açılması için kitapların teveccühünü kazanman dileğiyle bunu sana hediye ediyorum. Kim bilir, belki de sen ileride “Dubrovskiy”yi Kazakçaya çevirecek uzman haline gelirsin.

Halkın refah düzeyini ancak bilimin yükseltebileceğine içten inanan Abay eğitimin rolünü o zamanlarda Kazak toplumunda kimsenin anlamadığı kadar anlıyordu.

Genel öğrenim neticesinde iyi insanlarla birlikte kötülerin de bilgili hale geleceğinden sosyal adaleti sağlamanın okuma yazma bilmeyen ortamda olduğu gibi okumuş toplumda da çok zor olacağı konusu onu şimdilik rahatsız etmiyordu. Şimdi onun için en önemlisi Kazak halkına ileri kültürü öğretmekti.

İşe önce kendine ait çevreden başlamalı. Abay’ın çevresiyse, doğal olarak başka ülkelerden, halklardan, dillerden ve geleneklerden kendisinden aldığı bilgiler dolayısıyla haberdar olan çocuklarıyla hiç usanmadan kendi entelektüel sorgulama dairesine çektiği Şakarim’di. Onun bir öğrencisi olan Şakarim’in, canın tek besini olan kitabı seçmesi anlaşılır bir durumdur.

Abay’ın yoğun ilgisi altında Şakarim kendisini hep bilgi armağan eden kutsal ağacın gölgesinde gibi hissediyordu. Okumak, yeni şeyler öğrenmek, kitaplarda bulunabilen bilgeliği idrak etmek onun hoşuna gidiyordu. Kendisini okumak için mollaya gönderirken ebeveynlerinin karşılaştıkları isteksizlik artık geride kalmıştı. Onun, göçebelerin çoğunluğunda olduğu gibi açık ve beyaz bir sayfa kadar temiz zihni anlaşılmayan kitaplarda yer aldığından daha önceleri ulaşılamaz olan yeni bilgileri hızla ve azimle kavrıyordu.

Şakarim, Nurpeyis’ten aldığı derslere büyük bir ciddiyetle yaklaşıyordu. O alfabeyi hemen öğrenip basit metinleri okumaya başladı. Öğretmen onun başarılarından memnundu, fakat “Dubrovskiy”yi okumaya başladıklarında işler yavaşladı. Zor metinlerin okunmasında Şakarim kelime dağarcığının yetersizliği nedeniyle zorlanıyordu. Nurpeyis ona şehirden birçok yeni kelime ezberleyebileceği Rusça-Kazakça sözlük satın almayı önerdi.

Şakarim, müzik aletleri satan dükkân sahibinden kemanın hazır olduğuna dair haberi daha güzün almıştı. Şimdi de şehre gitmek için bir sebep daha çıktı; Rusça öğrenmeye devam etmek için sözlüğe ihtiyaç vardı. Şakarim yola hazırlanmaya başladı.

Annesi Tolebike, kışın yola çıkmanın tehlikeli olduğunu ileri sürerek oğlunun kararına itiraz etti. En önemlisiyse yazın Şakarim’in düğünü olacaktı fakat damat bu konuyu pek de düşünmüyor gibiydi.

– Çocuk gibi davranıyorsun, olur olmaz şeyler için şehre gidiyorsun, diyordu annesi öfkeli bir sesle. Vakurlaşmanın, ev işlerini çevirmenin zamanı geldi. İlkbaharda göç idaresini ele alarak kendini efendi olarak göstermelisin.

Tölebike, ev idaresi konusunu boşuna açmamıştı. Çok eskiye dayanan geleneklere göre Kazaklarda tüm erkek evlatlar evlendikten sonra “Büyük Ev” dedikleri ebeveyn evinden ayrı eve çıkarlardı. Maddi imkânların elverdiği takdirde onlar ayrı obalar şeklinde göç ederlerdi, fakat ailenin küçük oğlu hep ebeveynlerle birlikte kalırdı ve aile reisliğinin yanı sıra Büyük Ev yani baba ocağı da, babadan ona geçerdi.

Şakarim eninde sonunda yaklaşık bir ay kaldığı Semipalatinsk şehrine gidebildi. İlk iş olarak dükkâna gidip onun için getirilen kemanı cüzdan olarak kullandığı kumaşa sarılı parayı dükkân sahibine uzatarak satın aldı. Yüzlerce elin dokunuşundan silik hale gelmiş, tıpkı birilerinin emeklerinin, üzüntülerinin, tutkularının, dramlarının vakayinameleri gibi çeşitli yazılarla kaplı karanlık, insanüstü bir güce sahip paralar Şakarim’i hep hayret ettirmiştir. O, keman için iki koyun parası olan 6 Ruble verdi. Mutluluktan pahalıya aldığının fakına varmadı. Satıcı, kemanın ne şekilde kullanılması gerektiği konusunda bilgi ve yayı cilalamak için kolofan verdikten sonra Şakarim’e iki tane nota albümü de sattı. O, nota anlamıyordu, fakat onlar için de parayı aynı ihtiramla ödedi.

Aynı zamanda müzisyen olan satıcı, delikanlının yoğun ilgisini görünce ona kemanda birkaç melodi çaldı ve parmakların yay üzerindeki yerleşim pozisyonlarını gösterdi. Böylece Şakarim yaklaşık yarım saatlik ders almış oldu ve daha sonra da kemanın çalınması konusunda aklında oluşmuş sorulara cevap bulmak için iki defa dükkâna uğradı.

Rusça-Kazakça sözlüğe gelince, onu bulmak hiç de kolay olmadı, çünkü anlaşıldığı üzere sözlüğün basılmış şekli mevcut değilmiş, sadece bölge idaresinin girişimiyle meydana getirilmiş el yazma nüshaları varmış. Sayısı çok az olan el yazma sözlüklerin elden ele dolaşmasından dolayı Şakarim onlardan birini çok zor satın alabildi. Bu, sağlam iplikle tutturulmuş ilk sütunda Rusça kelimelerin karşısındaysa Arap harfli Kazakça karşılıklarının mürekkeple yazılı olduğu birçok sayfadan oluşmuş bir albümdü. Farklı renkli mürekkeplerden sözlüğe sürekli olarak yeni kelimelerin ilave edildiği anlaşılmaktaydı. Semipalatinsk’e ikinci gidişinden sonra sözlükle kemanın sevinçli sahibi gençlik ve güzellik hakkında sözleriyle bestesi kendisine ait olan bir şarkı yazdı:

 
Değerli taşlar gibi gözleri,
Yüzü ay gibi, tabanına kadar örgüsü,–
    O hayatından daha değerli, senin meleğin!
Sesiyse tıpkı bülbülün ötüşü.
Huyu yumuşak, nazik ipek gibi
    Kim kıyaslanır onun canlı güzelliğiyle?
            Nehir gibi engin ve gürültülü
            O benim sevgilimdi.
 
 
Uyumluluğu onun cennet korosu gibi
Ben onu bozkırlar, dağlar arasında aradım,
    Masum ve saf tıpkı nur gibi,
Mevzun endamlı tıpkı fidan gibi.
Beli de kıl gibi ince
    Eşi benzeri yok bu dünyada.
            Kim onu üzerse bir kere bile
            O bizi bulacak karşısında.
 
 
Parlıyor şefkatle gözleri,
Çiy gibi akıyor sözleri.
    Saçlarına tarağın dişleri dokunsa
Saç onun, ben yanıyorum ateş olmasa da.
Canım bedenimden çıkacak gibi oluyor hayranlıktan
    O göz ucuyla bana baktığında.
            Hey güzeller, biz hepinize aşığız,
            Niyeti delikanlıların günah dolu olsa da.
 

Dünya, şiirlere yansımak için vardır. Yaşam kitabı tasarlandı, geriye onu içerikle doldurmak kalıyordu. Şakarim kendisini çok mutlu insanlardan sayıyordu, çünkü etrafını sevgi sarıyordu. Yakında evlenecekti. Şakarim için aile hayatı 1876 yılının yaz mevsiminde başlamış oldu. Sevgili yârinin adı Mauen’di.

1877 yılının ilkbaharında tepelerin kuzey yamaçlarında karlar henüz erimeden obalar yaylaya göç etmek üzere hazırlık yaparken Karaşokı’da bulunan Şakarim’e Abay geldi. Yanında arkadaşı Erbol Komekbayulı (1843–1884), vazgeçilmez yardımcısı Baymagambet ve Abay’ın o bölgenin haritasını çizen mühendis olarak tanıttığı Rus asıllı bir atlı vardı. Abay getirdiği Rus dilinde yazılmış kitaplarla dergilerin arasından sekiz yıl önce çıkmış “Rus Habercisi” adlı dergiyi seçerek sayfaların birinde yer alan “Savaş ve Barış, Lev Tolstoy” yazısına işaret etti ve:

– Biliyorum, sen Rusça öğrenmeyi bırakmadın. Bu, Rus yazarının meşhur romanının ilk bölümleri, kolay olmayacak, fakat “yolu ancak giden kat eder” demişler. Okumaya bu dergiden başla. Beğenirsen devamını ve Tolstoy’un başka eserlerini getiririm, dedi.

– Şehirden aldığım sözlükle okumak daha kolay, fakat yine de anlayamadığım ifadeler oluyor, dedi Şakarim.

– Dil öğrenmek için o dilin konuşulduğu ortamda yaşamak daha iyidir. Bizim öyle bir imkânımız yok, fakat vazgeçmek de yok; çünkü sadece Rus dili vasıtasıyla başka halkların biriktirmiş olduğu bilgilere ulaşabiliriz.

– Rusça konuşacak kimsenin olmamasından mı yakınıyorsun? Ya şu yanında gezdirdiğin yer ölçme memuru var ya. Eğer zavallı Şakarim’i Rus yapmak istiyorsan rehber olarak misafirin yanına ver işte, diye söze karıştı Erbol.

– Çok doğru! Seni mühendis arkadaşımızın, yani Semen İlyiç’in yanına kılavuz olarak verelim. Onun tüm Şıngıstav’ı dolaşarak dağların yüksekliğini ölçmesi gerekiyor bu sebeple bizden buraları çok iyi bilen bir yardımcı bulmamızı istemişti. O seni Rus yapmaz, fakat Rusçanı onunla iyileştirirsin, dedi Abay Şakarim’e.

Böylece 1877 yılının Nisan ayında Şakarim yaklaşık üç ay birlikte geçireceği mühendis Semen İvanoviç’le Şıngıstav civarını dolaşmak üzere yola çıktı. Semen İlyiç’in yardımıyla oldukça iyi konuşmaya başladığı Rus dilinin gramer yapısı Şakarim için artık bir bilmece olmaktan çıkmıştı. Üstelik yapıların arasındaki mesafelerle dağlık tepe yüksekliklerinin ölçülmesi konusunda yer ölçme memuruna yardım ederken Şakarim matematik bilgilerini de iyileştirmiş oldu. Kendisini Omsk şehrinde beklemekte olan eşiyle iki çocuğunu anlatmayı seven otuz beş yaşında ciddi ve ağırbaşlı Semen İlyiç, akşamları terk edilmiş barınaktaki fitilli lambanın ışığında yardımcısına geometrinin temel kurallarıyla cebir, gündüz ışığındaysa üçgenin açılarını ölçmeyi ve açı ölçme aletini kullanmayı öğretiyordu. Kısa bir süre sonra Şakarim mesafe ölçeri ve açı ölçme aleti yardımıyla dağlara kadar olan mesafeyi ve tepelerin yüksekliklerini kendi başına ölçerek verileri deftere geçirebilecek dereceye geldi.

Dağlarda dolaşırken jeolojik araştırma konusunda da bilgisi olan Semen İlyiç kayalara dikkatle bakıyordu. Kayaların olağan dışı rengini fark edince de çekicinin yardımıyla numune koparıp yol arkadaşına ayaklarının altında ne kadar çok değerli maden yataklarının saklı olabileceğini anlatıyordu. Mühendis numuneleri çuvala koyduktan sonra derin bir iç çekerek en iyisinin altın bulmak olacağını, fakat burada büyük bir ihtimalle altının olmadığını söylüyordu.

Birlikte çalışmak hoşlarına gidiyor ikisi de bozkırı seviyordu. Semen İlyiç yardımcısına gerçek doğa değerlerini anlatarak bozkıra olan hayranlığını sesli bir şekilde ifade ediyordu. Bununla birlikte gökteki çayır kuşunun ötüşüne, gizli göllerine doğru sürüyle uçan ördeklerin çıkardığı sese, geniş bozkır düzlüğünde yumuşak akşam ışığının yansıdığı lalelere hiç durmadan seviniyordu. Şakarim onun hayranlık dolu sözlerini, bozkırın bir yabancı için erişilemez olan sırrını biliyormuşçasına, gülümseyişini gizleyerek dinliyordu. Semen İlyiç ona sürekli tüfek taşımasına rağmen neden avlanmadığını sorunca da müzmin bir avcı olan Şakarim, Şıngıstav’ın kendisi yüzünden fakirleşmemesi için avlanmadığını söyledi.

Obada vedalaşırken Semen İlyiç ona açı ölçme aletiyle yetindiklerinden dolayı hiç kullanmadıkları usturlapla Şakarim’in yeni şiirler yazması için plançeten yanı sıra dürbün de hediye etti. Duygulanan Şakarim ise misafire önceden hazırladığı üç yaşındaki atı armağan etmek istedi, fakat Semen İlyiç kesinlikle bu kadar pahalı bir hediye kabul edemeyeceğini söyledi. Geleneklerin böyle olduğu yönündeki açıklamalar da onu hediyeyi alması için ikna edemedi. Misafir, kendisine Abay Kunanbayev’in armağan ettiği atın da yeterli olduğunu, onu bile Semipalatinsk’e ulaşınca bir ulak aracılığıyla göndereceğini ifade etti.

Şehirdeki memurların açgözlülüğü hakkında duymadığı kalmayan Şakarim’i misafirin tevazusu şaşırttı. O, misafiri yolcu ettikten sonra eşi Mauen’e Semen İlyiç’in bu davranışının ondan öğrendiği her şeyden daha çok ibret verici olduğunu söyledi. Aslında bu, fiziksel olarak dağların tepesinde bulunmaktan ziyade manevi bir yükseliş süreciydi.

Şakarim, kendisini nahiye müdürlüğüne aday göstermeye karar veren akrabalarının planlarından haberdardı. Bir süredir onun kendisi de akrabalarının mutluluğu için hayırlı işler yapmayı hayal ediyordu. Görev hakkında genel bilgilere de sahipti. Nahiye müdürünün otlak ve çayırları paylaştırmak ve obaların göç yerlerini belirlemek zorunda olduğunu biliyordu. O, otlak sınırlarını ihlal etme ve başkalarının malına el koyma girişimleriyle tanınmış bazı aile reisleriyle oba Aksakallarının keyfi hareketlerinden endişe ediyordu. Nahiye müdürü anlaşmazlıkları çözebilmeli ve gerektiğinde durumu ilçe mahkemesine nakletmek için evrak düzenleyebilmeliydi.

Şakarim, arazinin paylaştırılması ve idari yazışma konusunda kendisinden emindi. Sadece itibarlı insanlara emir vermek ona mahcubiyet veriyordu. Bu yüzden görevi reddetmek istedi ama Abay’dan azar işitti.

– Nahiye müdürü olmamam gerektiğini kendiniz de bana söylemiştiniz. Siz bu tür görevde bulunan kişinin partiler arasındaki anlaşmazlıklara karışmamasının, insan haklarını ihlal etmemesinin, kötülük yapmamasının imkânsız olduğunu söylemiştiniz. Böyle bir insanın zamanla vicdansızlaşacağını ve yeni bilgiler edinmek istemeyeceğini söylemiştiniz, diyerek Şakarim kendisini savunmaya çalıştı.

– Evet, söyledim, çünkü senin gibi kendisini bilime adamış birinin iç çatışmaların dışında kalması gerektiğini düşünüyordum, fakat kenarda kalman zor görünüyor. Senden başka aday yok, dedi Abay.

– Ama benim itibarım yok, sözleriyle görevi reddetmeyi bir daha denedi Şakarim.

– İtibar hayırlı işlerle kazanılır. Saçma kararlar alırsan itibar kazanamazsın, fakat adaletli olursan saygınlık kendiliğinden gelecektir. Üstelik senin Rusça bilmek gibi bir avantajın da var.

Abay, delikanlının Rusça konusundaki başarısını onu sakinleştirmek için abartmıştı. O, Şakarim’e nahiye müdürünün neler yapması gerektiğini bir daha anlattı.

– Mücadele kolay olmayacak. Bizim aileden başka iki parti daha kendi adamlarının seçilmesini isteyecek. Toprak işlerini idare ederek zenginleşmeyi ümit ediyorlar. Öyle insanlar yönetime sokulmamalı! Sen doğrudan seçimlere katılmak zorunda da kalmazsın, çünkü senin nahiye müdürü olmak için henüz genç olduğunu söyleyecekler. Bu iki parti kapışsın bakalım birbiriyle. Aksakallar oylama esnasında ortak fikre gelemediklerinde ise biz, atama yoluyla nahiye müdürü olarak seni tayin etmelerini önereceğiz. Ben ilçe idaresiyle konuştum. Obamızda büyük işler çevirenlerin hiçbiri neyin ne olduğunun farkına bile varmaz.

Şakarim, Abay’ın ilçe idaresinde sayıldığını ve seçimlerde zahmetsizce destek sağlayacağını biliyordu. Rus memurları okuma yazması az ve dürüstlükten uzak olan nahiye müdürleri arasında Abay’ı çoktan fark etmişlerdi. Gerçi Semipalatinsk memurlarının bir kısmı onun adalet ve halka doğru dürüst hizmet konusundaki konuşmalarından tedirgin oluyordu. Hümaniter görüşler Rusya’da da küçük burjuva arasında henüz yaygınlık kazanmamışken söz konusu fikirleri bir asilzade oğlu olsa bile dünyevi eğitim almamış ve Rusçayı daha yeni öğrenmiş olan bir bozkırlı izah ediyordu, fakat Abay’ın adil yönetim konusundaki düşüncelerinden hoşlanan memurlar da yok değildi. Rusya yönetimi bozkırda soygunsuz, yağ-masız ve isyansız bir düzen ve nizam görmek istediğinden ve Abay zahiren rejime bağlı bir insan olarak göründüğünden ilçe idaresi ondan ümitliydi. Onun Çarlık siyasetinin sadık yayıcısı olup olmayacağı henüz belirsizdi, fakat o, bozkır örf ve adetleriyle geleneksel hukuk uzmanıydı, göçebe halkın yanı sıra boyların itibarlı kişilerini çok iyi tanıyor, onların niyetlerini, entrikalarını, zeki hamlelerini kolaylıkla anlayabiliyordu. İşte bu yüzden ilçe memurları (onların tutumu, tabii ki askerî valinin bilgisi dâhilinde gerçekleşmekteydi), nahiye müdürleri seçimi de buna dâhil olmak üzere belirli etkinlikler konusunda Abay’ın fikrine göre hareket etmenin doğru olacağı kararına varmışlardı.

Şakarim aynı zamanda Abay’ın tüm kış ve ilkbahar boyunca soylu akrabalarını Akşokı’daki evinde kabul etmek daha sonra da boyun soylu temsilcilerinin obalarına gitmek suretiyle onlarla Rus yönetimiyle karşılıklı ilişkiler hususundaki detayları ve gelecekte şehir tüccarlarıyla yapılacak ticaret konusunu görüştüğünü biliyordu.

Bir Haziran günü Şakarim, dedesinin hayır duasını almak üzere Kunanabay’ın obasına gitti. Kazaklarda hiçbir ciddi işe “batasız” (hayır duasız) girişilmez. Kunanabay, zeki ve bilgili Şakarim’in aile geleneğini devam ettirerek bozkır hayatını yöneteceğine çok sevindi.

– Dinle diyeceklerimi. Sen ciddi bir göreve başlıyorsun, halkın işleriyle uğraşacaksın, fakat insanların saygısını kazanmadan hiçbir şey kazanamazsın. Saygıyı kazanmak içinse dürüst ve adaletli olmak gerekir.

İhtiyar avuçlarını yüzüyle sakalına sürdü ve:

– Gençliğimde ben Allah’a: “Bana mutluluk ver. Mutluluğu bulduğumda bana zenginlik ve iktidar ver. Halka hizmet ettiğim sürece günahlarımı bağışla, fakat eğer zenginliği ve iktidarı halkın iyiliği için kullanamazsam beni bu dünyadaki en mutsuz iki ayaklı yap.” şeklinde yalvarıyordum diye sözüne devam etti.

– Çok mutlu olmalısınız, dede. Birçok kişiye iyiliğiniz dokundu, dedi Şakarim.

İhtiyar iç çekerek gözlerini aşağı indirdi.

– Sen benim için özelsin. Sende rahmetli oğlum Kudayberdi’yi görüyorum. İşlerimi ona devretmeyi o kadar çok istiyordum ki. Ona o kadar çok ihtiyacım vardı ki! Uruk başkanı olunca ben insanlara yardım ettim, fakat darbeler aldım. Boğazıma yapışarak benimle çatışanlar akrabalarımdı. Saygınlığımı kıskananlar kim? Akrabalar. Düşman dışarıdan değil, içeridendi. O bendendi ve dışarıdaki düşmandan daha beterdi.

Torun, dede nasihatinin her kelimesini hafızasına yazdı. Bu kesindir, çünkü soylu Hacının vecizelerini aile mensuplarına, akrabalara tekrar tekrar anlatarak sonraki nesle aktarmış olan Şakarim’dir. Söz konusu özdeyişler Şakarim’in oğlu Ahat’la sülalenin başka genç temsilcilerinin yazılı açıklamalarında kayıtlıdır.

– Ben her zaman sırtımı halka dayıyordum. Zor anlarımda beni halk kurtarıyordu. Sen de iyi niyetli insanlara hep iyi davran, geçim sıkıntısı çeken insanlara, gerektiğinde iktidarı da kullanarak, yardım et. İnsanları, sana karşı çıkmış olsalar bile, hiçbir zaman kötü karşılama.

Kunanbay’ın verdiği hayır duanın genel niteliği göçebeliğin ruhuna uygundu. Belirli kuralları idrak etmek kolaydır. Bunun neresi zor ki? Fakat dünyanın bazen dayanılmaz olan kusurlarıyla gönlün saf bir şekilde arzuladığı mutluluğu uzlaştırmayı herkes başaramaz. Kazakların iç dünyası derin genel hükümlere ve çok derin anlamlara son derece duyarlıdır. Şakarim, söylenmek istenen her şeyi anladı ve akrabalarını mutlu etmeyi arzulayarak kendisine hayır dua ederken Kunanbay’ın şefkatini yüreğinde hissetti. Hayır dua aldıktan sonra delikanlı seçimlere gitti.

1878 yılında nahiye müdürleri kongresinin yapılacağı yer olarak Abay’la Şakarim’in obalarından yirmi mil uzaklığındaki Eralı vadisi civarı belirlendi. Yürürlükteki kanuna göre kongrenin yeri ve tarihi, Kazakların “oyaz” dedikleri ilçe başkanı tarafından belirlenirdi. Nahiye müdürüne ise Kazaklar “bolıs” derlerdi. Aslında kongre yerini nahiye müdürü önerirdi, ilçe başkanı ise bu öneriyi onaylardı.

Seçim gününde Şıngıs nahiyesine giren on iki oba, seçimin yapılacağı yerde birkaç çadır kurarak yemekler hazırladı, sofralar açtı. Üç yüzün üzerinde insan toplandı. Ancak öğleden sonra iki atlı eşliğinde faytonla gelebilen ilçe başkanını çok beklediler.

İlçe başkanı Kareyev’in yanında söz konusu dönemde askerî valinin evrak işlerine bakan Losevski adlı memur vardı. O, Abay’ı fark edip selamlaştı ve onu ilçe başkanının yanına getirdi. İlçe başkanı Abay’a teveccüh göstererek biraz sohbet etti. Sosyete selamlaşması kalabalığın gözünden kaçmadı.

Yöneticilerin yanında tercümanla biri memur, ikisi komiser olmak üzere toplam üç polis bulunuyordu. Hazırlık için fazla zaman harcamadan seçimlere geçildi. Çadırların yanına ufak bir masayla idarecilerin oturacağı birkaç bank koydular. Polis memuru komiserin yardımıyla masanın üzerine bir tarafı siyah renge boyalı iki kısımdan oluşan bir kutu yerleştirdi. Kazaklar güzel bir görüntü oluşturarak gruplar halinde etrafına oturdular.

Şıngıs nahiyesinde ellibaşı konumunda olan yedi kişi öne doğru çıktı. Onlardan her biri, mevcut duruma göre, elli çadırı temsil ediyordu. Uygulamada seçmenler çadırına büyük ailenin tüm üyelerinin yanı sıra onların işçileri de dâhil ediliyordu. Bu yüzden ellibaşı konumundaki kişinin bazen birkaç bin kişiyi temsil ettiği de oluyordu. Esasında birer seçmen olan bu ellibaşı konumundakiler oylarını demokratik çoğunluk sistemine göre kullanmak zorundaydılar.

Kolej kâtibi olan ilçe başkanı Pavel Kareyev bu tür seçimleri yönetme tecrübesine sahip olmadığı için seçimi idare etme hakkını Vladimir Losevskiy’ye devretti. Adaylar belirlenmeye başladı. Şakarim, Abay’ın görebileceği bir yerde bulunmaya çalışarak, süreci dikkatle izliyordu. Abay’ın dediği gibi mücadele adaylarını öneren iki parti arasında geçiyordu. Zeki ve kurnaz Losevskiy bir ilçe başkanına, bir olan biteni yorumlamakta olan izleyicilere bakarak önerilen adayların isimlerini kayda geçirdi. Kazaklar, adayları her açıdan müzakere ediyorlardı. Birisi yüksek sesle adayların hiçbirinin nahiye müdürü olmak için gerekli niteliklere sahip olmadığını söyledi. Yanında oturanlar ona itiraz ediyordu.

126,11 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
01 августа 2023
Объем:
1 стр. 2 иллюстрации
ISBN:
978-625-6494-04-6
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают