Читать книгу: «Kelt Mitolojisi», страница 2
Farklı ilahi gruplar arasındaki savaşa, güzel birer kızları olan síde kralları (ilahi veya peri halkı) Caibell ve Etar’ın hikâyesinde de rastlanır. Genç kızları evlendirmek isteyen iki krala, kızlar için savaş teklif edilir. Ancak savaş sídde yapılırsa síd kirlenecektir (tanrıların ülkesindeki diğer savaş örneklerine aykırı bir fikir). Síd halkı insanlara görünürse artık istedikleri zaman görünür istedikleri zaman görünmez olamayacaklardır. Bu nedenle savaş, onlarla insanlar arasında bir ayrım olmasın diye gece yapılır ve síd halkı geyik şekline bürünür. Mücadele o kadar korkunçtur ki öldürülenlerin toynaklarından ve boynuzlarından dört tepecik yapılır. Savaşın önünü almak için bir kuyudan su fışkırarak Loch Riach gölünü oluşturur; beyaz koyunlar her yedi yılda bir uygun saatte bunun içine atılırsa kıpkırmızı olurlar. Krallardan yalnızca Etar hayatta kalır.
Hıristiyan kâtipleri Tuatha Dé Danan konusunda ne yapacaklarını bilememişlerdi. Onlara yapılan en eski gönderme, cennetten kovulmaları, bulutlar ve sisler içinde İrlanda’ya ulaşmaları hakkındadır. Eochaid ua Flainn, onuncu yüzyılda bunları “hayaletler” (siabhra) olarak adlandırır ve onların semavi mi yoksa dünyevi mi olduklarını sorar; şeytan mı yoksa insan mıdır bunlar? Onlar Japhet’e bağlıydılar. Yine de İstilalar Kitabı’nda şeytan olarak kabul ediliyorlardı. Başka bir gelenek onları, kuzey adalarında büyücülük öğrendikten sonra İrlanda’ya dönen Nemed’in soyundan gelenlerin bir kolu yapar. Tarih yazarları onları hemen hemen insan olarak; resmi Hıristiyanlık kısmen iblis olarak, halk inancı ve romantizm ise eski ilahi yönleriyle bir tür güzel peri ırkı olarak kabul ediyordu.
D’Arbois, Tuatha Dé Danann’ı “annesinin ismi Danu olan tanrının halkı” olarak tercüme eder. Stokes, “tanrıça Danu’nun halkı veya halkları” olarak yorumlar bunu. Stern, Danann’ı sonraki bir ek olarak görmeyi ve ilk ismi Tuatha Dé veya Fir Dea (ilahi kabile veya tanrının insanları) olarak kabul etmeyi tercih eder. Grubun üç önemsiz üyesi (Brian, Iuchar ve Iucharba), bazen “Danu’nun üç tanrısı” olarak adlandırılır ve bu nedenle, belki de tüm grup “üç tanrının insanları” olarak tanımlanır. Brian, Iachar ve Iacharba tri dée dána veya “dánın üç tanrısı” yani “bilgi” veya “kader” olarak da adlandırılır. Danand’dan (Danu) Béchuille ile ayrı bir tanrıça olarak zikredilir. İkisi de tanrıların üvey anneleri olarak adlandırılır. Cormac’ın Sözlükçe’si Danu hakkında hiçbir bilgi vermez ancak bir tanrıça Anu’dan bahseder: mater deorum hibernensium (tanrıları beslediği iyi oldu). Ayrıca Kerry’de iki tepeye “Anu’nun mamaları” olarak gönderme yapılır ki daha sonraki bir sözlükçe burayı “Danu’nun mamaları” olarak adlandırır. İrlanda, Iath n’Anann olarak isimlendirilir ve Anu’nun ismi Macha, Morrígan ve Badb (savaş tanrıçası) ile zikredilir. Oysa diğer pasajlar Danu’yu bunlarla birlikte sunar. Danu muhtemelen, Dán (bilgi) ile Brian, Iachar ve Iucharba’nın bir işlevi olan bilginin birbirine karıştırılmasından dolayı Anu ile karıştırılmaktadır ve Iucharba Danu olarak kişileştirilir. Dolayısıyla onlara, Aslında Brigit’in oğulları olmalarına rağmen, Danu’nun tanrıları veya oğulları denecektir. Stern’in belirttiği gibi Danu; Dagda, Ogma, Bres’in erkek kardeşi Delbaeth’in kızı olduğu için, tüm grubun annesi olamaz. Anu grubun annesiyse, adının Danu’ya benzerliği de hataya yol açar. Tanrıça olarak Anu, belki de bir tür toprak ana olan İrlanda’nın kişileştirilmesidir. Bir bütün olarak bakıldığında, tarihçiler tarafından gerçek kişilerden ilham alınarak geliştirilen tanrıların ilişkisi, pagan hikâyeler kadar efsanevidir.
Tuirenn’in Çocukları hikâyesinde Brian, Iuchar ve Iucharba, Ogma oğlu Tuirenn’in oğullarıdır. Onlara düşman olan Cian, bir gün onların yaklaştığını görür. Kendine bir Druid değneğiyle vurarak domuza dönüşür, ancak Brian bunu fark eder ve kendini ve kardeşlerini tazıya dönüştürür. Cian’ı kovalayıp taşlarla öldürürler çünkü silahların bu işi oğluna anlatacağını söyler. Toprak onu reddetmekten vazgeçene kadar vücudunu yedi kez gömerler. Cian’ın oğlu Lug, bu olaydan toprak sayesinde haberdar olur ve Tuirenn’in çocuklarını büyülü hazineler getirmeye zorlar. Hazineleri toplarken birçok tehlikeyle karşılaşırlar. Babalarının tavsiyesi üzerine Manannan’ın kanosuyla denizi geçip hazineleri ele geçirmeyi başarırlar. Ancak şimdi Miodhchaoin ve oğullarının her türlü bağırmayı yasakladığı bir tepe olan “Cnoc Mlodhchaoin’e üç kez bağırmak” zorundadırlar. İşte o zaman adamlar onları yaralar ve babaları Lug’dan tüm yaraları iyileştiren sihirli domuz derisini ister. Lug, Brian onun huzuruna getirildiğinde bile bunu reddeder ve böylece katiller sefil bir şekilde telef olurlar.
Baş tanrıların isimlerinin çoğundan daha önce bahsedilmiştir. Muhtemelen bir bereket ve doğurganlık tanrısı olan Dagda veya Eochaid Ollathair; Oengus; Nuada; şiir tanrısı Ogma; demircilerin tanrısı Goibniu, pirinç işçilerinin tanrısı Creidne; ilaç tanrısı Diancecht, Ler’in oğlu Manannan; Midir; Bodb Dearg; güneş tanrısı diyebileceğimiz Lug ve diğer daha önemsiz ilahlar. Tanrıçalar ise şunlardır: Anu veya Danu; şiirin ve ilkel kültürün tanrıçası Brigit; Etain ve savaş tanrıçaları Morrígan, Macha ve Neman. Badb bir dördüncüyü oluşturur veya bazen üçlü gruptan birinin yerini alır. Tuatha Dé Danannlar tarım ve büyük baş hayvanlar üzerinde yetki sahibiydi; ama hepsinin harika bir büyü gücü olmakla birlikte başka işlevleri de vardı. Ne yazık ki bu işlevler hakkında çok az mit vardır ve bunların yapısı bir tahmin meselesi olmak durumundadır. Tanrıların eşyalarının mitolojik büyülü doğası, onları ölümlü olarak kabul eden kayıtlarda bile varlığını sürdürür. Mag-Tured savaşını anlatan hikâyenin giriş kısmı, egemenliği üstlenecek her kralın yönetiminde kükreyen Fal taşının Falias’tan nasıl getirildiğini anlatır. Lug’un mızrağı Gorias’tan getirilir. Ona veya onu taşıyana karşı hiçbir muharebe asla kazanılmamıştır. Nuada’nın kılıcı (kınından çıkarılınca kimse ondan kaçamaz), Findias’tan gelmiştir. Tüm birliklerin minnettar bir şekilde ayrıldığı Dagda’nın kazanı Murias’tan gelmiştir. Sihirli yiyecekleri ve diğer eşyalarından daha sonra bahsedilecektir. Hakkında günümüze ulaşan hiçbir efsane olmayan bazı nesnelerin (Dagda’nın yatağı, Morrígan’ın mamaları, Dagda’nın eşinin tarağı ve kutusu, yani iki tepe, Oengus’un taş duvarı ve benzerleri) Brug na Boinne’de olduğu söylenir.
İkinci Bölüm
Tuatha Dé Danann ve Miletliler
Tuatha Dé Danann’ın Miletliler2 tarafından mağlup edilmesini anlatan tarihi kayıt, Tuatha Dé Danann’ın tanrısallığını veya Druid büyüsüne ve doğaüstü güce olan inancın kalıcılığını gözler önüne serer. D’Arbois, Tuatha Dé Danann’ı Miletliler gelene kadar yüz altmış dokuz yıl boyunca İrlanda’nın efendisi yapan entrikanın, 1072’de ölen Galli Coemain’in icadı olduğunu göstermiştir. İstilalar Kitabı bunu benimsemiştir ve tanrıların MÖ 1700’e kadar art arda krallar olarak hüküm sürdüklerini varsayar. Bununla birlikte Gilla Coemain’in zamanında bile, bu plan her zaman kabul edilmedi, çünkü Tigernach Yıllıklar’ında MÖ 305’ten önce tarihi bir İrlanda zamanından bahsetmez; ancak mevcut hikâyeler, tanrıların çok daha sonraki bir tarihte (sözgelimi İsa’nın İrlandalı çağdaşları olduğu iddia edilen Conchobar ve Cúchulainn’in zamanında) hâlâ hayatta olduğunu göstermiştir.
Miletliler geldiğinde, Tuatha Dé Danann’ın üç kralı hüküm sürüyordu: MacGuill (Fındık Ağacı’nın Oğlu), MacCecht (Saban’ın Oğlu) ve MacGréine (Güneş’in Oğlu). Bunlar sırasıyla Banba, Fotla ve Ériu (isimleri İrlanda’nın antik isimleridir ve sonuncusu “Erin” şeklinde varlığını sürdürmektedir) ile evliydi. Bunların İrlanda’nın bazı bölgelerinin isimlerini aldığı varsayılan eski tanrıçalar mı yoksa tarih yazarlarının ülkeye verilen unvanlardan türettikleri isimler mi olduğu belli değildir. Hikâyedeki bir olay ilk fikri ima etmektedir. Üç kral, doğa ve tarım tanrıları olabilir ve Miletlilerle savaşırken sırasıyla Eber, Airem (Çiftçi) ve büyü şarkıcısı ve hüküm verici Amairgen tarafından öldürüldüler. Miletliler, Mısır’dan kovulan bir İskit asilinin torunlarıydılar. Bu soylu İspanya’ya geldi (Torunu Bergon burada bir kule inşa etti) ve babası kimi zaman Bile diye adlandırılan Mile’nin babası veya büyükbabasıydı. Başka bir oğul olan Ith, bir akşam kuleden bakarken İrlanda kıyılarını gördü. Doksan takipçisiyle oraya yelken açtı ve bir anlaşmazlığı çözmesi için yalvaran krallar tarafından memnuniyetle karşılandı. Onun kaderi, anlaşmazlıkları gidermek üzere çağrılan halk hikâyesi kahramanlarının kaderinden çok farklıydı. Krallara adalete göre hareket etmelerini buyururken toprağın bereketini o kadar övdü ki krallar toprak üzerinde planlar kurduğundan şüphelenip onu öldürdü. Müritleri cesedini İspanya’ya taşıdı ve Miletlilerin şefleri, onun intikamını almaya karar vererek İrlanda’ya yelken açtılar. Ancak Tuatha Dé Danann sihirli bir sis oluşturup adanın domuz sırtı gibi görünmesini sağladı (Muic-Inis yani “Domuz Adası” adı buradan gelmektedir). Sonunda karaya çıktılar ve Mile’nin oğlu şair Amairgen şarkı söyledi:
“Ben denizde bir rüzgârım,
Ben bir deniz dalgasıyım,
Ben denizin gürlemesiyim,
Ben güçlü bir öküzüm,
Uçurumda yırtıcı bir kuşum,
Ben bir güneş ışınıyım,
Ben akıllı bir gezginim,
Ben vahşi bir yabandomuzuyum,
Ben ovada bir gölüm,
Ben yetenekli bir sanatçıyım,
Ben, bir orduyu biçen keskin bir kılıcı olan bir devim.”
Bazıları bunu bir çeşit Kelt panteizmi olarak görür. Eğer öyleyse bu, tuhaf bir panteizmdir çünkü daha çok Keltlere özgü övüngen süslü sözlerdir. Taliesin’in benimsediği ardışık formlardan bahsettiği Galler şiirlerinde benzerlik vardır. Bu karşılaştırma İrlandalı Erigena’nın panteizmiyle değil, barbar tıp adamlarının övünen sözleriyle yapılmalıdır.
Miletliler sırayla Banba, Fotla ve Ériu ile bir araya gelip her birinden adaya adlarını vermelerini istediler. Krallar daha sonra, göstermelik olarak savaş ya da teslimiyet sorununu tartışacak bir ateşkes için yalvarsalar da asıl amaçları Druidlerine sihirli sözler hazırlamaları için zaman tanımaktı. Yanlışsa ölmesi şartıyla Amairgen’in hükmünü kabul etmeye karar verdiler. Amairgen daha sonra Miletlilere dokuz dalganın sihirli mesafesine çıkmaları gerektiğini söyledi ve geri dönmeyi başarırlarsa ülke onların olacaktı. Bu, İrlanda’da verilen ilk karardı. Miletliler bunun üzerine gemilerine döndüler, ancak istenen mesafeyi kazanır kazanmaz Dru-idler ve tanrıların şairleri, bir fırtına çıkardılar. Eber, onu bayrak direklerinin ucunu geçmeyen bir Druid fırtınası olarak tanıdı ve Amairgen şimdi Erin’in doğal özelliklerinin yardımına başvurdu (sonraki hikâyeye gömülü ve ilkel bir düşünce aşamasının özelliklerini taşıyan eski animist bir rün):
“Sana sesleniyorum Erin,
Pırıl pırıl deniz,
Bereketli, bereketli tepe,
Vadileri olan orman,
Akan, akan dere” vb.
Şimdi fırtına durmuştu ve Eber sevinçle Erin halkını mızrak ve kılıçla vuracağını söyleyerek övündü; ama o anda fırtına tekrar patladı, gemileri dağıtıp harap etti ve birçok kişiyi boğdu. Hayatta kalanlar Boyne’ye indi ve Tuatha Dé Danann’a savaş açtı. Üç kraliçenin, Lug’un cadılarının Fomorlara yaptığı gibi, Miletliler için bir yanılsama olan sihirli bir ordu yarattığı söylenmesine rağmen Tuatha Dé Danann yenildi.
“Cesurca savaştık
Banba adasının ruhları (siabhra) için,
Bin kişiyi indirdik
Tuatha Dé Danann’ın adamlarından.”
Başka bir çatışmada, üç kral ve kraliçenin katledildiği başka bir bozgun gerçekleşmiştir; bu, Tuatha Dé Danann’dan kurtulanların yeraltı sığınağına sığındıkları zamandı, Miletliler İrlanda’nın efendileri olarak kaldılar.
Bu anlatının temeli ne olursa olsun, eski bir pagan miti değildir çünkü insanların taptığı tanrılar, onlar ya da onların kurgusal ataları tarafından yenilgiye uğratılmaz. Tarih yazarları tarafından gerçek ırklar, hayali ırklar ve ilahi gruplar kısmen tek bir bakış açısına göre değerlendirilmiştir; bunların hepsi insandı ve birbirleriyle savaşmak için yaratılmış olmaları mümkündür. Şimdi şu soru sorulabilir: Eski tanrılar nasıl terk edildi ve neden genel olarak sídde yaşadıkları düşünülüyordu (hatta şimdi bile böyle düşünülüyor)? Hıristiyanlaştırılmış kabilelerin, tanrılarını terk ettikleri biliniyordu. Ancak bunlar, onlar tarafından ihtiyaç anında gizlice başvurabilecekleri gözlerden uzak yaşayan bir tür peri ırkı olarak görülmeye başlandı. O halde, Hıristiyanlık onların yenilgisine neden olmuş olmalı.
Bu fikir için az önce özetlenen anlatının kaynağını takip edebiliriz. Aslında, Kadimlerle Söyleşi’de (Acallamh na Senórach) bahsedilen meseledir; burada, tarihi şemadan bağımsız olarak, tanrılar sözde yenilgilerinden çok sonra bile güçlüdürler. Féinn’den Aziz Patrick günlerine kadar hayatta kalan Caoilte, Tuatha Dé Danann’ın gücünün yakında azalacağını söyler; zira aziz “arada bir onlardan fakir birinin gelip geçici olarak dünyayı (yani insanların uğrak yerini) tekrar ziyaret ettiğini görmediğin sürece, onları tepelerin ve kayalıkların zirvelerine sürgün edecektir.” Bu nedenle belki de başka bir yerde Söyleşi, onların kendilerini besleyecek kadar fazla toprağa sahip olmadıklarını göstermektedir. Aziz Patrick’in Hayatı’nda bu zafer dramatik bir şekilde temsil edilir. Aziz Patrick, altın ve gümüşle kaplı Cenn Crúaich’in (Höyüğün Başı) bir heykelinin ve diğer on iki kişinin bronzla kaplı temsilinin bulunduğu Mag Slecht’e gitmiştir. Baş heykel, asasını kaldırıp yere doğru eğilir ve diğerlerini toprak yutmuştur ve aziz tarafından lanetlenen içlerindeki iblisler tepeye kaçmıştır.
O halde bu yenilgi neden Miletlilere atfedildi? İrlanda’nın farklı bölgelerinde yaşayan farklı düşman Kelt gruplarından büyük hanedan aileleri tarafından yönetilen ve sırasıyla Cashel ve Tara’da hüküm süren ikisi, Aziz Patrick’in zamanından kısa bir süre sonra öne çıktı. Ancak tanrılar İrlanda’da daha önceki ırkları fetheden güçlü bir ırk olarak görülmeye başlandığından, Miletlilerin onları yendiğini göstermek gerekli hale geldi. Bu, Miletlileri uzak antik çağa geri itti ve MÖ 1700’den beri İrlanda’nın efendileri olduklarını gösterdi. Hıristiyanlığın gelişiyle iktidara geçen Tuatha Dé Danann’ın artık onlar tarafından mağlup edildiği ileri sürüldü. Dolayısıyla, İrlanda tarihini ortaçağda yeniden yapılandıranların merkezi teorisi, “İrlanda’nın, Hıristiyanlık döneminden çok önce Miletos ırkına tabi oldukları” yönündeydi. Daha sonra Ulster kahramanları, sonunda tüm İrlanda aristokrasisi gibi Mile ile ilişki içine girdi.
Mile (Latince miles, “asker”) ve Bile, eski mitolojide yeri olmayan samandan adamlardır. Bu nedenle Rhys ve d’Arbois’in Bile’yi, Balor ve bir Kelt Dispater’i ile ölüm ve ata tanrısı olarak denkleştirme girişimleri modern bir efsaneleştirme girişiminden başka bir şey değildir. Fetih anlatısı kuşkusuz, daha önceki doğaüstü güç ve sihir kavramlarına başvururken, Tuatha Dé Danann’ı insanlardan kısmen farklı (siabhra, “ruhlar”) olarak görmeye eğilimliydi. Bu, yaygın görüştür ve aynı zamanda eski mitleri içeren edebi hikâyelerde mevcuttur. Tanrılar, ara sıra insanlara yardım eden sideler, insanüstü bir ırktı ve bu, resmi görüşü etkiledi; zira mitolojik belgeler, yenilgilerinden sonra Tuatha Dé Danann’ın yeraltı saraylarına nasıl çekildiklerini, zaman zaman ölümlülere yardım etmek veya onlara zarar vermek için ortaya çıktıklarını anlatır. Miletliler bile onların güçlerinden, özellikle Dagda’nın gücünden henüz kurtulmamışlardı. Mısırları ve sütleri Tuatha Dé Danann tarafından yok ediliyordu ve gelecekte bunu önlemek için Dagda ile arkadaş oldular, böylece şimdi bu şeyler onlara kaldı. Bu hikâye, mısır ve sütün, insanlar tarafından gücenildiğinde bu nimetleri esirgeyen tanrılara bağlı olduğuna dair eski mitolojik düşüncenin yeni versiyonu gibi görünüyor. Bunlar ayrıca fedakârlık yoluyla elde ediliyorlardı yani, çocuklarını ve hayvanların ilk yavrularını Cenn Crúaich’e kurban ediyorlardı. Başka bir yerde Fomorların mısır ve sütlerinin üçte ikisini Nemedlerin yıllık olarak aldıklarını görüyoruz. Belki de burada, armağanların verilmemesi ve bu tarz şeylerin sunulması fikriyle, afet tanrıları tarafından yok edilmesi fikrinin bir karışımıyla karşı karşıyayız. İrlanda’da ve batı dağlık bölgesinde periler için yiyecek ve süt gibi adak bırakılmasına hâlâ rastlanmaktadır.
Bu karakterin referansları ve aynı zamanda Galya anıtlarındaki semboller, doğurganlığı kontrol eden bazı tanrıların işlevlerini akla getirmektedir. D. Fitzgerald’ın Limerick’te topladığı bazı folklorik bilgiler, bu işlevlerin hatırasının romantik bir görünüş altında belli belirsiz bir şekilde nasıl devam ettiğini göstermektedir. Cnoc Aine (Knockainy yani “Aine’nin Tepesi”) her zaman Güney Munster perilerinin kraliçesi ve Tuatha Dé Danann’dan Eogabal’ın kızı Aine’nin konutu olarak kabul edilmiştir. “Şimdiye kadar yaşamış en iyi kalpli kadın” olan Aine, hâlâ Loch Guirr veya Cnoc Aine’de görülür. Aine, onu ele geçirdikten sonra (her zamanki peri gelin olayı) Lord Desmond ile evlenip ona bir erkek çocuk doğurur. O ve oğlu onu terk ederler, ancak daha sonra zaman zaman ortaya çıkarlar. Oğlu vaktiyle Desmond Kontu olmuştur. Bir keresinde tepenin çoraklığı hakkında annesiyle konuşur ve kadın ertesi sabah tepeye bezelye diker; bu, kadının işlevlerine dair önemli bir göndermedir. Tarım ayininin kalıntıları, Aziz John Eve tepesi üzerinde bir araya gelen bir geçit töreni şeklinde geçen yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür. Saman demetleri direklere bağlanır ve yakılır, bunlar daha sonra her ikisine de şans getirmesi için tarlalardan sığırlarla taşınır. Bir yıl bu ihmal edilmiş ancak Aine liderliğindeki gizemli bir alay tepede görülmüştür. Her zamanki geçit töreninden sonra orada kalan kızlar başka bir önemli günde Aine ile karşılaşmışlardır. Aine, kendisine verilen onur için onlara teşekkür ederip gitmelerini rica eder. Çünkü Aine’nin maiyeti tepeyi kendileri için ister ve bu varlıklar, Aine’in ürettiği bir yüzük sayesinde kızlar tarafından görülebilirler. Aine bu sebeple açıkça doğurganlık ayinleriyle ilişkilendirilir.
Şimdi tarihi anlatıya göre, yenilgilerinden ve derin tepelere ya da síde çekildikten sonra, tanrıların bunları kendi aralarında nasıl bölüştürdüklerini ve aynı zamanda içlerinden birinin kral rolünde olduğunu göreceğiz.
Üçüncü Bölüm
Sídin Paylaşılması
Kelt tanrıları, putperest zamanlarda tepeler ve tarih öncesi tümülüslerle, özellikle Boyne yakınlarındakilerle ilişkilendirilmiş olabilir ve uzak adalarda yaşayan tanrıların yeraltı ülkelerini kapsar. Durum böyleyse, höyüklerin neden Tuatha Dé Danann’ın inziva yeri olarak görüldüğünü ve oradan bir tür peri olarak ortaya çıktıklarına niçin hâlâ inanıldığını açıklamaya yardımcı olacaktır. Halk, eski tanrıların her zaman höyüklerle ilişkilendirildiğine inanıyorsa mitoloji yazarlarının, Miletliler tarafından mağlup edildikten sonra oraya çekildiğine dair bir efsane geliştirmeleri kolaydı.
Bu tepelerin ve höyüklerin içinde, cennetsi güzelliklerle dolu muhteşem sarayları vardı. Bu içi boş höyük ya da tepeler, muhtemelen Latince sedes ile aynı kökten gelen ve bu nedenle belki de “tanrıların koltukları” anlamına gelen síd olarak biliniyordu. Buraların ilahi sakinleri áes side, fir side mná side idi; yani síd halkı. Bunlar her yerde Tuatha Dé Danann veya onların soyundan gelenler olarak kabul edilir. Aziz Fiacc ilahisi, insanların sideye taptıklarından bahseder. Kral Loegaire’nin kızları ise Aziz Patrick’i ve onun beyaz cübbeli rahiplerinin áes side, yeryüzünde ortaya çıktıklarını kabul ediyorlardı. Daha sonraki zamanlarda sidenin periler olduğu kabul edildi ve çeşitli isimlerle adlandırıldı; ancak bu periler, illa kısa boylu olmasalar da önceki sidelere yani Tuatha Dé Danann’a yakından benzerler. Bu bakımdan ortaçağ Fransız inancındaki féelere (ilk tanrıçalara ait romantik kalıntılar) çok benziyorlar.
Side, bazı hikâyelerde hem síd hem de Eylsium adasıyla ilişkilendirilir. Bunlar eşanlamlı olarak kabul edilir. Connla’nın kaçtığı tanrıça áes sidlidir ama o, deniz ötesindeki adadandır. Karışıklık, tanrıların çeşitli meskenlere sahip olması gerektiği gerçeğinden kaynaklanıyor olabilir; bir inancın diğerinden eski olması zorunlu değildir. Öte yandan, Mesca Ulad veya Ulsterlilerin Sarhoşluğu, yenilgilerinden sonra Tuatha Dé Danann’ın síde ile konuşmak için yeraltına gittiğini söylüyor. Ne var ki bu, sídeyi tanıyan ama Tuatha Dé Danann’ı insan olarak kabul eden bir tarihçinin karmaşık düşüncelerinden ibarettir.
Tarihçinin karışık romantik görüşü, Tuatha Dé Danann’ın síde çekildiği yönündeydi. Erken tarihli bir metin, (De Gabail int sida, “Síd’in Fethi”), Dagda’nın sídi aralarında nasıl paylaştırdığını, orada bulunmayan oğlu Oengus’un nasıl ihmal edildiğini anlatır. Bu hikâye açıkça, Babilli Marduk tanrıların konaklarını hazırlayıp onları kaleleri olarak burada yaşamalarını sağlarken baş tanrının çeşitli alanlarını tanrılar arasında nasıl bölüştürdüğünü anlatan daha önceki bir mite dayanmaktadır. Dagda’nın sídi hakkında başka bir belge şöyle der:
“Gözünün önündeki síde bak,
Sert Dagda tarafından yaptırılan
Bir kral köşkü olduğu sizin için apaçık
Bir mucize, bir saray, takdire şayan bir tepeydi.”
Bu, Brug na Boinne idi. Oengus Mac Ind Óc veya “Gençlerin Oğlu”, yani Dagda ve Boann, o sırada üvey babası Midir ile birlikteydi, ancak kısa süre sonra Esav’ın kutsaması gibi onun meskenini talep etti. Ama talebi karşılanmadı; bunun üzerine Oengus geceyi Dagda’nın sarayında geçirmek istedi. Ertesi gün kalmasına da izin verildi ve babası da bunu onayladı. Bu süre geçtikten sonra Oengus’a gitmesi emredilse de zaman gündüz ve geceden oluştuğu için kira süresinin daimi olması gerekiyordu. Bu yüzden gitmeyi reddetti. Dagda evinden çıkarıldı ve síd, Oengus’un hâkimiyetine geçerek ismini aldı: Brug Maic Ind Óc.
Fermoy Kitabı’ndaki bu hikâyenin Tuatha Dé Danann’ın bazılarının fani olarak öldüğü görüşünden etkilenmiş başka bir yorumuna göre Dagda vefat edeli çok olmuştur ve höyükler, belki de kralların buraya gömüldüğü gerçeğinin bir yansıması olarak, mezar yerleridir. Ancak bunlar, başlıca hayatta kalanlar (Bodb Dearg ve Manannan; ikincisi, gizli konutları seçme görevine sahiptir) tarafından paylaştırılırlar. Manannan, bunları güzel tepelerde ve vadilerde buldu ve bizzat Tuatha Dé Danannların görüp içinden geçebilmesine rağmen, etraflarına görünmez ve aşılmaz bir duvar çizdi. Onları yaşlılıktan, hastalıktan ve ölümden koruyan Goibniu’nun birasını ve bir gün öldürülüp yenen, ertesi gün canlanıp tekrar kullanıma uygun olan kendi domuzunu verdi. Dolayısıyla bu mitolojik anlatıdan bile, kişiliklerinin gerçek tanrısallığı ortaya çıkıyor.
Bu anlatımda Bodb Dearg, Ler’in Çocukları (Aided Chlainne Lir) hikâyesinde olduğu gibi, Tuatha Dé Danann’ın hükümdarı yapılır. Bu seçimden hiç hoşlanmayan Ler inzivaya çekilir. Bunun üzerine diğerleri onu cezalandırmaya karar verir. Ancak bu karar, biat etmesi şartıyla Ler’e kızı Aobh’u eş olarak veren Bodb tarafından hükümsüz kılınır. Aobh, ölmeden önce ona iki kız ve iki erkek çocuk doğurur ve Bodb onu teselli etmek için şimdi ona kız kardeşi Aoife’yi verir. Aoife, üvey çocuklarını kıskanıp onları kuğuya dönüştürür (Konuşmayı, düşünmeyi ve enfes şarkı söyleme yetisini korusalar da dokuz yüz yıl boyunca kalmaları gereken bir şekil). Bodb, bir ceza olarak Aoife’ı “hava iblisi”ne dönüştürür. Aziz Patrick ve Aziz Mochaomhog zamanına kadar Ler’in çocukları kendi suretlerine geri dönemezler. Solmuş ve yaşlanmış bir halde Hıristiyan inancını kabul ederler ve babalarının sarayını çatısız bir harabe halinde bulduktan sonra ölürler.
Elcmar’ın Kitabı’nda verilen yorumda Oengus’un üvey babası Fermoy, Brug na Boinne’i alır ve Manannan, Oengus’a onu ondan istemesini tavsiye eder. Manannan’ın büyü gücü sayesinde Elcmar kovulur ve Oengus görünmez bir şekilde yaşadığı, domuzları yiyip ölümsüzlük birasını içtiği sídi elde eder. Yine başka bir yorumda Oengus’un kökeni hakkında Dagda’nın öz oğlu olduğuna dair ilginç bir açıklama vardır (annesi Elcmar’ın karısıdır). Dagda, Elcmar’ı bir yolculuğa gönderir ve büyüler yapar; üzerine karanlık ve “sapıklıklar” getirir ve ondan açlığı ve susuzluğu uzaklaştırır. Belki de Uther ve Manannan gibi benzer durumlarda gerçek koca görünümüne büründüğü için tanrıçaya erişebilmiştir. Oengus doğduğunda Elcmar hâlâ yoktur, ancak daha sonra gerçeği keşfetmiş olabilir; çünkü Oengus’la, Merlin gibi, ebeveyni olmadığı için alay edilir. Oengus, gözyaşları içinde tanrı Midir’e gider ve Midir, onu Dagda’ya götürür. Dagda onu oğlu olarak kabul eder, ona Elcmar’ın sídine gitmesini ve ona “ülkesinde bir gecelik ve bir günlük hükümranlığını” vaat etmezse onu ölümle tehdit etmesini buyurur (Oengus’un ilk versiyonda Dagda’ya yaptığı aynı numara). Bu hikâye, daha sonra anlatılacak güzel Etain mitine giriş niteliğindedir. Şunu belirtmek gerekir ki keşiş Flann Manistrech’in bir şiirinde Elcmar, Midir’i katleder ve kendisi de Oengu tarafından öldürülür. Ancak bunun daha önceki bir efsanenin parçası olması gerekli değildir.
Yine, onuncu yüzyıl şairi Cináed úa hArtacáin tarafından manzum olarak başka bir anlatı sunulur. Nechtain’in karısı Boann, beyhude bir şekilde aşkını arayan Dagda’nın kulu olan kardeşi Elcmar’ın yanında kalmaya gelir. Druidleri ona Elcmar’ı bir göreve göndermesini tavsiye eder. Ancak Elcmar onu gece göndermemesi için onunla pazarlık eder, bunun üzerine Dagda “dokuz ayın sonuna kadar güneşi göklerin yüksek sırtında tutar.” Elcmar sadece bir gün geçtiğini düşünür, ancak döndüğünde çiçeklerdeki değişimden ne kadar çok zaman geçtiğini anlar. Bu arada Dagda ve Boann onu kandırırlar, ama şimdi korkarlar ve güvensiz karısı doğum sancısı çekmektedir. Çocuğu Oengus’u yol kenarında Midir’in sídine bırakırlar. Çocuk, arkadaşları tarafından bilinmeyen kökeniyle alay edilerek burada büyür. Oengus tarafından zorlanan Midir gerçeği söyler ve onu Dagda’nın sídine götürür. Orayı bir gece bir gün süreyle ele geçirerek onu kandırır.
Bu ister Dagda’nın isterse Elcmar’ın evinden çıkarılmasıyla ilgili en eski hikâye olsun, Oengus babasını ya da üvey babasını kandıran bir tanrıdır ve belki de ikincisi ilkel biçimde acı çekendir. Rhys, Dagda’yı Kronos’un ve Oengus’u Zeus’un eşdeğeri yapar. İlgili Yunan ve Kelt hikâyelerinde tam olarak paralel olmayan mirastan mahrum etme olayı dışında, Dagda ve Oengus’un Kronos ve Zeus ile bariz ortak özellikleri yoktur. Dagda’nın Kronos gibi, kovulmadan önce veya sonra ölüleri yönettiğine dair en ufak bir kanıt da yoktur. Benim başka bir yerde öne sürdüğüm gibi, hikâyenin temeli, bir tanrı kültünün neden diğerininkinin yerini aldığını açıklayan bir mittir.