Читать книгу: «Ejderhaların Yükselişi », страница 15

Шрифт:

BÖLÜM YİRMİ ALTI

Kyra gözlerini karanlığa açtı. Soğuk, taş bir zeminde yatıyordu, başı çatlıyor, tüm vücudu ağrıyor ve nerede olduğunu merak ediyordu. Soğuktan titriyordu, boğazı kurumuştu ve günlerdir hiçbir şey yememiş gibi hissediyordu. Eliyle zemini yoklayınca parmaklarının altında parke taşları hisseti ve hatırlamaya çalıştı.

Kafasının içinde görüntüler uçuşuyordu fakat bunların hatıra mı yoksa kâbus mu olduğundan emin olamıyordu. Lordun Adamları tarafından yakalanıp bir taşıyıcıya fırlatıldığını, metal kapının üzerine kapandığını hatırladı. Uzun ve sarsıntılı bir yolculuğun ardından demir kapı açıldığında direndiğini, kurtulmak için çırpındığını ve kafasına vurulduğunu hatırladı. Daha sonrası huzurlu bir karanlıktı.

Kyra elini uzatıp kafasının arkasındaki şişliği hissedince bütün bunların bir rüya olmadığını anladı. Her şey gerçekti. Gerçekle taş gibi midesine oturdu, Lordun Adamları tarafından yakalanmış, taşıyıcıya konup oraya getirilmiş ve hapsedilmişti.

Kyra ihaneti yüzünden Maltren’e öfkeliydi, bu kadar aptal olup ona inandığı için kendine öfkeliydi. Bundan sonra neler olabileceğini düşünüp korkuyordu. Orada, tek başına, Valinin tutuklusu olarak yatarken başına sadece kötü şeyler gelebilirdi. Babasının ve halkının onun nerede olduğu konusunda hiçbir fikirleri olmadığından emindi. Büyük ihtimalle babası onun kendisine hak vermiş olduğunu ve Ur Kulesine doğru yola çıkmış olduğunu düşünecekti. Maltren çok büyük ihtimalle yalan söyleyecek ve kendisini Volis’in iyiliği için kaçarken gördüğünü rapor edecekti.

Kyra karanlıkta debelenirken içgüdüsel olarak yayına ve asasına uzandı fakat orada değillerdi. Başını kaldırıp baktığında hücre parmaklıklarından loş bir ışığın geldiğini gördü. Ayağa kalkıp baktığında üzerinde birçok askerin esas duruşta beklediği, zindanın taş duvarlarına sıralanmış meşaleler olduğunu gördü. Merkezde demir bir kapı vardı ve aşağısı sessizdi. Duyulan tek ses, bir yerde tavandan damlayan suyun ve karanlık köşelerde koşturan sıçanların sesiydi.

Kyra sırtını duvara yaslayıp bacaklarını göğsüne çekip oturdu. Isınmaya çalışıyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve kendini başka bir yerde hayal etmeye çalıştı, herhangi bir yerde… O sırada Theos’un sert sarı gözleriyle ona baktığını gördü. Ejderhanın sesini zihninde duyabiliyordu.

Güç barış zamanında belirlenmez; zor zamanlarda belirlenir. Zor anlarını kucakla, onlardan utanma. Ancak bu şekilde onların üstesinden gelebilirsin.

Kyra gözlerini açtı, gördükleri ile şoke olmuştu ve Theos’u önünde görebilmek için etrafına baktı.

“Onu gördün mü?” diyen bir kız sesi duyuldu. Ses Kyra’yı korkudan zıplatmıştı.

Kyra yuvarlandı, onunla aynı hücrede olan bir başkasının, gölgelerin içinden bir yerden gelen sesini duymak onu sersemletmişti ve daha da sersemletici olanı bunun bir kızın sesi oluşuydu. Kızın sesinden kendi yaşlarında olduğunu düşündü ve kız gölgelerin arasından görünür hale geldiğinde Kyra haklı olduğunu gördü. Orada, büyük ihtimalle on beş yaşında, kahverengi, uzun, karışmış saçları ve kahverengi gözleri olan, yüzü kir içinde ve yırtık pırtık giysileriyle güzel bir kız oturuyordu. Kız Kyra’ya bakarken dehşete kapılmış gibi görünüyordu.

“Sen kimsin?” diye sordu Kyra.

“Onu gördün mü?” diye tekrarladı kız, telaşlıydı.

“Kimi gördüm mü?”

“Onun oğlunu,” diye cevapladı.

“Onun oğlunu mu?” diye sordu Kyra, kafası karışmıştı.

Kız dönüp hücrenin dışına baktı, dehşete kapılmış haldeydi ve Kyra kızın neden bu kadar korkmuş olabileceğini merak etti.

“Ben kimseyi görmedim,” dedi Kyra.

“Tanrım, lütfen beni öldürmelerine izin verme,” diye yalvardı kız. “Lütfen. Bu yerden nefret ediyorum!”

Kız kontrolsüzce ağlamaya başladı ve taş zeminde kıvrıldı. Kyra kızın haline çok üzülmüştü, ayağa kalkıp kızın yanına gitti, bir kolunu omzuna atıp onu avutmaya çalıştı.

“Shhh,” dedi Kyra kızı sakinleştirmeye çalışarak. Kyra daha önce hiç kimseyi bu kadar yıkılmış halde görmemişti. Bu kız, her kimden bahsediyorsa ondan ölümüne korkmuş gibi görünüyordu. Bu durum Kyra’nın içinde yakında olabileceklere dair kötü bir his oluşturdu.

“Anlat bana,” dedi Kyra. “Kimden bahsediyorsun? Seni kim incitti? Vali mi? Sen kimsin? Burada ne arıyorsun?”

Kızın yüzündeki morlukları ve omzundaki yaraları gördü ve bu zavallı kıza neler yaptıklarını düşünmemeye çalıştı. Sabırla kızın ağlamasının kesilmesini bekledi.

“Adım Dierdre,” dedi kız. “Bir süredir buradayım…Bilemiyorum. Bir ay döngüsü kadar olduğunu düşünüyorum ama zaman algımı yitirdim. Yeni kanun çıktığında beni ailemden aldılar. Direnmeye çalıştım ve beni buraya attılar.”

Dierdre sanki o anları tekrar yaşıyormuş gibi boşluğa bakıyordu.

“Her gün benim için yeni işkence demekti,” diye devam etti. “İlk önce oğlu, sonra babası… Benimle bir oyuncakmışım gibi oynadılar ve şimdi…Ben…hiçbir şeyim…”

Kız Kyra’ya onu korkutan bir yoğunlukta baktı.

“Şimdi sadece ölmek istiyorum,” diye yalvardı Dierdre. “Lütfen ölmeme yardım et.”

Kyra dehşet içinde baktı.

“Öyle söyleme,” dedi Kyra.

“Geçen gün bir bıçağı alıp kendimi öldürmeyi denedim fakat bıçak ellerimden kaydı ve beni tekrar yakaladılar. Lütfen, sana ne istersen veririm. Öldür beni.”

Kyra donakalmış biçimde başını salladı.

“Beni dinle,” dedi Kyra, içinde yeni bir içsel gücün yükseldiğini hissediyordu, Dierdre’nin dramını gördükten sonra ortaya çıkan yeni bir kararlılık… İçinde yükselen babasının gücüydü, savaşçı nesillerinin gücü… Ve dahası bu bir ejderhanın gücüydü. O güne kadar sahip olduğunu bilmediği bir güç…

Dierdre’yi omuzlarından tutu ve gözlerinin içine baktı; onun içine işleyebilmeyi istiyordu.

Ölmeyeceksin,” dedi Kyra net bir şekilde. “Ve onlar seni incitmeyecek. Beni anlıyor musun? Yaşayacaksın. Bunu kesinlikle söyleyebilirim.”

Dierdre sakinleşmiş ve Kyra’nın gücünden besleniyormuş gibi görünüyordu.

“Sana her ne yaptılarsa,” diye devam etti Kyra, “artık geçmişte kaldı. Yakında özgür olacaksın. Biz özgür olacağız. Hayata yeniden başlayacaksın. Seninle arkadaş olacağız ve ben seni koruyacağım. Bana güveniyor musun?”

Dierdre şoke olmuş biçimde bakıyordu. Sonunda sakin bir şekilde başıyla onayladı.

“Fakat nasıl?” diye sordu Dierdre. “Anlamıyorsun. Buradan kaçış yolu yok. Onların neye benzediklerini bilmiyorsun—”

Demir kapı sert bir şekilde açıldığında ikisi de sıçradı. Kyra Lord Valinin içeri girdiğini gördü. Yanında bir düzine kadar adamı ve kendisinin kopyası bir adam daha vardı. Aynı soğan gibi burna sahip, aynı kendini beğenmiş görünümlü, otuzlarında gibi görünen bu adam Valinin oğlu olmalıydı. Babasının aynı alaycı, aptal suratı ve kibirli görünümüne sahipti.

Zindan boyu ilerleyip hücre parmaklıklarına yaklaştılar. Meşale taşıyan adamlar yaklaştı ve hücreyi aydınlattı. Kyra aydınlıkta etrafına baktı ve kaldıkları yeri ilk kez tam olarak görüp dehşete kapıldı. Yerde her tarafa yayılmış kan izleri vardı. Orada başka kimlerin bulunmuş olduğunu veya onlara neler yapılmış olduğunu düşünmemeye çalıştı.

“Kızı buraya getirin,” diye adamlarına emir verdi Vali.

Hücre kapısı açıldı ve adamlar içeri girdi. Kyra kendini ayakları üzerine kaldırılmış geriye doğru sürüklenirken buldu. Ne kadar çırpınsa da kurtulamamıştı. Onu Lord Valinin önüne getirdiler ve adam onu sanki bir böceğe bakar gibi baştan aşağı süzdü.

“Seni uyarmamış mıydım?” dedi sakince, sesi alçak ve sertti.

Kyra kaşlarını çattı.

“Pandesia kanunları evlenmemiş kızları karınız olarak almanıza izin veriyor, tutsağınız olarak değil,” dedi Kyra meydan okuyarak. “Beni tutsak ederek kendi kanununuzu çiğniyorsunuz.”

Lord Vali diğer adamlarla göz göze geldi ve hepsi birden kahkahaya boğuldu.

“Merak etme,” dedi ona dik dik bakarak, “Seni karım yapacağım. Hem de birçok kez. Ve oğlumun da ve sonra canım kimi isterse onun da… Ve seninle işimiz bittiğinde, tabii seni hala öldürmemiş olursak, geri kalan günlerini bu hücrede geçirmene izin vereceğim.”

Şeytani bir şekilde sırıttı, bundan zevk aldığı belli oluyordu.

“Babana ve halkına gelince,” diye devam etti, “Fikrimi değiştirdim, hepsini öldüreceğiz. Çok yakında sadece birer anı olacaklar. Sadece bu kadar da değil, korkarım Volis’in tarih kitaplarından silindiğini göreceğim. Biz burada konuşurken Pandesia ordusunun tam bir tümeni adamlarımın öcünü almak ve kalenizi yok etmek için kalenize yaklaşıyor.”

Kyra içinde kabaran büyük bir öfke hissetti. Köprüde kendisine yardım eden güç her ne idiyse umutsuzca onu çağırmaya çalıştı fakat onu çaresizliğe sürükleyecek şekilde o güçten hiç eser yoktu. Debelendi ve çırpındı fakat ellerinden kurtulamadı.

“Güçlü bir ruhun var,” dedi Vali. “Bu güzel. Bu ruhu kırmaktan zevk alacağım. Bundan çok büyük zevk alacağım.”

Arkasını dönüp gitmeye hazırlandığı sırada aniden dönüp elinin tersiyle tüm gücüyle Kyra’ya vurdu.

Bu Kyra’nın beklemediği bir hareketti. Güçlü darbeyi çenesinde hissetti ve geriye doğru tökezleyerek Dierdre’nin yanına düştü.

Kyra, çenesinin acısı içine oturmuş yerde yatarken adamların gidişini izledi. Adamlar hücreden çıkıp kapıyı kilitlerlerken Lord Vali durup yüzünü parmaklıklara döndü ve ona baktı.

“Sana işkence etmek için yarını bekleyeceğim,” dedi sırıtarak. “Kurbanlarıma yaşayacakları kötülükleri düşünmeleri için bir gece verdiğim zaman daha fazla acı çektiklerini gördüm.”

Sonra korkunç bir kahkaha attı, kendi kendine eğleniyor gibiydi. Adamlar zindandan çıkarken demir kapıyı sertçe kapattılar. Demir kapı Kyra’nın kalbine tabut gibi kapandı.

BÖLÜM YİRMİ YEDİ

Merk gün batımında Alaçam içinden yürürken bacakları ağrıyor, midesi burkuluyor, Ur Kulesinin ufukta bir yerde olduğu ve bir gün ona ulaşacağı umudunu korumaya çalışıyordu. Oraya vardığında yeni hayatının nasıl olacağına, nasıl bir Gözcü olup yeniden başlayacağına odaklanmaya çalıştı.

Fakat odaklanamıyordu. O kızla tanışıp, hikâyesini duyduğundan beri kız onu endişelendiriyordu. Kızı aklından çıkartmaya çalışıyordu fakat ne kadar zorlasa da başaramıyordu. Şiddetle dolu bir hayattan kurtulmakta olduğundan çok emindi. Eğer o kıza yardım etmeye gidip o adamları öldürürse, bu ölümler ne zaman sona erecekti? Ondan hemen sonra başka bir iş, başka bir sebep olmayacak mıydı?

Merk asasıyla yere vurarak yürümeye devam etti. Yapraklar ayaklarının altında çatırdıyordu. Öfkeliydi. Neden onunla karşılaşmıştı ki? O orman devasa bir Alana sahipti; neden birbirlerini ıskalamamışlardı ki? Neden hayat sürekli olarak yoluna bir şeyler çıkartmak zorundaydı? Olaylar onun algısının ötesinde miydi?

Merk zor kararlardan ve kararsızlıklardan nefret ederdi. Tüm hayatı boyunca her şeyden emin olarak yaşamış ve bunun en güçlü yanlarından biri olduğunu düşünmüştü. Her zaman kim olduğunu ne olduğunu biliyordu. Fakat şimdi hiç emin değildi. Şimdi kendini tereddüt ederken bulmuştu.

Tanrılara onu o kızla karşılaştırdıkları için lanet etti. Neden insanlar başlarının çaresine bakamıyordu ki zaten? Neden her zaman ona ihtiyaç duyuyorlardı? Eğer o kız ve ailesi kendilerini savunmayı beceremiyorlarsa, nasıl yaşama hakkına sahip olabiliyorlardı ki? Eğer şimdi kendisi onları kurtarırsa, bugün veya yarın başka bir yırtıcı onları öldürmez miydi?

Hayır. Onları kurtaramazdı. Bu onlara hayatı kolaylaştırmak olurdu. İnsanlar kendilerini savunmayı öğrenmek zorundaydı.

Fakat belki de kızın karşıma çıkmış olmasının bir nedeni vardı, diye akıl yürüttü. Belki de sınanıyordu.

Merk gökyüzüne baktı. Güneş ufukta batıyor, Alaçam içinden zar zor seçilebiliyordu. Kaderinin nasıl olacağını merak etti.

Sınanmak.

Bu çok güçlü bir kelime, çok güçlü bir düşünceydi ve bundan hiç hoşlanmamıştı. Anlamadığı, kontrol edemediği şeylerden hiç hoşlanmazdı ve sınanmak da tam olarak böyle bir şeydi. Yaprakları asasıyla dürtükleyerek yürürken Merk özenle oluşturduğu dünyasının üzerine yıkılmakta olduğunu hissetti. Önceleri hayatı kolaydı; fakat şimdi rahatsız bir sorgulama haline gelmiş gibiydi. Hayatta her şeyden emin olarak yaşamanın çok kolay olduğunu fark etti; zor olan ise bir şeyleri sorgulamaktı. Siyahlar ve beyazların dünyasından çıkmış grinin tonlarıyla dolu bir dünyaya adım atmıştı ve belirsizlik onu rahatsız ediyordu. Kim olmakta olduğunu anlamıyordu ve bu kendisini her şeyden çok rahatsız ediyordu

Merk yaprakları çatırdatarak yürürken bir tepeye tırmanmaya başladı, nefes nefeseydi fakat çaba sarf ediyor olduğu için o halde değildi. Tepeye ulaştığında durdu ve etrafına bakındı. Yolculuğa çıktığından beri ilk kez içinde bir umut ışığı hissetmişti. Gördüğü şeye neredeyse inanamıyordu.

Orada, ufukta, gün batımında parlıyordu. Bir efsane veya bir söylenti değil, gerçeğin ta kendisiydi: Ur Kulesi.

Büyük karanlık ormanın ortasındaki bir açıklığa yerleştirilmiş, dairesel, kadim taş bina, yaklaşık elli metre çapındaydı ve ağaçların tepesine kadar yükseliyordu. O zamana kadar gördüğü en eski şeydi. Hizmet vermiş olduğu kalelerden bile eskiydi. Gizemli ve akıl ermez bir aurası vardı. Buranın mistik bir yer olduğunu hissedebiliyordu. Bir güç merkezi…

Merk bitkinlik ve rahatlamayla derin bir iç çekti. Kuleyi orada görmek rüya gibiydi. Nihayet dünyada bir yeri olabilecekti, evim diyebileceği bir yer… Hayata yeniden başlama, tövbe etme şansı bulabilecekti. Bir Gözcü olabilecekti.

Son derece mutlu olması gerektiğini biliyordu. Hızını iki katına çıkartıp gece çökmeden bacaklarına son bir kez yüklenmesi gerekiyordu. Fakat ne kadar denese de bir sebepten ilk adımı atamıyordu. Orada çakılmış dururken bir şeyler onu endişelendiriyordu.

Merk etrafında döndü, her yönde ufuk çizgisini görebiliyordu ve uzakta batmakta olan güneşe karşı, siyah bir dumanın yükselmekte olduğunu gördü. Bu midesine bir yumruk yemiş gibi olmasına sebep oldu. Bu dumanın nereden geldiğini biliyordu; o kız ve ailesi… Katiller her şeyi ateşe veriyordu.

Merk duman izlerini takip ederken adamlar henüz çiftliğe ulaşmamışlardı. Henüz çiftliğin kenar mahallelerindeydiler. Çok yakında çiftliğe de ulaşacaklardı. Fakat şimdilik, bu son değerli anlarında kız güvendeydi.

Merk bir iç çatışmayla bölünürken boynunu kıtırdattı. Büyük bir huzursuzluk duygusuyla olduğu yerde duruyor, yer değiştiriyor fakat bir türlü ilerleyemiyordu. Dönüp tekrar Ur Kalesine baktı, hayallerinin hedefine ve yola devam etmesi gerektiğini biliyordu. Varmıştı ve rahatlamak ve bunu kutlamak istiyordu.

Fakat hayatında ilk defa içi bir arzuyla doldu. Bu özverili davranma arzusuydu, yalnızca saf adalet uğruna hareket etme arzusu. Hiçbir ücret veya ödül olmadan… Merk bu duygudan nefret etti.

Merk geriye yaslandı ve kendisiyle savaş halinde, dünyayla savaş halinde bağırdı. Neden? Onca zaman varken, neden şimdi?

Ve sonra, sahip olduğu sağduyunun her bir zerresine rağmen, kendini, sırtını Kuleye dönüp çiftliğe doğru giderken buldu. Önce yürüyordu, sonra hafif bir koşu temposuna çıktı; en sonunda ise depara kalkmıştı.

O koşarken içinde bir şeyler serbest kalıyordu. Kule biraz daha bekleyebilirdi. Şimdi Merk için dünyada doğru olanı yapma zamanıydı. O katilleri denkleriyle tanıştırma zamanı…

BÖLÜM YİRMİ SEKİZ

Kyra sırtı soğuk duvara yaslı, gözleri kan çanağı halinde, demir parmaklıklardan içeri sızıp odayı solgun bir ışıkla kaplayan şafağın ilk ışıklarını izleyerek oturdu. Tüm gece boyunca uyanıktı ve Lord Valinin önceden bildirdiği, yaklaşan korkunç ceza kafasının içinde dönüp durmuştu. Dierdre’ye ne yapmış olabilecekleri üzerine kafa yormuş ve bu zalim adamların onun direncini kırmak için deneyebilecekleri şeyleri düşünmemeye çalışmıştı.

Kyra aklında binlerce direniş yöntemi, kaçış yolu düşünmüştü. İçindeki savaşçı ruh pes etmesine izin vermiyordu; ölmeyi tercih ederdi. Fakat olası tüm meydan okuma ve kaçış yöntemleri üzerine ne kadar kafa patlatsa da sonuçta bir umutsuzluk ve çaresizlik durumuna geri dönüyordu. Burası daha önce bulunduğu herhangi bir yerden çok daha iyi korunuyordu. Bir Pandesia kalesi, binlerce askeri barındıran dev bir askeri kompleks olan Lord Valinin kalesinin ortalarında bir yerdeydi. Volis’ten çok uzaktı ve bir şekilde kaçmayı başarsa bile o geri dönemeden onu avlayıp öldüreceklerini biliyordu. Volis’in hala geri dönülebilir durumda olduğuna inanıyordu. Evrende tam anlamıyla yalnızdı.

“Hiç uyumadın mı?” diyen yumuşak bir ses geldi, dalgınlığını dağıtmıştı.

Kyra şöyle bir etrafına baktı ve uzak duvara sırtını duvara dayamış oturan Dierdre’yi gördü. Yüzü şafağın ilk ışığıyla aydınlanmıştı. Solgun görünüyordu ve gözlerinin altında koyu çizgiler vardı. Alabildiğine hüzünlü görünüyordu ve Kyra’ya tekinsiz gözlerle bakıyordu.

“Ben de uyumadım,” diye devam etti Dierdre. “Tüm gece sana ne yapacaklarını düşündüm. Bana yaptıklarını mı yapacaklar acaba? Bir şekilde bunların senin başına gelmesi beni daha çok yaralıyor. Ben zaten yıkıldım, hayatımdan geriye hiçbir şey kalmadı. Fakat sen hala mükemmelsin.”

Kyra bu sözler üzerine düşünürken derinleşen bir endişe hissetmeye başladı. Yeni bulduğu arkadaşının yaşamış olduğu dehşeti hayal bile edemedi ve bu karşı koymak konusundaki kararlılığını artırdı.

“Başka bir yolu olmalı,” dedi Kyra.

Dierdre başını salladı.

“Burada sefalet içinde bir hayattan başka bir şey yok. Sonrasında da ölüm.”

Zindan girişinden ani bir kapı çarpma sesi geldi ve Kyra gelen her neyse karşılamaya hazırlandı; eğer gerekirse ölümüne savaşacaktı. Dierdre aniden ayağa kalktı ve ona doğru koşup dirseğini yakaladı.

“Bir konuda bana söz ver,” diye ısrar etti Dierdre.

Kyra gözlerindeki umutsuzluğu gördü ve başını salladı.

“Onlar seni almadan önce,” dedi, “beni öldür. Gerekirse beni boğ. Bu şekilde daha fazla yaşamama izin verme. Lütfen. Sana yalvarıyorum.”

Kyra ona bakarken onun içinde kabaran bir çözülme duygusu hissetti. Onu kendine acır halinden ve tüm şüphelerinden sarstı. O andan itibaren artık hayatta kalması gerektiğini biliyordu. Kendisi için değilse bile Dierdre için. Hayat her ne kadar bulanık görünse de artık pes edemeyeceğini biliyordu.

Askerler yaklaşırken çizmelerinin yankısı geliyor, anahtarları şıkırdıyordu ve Kyra çok az zamanlarının kaldığının farkındaydı. Dönüp Dierdre’nin omuzlarından sıkıca tutu ve onun gözlerine baktı.

“Dinle beni,” diye rica etti Kyra. “Yaşayacaksın. Beni anlıyor musun? Sadece yaşamakla kalmayıp buradan benimle birlikte kaçacaksın. Hayatına en baştan tekrar başlayacaksın ve bu çok güzel bir hayat olacak. Sana bunu yapan pisliklerden intikamını alacağız, birlikte. Beni duyuyor musun?”

Dierdre tereddüt içinde ona bakıyordu.

“Güçlü olmanı istiyorum,” diye ısrar etti Kyra; aynı zamanda bunları kendisine de söylediğini fark etti. “Yaşamak zayıflara göre değildir. Ölmek, pes etmek zayıfların işidir fakat yaşamak güçlülerin işidir. Zayıf olmak ve ölmek mi istiyorsun? Yoksa güçlü olup yaşamak mı?”

Askerler yaklaşırken meşalelerin ışıkları hücreyi aydınlatmaya başladığında Kyra gergin bir şekilde ona bakmaya devam etti ve nihayet Dierdre’nin gözlerinde değişen bir şey gördü. Ufak da olsa bir umut ışığına benziyordu ve hemen arkasından onayladığına dair küçük bir baş hareketi geldi.

Hücre kapısı açılırken anahtarların sesi duyuldu ve dönüp askerlerin yaklaştığını gördü. Kaba ve nasırlı eller onu bileklerinden yakaladı ve hücre kapısı arkalarından kapatılırken Kyra dışarıya sürüklendi. Gevşemesine izin verdi. Enerjisini saklaması gerekiyordu. Karşı koyma zamanının henüz gelmediğini biliyordu. Onları savunmasız yakalamalı, zamanlamayı mükemmel yapmalıydı. Çok güçlü bir düşmanın bile her zaman bir zayıflık anı olduğunu biliyordu.

İki asker onu olduğu yerde tutu ve demir kapının orada Kyra’nın belirsiz bir şekilde tanıdığı bir adam belirdi: Valinin oğlu.

Kyra kafası karışmış şekilde gözlerini kırptı.

“Babam beni seni almam için gönderdi,” dedi yaklaşırken, “fakat önce sana sahip olacağım. Babam bunu öğrendiğinde hiç memnun olmayacak ama iş işten geçtikten sonra ne yapabilir ki?”

Oğlanın yüzünde soğuk ve şeytani bir gülümseme belirdi.

Kyra bu hastalıklı adama bakarken içinde soğuk bir endişe hissetti. Adam dudaklarını yalıyor ve ona sanki bir nesneyi incelermiş gibi bakıyordu.

“Görüyorsun ya,” dedi bir adım daha atarak; kürkünü çıkartmaya başlamıştı ve nefesi soğuk hücrede görülebiliyordu, “babam bu kalede neler olup bittiğini bilmek ister. Bazen her ne geçerse ilk sahip olan ben olmak isterim ve sen tatlım, harika bir şeysin. Seninle çok eğleneceğim. Sonra sana işkence edeceğim. Fakat seni hayatta tutacağım ki babama götürebileceğim bir şey kalsın.”

Oğlan sırıttı. O kadar yakınına girmişti ki iğrenç nefesinin kokusunu alabiliyordu.

“Sen ve ben tatlım, çok yakın olacağız.”

Daha sonra iki muhafıza başıyla işaret verdi ve Kyra adamların kollarını gevşetip geri çekildiklerini görünce şaşırdı. İkisi de odanın kenarlarına doğru çekiliyor ve oğlana yer açıyordu.

Kyra elleri serbest bir şekilde dururken sinsice odaya göz attı ve tüm olasılıkları değerlendirdi. Odada ikisinde de uzun kılıç olan iki silahlı muhafız vardı ve oğlan kendisinden çok uzun ve çok genişti. Silahlı olsa bile üçünün birden üstesinden gelemeyeceğini biliyordu.

Odanın uzak köşesinde duvara dayalı duran silahlarını fark etti; yayı, asası ve sadağı ve kalbi daha hızlı çarpmaya başladı. Onlara sahip olabilmek için şimdi neler vermezdi!

“Ahh,” dedi oğlan gülümseyerek. “Silahlarını arıyorsun demek. Hala buradan kurtulabileceğini düşünüyorsun. Gözlerinde meydan okuma görüyorum. Merak etme, kısa sürede onu da hallederim.”

Hiç beklemediği şekilde oğlan gerilip elinin tersiyle ona vurdu. Vuruş o kadar güçlüydü ki nefesi kesilmişti ve yüzü acı içinde yanıyordu. Kyra geriye doğru tökezledi, dizlerinin üstüne düştü. Ağzından kan damlıyor, acı onu kabaca uyarıyor, kulağında ve kafatasında çınlıyordu. Dizlerinin ve ellerinin üzerinde durmuş nefesini düzenlemeye çalışırken bunun daha sonra olacakların sadece bir ön gösterimi olduğunu anladı.

“Burada atlarımızı nasıl eğitiriz biliyor musun tatlım?” diye sordu oğlan, başında dikiliyor ve zalimce gülümsüyordu. Bir muhafız Kyra’nın asasını oğlana fırlattı ve o da asayı havada yakalayıp hiç sektirmeden havaya kaldırdı ve Kyra’nın açıkta kalan sırtına indirdi.

Kyra dayanılmaz bir acıyla çığlık atarak yüzüstü yere kapaklandı. Vücudundaki tüm kemikleri kırılmış gibi hissediyordu. Güçlükle nefes alıyordu ve eğer hemen bir şeyler yapmazsa hayatının sonuna kadar sakat kalacağını biliyordu.

“Yapmayın!” diye ağladı Dierdre, parmaklıkların arkasından yalvarıyordu. “Ona zarar vermeyin! Beni alın!”

Fakat oğlan onu duymazdan geldi.

“Her şey asayla başlar,” dedi Kyra’ya. “Vahşi atlar direnir fakat onları tekrar ve tekrar dağıtır, onlara günbegün acımasızca vurursan, bir gün boyun eğerler. Senin olurlar. Bir başka canlıya acı vermekten daha güzel bir şey yoktur, öyle değil mi?”

Kyra bir hareket sezdi ve gözünün ucuyla oğlanın asayı yüzünde sadist bir bakışla tekrar kaldırdığını ve daha güçlü bir şekilde vurmaya hazırlandığını gördü.

Kyra’nın hisleri harekete geçti ve dünya yavaşladı. Köprüde hissettiği şey geri geliyordu. Tanıdık bir sıcaklık, karın boşluğundan başlayıp tüm vücuduna yayılan bir sıcaklık hissediyordu. Büyük bir enerji ve hayal edebileceğinden daha fazla güç ve hızla dolduğunu hissetti.

Gözünün önünde imgeler uçuşmaya başladı. Kendisini babasının adamlarıyla eğitim yaparken gördü, sonsuz dövüşlerini hatırladı, acıyı nasıl alıp donakalmayacağını, aynı anda birden çok saldırganla nasıl başa çıkacağını öğrenişini hatırladı. Anvin onu durmak bilmeden çalıştırmıştı, günler boyunca, ta ki tekniği mükemmelleşip onun bir parçası olana kadar. Adamlara bildikleri her şeyi öğretmeleri için ısrar etmişti, ders ne kadar zor olursa olsun ve şimdi öğrendiği her şey yeniden canlanıyordu. Tam da bunun gibi zamanlar için eğitilmişti.

Yerde yattığı sırada acıyı üzerinden attı ve sıcaklık tüm vücudunu sardı. Kyra oğlana bakarken içgüdüleri kontrolü ele alıyordu. Ölebilirdi ama burada ve bugün değil, hele bu adamın ellerinde hiç değil…

Eski bir ders imdadına yetişti: Alçak zeminde olmak sana avantaj sağlayabilir. Adam ne kadar uzunsa o kadar kırılgandır. Eğer kendini yerde bulursan dizler kolay bir hedef olacaktır. Sertçe çek. Yere düşeceklerdir.

Asa sırtına doğru gelirken Kyra aniden ellerinin üzerinde düz bir şekilde yükseldi, yeterli yükselmeyi sağlayacak kadar kendini destekledi ve bacağını hızla ve kararlı bir şekilde oğlanın dizlerinin arkasına geçirdi. Tüm gücüyle dizinin arkasındaki yumuşaklığa sağlam bir vuruş yaptı.

Oğlanın dizleri büküldü ve havaya uçup sırtüstü taş zemine yapıştı. Asa elinden düşüp zeminde yuvarlandı. Kyra bunun işe yaradığına inanamıyordu. Oğlan yere düşerken kafasının üzerine düşmüştü ve çok güçlü bir çatırtı duyulmuştu. Kyra onun ölmüş olduğundan emindi.

Fakat oğlan yenilmez olmalıydı. Hiç vakit kaybetmeden kalkmış, saldırmaya hazırlanırken bir şeytanın zehriyle ona bakıyordu.

Kyra hiç beklemeden ayağa kalktı ve birkaç metre uzakta duran asasına doğru atıldı. Silahına bir ulaşabilirse bu adamlara karşı iyi bir şansı olabileceğini biliyordu Fakat asasına doğru koşarken oğlan ileri doğru atıldı ve onu geride tutmak için bacaklarını yakalamaya çalıştı.

Kyra anında tepki verdi, atikliği kontrolü ele almıştı, bir kedi gibi oğlanın üzerinden sıçrayıp yakalanmaktan kurtuldu ve oğlanın arkasında yuvarlanarak yere inip asasını kaptı.

Ayakta duruyor ve asasını dikkatli bir şekilde önünde tutuyordu. Silahına, ellerine mükemmel şekilde oturan asasına kavuştuğu için şükrediyordu. İki asker kılıçlarını çekmiş yaklaşıyordu. İkisi tarafından çembere alınmıştı ve köşeye kıstırılmış yaralı bir hayvanın yaptığı gibi hızlıca bütün yönlere baktı. Şanslı olduğunu düşündü; her şey çok hızlı ve muhafızlar müdahale edemeden olmuştu.

Oğlan ayağa kalktı, elinin tersiyle dudağındaki kanı sildi ve kaşlarını çatıp Kyra’ya baktı.

“Bu hayatında yaptığın en büyük hataydı,” dedi. “Artık sana işkence yapmakla kalmayacağım—”

Kyra onu yeteri kadar dinlemişti ve ilk vuruşu onun yapmasını beklemeyecekti. Konuşmasının bitmesine izin vermeden ileri atıldı, asasını kaldırıp gözlerinin arasına, bir yılan sokması gibi hızla indirdi. Mükemmel bir vuruş yapmıştı ve burnu kırılırken oğlan ciyakladı. Çatırtı odada yankılanmıştı.

Dizlerinin üstüne çöktü, inliyor ve burnunu tutuyordu.

İki muhafız kılıçlarını başına doğru savurarak geliyordu. Kyra asasını döndürdü ve bir kılıcı engelledi. Silahlar çarpışırken odada kıvılcımlar uçuştu. Daha sonra dönüp diğer kılıç ona vurmadan hemen önce onu da engelledi. Kyra ileri geri hareket ediyor, bir vuruşun ardından diğerini engelliyordu. İki adam çok hızlı saldırıyorlardı, tepki vermeye ancak vakit bulabiliyordu.

Muhafızlardan biri kılıcı çok hızlı savurmuştu ve Kyra bir açıklık yakaladı ve asasını kaldırıp adamın bileğine indirdi ve kılıcı tutan elinin gevşemesini sağladı. Kılıç yere düşünce Kyra diğer muhafızın boğazına asasıyla geçirip onu hareketsiz bıraktı, sonra tekrar ilk muhafıza dönüp asasını şakağına indirdi ve adamı yere yıktı.

Kyra riske girmiyordu, arkasında kalan bir muhafız ayağa kalkmaya çalışıyordu, Kyra havaya sıçrayıp asasını adamın karın boşluğuna indirdi. Yere indiğinde de adamın suratına tekme atıp onu yere serdi. Diğer muhafız boğazını tutarak yuvarlandı, yeniden ayağa kalkmaya çalışıyordu; Kyra asasıyla adamın kafasının arkasına indirdi ve onu bayılttı.

Kyra aniden kendisini arkasından kavrayan kaba kollar hissetti ve oğlanın tekrar ayağa kalkmış olduğunu anladı. Canı çıkartırcasına sıkıyor, asasını düşürtmeye uğraşıyordu.

“İyi denemeydi,” diye fısıldadı kulağına, ağzı o kadar yakındı ki nefesinin sıcaklığını boynunda hissedebiliyordu.

Kyra içinde akan bir enerji vardı, kollarıyla ileri uzanıp dirseklerini kilitleyip, adamın sıkıştırmasından kurtulmasına yetecek yeni bir güç bulmuştu içinde. Daha sonra asasını kapıp arkasından, iki eliyle yukarı doğru savurdu ve oğlanın bacaklarının arasına geçirdi.

Oğlan inleyerek dizlerinin üstüne çökerken kollarını da gevşetti. Kyra serbest kalınca onun başında durdu. Gözleri acıyla dolu olan oğlan nihayet çaresiz kalmış, şaşkınlık içinde ona bakıyordu.

“Babana benden selam söyle,” dedi ve asasını kaldırıp tüm gücüyle kafasına indirdi.

Bu kez oğlan baygın bir halde taş zemine serildi.

Kyra hala hızlı nefes alıp veriyordu. Hala öfkeliydi ve yapmış olduklarını inceliyordu. Üç adam, üç zorlu adam, yerde hareketsiz yatıyordu. Kendisi gibi savunmasız bir kız yapmıştı bütün bunları.

“Kyra!” diyen bir ses duydu.

Dönüp baktığında Dierdre’nin orada olduğunu hatırladı ve hiç vakit harcamadan odadan koşarak çıktı. Muhafızın belinden anahtarları aldı ve hücrenin kilidini açtı. Kapıyı açtığı anda Dierdre kollarına atılıp ona sarıldı.

Kyra onu hafifçe geri çekip gözlerine baktı. Kaçmaya zihinsel olarak hazır olup olmadığını anlamak istiyordu.

“Vakti geldi,” dedi Kyra düz bir şekilde. “Hazır mısın?”

Dierdre orada durmuş, şoke olmuş şekilde odadaki kıyıma bakıyordu.

“Onu yendin,” dedi Dierdre, yerde yatan gövdelere inanamaz gözlerle bakıyordu. “Buna inanamıyorum. Onu yendin.”

Kyra Dierdre’nin gözlerinde bir şeylerin değişimini izledi. Tüm korku silinip gitmişti ve içinden bir yerlerden güçlü bir kadın yükseliyordu, daha önce tanımadığı bir kadın. Saldırganlarını öyle baygın halde görmek ona bir şey yapmıştı, onu yeni bir güçle doldurmuştu.

Dierdre yerde duran kılıçlardan birine yürüdü, yerden alıp, hala yerde yüzükoyun ve baygın yatmakta olan oğlanın başına gitti. Ona bakarken yüzü bir küçümsemeyle doldu.

“Bu, bana yapmış olduğun her şey için,” dedi.

Titreyen elleriyle kılıcı kaldırdığında Kyra onun içinde büyük bir savaş olduğunu gördü, kız tereddüt ediyordu.

“Dierdre,” dedi Kyra yumuşakça.

Dierdre başını kaldırıp ona baktı, bakışında vahşi bir keder vardı.

“Eğer bunu yaparsan,” dedi Kyra yumuşakça, “ondan hiç farkın kalmayacak.”

Dierdre kolları titreyerek duruyordu. Duygusal bir fırtınanın içine sürüklenmişti ve sonunda kılıcı indirip yere attı. Kılıç sesi yerde çınladı.

Bunun yerine oğlanın suratına tükürdü ve geriye yaslanıp suratına kuvvetli bir tekme indirdi. Kyra, Dierdre’nin düşündüğünden çok daha güçlü biri olduğunu görmeye başlamıştı.

Kyra’ya parlayan gözlerle baktı. Gözleri hayat doluydu, sanki eski hali geri dönüyordu.

“Gidelim,” dedi Dierdre, sesi kuvvetle doluydu.

*

Kyra ve Dierdre günün ilk ışıklarıyla zindandan dışarı fırladılar. Kendilerini Pandesia kalesi ve Lord Valinin askeri kompleksi Argos’un tam ortasında buldular. Kyra ışıkla gözlerini kırpıştırdı. Dışarıdaki soğuğa rağmen yeninden gün ışığını görebilmek iyi hissettirmişti. Kendini topladığında taş yapıların düzensiz bir kompleksinin merkezinde olduklarını gördü. Tüm yapı yüksek taş duvarlarla büyük bir kapıyla çevrelenmişti. Lordun Adamları yavaşça yürüyorlar, koğuşların etrafında konum alıyorlardı. Orada binlerce asker olmalıydı. Bu profesyonel bir orduydu ve burası bir kasabadan daha çok bir şehirdi.

Возрастное ограничение:
16+
Дата выхода на Литрес:
10 сентября 2019
Объем:
272 стр. 4 иллюстрации
ISBN:
9781632912398
Правообладатель:
Lukeman Literary Management Ltd
Формат скачивания:
epub, fb2, fb3, ios.epub, mobi, pdf, txt, zip

С этой книгой читают