Читать книгу: «Akıl ve Tutku», страница 2
4
“Edward resim konusunda hiç zevkli değil.” dedi Marianne, “Pek yazık.”
“Resim konusunda zevksiz mi?” diye karşılık verdi Elinor, “Neden öyle düşünüyorsun? Kendisi resim yapamıyor olabilir ancak başkalarının eserlerinden büyük zevk alıyor, ayrıca hiçbir konuda kesinlikle zevksiz değil; sadece zevkini geliştirme fırsatı olmamış. Eğer şansı olsaydı, eminim ki gayet de güzel resimler yapardı. Kendi değerlendirmesine hiç güvenmediği için fikrini belirtmekten kaçınıyor fakat onu mükemmel bir biçimde yönlendiren, doğuştan gelen, yerinde ve sade bir zevki var.”
Marianne, onu gücendirmemek için daha fazla yorum yapmadı ama Elinor’un söylediği ve başkalarının eserlerinden aldığı o zevk, mest olmanın yakınından bile geçmiyordu ve Marianne’e göre ancak o duyguya zevk denilebilirdi. Ancak yine de bu yanlışa içten içe gülerek ablasının Edward’a körü körüne bağlılığını takdir etti; yanlışa bu eğilimi yol açmıştı.
“Umarım onun genel olarak zevksiz olduğu kanaatinde değilsindir.” diyerek devam etti, “Aslında bu kanaatte olmadığını söyleyebilirim çünkü ona çok içten davranıyorsun, eğer düşüncelerin o yönde olsaydı, ona asla bu kadar nazik davranmazdın.”
Marianne ne diyeceğini bilemedi. Kardeşinin kalbini kırmak istemiyordu ancak inanmadığı bir şeyi asla söyleyemezdi. Sonunda dayanamayıp “Eğer onun meziyetlerini senin kadar yüceltmiyorsam alınma Elinor. Zihninden geçenleri, beğenilerini ve zevklerini senin kadar tanıma fırsatım olmadı ama onun iyi yürekliliğinden ve sağduyusundan adım gibi eminim. Çok sıcakkanlı ve saygın biri.” dedi.
“Eminim ki en yakınları bu övgülere katılacaklardır. Kendini daha samimi nasıl ifade edebilirdin bilemiyorum.” dedi Elinor gülümseyerek.
Marianne kardeşini bu kadar kolay memnun edebildiğine sevindi.
“İyi yürekli ve sağduyulu.” diyerek devam etti Elinor, “Onunla samimiyet kurmaya başlayacak kadar zaman geçirdikten sonra bundan şüphe edebilecek kimseyi düşünemiyorum. Anlayışı ve ilkelerindeki mükemmellik, sadece onu sıklıkla sessiz kalmaya iten çekingenliğiyle gizlenebilir. Onu çok kıymetli olduğunu görebilecek kadar iyi tanıyorsun. Ne var ki garip durumlar yüzünden bazı inceliklerine benden daha yabancı kaldın. Sen annemin şefkatine dalmışken Edward ve ben bolca vakit geçirdik. Onu epeyce tanıdım, hislerini öğrenmeye çalıştım; edebî konulardaki fikirlerini ve zevk konusundaki görüşlerini dinledim. Genelde çok bilgili ve harikulade bir edebiyat anlayışı, eğlenceli bir hayal gücü, yerinde ve doğru gözlemlerinin yanında, zarif ve saf bir zevki olduğunu söyleme cüretini kendimde buluyorum. Tanıdıkça adabı ve kişiliği gibi, meziyetlerinin de her alanda geliştiğini görebilirsin. İlk anda çarpıcı bir görüntüsü yok fakat bakışlarının güzelliğini ve çehresindeki sevimliliği görebilirsin. Artık onu iyi tanıyorum ve neredeyse çok yakışıklı olduğunu düşünüyorum. Sen ne dersin Marianne?”
“Şimdi olmasa bile, pek yakında ben de onun yakışıklı olduğunu düşüneceğim Elinor. Onu eniştem olarak sevmemi söylediğinde tıpkı şu an yüreğinde kusur görmediğim gibi, yüzünde de görmeyeceğim.”
Bu cevabın verilmesine Elinor sebep olmuştu. Edward’dan bahsederken içine sürüklendiği sıcak duyguları açık ettiği için pişman oldu. Edward’ı zihninde çok yücelttiğini hissetti. Bunun karşılıklı olduğuna inanıyordu ancak Marianne’i bu konuda ikna edebilmek için net konuşmalıydı. Marianne ve annesi bir an varsayımda bulunurlar, sonraki an buna kendileri inanırlardı. Onlar için dilemek, ümit etmek; ümit etmek de beklemek demekti. Kendi durumunu kardeşine açıkça anlatmalıydı.
“İnkâr etmeyeceğim…” dedi Elinor, “Onu gözümde yüceltiyorum, onu önemsiyorum, ondan hoşlanıyorum.”
Marianne öfkeyle atıldı:
“Önemsemek! Hoşlanmak! Duygusuz Elinor! Hatta soğuk nevale Elinor! Başka türlü görünmeye utanıyorsun! O kelimeleri bir kez daha kullan da ben de şu odayı terk edip gideyim!”
Elinor gülmekten kendini alamadı. “Kusura bakma, duygularımdan bu şekilde bahsederek seni gücendirmek istememiştim. Söylediğimden daha güçlü şeyler hissettiğime inan, yani meziyetlerinin ve bana ilgi duyuyor olması ihtimalinin, sağduyu veya akıl dışına çıkmadan uyandırabileceği kadar olduğuna inan. Ama bundan ötesine inanma. Henüz ilgisini ilan etmiş değil. Benden hoşlandığına kesinlikle eminim. Ama zaman zaman şüphe duyuyorum; hislerini tamamen açana kadar, daha fazlası varmış gibi kendi eğilimime cesaret vermekten kaçınmama hayret etme. Kalben, tercihinden neredeyse hiç şüphem yok. Fakat hislerinin yanı sıra göz önünde bulundurulması gereken başka hususlar da var. Özgür değil. Annesinin nasıl biri olduğunu bilemeyiz ancak Fanny’nin zaman zaman anlattıklarına bakılırsa pek cana yakın bir kadın sayılmaz. Eğer Edward zengin veya üst sınıftan olmayan bir kadınla evlenmek isterse karşılaşacağı zorlukların farkında değilse çok yanılıyorumdur.”
Marianne annesiyle tahminlerinin gerçeğe bu denli yakın olmasına şaşırdı.
“Sen daha onunla nişanlanmadın.” dedi. “Ama yakında nişanlanacaksınız. Gecikmesi iki yönden iyi olur. Hem senden bu kadar çabuk ayrılmam hem de Edward gelecekte saadetinizin olmazsa olmazı, senin en sevdiğin uğraşınla ilgili doğal zevkini daha da geliştirmeye fırsat bulmuş olur. Ah, senin yeteneğine özenerek o da resim yapmayı öğrense ne kadar da harika olurdu!”
Elinor gerçek düşüncelerini açmıştı kardeşine. Edward’la ilişkisi konusunda Marianne gibi her şeyin yolunda gittiğini düşünmüyordu. Bazı zamanlar Edward’da öyle bir heyecansızlık görülüyordu ki bu kayıtsızlıktan değilse bile neredeyse onun kadar rahatsız edici bir şeyden kaynaklanıyordu. İçinde bulundukları duruma bakınca Elinor’un hislerinden şüphe duysa dahi bunun onda rahatsızlıktan başka bir şey yaratması beklenemezdi aslında. Yani moral bozukluğunun sebebi, yalnızca bu şüphe olamazdı. Belki de bunun sebebi duygularına göre hareket etmesinin önünde bir engel olan bağımlılıktı. Annesinin kendi geleceğiyle ilgili yaptığı planlara tamamıyla uymadığı takdirde ona evinde rahat vermeyeceğinin de kendine ait bir evi olabileceği güvenini vermeyeceğinin de farkındaydı. Bu yüzden bir türlü kendini rahat hissedemiyordu. Annesi ve kız kardeşi buna kesin gözüyle baksa da Elinor, Edward’ın kendisine duyduğu ilginin nasıl bir hâl alacağını bilemiyordu. Üstelik beraber zaman geçirdikçe onun ilgisinden daha çok şüphe duymaya başladı. Hatta birkaç dakikalığına da olsa bunun arkadaşlıktan öte olmadığına inandığı oluyordu.
Yine de gerçekte sınırları ne olursa olsun bu durum, Fanny tarafından fark edildiğinde onu huzursuz etmeye hatta -aslına bakılırsa-sinirlendirmeye yetiyordu; ilk fırsatta kardeşinin büyük beklentilerini, Bayan Ferrars’ın iki oğluna da iyi evlilikler yaptırma kararlılığını ve oğullarını baştan çıkaracak bir genç kızı bekleyen tehlikeleri bire bin katarak kayınvalidesini öyle kötülüyordu ki Bayan Dashwood ne bilmiyormuş gibi yapabiliyor ne de sakinliğini koruyabiliyordu. Hissettiği küçümsemeyi belli eden bir cevap veriyor, sevgili Elinor’unun daha fazla böyle imalara maruz kalmasına mahal bırakmamak için hemen odayı terk ediyordu.
Bu düşünceler içindeyken bir mektup geldi; zamanlaması harika olan bir teklif sunuluyordu: Çok uygun ödeme şartlarıyla, küçük bir ev teklifiydi; Devonshire’da saygıdeğer, mülk sahibi bir beyefendi olan akrabalarına aitti. Mektubu bizzat beyefendinin kendisi göndermişti ve gerçek bir dostane tavır ve yardımseverlik ruhu içinde yazılmıştı. Beyefendi, onun bir eve ihtiyacı olduğunu haber almıştı ve -küçük bir kır evi olsa da- teklif ettiği evin, eğer kendisi de münasip görürse gereken her türlü düzenlemesinin yapılacağına dair onu temin ediyordu; o çevreyi beğensin yeterdi. Ev ve bahçeyle ilgili ayrıntılardan söz etmiş ve kızlarıyla birlikte Bayan Dashwood’u kendi yaşadığı bölgeye, Barton Park’a çağırmıştı; aynı bölgede bulunan Barton Kır Evi’nin birtakım değişikliklerle onun rahatını sağlayacak bir hâle getirilip getirilemeyeceğine ondan sonra karar verebilirdi. Bayan Dashwood ve kızlarını misafir etmek konusunda oldukça hevesli olduğu anlaşılıyordu. Mektup çok dostane bir dille yazılmıştı; özellikle de Bayan Dashwood ve kızlarının soğuk ve zalim bir muameleyle burun buruna olduğu bu dönemde, kuzenini rahat ettirme hususuna pek önem verdiği anlaşılabiliyordu. Bayan Dashwood’un uzun uzun kafa yormasına gerek yoktu. Okur okumaz kararını vermişti. Sussex’ten Devonshire kadar uzak bir vilayette olan Barton’ın konumu, daha birkaç saat öncesine kadar oraya dair düşünebileceği tüm üstünlükleri yok hükmüne indirmeye yetecek bir itiraz sebebiyken şimdi oranın en önemli özelliği oluyordu.
Norland’dan ayrılmak artık korkulu rüyası olmaktan çıkmış, arzuladığı bir şey hâline gelmişti; gelininin misafiri olarak yaşadığı ızdıraplarla kıyaslandığında Norland’dan taşınmak onun için bir lütuftu; bu çok sevdiği yerden ebediyen ayrılmak, gelini buranın hanımlığını yapmaya devam ettiği sürece, orada ikamet etmekten veya misafir olarak bulunmaktan daha az ızdırap verici olacaktı. Geciktirmeden Sör John Middleton’a nazik davranışı için teşekkür etmekle birlikte kabul ettiğini belirten bir mektup yazdı ancak göndermeden önce kızlarının da onayını almak için iki mektubu da onlara gösterdi.
Elinor hep Norland’dan daha uzak bir yerde yaşamanın, şimdiki muhitlerinde yaşamaktan daha uygun olduğunu düşünmüştü. Bu nedenle, annesinin Devonshire’a taşınma niyetini duyunca karşı çıkmadı. Sör John’un bahsettiği evin sade ve kirasının makul olması zaten ona karşı çıkacak bir nokta bırakmıyordu; dolayısıyla Norland’dan taşınmayı hiç istemese de annesinin olumlu cevap göndermesine engel olmak için hiçbir şey yapmadı.
5
Bayan Dashwood mektubu gönderir göndermez üvey oğlu ve gelinine, bir ev bulduklarını ve her şey hazırlandıktan sonra kendilerine daha fazla zahmet vermeyeceklerini bildirdi zevkle. Haberi şaşkınlıkla karşıladılar. Gelininin ağzını bıçak açmadı, üvey oğlu ise kibarca Norland’dan fazla uzağa gitmeyeceklerini umduğunu söyledi. Bayan Dashwood ise Devonshire’a taşınacaklarını söylemekten büyük haz duydu. Edward, bunu duyar duymaz Bayan Dashwood’a dönerek şaşkınlık ve endişe dolu bir sesle “Devonshire mı? Siz, gerçekten de oraya mı gidiyorsunuz? Buradan o kadar uzağa! Neresine gidiyorsunuz peki?” dedi. Bayan Dashwood durumu açıkladı ve evin Exeter’in kuzeyindeki altı kilometrelik alanda olduğunu söyledi. “Pek büyük değil. Bir kır evi.” diye devam etti, “Ancak birçok dostum orada olacak. Kolayca bir veya iki oda eklenebilir. Eğer dostlarımın beni görmek için oraya gelmeleri zor olmazsa benim onları ağırlamam da hiç zor olmayacaktır.”
Sözlerini oldukça nezaket göstererek Bay ve Bayan Dashwood’u Barton’a davet ederek bitirdi. Edward’ı daha samimi bir tavırla davet etmişti. Gelini ile son konuşmasından sonra, Norland’da zaruri olandan daha fazla kalamayacağına karar verse de bu konuşmanın kafasına koyduğu şeye bir etkisi olmamıştı. Elinor’la Edward’ı ayırmak, önceden olduğu gibi, istediği son şeydi ve kardeşine yaptığı bu açık davetle gelinine, bu yakınlaşmayı onaylamamasını hiç önemsemediğini göstermek istiyordu.
Bay John Dashwood defalarca annesine, bu denli uzağa taşındığı ve mobilyaların Norland’dan taşınmasına yardım edemeyeceği için çok üzgün olduğunu söyledi. Babasına verdiği sözün gereğine uygun davranması böylece imkânsız hâle geleceği için bu durum gerçekten de vicdanını rahatsız ediyordu. Mobilyalar deniz yoluyla gönderildi. Örtüler, porselen setleri, gümüş sofra takımları, kitaplar ve Marianne’in piyanosu da vardı. Eşyalar taşınırken John Dashwood’un karısı, paketlerin yola çıkışını içi sızlayarak izledi; kendi gelirlerinin yanında kayınvalidesinin gelirinin lafı bile edilmezdi ama onun o güzel mobilyalara sahip olmasına üzülmekten kendini alamıyordu.
Bayan Dashwood evi bir yıllığına kiraladı. Ev, bakımlıydı ve hemen yerleşebilirlerdi. Anlaşma iki taraf için de sorunsuz oldu. Bayan Dashwood, yeni evini kurmak için batıya doğru yola çıkmadan evvel yalnızca Norland’da yarattığı etkiyi görmek ve yeni evinde kullanacağı eşyaların boşaltılmasını beklemek için kalmıştı; bu da kendini ilgilendiren şeyleri yaparken oldukça hızlı olduğundan çarçabuk olup bitti. Kocasının ona bıraktığı atlar, ölümünden hemen sonra satılmıştı; büyük kızının ısrarlı tavsiyesi üzerine arabayı satmayı da kabul etti. Ona kalsa çocuklarının rahatı için arabayı elden çıkarmazdı ama Elinor’un kararlılığı galip geldi. Yine onun sağduyusu sayesinde hizmetkârların sayısı üçle sınırlandırıldı; Norland’da kaldıkları süre boyunca onların düzenini sağlayanlar arasından derhâl seçilen iki hizmetçi ve bir kâhya…
Kâhya ve bir hizmetçi vakit geçirmeden evi hanımlarının gelişine hazırlamak için Devonshire’a gönderildi; Bayan Dashwood henüz Leydi Middleton’ı hiç tanımadığı için Barton Park’a misafir olmaktansa doğrudan kır evine yerleşmeyi tercih etti. Sör John’un tarifine çok güveniyordu; eve yerleşmeden önce incelemek için hiçbir merak duymamıştı. Norland’dan ayrılma arzusu, gelinin bu gidişinden duyduğu açık memnuniyeti sayesinde hiç azalmadı; biraz daha geç gitmesini tavsiye eden soğuk bir teklif altında saklanılmaya çalışılan bir memnuniyet… Üvey oğlunun ölüm döşeğindeki kocasına verdiği söz yerine getirilebilirdi artık. Bunu konağa ilk geldiğinde göz ardı ettiğinden evden ayrılmaları ile verilen sözün tutulması için en münasip zaman gelmiş sayılırdı. Fakat Bayan Dashwood yavaş yavaş umudunu yitirmeye ve konuşmalarının genel havasından, üvey oğlundan gelecek tüm yardımın onların Norland’da kaldığı altı aylık süreyle sınırlı olduğunu anlamaya başladı. John sık sık evin artan masraflarından ve kesesi üzerindeki bitmez tükenmez taleplerden öyle sık dem vuruyordu ki bırakın para vermeyi, kendisinin paraya ihtiyacı var gibi görünüyordu.
Sör John Middleton’ın ilk mektubu Norland’a ulaştığı günün birkaç hafta sonrasında, yeni evleri, Bayan Dashwood ve kızlarının yolculuğa çıkmaları için hazır edildi.
Çok sevdikleri bu yere son kez veda ederken gözyaşları sel oldu. Oradaki hayatlarının son akşamında evin önünde tek başına dolanırken “Canım, canım Norland!” diyordu Marianne. “Sana özlemim ne zaman son bulacak! Başka bir yeri evim olarak benimsemek… Ah, mesut evim, şimdi sana buradan bakmak bana ne kadar da acı veriyor, tahmin edebilir misin? Bir daha bakamayacağım bu noktadan… Ve siz! Tanıdık ağaçlar! Siz gene aynı düzene devam edeceksiniz. Biz yokuz diye tek bir yaprak düşmeyecek, dallar sallanmayacak değil ya artık size bakmayacağımız için. Hayır, siz yine devam edeceksiniz bu hayata. Tüm haz ve özlemden bihaber, gölgenizde yürüyenlerin kim olduğuna aldırmadan!.. Fakat kim sizin tadınızı çıkarmaya devam edecek?”
6
Yolculuklarının ilk bölümü tatsız ve usandırıcı olmaktan ziyade kederli bir hâl içinde geçti. Ama yolculuk sona ererken bundan sonra yaşayacakları çevrenin manzarasına odaklanmaları kederlerini alıp götürdü ve Barton Vadisi’ne girdiklerinde gördükleri manzara karşısında neşelendiler. Şirin, verimli, ağaçlar ve çayırlarla kaplı, hoş bir araziydi. Evlerine, kıvrılarak giden bir milden uzun bir yolun sonunda vardılar. Ön tarafta yalnızca küçük, yeşil bir alan vardı; sade, küçük bir kapıdan geçerek avluya girdiler.
Barton Kır Evi, ev olarak bakıldığında küçük ama rahat ve derli topluydu. Kır evi olarak bakıldığında ise eksikleri vardı; bina sıradan, çatı kiremitli, pencere kapakları yeşile boyanmamış, duvarlar hanımeliyle sarmalanmamıştı. Evden bahçenin arka tarafına kadar dar bir koridor uzanıyordu. Girişin iki yanında altışar metrekarelik birer oturma odası, onların arkasında çalışma odaları ve merdivenler vardı. Bundan başka dört yatak odası ve tavan arasında iki oda vardı. İnşa edileli çok olmamıştı, iyi durumdaydı. Fakat Norland’a kıyasla, gerçekten yetersiz ve küçüktü. Eve girer girmez hatıralarıyla gözyaşlarına boğulmalarına rağmen, çok sürmeden gözyaşları kurudu. Gelişlerine sevinmiş gibi olan hizmetkârları onları neşelendirdi ve herkes diğerinin hatırı için mutlu gözükmeye çalıştı. Eylül ayının başındaydılar, hava güzeldi, evi ilk kez gördüklerinde havanın bu kadar güzel olması, daha da memnun olmalarını sağladı.
Evin durumu iyiydi. Hemen arkasında yüksek tepeler vardı. Diğer yanlardan kimi boş kimi ekilmiş kimi ağaçlarla kaplı düzlüklerle çevrelenmişti. Barton köyü bu tepelerden birine kurulmuştu ve kır evinden bakıldığında çok hoş bir manzara oluşturuyordu. Ön tarafta daha geniş bir manzara vardı. Tüm vadi ve kasaba görünüyordu. Kır evini çevreleyen tepeler vadiyi o yönde sonlandırıyorlardı. Vadi bir başka isim altında, başka yönde, yine en dik iki tepenin arasından yoluna devam ediyordu.
Bayan Dashwood evin genişliğinden ve eşyalardan oldukça memnun kalmıştı. Eski yaşam tarzı yüzünden birçok açıdan yenisini yetersiz bulduğu anlar olsa da kendi yaptığı eklemeler ve gelişmelerle mutlu oluyordu; o ana dek evin seçkin hâle gelmesi için yaptıklarına parası yetmişti. “Ev tabii ki ailemiz için çok küçük. Fakat şimdilik mümkün olduğunca rahat bir ev olması için çabalamalıyız, tadilat için yılın bu zamanı çok geç. Belki bahara kadar çok paramız olursa -ki olacağını tahmin ediyorum- inşaata da bir el atabiliriz. Sık sık dostlarımızı burada toplamak istiyorum fakat bu salonlar partiler için oldukça küçük. Belki koridorun bir kısmını diğeriyle birleştirerek birbirine bağlayabilirim. Böylece diğer tarafta giriş için daha geniş bir yer olur. Kolayca bir resim odası, yatak odası ve üst tarafa da tavan arası odası eklenebilir ve böylece rahat ve küçük bir kır evimiz olabilir. Keşke merdivenler güzel olsaydı. Ama istediğim her şeyi elde edemem ya! Gerçi onları genişletmek çok da zor olmasa gerek. Baharda elimizde ne kadar olduğuna bakıp ona göre planlamalarımızı yaparız.”
Tabii bu değişiklikler hayatında hiç birikim yapmak zorunda kalmamış bir kadının yıllık beş yüz pound’luk gelirinden arttıracaklarına bağlıydı; o yüzden, evi olduğu gibi kabullenmeyi bilecek kadar akıllılardı; her biri kendi özel zevkine göre düzenleme yapıyor, kitaplarını ve diğer eşyalarını etraflarına yerleştirerek kendilerine bir yuva yaratmaya çalışıyordu. Marianne’in piyanosu açılmış ve düzgünce yerleştirilmişti. Elinor’un resimleri ise oturma odasının duvarlarında yerlerini almıştı bile.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra uğraşlarından kafalarını kaldırmak durumunda kaldılar; ev sahipleri Barton’a hoş geldiniz demek ve kendi evlerinden ve bahçelerinden, onlarda olmayan şeyleri sunmak için gelmişlerdi. Sör John Middleton kırk yaşlarında, hoş görünümlü bir adamdı. Daha önce Stanhill’e gelmişti ancak kuzenlerinin onu hatırlayamayacağı kadar uzun bir zaman önceydi bu. Yüzünde cana yakın bir ifade vardı ve tıpkı mektubunda olduğu gibi oldukça dostane davranıyordu. Geldiklerine oldukça memnun olmuş gibiydi; onları rahat ettirmek de kendisi için çok önemliydi. Ailesiyle kaynaşmalarını çok arzuladığından sıkça bahsetti ve eve iyice yerleşene dek akşam yemeklerini Barton Park’ta yemeleri için içtenlikle ısrar etti ki üstelemeleri nezaket sınırlarını aşsa da onu gücendirmek istemediler. Kibarlığı kelimelerle sınırlı değildi; onlardan ayrıldıktan bir saat sonra bahçeden toplanmış sebze meyveyle dolu bir sepet geldi, gün içinde bu sepeti av eti hediyesi takip etti. Dahası, mektuplarını onlar için postaya getirip götürme konusunda da ısrarcı oldu; tabii her gün gazetelerini gönderme zevkine de nail olacaktı.
Leydi Middleton kocası aracılığıyla nazik bir mesaj yolladı; Bayan Dashwood’u arzu ettiği zaman ziyaret etme isteğini belirtiyordu; bu mesaja cevap olarak Bayan Dashwood da aynı nezaketle onu davet ettiğinden leydi hazretleri ertesi gün onlara takdim edildi.
Barton’daki mutlulukları hususunda çok önemli bir payı olan biriyle tanışacakları için elbette heyecanlıydılar. Leydi Middleton’ın zarafeti tam arzu ettikleri gibiydi. En fazla yirmi beş yirmi altı yaşlarındaydı, yüzü güzeldi, uzun ve çarpıcı bir fiziği vardı, hitap tarzı asildi. Fakat kocasının içtenliğinden ve samimiyetinden biraz nasiplense kocasında eksik olan o zarafeti daha da artardı, ilk hayranlığın etkisinin geçip kusurlarının fark edilebileceği kadar uzun sürmüştü ziyareti; mükemmel yetiştirilmiş olsa da soğuk, çekingen ve en yüzeysel tabirlerin dışında kendine ait söyleyecek sözü olmayan bir kadındı.
Yine de sohbetlerinde bir an olsun sessizlik olmadı çünkü Sör John oldukça konuşkandı ve Leydi Middleton da akıllıca davranıp altı yaşlarındaki sevimli büyük oğlunu beraberinde getirmişti; oğlan sayesinde, zorda kaldıklarında bahsedilecek bir konu oldu; çocuğun adı ve yaşı soruldu, güzelliğine hayran kalındı, sorulara onun yerine annesi cevap verdi; bu esnada çocuk annesine yaslanıp utangaçlık ediyor, evde yaramazlık ederken şimdi bu kadar utangaç olmasına anlam veremeyen leydi hazretlerini hayrette bırakıyordu. Her resmî ziyarette sohbet konusunu güvence altına almak için, mutlaka bir çocuk bulundurulmalıydı. Bu görüşmede de çocuğun en çok annesini mi yoksa babasını mı sevdiğini, neresinin hangisine benzediğini ortaya koyarken en azından on dakika geçti çünkü herkes ayrı bir fikir belirtiyor ve birbirlerinin fikirlerine şaşırıyorlardı.
Çok geçmeden Dashwood ailesi diğer çocuklardan bahsetmek için bir fırsat bulmuştu çünkü Sör John ertesi gün Park’a yemeğe gelme sözü almadan evden ayrılmayacağını söylüyordu.