Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Odise», страница 2

Шрифт:

ÖN SÖZ

Bu tercüme, 1897 yılında basılan The Authoress of the Odyssey adlı çalışmamı tamamlamaya yönelik yapılmıştır. Bu çalışmamda Odise’nin tamamını, çeviriyi hantallaştırmadan sunamamıştım ve o zaman tamamlanmış olan şimdiki tercümemi özet hâle getirmiştim.

Daha önceki yazdıklarıma ekleyecek veya çıkaracak bir şey yok Burada şimdi söz konusu çalışmamda üzerinde durduğum iki temel noktayı tartışmayacağım. Bu noktalar şunlar:

Odise’nin, tamamıyla Sicilya’nın batı kıyılarındaki Trapani adı verilen yerde yazıldığı ve oradan alındığı.

Şiirin, tamamıyla şimdi Trapani adı verilen yerde yaşayan çok genç bir kadın tarafından yazıldığı ve kadının çalışmalarında Nausikaa adını kullandığı.

Bu biraz tedirgin edici iddialardan ilkine dayanak aldığım temel görüşler, 30 Ocak ve 20 Şubat 1892’de Athenaeum’da ilk defa dile getirildiğinden beri, dikkat çekici bir şekilde ve devamlı surette, İngiliz ve İtalyan halkının bilgisi dâhilindeydi. Ayrıca bu iki iddia, aynı yıl Paskalya öncesi ve Ekim dönemlerinde John’un Eagle’ında da ileri sürüldü. Bunlara hiçbir yerden itiraz gelmedi. Görüşlerimde yanılgıya düştüğüm noktaları öğrenmeye, elinden gelen tüm gayreti gösteren biri olarak bu durum kendime olan güvenimi artırdı. Eğer bir hatam olsaydı yapılan itirazları şimdiye dek haber alırdım; en azından bir kısmını. Yine de görüşlerimin bilim adamları tarafından genel bir kabul gördüğünü hesaba katmadan, sadece onlara karşı çıkmalarının küçük bir ihtimal olduğunu düşünerek hareket edeceğim; bu yüzden kendimi Odise’yi İngiliz okuyucular için tercüme etmeye mahkûm ediyorum, yararlı olacağını düşündüğüm birtakım notlarla zenginleştirerek…

İlyada’nın tercümesinin ön sözünde, tercümanın izlemesi gerekli temel prensipler hakkında görüşlerimi belirttim, bunları burada tekrarlamama gerek yok; şiiri düzyazıya çevirme girişiminin, hemen hemen tüm tercüme boyunca devam eden bir serbesti sağladığına dikkat çekmek dışında. Şiirde doğru olan düzyazıda çoğunlukla yanlıştır ve bir düzyazıyı okunulabilir kılan gereklilikler, düzyazı tercümede ilk düşünülmesi lazım olan şeylerdir. Okuyucu birebir anlamdan uzaklaştığımı görebilir; ancak bu konuda bir yargıya varmadan önce Butcher ve Lang’ın Odise’nin ilk satırlarını nasıl tercüme ettiğini dikkate almalıdır. Tercümeler şu şekilde:

“Söyleyin bana, Müzler, şu adamı, her gerektiğinde hazır, çok uzaklara gitmiş, Truva’nın kutsal kalesini yağmaladıktan sonra ve pek çok adamın şehrini görmüş ve örflerini öğrenmiş, evet ve yüreğinin derinliklerinde çok acılar çekmiş, hayatını kurtarmak ve arkadaşlarına dönmek için çabalamış. Hayır, arkadaşlarını kurtaramadı, çok istediği hâlde. Zira kendi yüreklerinin karanlığında kayboldular, akılsızlar, Helios Hyperion’un öküzlerini yalayıp yuttular. Ama tanrı dönüş günlerini aldı onlardan. Bütün bunları, tanrıça, Zeus’un kızı, nereden olursa olsun duydun sen, bizlere de bildirdin.”

“Şimdi diğerleri, büyük felaketten kaçan pek çoğu, evlerinde ve hem savaştan hem de denizden kurtuldular, yalnızca Odysseus dışında, karısını ve evinin yolunu özleyerek, su perisi, güzel tanrıça Kalypso tarafından tutuldu o içi boş mağaralarda, kocası olmasını istediği için. Ama mevsimler geçip, tanrılar İthaka’daki evine dönmesini buyurduğu sene gelince, çabaları o zaman dahi bitmedi, kendi halkı içindeyken de, ama bütün tanrılar acıdı ona, kendi ülkesine dönene dek tanrısal Odysseus’a hep hınç besleyen Poseidon hariç. Poseidon yola çıkmasına rağmen uzaklardaki Etiyopyalılara gitmek için, ikiye ayrılan Etiyopyalılara, en uzaklardaki insanlara, bazılarının Hyperion’un battığı, bazılarının yükseldiği yerde olduğu. Burada öküzlerin ve koçların kurban edilmesini bekledi ve eğlendi ziyafete oturarak, ama diğer tanrılar Olymposlu Zeus’un salonlarında toplandılar. Sonra insanların ve tanrıların babası konuştu aralarında, zira yüreğinde soylu Aigisthos’u hatırladı, Agamemnon’un oğlu, ünü uzaklara yayılan Orestes’in öldürdüğü. Onu düşünerek konuştu ölümsüzler arasında:

‘Dinleyin beni şimdi, ölümlülerin tanrıları boş yere suçladığını! Derler ki, bizden gelir kötülük, oysaki yüreklerinin körlüğü yüzünden onlara verildiğinden daha çok acıları olur. Ölen Aigisthos bile, ona emredilenin dışında davranarak, Atreusoğlu’nun evli olduğu karısını aldı ve dönünce kocasını öldürdü, gözü önünde tekmil kötü bir sondan öte, çünkü ona keskin gözlü, Argos’un katili Hermes’i elçi olarak gönderip uyardık, ne adamı öldürsün ne de karısını elde etmeye çalışsın diye… ’ ”

Odise (herkesin bildiği gibi) İlyada’dan alınan pasajlarla doludur. Ben bunları biraz daha değişik bir şekilde aktarmak istedim; İlyada’yla ilgili referanslar vererek. Onun için bu pasajları kendi taslağımda işaretledim. Ancak tercümenin skolastik hâle gelmesi üzerine, bu niyetimden vazgeçtim. Buna rağmen, üniversitemizin yayın yöneticilerini buna teşvik edeceğim; İlyada’dan pasajların farklı şekilde ve ilgili referanslarla basıldığı Odise’nin Yunanca metnini basarak öğrencilere çok büyük bir hizmette bulunacaklardır. British Museum’a Odise’nin, İlyada’da geçen pasajların altının çizildiği ve taslakta referans verildiği bir kopyasını verdim. Aynı şekilde Odise’de geçen pasajların işaretlendiği ve ilgili referansların olduğu bir İlyada. Ancak çokça işaret bulunan bu İlyada ve Odise’nin kopyalarına öğrencilerin kolayca erişmesi gerekiyor.

Wolf’tan10 beri İlyada ile ilgili problemleri -Odise’nin açıkça tek bir muhitte, dolayısıyla (böyle bir sonuca varmak için elimizde başka bir delil olmasa da) muhtemelen sadece bir kişi tarafından yazıldığını; kesinlikle 750 yılından ve büyük bir ihtimalle MÖ 1000 yılından önce yazıldığını; bu çok eski şiirin, gerçekliğinden en çok şüphe duyulan, Homeros tarafından yazıldığı kabul edilen bu kitaplardan serbestçe faydalandığı belli olan yazarının elimizdeki İlyada’dan mutlaka haberdar olduğunu- tartışan biri, bu meseleleri okuyucunun her an zihninde tutmalıdır. Eğer bu yapmazsa hiç de adilane davranmıyor demektir. Diğer yandan, İlyada ve Odise’sini yukarıda bahsedilen British Museum’daki kopyalardan işaretleyen ve her iki şiirde de aynı pasajların çokça bulunmasından dolayı sağduyunun yapacağı tek çıkarımı yapan biri, inanıyorum ki, burada ve Kıta’da bulunan, şu anda hatırı sayılır bir itibara sahip olan çok sayıda kitaba hak ettiği değeri vermekte zorlanmayacaktır. Ayrıca, bu belki bir avantaj da sağlayacaktır; Odise’deki pek çok muammanın, İlyada ile aşırı “doldurulması” sebebiyle olduğunu keşfedecektir. Ayrıca şiirin yazarının zihnindeki gelişimi anlaşıldığında diğer güçlükler de sona erecektir.

SAMUEL BUTLER
25 Temmuz 1900

ODİSE’DEKİ BAŞLICA KARAKTERLER, SOYLARI VE MEVKİLERİ

(İsimlerin, Romalıların kullandığı biçimleri, Yunanların kullandıklarından farklı olunca parantez içinde verilmiştir.)


Tanrı ve Tanrıçalar

ZEUS (Jüpiter, Jove), Kronos’un (Satürn) oğlu; Tanrıların kralı ve göklerin hâkimi.

POSEİDON (Neptün), Kronos’un oğlu; denizlerin kralı.

HADES, Kronos’un oğlu; ölüler ülkesinin kralı.

ATHENA (Minerva), Zeus’un kızı; yetenek ve aklın tanrıçası.

APOLLON, Zeus ve Leto’nun oğlu; ışığın okçu tanrısı.

ARTEMİS (Diana), Zeus ve Leto’nun kızı; ormanların avcı tanrıçası.

AFRODİT (Venüs), Zeus ve Dione’nın kızı; aşk tanrıçası.

ARES (Mars), Zeus’un oğlu; savaşın Tanrısı.

HEPHAİSTOS (Vulcan), Zeus ve Hera’nın oğlu; metal işleme ve el sanatının tanrısı.

HERMES (Merkür), Zeus’un oğlu; tanrıların habercisi.

PERSEPHONE (Proserpina) Demeter’in kızı; Hades’in karısı ve yeraltının kraliçesi.


Daha Az Önemli Tanrılar

PROTEUS, denizlerin ihtiyar adamı, Zeus tarafından azledilen tanrılardan biri.

EİDOTHEA, Proteus’un kızı; deniz perisi.

KALYPSO, Atlas’ın kızı; Ogygia’nın ada perisi.

AİOLOS, Hippotes’in oğlu, rüzgârların bekçisi.

KİRKE, Güneş’in kızı; vahşi tanrıça, büyücü.


Odysseus’un Ailesi ve Ev Halkı

ODYSSEUS (Ulysses), Laertes’in oğlu; İthaka’nın kralı.

LAERTES, Arkeisos’un oğlu; Odysseus’un yaşlı babası.

PENELOPE, İkarios’un kızı; Odysseus’un karısı.

TELEMAKHOS, Odysseus ve Penelope’nin oğlu.

MENTOR, Odysseus’un arkadaşı ve kâhyası.

PHEMİUS, Terpes’in oğlu; evin ozanı.

MEDON, haberci.

EUMAEUS, Ctesius’un oğlu; Odysseus’un domuzlarının çobanı.

MELANTHİUS, Dolios’un oğlu; keçilerin çobanı.

PHILOETİUS, sığırların çobanı.

DOLİUS, yaşlı bahçevan ve tarla işçisi.

EURYKLEİA, Ops’un kızı; Odysseus’un ve Telemakhos’un yaşlı bakıcısı.

EURYNOME, hizmetçilerin ve kâhyaların başı.

MELANTHO, Dolios’un kızı; Penelope’nin tercih ettiği hizmetçi.

EURYLOKHOS, Odysseus’un kızkardeşinin kocası; Odysseus’un yanında denizci.

ELPENOR, Odysseus’un yanındaki en genç denizci.


İthaka’nın Erkekleri ve Penelope’yle Evlenmek için Talipler

AEGYPTİUS, İthaka’da yaşlı bir bey.

HALİTHERSES, Mastor’un oğlu; kâhin ve peygamber.

NOEMON, Phronius’un oğlu; gemi sahibi.

PİRAEUS, Klytios’un oğlu; Telemakhos’un güvendiği arkadaşı.

EUPEİTHES, İthaka’da bir bey.

İRUS, şehrin dilencisi.

ANTİNOUS, Eupeithes’in oğlu; taliplerin önderi. EURYMAKHOS, Polybos’un oğlu.

LEİOCRİTUS, Euenorides’in oğlu.

AGELAOS, Damastor’un oğlu.

AMPHİMEDON, Melanos’un oğlu.

CTESİPPUS, Polytherses’in oğlu; Same’den talipli.

AMPHİNOMUS, Nisus’un oğlu; Dulikhion’dan talipli.

LEİODES, Oenops’un oğlu; taliplerin kâhini.


Ana Kara’ya Seyahatinde Telemakhos’un Karşılaştığı Kişiler

NESTOR, Neleus’un oğlu; Pilos’un yaşlı kralı; Truva’dan döndü.

PİSİSTRATUS, Nestor’un babası.

MENELAOS, Atreus’un oğlu; Sparta kralı; Truva’dan döndü.

HELEN, Zeus ve Leda’nın kızı; Menelaos’un karısı; Truva’dan geri getirildi.

THEOCYLMENUS, Polypheides’in oğlu; Argos’tan kaçmış kâhin; Telemakhos tarafından kabul edildi.


Phaiakialıların Topraklarında Yaşayanlar

ALKİNOOS, Nausithoos’un oğlu; Skherie’daki Phaiakialıların kralı.

ARETE, Rhexenor’un kızı; Alkinoos’un karısı ve Phaiakialıların kraliçesi.

LAODAMAS, Alkinoos ve Arete’nin en büyük oğlu.

NAUSİCAA, Alkinoos ve Arete’nin kızı.

DEMODOKOS, Alkinoos’un sarayındaki kör ozan.

EURYALOS, Naubolus’un oğlu; Phaiakialı soylu.


Canavarlar ve Diğer İnsan Olmayan Yaratıklar

POLYPHEMOS, Poseidon’un oğlu; dev Kiklops ve canavar.

ANTİPHATES, yamyam Laistrygonianların kralı.

İKİ SİREN, şarkı söyleyerek insanları kandıran kötü büyücüler.

SKYLLA, Kratais’in kızı; altı başlı canavar ve insan yiyen.

KHARYBDİS, tekneleri kötü sona çeken girdap.


Hades’in Evindeki Ölülerin Ruhları

TEİRESİAS, Tebai’nin kör kâhini.

ANTİCLEİA, Autolycus’un kızı; Laertes’in karısı ve Odysseus’un annesi.

TYRO, Salmoneus’un kızı; Peliaslı Poseidon’un ve Neleus’un annesi.

EPİCASTE, Jocaste olarak da çağrılır, Tebai’nin kralı Oedipus’un annesi ve karısı.

AGAMEMNON, Atreus’un oğlu; Truva’da Yunanların kralı.

AŞİL, Peleus’un oğlu; İlyada’nın kahramanı.

PATROKLOS, Menoitios’un oğlu; Aşil’in yoldaşı.

AİAS, Telamon’un oğlu; Truva’da büyük savaşçı.



HERAKLES’İN GÖLGESİ (Hercules), Zeus’un oğlu, insanoğlu için kahramanca çaba gösteren.

YENİ GELENLER, Elpenor ve taliplerin ruhları.


Olayların Geçtiği Yerler

İthaka Adası.

Nestor’un Pilos’taki evi.

Menelaos’un Sparta’daki sarayı.

Kalypso’nun batıdaki Ogygia Adası.

Skherie’daki nehir ağzı, Phaiakialıların toprakları ve Kral Alkinoos’un sarayı.

Çevirmenimiz Samuel Butler tarafından Latince’ye çevrilen tanrı ve tanrıçaların isimleri ile kahraman Odysseus’un ismi bu baskıda tekrar Yunancaya çevrilmiştir.

KİTAP I

Kuruldaki tanrılar Odysseus’un eve döndürülerek Penelope’nin taliplerinin öcünü almasının ve krallığını eski hâline getirmesinin zamanının geldiğine karar verirler. Hermes, tutsak Odysseus’u bırakmasını emretmek üzere Kalypso’nun adasına gönderilir. Athena, Mentes kılığında Telemakhos’a görünür, İthaka’daki adamları toplantıya çağırmasını, taliplerin davranışlarından yakınmasını, sonra da babasını aramak üzere Pilos ve Sparta’ya gitmesini öğütler.

Söyleyin bana, ey Müzler, çok uzaklara gitmiş o hünerli yiğit, ünlü şehir Truva’yı yağmalamıştı ya. Pek çok şehirler görmüştü ve pek çoğunun örfünü ve âdetini öğrenmişti. Hem de kendi hayatını kurtarmak ve adamlarını sağ salim eve getirmek isterken çok acılar çekmişti denizlerde. Ama ne yaptıysa adamlarını kurtaramadı, büsbütün kendi aptallıkları yüzünden yok oldular. Güneş tanrısı Hyperion’un sığırlarını yediler, tanrı da onların eve dönüş yollarını kapadı hepten. Sen de söyle bana bütün bunları ey Zeus’un kızı, her nereden olursa olsun duydunsa.

Savaşta ölümden veya gemi kazasından kurtulanlar artık evlerine döndüler sağ salim, Odysseus hariç; o, karısına ve ülkesine dönmek için özlem duysa da onu büyük bir mağarada saklayan ve onun için yanıp tutuşan Tanrıça Kalypso tarafından alıkondu. Ama yıllar yıllar geçti, tanrıların onun İthaka’ya dönmesi gerektiğine karar verdikleri zaman geldi; ancak buna rağmen, kendi halkı arasındayken bile, dertleri hâlâ bitmemişti. Yine de bütün tanrılar artık ona merhamet etmeye başladı, hâlâ durmadan ona zulmeden ve eve gitmesine izin vermeyen Poseidon hariç.

Şimdi Poseidon Etiyopyalılara gitti, dünyanın öbür ucunda yaşayan ve ikiye bölünmüş, biri batıya, diğeri doğuya bakmakta olan.11 Oraya koyun ve öküz kurbanlıkları kabul etmeye gitmişti ve şölende eğleniyordu. Ama diğer tanrılar Olympos’lu Zeus’un sarayında toplandılar, tanrılarla insanların babası ilk önce konuştu. O sırada Aigisthos’u düşünüyordu, Agamemnon’un oğlu Orestes tarafından öldürülmüştü.12 Diğer tanrılara şöyle seslendi:

“Bakın işte, insanlar kendi aptallıklarından başka hiçbir şey olmayan şeyler için tanrıları nasıl suçluyorlar! Aigisthos’a bakın, o Agamemnon’un karısıyla günahkârca beraber oldu ve sonra Agamemnon’u öldürdü, sonu olduğunu bile bile; zira ona Hermes’i gönderdim uyarmak için, her iki şeyi de yapmasın diye, öyle ki Orestes büyüyüp eve dönmek isteyince mutlaka öcünü alacaktı. Hermes bunu ona bütün iyi niyetiyle anlattı ama o dinlemedi ve şimdi bütün bedelini ödedi.”

Gök gözlü tanrıça Athena buna karşılık vererek şöyle dedi: “Baba, Kronosoğlu, kralların kralı, Aigisthos hak ettiği cezayı buldu ve onun yaptığını yapan herkes de böyle olacak. Ama Aigisthos ne burada ne orada, benim yüreğim Odysseus için acı çeker onun acılarını düşündükçe; yalnız, etrafı denizle çevrili adada, tüm arkadaşlarından uzaklarda, zavallı adam! Ağaçlarla kaplı bir ada bu, denizin tam ortasında ve burada bir tanrıça yaşıyor, bütün denizlerin derinliklerini bilen ve gökle yeryüzünü birbirinden ayıran koca sütunları taşıyan uğursuz Atlas’ın kızı. Atlas’ın bu kızı; zavallı, mutsuz Odysseus’u esir tutuyor ve tatlı sözlerle evini unutturmaya çalışıyor. Ancak hayattan yorulmuş Odysseus sadece kendi ocağının dumanını bir kere daha nasıl görebileceğini düşünüyor. Siz, efendim, bunu önemsemiyorsunuz lakin Odysseus Truva önlerindeyken, sizin gönlünüzü almadı mı pek çok kurban adayıp? O zaman neden ona hâlâ bu kadar kızgınsınız?”

Bulut devşiren Zeus da cevap verdi: “Kızım, neden bahsediyorsun sen? Nasıl unutabilirim Odysseus’u, ki yeryüzünde ondan daha yetenekli adam yok, gökte yaşayan ölümsüz tanrılara adak sunmakta daha cömerti de! Aklında olsun, Poseidon Odysseus’a hâlâ öfkeli, Kiklopların13 kralı Polyphemos’un gözünü kör etti diye. Polyphemos, deniz kralı Phorkys’in kızı, deniz perisi Thoosa’dan olan oğlu Poseidon’un ki Thoosa, Poseidon’la birleşmişti oyuk mağaralarda. Bu sebeple Odysseus’u peşinen öldürmese de evine gitmesine engel olarak işkence ediyor ona. Yine de kafa kafaya verip düşünelim, dönmesi için nasıl yardımcı olabiliriz diye. Böylece Poseidon sakinleşir, zira hepimiz aynı fikirde olunca bize karşı gelmesi zor olur.”

Athena şöyle dedi: “Baba, Kronosoğlu, kralların kralı, eğer artık tanrılar Odysseus’un eve dönebileceğini söylüyorlarsa ilk önce Hermes’i, karar verdiğimizi ve dönmesi gerektiğini Kalypso’ya söylemesi için Ogygia Adası’na göndermeliyiz. Bu sırada ben de İthaka’ya gideceğim, Odysseus’un oğlu Telemakhos’un oğluna cesaret vermeye. Onu yüreklendireceğim, Akhaları toplantıya çağırması ve annesi Penelope’nin çok sayıda koyun ve öküzlerinin kökünü kurutan talipleriyle çekinmeden konuşması için. Onu Sparta ve Pilos’a sevk edeceğim, sevgili babasının dönüşü hakkında bir şeyler öğrensin diye; zira bu, insanların onun hakkında iyi şeyler söylemesini sağlayacak.”

Böyle söyleyerek bağladı ışıl ışıl parlayan altın sandaletlerini, hiç bozulmazdı, yer veya deniz üstünde rüzgâr gibi uçabilirdi onunla. Tunç temrenli, heybetli mızrağını kavradı, oldukça ağır, iri ve sağlamdı, öfkelendi mi yiğitlerin sıralarını bununla kırıp geçirirdi. Olympos’un doruklarından fırladı aşağıya doğru, hemen İthaka’ya vardı; Odysseus’un evinin giriş kapısı eşiğinde, elinde tunç bir mızrak, bir ziyaretçi, Taphosluların önderi Mentes kılığına girdi. Burada kibirli talipleri, boğazlayıp yedikleri öküzlerin postları üzerinde otururken buldu, evin önünde dama oynuyorlardı. Erkek hizmetçiler ve uşaklar koşturuyordu çevrelerinde, bazıları karma kabında şarabı suyla karıyordu, bazıları yaş süngerlerle masaları temizleyip tekrar seriyordu ve bazısı da bol miktardaki eti parçalıyordu.

Telemakhos gördü onu herkesten evvel. Talipler arasında oturuyordu umutsuzca, cesur babasını ve onları evden nasıl kovalayacağını düşünüyordu; günler geçip de tekrar evine dönseydi ve saygı görseydi keşke. Böyle kara kara düşünüp aralarında otururken Athena’yı gördü ve dosdoğru avlu kapısına gitti, zira bir yabancının kabul edilmek için bekletilmesine kızmıştı. Sağ elini tuttu ve mızrağını vermesini söyledi. “Hoş geldin evimize.” dedi. “Önce yemek ye, sonra ne için geldiğini söylersin.”

Böyle deyip yol gösterdi ve Athena da ardından gitti. İçeri girdiklerinde elindeki mızrağı alıp güçlü bir taş direğe dayalı mızraklığa koydu, bedbaht babasının mızrakları arasına ve güzelce işlenmiş, süslü bir keten örtü serdiği bir koltuğa götürdü onu. Ayakları için bir iskemle vardı ve kendisi için de yanına bir sandalye çekti, taliplerden uzaktalardı, böylece konuk bunalmazdı yemek yerken çıkardıkları gürültülerden ve saygısızlıklarından hem de babası hakkında rahat rahat soru sorabilirdi.

Sonra bir hizmetçi kadın su getirdi güzel bir altın ibrikte ve ellerini yıkamaları için gümüş bir leğene döktü suyu, yanlarına da temiz bir masa çekti. Kâhya kadın ekmek getirdi onlara ve evdeki güzel yiyeceklerden koydu önlerine, bu sırada tabak tabak her çeşit etten getirdi, et sunan ve önlerine altın kupalar koydu.

Ardından talipler geldiler içeri ve tahtlarda, koltuklarda yerlerini aldılar. Derhâl erkek hizmetçiler ellerine su döktü, halayıklar ekmek sepetleriyle dolaştılar etraflarında, uşaklar karma kaplarını şarap ve suyla doldurdular ve hepsi önlerindeki güzel yiyeceklere uzattılar ellerini. Yeteri kadar yiyip içtikten sonra, müzik ve dans istediler ziyafete renk katacak. Bir uşak Phemios’a lir getirdi, onlara şarkı söylemesi için zorladılar onu. Phemios lirine dokunup şarkı söylemeye başladığı anda, Telemakhos Athena’yla sessizce konuşmaya başladı, diğerleri duymasın diye başını yaklaştırmıştı onunkine.

“Aziz misafirim!” dedi. “Dilerim söyleyeceklerime gücenmezsin. Bedelini ödemeyenlere şarkı söylemek kolay gelir ve bütün bunlar kemikleri el değmemiş bir yerde çürüyen veya dalgalar arasında un ufak olan birinin pahasına yapılıyor. Eğer bu adamlar babamın İthaka’ya döndüğünü görselerdi, daha uzun keseler yerine, daha uzun bacakları olsun diye dua ederlerdi, zira para işlerine yaramazdı. Ama ne yazık ki, kötü kadere kurban gitti o ve insanlar bazen söyleseler de döneceğini, artık kulak asmıyoruz bunlara, bir daha hiç göremeyeceğiz onu. Haydi şimdi söyle efendi, doğruyu söyle bana, kimsin ve nereden geliyorsun? Şehrini ve ananı babanı anlat, nasıl bir gemiyle geldin, seni nasıl getirdi tayfan İthaka’ya ve hangi millettendirler, zira buraya karadan gelemezsin. Bir de söyle doğruyu ki -zira bilmek isterim- bu eve yabancı mısın, yoksa babamın zamanında burada bulundun mu? Eski zamanlarda çok ziyaretçimiz vardı, zira babamın kendisi de çok ziyaret ederdi insanları.”

Athena da karşılık verdi: “Sana gerçeği tek tek anlatacağım. Adım Mentes, Ankhialos’un oğluyum ve Taphosluların kralıyım. Buraya gemim ve tayfamla geldim, yabancı dilde konuşan adamlara gidiyorum demir yüküyle Temesa’ya doğru ve bakır götüreceğim geriye. Gemime gelince; şehirden uzakta, açık alanda durur, ormanlık Neriton Dağı eteklerindeki Rheithros Limanı’nda. Bizden önce babalarımız dosttu, yaşlı Laertes de söyleyecektir sana eğer gidip sorarsan. Ancak diyorlar ki, artık hiç şehre gelmiyormuş ve kendi başına kırlarda yaşıyormuş, sıkıntı çekiyormuş, yaşlı bir kadın bakıyormuş ona ve akşam yemeğini hazır ediyormuş, bağında başıboş dolaşıp yorgun argın geri döndüğünde. Bana babanın tekrar evde olduğunu söylediler, o yüzden geldim buraya, ancak öyle görünüyor ki tanrılar hâlâ onu alıkoyuyorlar orada, zira o hâlâ ölmedi, ama ana karada değil. Muhtemelen okyanusta sular ortasında bir adada veya onu zorla tutan vahşi adamların yanında mahkûm. Ben kâhin değilim ve kehanetlerden de pek anlamam, ama gökten içime doğanları konuşuyorum ve onun daha fazla uzakta kalmayacağına eminim, zira demirden zincirlere vursalar da bir yolunu bulup tekrar eve dönecek kadar becerikli bir adamdır. Ama anlat bana ve doğruyu söyle, Odysseus’un gerçekten böyle yakışıklı bir oğlu mu varmış? Yüzün ve gözlerin aynı onun gibi harikulade, zira biz onunla yakın arkadaştık o Truva’ya doğru yola çıkmadan evvel, Argosluların en seçkinleri de gittiler oraya. O zamandan beri, ikimiz de birbirimizi görmedik.”

“Anam, Odysseus’un oğlu olduğumu söyler.” diye cevap verdi Telemakhos. “Ama bir çocuk kendi öz babasını gerçekten biliyorsa o çocuk bilge bir çocuktur. Keşke kendi mülkü içinde kocayıp giden birinin oğlu olsaydım, zira madem sordun söyleyeyim, gök kubbe altında babam olduğunu söyledikleri adamdan daha talihsiz biri yoktur.”

Athena da şöyle söyledi: “Soyunuzun tükenmesinden korkmaya gerek yok, Penelope’nin senin gibi üstün bir oğlu varken. Ancak anlat bana ve doğruyu söyle, bu ziyafet neden yapılıyor ve bu insanlar kim? Bütün bunların manası nedir? Bir ziyafet mi verdin, yoksa biri mi evleniyor, zira hiç kimse kendi erzağını getirmemiş gibi? Hele konuklar, ne kadar azgınca davranıyorlar, ne çok patırtı yapıyorlar evin içinde, yanlarına gelen saygıdeğer bir adamı iğrendirecek kadar.”

“Sorduğun soruya gelince…” dedi Telemakhos, “Babam burada olduğu sürece biz de iyiydik ev de ama tanrılar öfkeleri yüzünden başka türlü olmasını istediler ve şimdiye dek ölümlü bir adamın izini sakladıklarından daha çok sakladılar onun izini. Ölümüne bile daha çok katlanırdım, eğer Truva önlerinde adamlarıyla veya savaş bittiğinde dostları yanı başındayken ölseydi, zira o zaman Akhalar külleri üzerinde bir mezar yaparlardı ve bundan bana büyük bir şan kalırdı. Ama şimdi şiddetli kasırgalar onu alıp götürmüştür, nerede olduğunu bilmiyoruz. Ardında pek fazla iz bırakmadan gitti ve ben de hiçbir şey almadım miras olarak, yalnızca yeis. Babamın kaybına kederlenmekle de bitmedi hadise, tanrılar bu sefer de başka türlü acılar verdi bana, zira bütün adalarımızdaki -Dulikhion, Same ve ormanlık Zakynthos Adası- önderler ve de İthaka’nın önde gelen adamları evimi talan ediyorlar anama kur yapma bahanesiyle, ki o da ne evlenmeyeceğini açıkça söylüyor ne de bu yaşananlara bir son veriyor. Bu sebeple onlar da evimi mahvediyorlar; çok geçmeden bana da aynısını yapacaklar.”

“Öyle mi?” diye haykırdı Athena. “O zaman Odysseus’un evde olmasını nasıl da istiyorsundur. Ona tolgasını, kalkanını ve bir çift mızrak ver, bir dikilsin kendi eşiğine gelip yeniden, onu evimizde ilk tanıdığım gibi içen ve eğlenen adamsa çok geçmeden indiriversin yumruğunu bu aşağılık taliplere. O zamanlar Ephyre’den geliyordu, Mermerosoğlu İlos’tan okları için zehir istemeye gitmişti oraya. İlos daima var olan tanrılardan korktu ve vermedi ona; ama babam verdi, zira çok severdi onu. Eğer Odysseus o zamanlarda olduğu gibi bir adamsa bu talipler yaptıklarına tövbe ederlerdi ve acıklı bir düğün olurdu!

Ama vakit var daha! Tanrıların elinde, dönüp dönmeyeceğine ve evinin öcünü alıp almayacağına karar vermek. Ancak bu taliplerden bir an önce kurtulmanı salık veririm. Öğüdümü dinle, Akhalı yiğitleri yarın sabah toplantıya çağır, anlat tüm olanları ve Tanrı’yı şahidin göster. Taliplere çekip gitmelerini emret, herkes kendi evine gitsin ve anan tekrar evlenmeyi düşünüyorsa o zaman geri gitsin babasına ki o bulsun kocasını ve sevgili bir kız evladın beklediği çeyizleri düzsün. Sana gelince; hazırlayabileceğin en iyi gemileri hazırla bana kalırsa yirmi kişilik bir tayfayla beraber ve uzun zamandır kayıp olan babanı aramaya git. Belki biri bir şey söyler veya Tanrı’dan gelen bir mesaj seni yönlendirir, ki insanlar çoğu zaman böyle işitirler haberleri. Önce Pilos’a git ve Nestor’u ara, ardından Sparta’ya git ve Menelaos’u ziyaret et, zira Akhalar arasında en son eve dönen oydu. Eğer babanın sağ olduğunu ve eve dönüş yolunda olduğunu duyarsan bu taliplerin israflarına on iki ay daha dayan. Ama eğer öldüğünü duyarsan hemen eve dön, bütün ihtişamıyla cenaze merasimini yap, anısına bir mezar dik ve ananı tekrar evlendir. Bütün bunları yaptıktan sonra, iyice düşün taşın bu talipleri evinde nasıl öldüreceğini; adilce veya düzenle. Artık küçüğüm diye mazeret sunamayacak kadar yaş aldın, duymadın mı insanlar nasıl övgüler düzer Orestes’e, babasının katili Aigisthos’u öldürdü diye? Güzel, akıllı görünen bir delikanlısın, göster yiğitliğini o zaman ve destanlarda söylensin adın. Artık gemime ve adamlarımın yanına dönmeliyim, daha uzun bekletirsem eğer canları sıkılır. Sen düşün taşın bu durumu ve sana söylediklerimi hatırla.”

“Efendim!” diye cevap verdi Telemakhos. “Benimle böyle konuşman çok nazikçe, sanki oğlunmuşum gibi; bana dediğin her şeyi yapacağım. Biliyorum kendi yoluna gitmek istiyorsun ama biraz daha kal, yıkan ve tazelen. Bir armağan vereceğim sana, sonra güle güle git yoluna. Sana üstün güzellikte ve değerde bir armağan vereceğim, sadece iyi dostların birbirine verdiği bir hatıra…”

Athena cevap verdi: “Beni alıkoymaya çalışma, zira hemen yola koyulacağım. Bana vermeye hevesli olduğun armağanı da ben tekrar gelinceye kadar sakla, o zaman onu götüreceğim eve. Bana değerli bir armağan verirsin ve ben de karşılığında aynı değerde bir armağan veririm.”

Bu sözleri söyleyerek, havaya uçan bir kuş gibi gitti. Ama Telemakhos’un yüreğine cesaret vermişti ve hiç olmadığı kadar babasını düşünmesini sağlamıştı. Telemakhos kendindeki bu değişimi anladı, hayret etti ve yabancının bir tanrı olduğunu sezdi. Böylece taliplerin oturduğu yere gitti doğruca.

Phemios hâlâ türkü çığırıyordu ve dinleyiciler huşu içinde oturmuşlardı, hazin Truva dönüşünü ve Athena’nın Akhalar üzerine saldığı belaları anlatırken o. İkarios’un kızı Penelope yukarıdaki odasından duydu türküyü ve büyük merdivenlerden aşağı indi, yalnız değildi, iki hizmetçi kız da yanındaydı. Taliplerin yanına geldiğinde, kemerlerin14 çatısını destekleyen direklerden birinin yanında durdu, vakur hizmetçileri her iki yanındaydı. Bir yaşmakla örttü yüzünü ve acıyla gözyaşı döktü.

“Phemios!” diye inledi. “Sen nice yiğitliklerini bilirsin tanrıların ve kahramanların, ozanların sevinçle andığı. Taliplere bunlardan birini söyle ve bırak içsinler şaraplarını sessizce, ama bu hazin öyküyü bırak, zira benim dertli yüreğimi parça parça eder ve hiç durmadan yas tuttuğum, Hellas’ta ve Orta Argos’ta ünü yaygın kayıp kocamı hatırlatır.”

“Anacığım!” diye karşılık verdi Telemakhos. “Bırak söylesin ne isterse yüreği ozanın, ozanlar söyledikleri belaları yapmazlar, Zeus onları yapan, kendi keyfine göre insanoğluna mutluluk veya üzüntü gönderen, ozanlar değil. Bu adam Danaoların bedbaht dönüşünü anlatarak bir zarar vermek istemiyor, zira insanlar yeni türküleri içtenlikle beğenirler. Aklını başına al ve dayan, Truva’dan dönmeyen tek adam Odysseus değil, pek çoğu da onun gibi öldü. Git şimdi evin içine ve işine gücüne, tezgâhına, ipine bak ve hizmetçilerine buyur, zira konuşmak erkeklerin işi ve herkes içinde en başta benim; burada efendi benim zira.”

Penelope şaşkın bir şekilde eve geri döndü, oğlunun söyledikleri yüreğine işledi. Sonra hizmetçileriyle yukarıdaki odasına gidip sevgili kocasına ağladı, ta ki Athena göz kapaklarına tatlı bir uyku dökünceye dek. Ancak talipler üstü kapalı kemerler15 altında yaygara koparıyorlardı, her biri kocası olmak için dua etti.

Sonra Telemakhos konuştu. “Utanmazsınız!” diye bağırdı. “Terbiyesiz taliplersiniz, haydi şimdi zevkle şölen yapalım ve gürültü olmasın, zira Phemios kadar ilahi sesli bir adamı duymak nadir bir şeydir. Ama sabah herkes toplansın, size bildireceğim ki usulüne uygun olarak, gidin ve birbirinizin evinde ziyafet verin sırayla, kendi paranızla. Ama eğer tek bir kişinin sırtından geçinmekte ısrar ederseniz Tanrı yardımcım olsun, Zeus hesaplaşır sizinle ve babamın evinde ölüp gittiğinizde öcünüzü alacak tek bir adam kalmaz.”

Talipler onu duyunca dudaklarını ısırdılar ve konuşmasındaki gözü pekliğe şaşırdılar. Sonra, Eupeithesoğlu Antinoos şöyle dedi: “Tanrılar sana esip gürleme ve abartarak konuşma dersi vermiş anlaşılan, Zeus sana İthaka’da bir zamanlar babanın olduğu gibi önder olmayı hiç bahşetmesin.”

Telemakhos cevap verdi: “Antinoos, çıkışma bana, Tanrı isterse, olabilirsem ben de önder olacağım. Bu benim için düşünebildiğin en kötü kader mi? Kral olmak hiç de kötü bir şey değil, zira hem zenginlik hem de onur getirir. Yine de Odysseus öldüğüne göre, İthaka’da pek çok üstün adam var, genci, yaşlısı; bunlar arasından biri önder olabilir. Buna rağmen, kendi evimde benim önder ve Odysseus’un benim için kazandıklarını ben yöneteceğim.”

Ardından Polybosoğlu Eurymakhos cevap verdi: “Tanrı’ya kalmış karar vermek aramızdan kimin kral olacağına ama evinin ve mallarının efendisi sensin. İthaka’da sana zarar verecek veya zorla mallarını alacak kimse yoktur. Şimdi söyle dostum, şu yabancıyı bilmek istiyorum. Hangi ülkeden gelmiş? Hangi aileden ve evi nerede? Babanın dönüşü hakkında haberler mi getirmiş, yoksa kendi işi için mi gelmiş? Hâli vakti yerinde biri gibiydi ama o kadar aceleyle kalkıp gitti ki onu tanıyamadık bile.”

“Babam öldü gitti.” diye karşılık verdi Telemakhos. “Bana söylentiler ulaşsa da artık inanmıyorum bunlara. Anam bazen bir kâhin çağırıp sorar ama bu kehanetlere kulak asmıyorum. Yabancıya gelince; Ankhialosoğlu Mentes’tir o, Taphosluların önderi, babamın eski bir arkadaşı.”

Ama yüreğinde biliyordu ki o bir tanrıçaydı.

10
  Alman bilim adamı Wolf’a göre İlyada ve Odise’nin yazarı Homeros değildir, iki şiir ayrı zamanlarda yazılmış ve çok sonraları şimdi olduğu gibi birleştirilmiştir. (ç.n.)


[Закрыть]
11
  Belli ki yazara göre siyah ırk Afrika boyunca yayılıyor, yarısı batıda Atlantik’e, diğer yarısı ise doğuda Hint Okyanusu’na bakıyor. (ç.n.)


[Закрыть]
12
  Zeus burada Argos kralı ve Truva’da Yunanların önderi Agamemnon’un uğursuz eve dönüşünden ve Kraliçe Clytemnestra’nın âşığı olarak aldığı köle Aegisthus tarafından öldürülüşünden bahsetmektedir. Ardından Agamemnon’un ve Clytemnestra’nın oğulları Orestes, babasının ölümünün öcünü almak için hem annesini hem de Aegisthus’u öldürür. Bu tüyler ürpertici olay hakkında daha ayrıntılı bilgi için Kitap III, IV ve XI’e bakınız (ç.n.).


[Закрыть]
13
  Kiklop: Yunan mitolojisinde alınlarının ortasında tek gözleri bulunan devler. (ç.n.)


[Закрыть]
14
  Bu kemerler hakkında bilgi için Kitap XVIII’e bakınız. (ç.n.)


[Закрыть]
15
  Evin ön kısmını oluşturan tüm iç avlu üstü kapalı bir kemerle çevriliydi. Bu kapalı kısım “gölgelik” veya “gölge-veren” adıyla bilinirdi. Taliplerin masaları bu kısımda kurulmuştu. (ç.n.)


[Закрыть]
92,20 ₽
Жанры и теги
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
09 августа 2023
Объем:
16 стр. 27 иллюстраций
ISBN:
978-625-6865-64-8
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают