promo_banner

Реклама

Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Gümüş Patenler», страница 4

Шрифт:

VIII
JACOB POOT VE KUZENİ İLE TANIŞIN

Hans ve Gretel, Aziz Nicholas arifesinde şen bir gün geçiriyorlardı. Lacivert gökyüzünde parlak bir ay asılıydı. Kocasının sıhhat bulacağından hiçbir umudu kalmadığına kendisini ikna etse de Madam Brinker, meesterın onları ziyaret edeceği haberinden pek mesut olmuş, yatmadan önce bir saatçik olsun paten kaymalarına izin versin diye yalvaran çocuklarına ses etmemişti.

Hans yeni patenleriyle mest olmuştu, ne kadar da “işe yaradıklarını” Gretel’e göstermek için buz üstünde o denli maharetli hareketler sergiledi ki küçük kızın safi hayranlıkla iki elinin parmaklarını birbirine kenetlemesine sebebiyet verdi. Yalnız değillerdi, ancak kanal boyunca toplanmış kalabalık gruplar onlara hiç de aldırış etmiyormuş gibi görünüyordu.

Van Holp kardeşler ile Carl Schummel de oradaydı ve çevikliklerini son haddine kadar deniyorlardı sanki. Dört denemenin üçünde Peter van Holp galip gelmişti. Asla cana yakın olmamış Carl ise alaycılıktan başka bir hususta kabiliyetli değildi. Gerçekten de onlardan biriymiş gibi hissetmeden, uysal uysal yanlarında gezinen, yaşıtlarından hep daha ufak kalmış genç Schimmelpenninck’e sataşarak başarısızlıklarının hıncını alıyordu. Ancak yeni bir meşgale Carl’ın aklını çelmişti, daha doğrusu o bu meşgaleyi seçip kendine görev addetmişti. Bu görevinin bir gereğini gerçekleştirmek maksadıyla arkadaşlarına döndü alaycılıkla.

“Ben derim ki, beyler, şu delinin barakasında yaşayan çapulcuların müsabakaya katılmasına engel olalım. Hilda aklını peynir ekmekle yemiş herhâlde. Katrinka Flack ile Rychie Korbes da o kızla yarışma fikrine ifrit oluyorlar; bana kalırsa hakları da var. Hem oğlana gelince, eğer içimizde bir damla erkeklik onuru varsa hor görmeli bu fikri.”

“Elbette, hor görmeli!” diye araya girdi Peter van Holp, Carl’ın demek istediklerini bilinçli olarak çarpıtarak, “Endişeye mahal yok! İçinde bir damla erkeklik onuru olan hiç kimse, sırf yoksullar diye iki kabiliyetli patencinin müsabakaya girmesine engel olmaz!”

Carl hışımla döndü ona:

“Bir dur bakalım, beyefendi! İnsanın ağzına lafı tıkmasan senin için çok daha hayırlı olur. Aklın varsa bir daha deneme.”

“Ha! Ha!” diye kahkahaya boğuldu ufak tefek olan Voostenwalbert Schimmelpenninck, kavga çıkabileceği ihtimalinden zevk alarak. Eğer iş yumruklaşmaya varırsa tarafını tuttuğu Peter’ın, hemen galeyana gelen Carl gibi on adamı daha yere sereceğine kesin gözüyle bakıyordu.

Peter’ın gözlerindeki bakış Carl’ı vazgeçtirip gücünü yetirebildiğine yöneltti onu. Hışımla Voost’a döndü.

“Neye kıkırdıyorsun sen, seni küçük sıçan! Seni gidi sıska ringa seni, adı boyundan uzun maymun seni!”

Bu cesur iğnelemelere yakınlarında bulunanlardan ve geçip giden patencilerden alkışlar yükseldi. Düşmanlarının hakkından geldiği hissine kapılan Carl kısmen zekice alaylarıyla itibarını kurtarmış gibiydi. Ancak yine de açıkgözlü davranarak Hans ve Gretel’e sataşmayı Peter’ın yakınlarda olmadığı bir zamana ertelemeye hükmetti.

Tam o sırada arkadaşları Jacob Poot’un yaklaştığını gördüler. Başta o olup olmadığını pek ayırt edemediler, ancak mahallenin en iri kıyım oğlanı o olduğundan başkasıyla karıştırılması da pek mümkün değildi.

“İşte! Şişko da geliyor!” diye sesini yükseltti Carl. “Yanında da biri var galiba, sıska biri, yabancı.”

“Ha! Ha! İyisinden pastırma gibi.” diye kahkahayı patlattı Ludwig. “Bir şerit et, yanında da bir şerit yağ.”

“Jacob’ın İngiliz kuzeni o.” diye son noktayı koydu Voost, doğru bilgiyi veren kişi olmaktan kıvanç duymuştu. “Yanındaki çocuk İngiliz kuzeni, hem çok da komik bir adı var, Ben Dobbs diye. Büyük müsabakanın ertesine kadar onlarla kalacakmış.”

Bu zamana kadar çocuklar sessiz sedasız muhabbetle, yeteneklerini sergileyerek patenlerinin üzerinde süzülüyor, dönüyor, yuvarlanıyor, başka başka figürler sergiliyorlardı, ancak şimdi oldukları yere çivilenmiş, Jacob Poot ve kuzeni onlara yaklaşırken dondurucu soğuğa karşı kendilerini korumaya çalışıyorlardı.

“Arkadaşlar, bu benim kuzenim.” dedi Jacob, cümlenin ortasında nefesi kesilmiş gibiydi. “Benjamin Dobbs. Kendisi bir John Bull21 ve müsabakaya o da katılacak.”

Tamamı oğlanlardan oluşan bir grup, yeni gelenlerin etrafını sardı. Çok zaman geçmemişti ki Benjamin tuhaf dillerine rağmen Hollandalıların iyi insanlar olduğuna kanaat getirdi.

Doğruyu söylemek gerekirse Jacob kuzenini “Pençamin Dopps” olarak tanıtmış ve ona “Şohn Pull” diye hitap etmişti. Ancak küçük dostlarımızın her konuştuğunu okuyuculara tercüme ettiğimden, İngilizce kelimeleri telaffuz ederken yaptıkları birkaç hatayı düzeltmeme darılmazsınız umarım. Dobbs başlarda kuzeninin dostlarının yanında biraz yabancılık çekti. Çoğu İngilizce ve Fransızca öğreniyor olsa da iki dili de konuşmaya teşebbüs etmeye çekiniyorlardı ve kendisi de onların dilini konuşmaya çabalarken komik hatalar, dil sürçmeleri yapıyordu. “Vrouw”un evli kadın, “ja”nın evet, “spoorweg”in demir yolu, “kanaals”ın kanallar, “stoomboot”un buharlı tekne, “ophaal bruggen”in asma köprü, “buiten plasten”in açık alanda işemek, “mynheer”in bay, “twee gevegt”in düello ya da ikili dövüş, “koper”in balta, “zadel”in eyer anlamına geldiğini öğrenmişti, ancak bu öğrendiği kelimelerden ne bir cümle meydana getirebiliyor ne de “Felemenkçe sohbetlerinde” öğrendiği bu sözcükleri araya sıkıştırabiliyordu. Zavallı çocuk daha önce de Ollendorf’ta kusursuz bir Almanca ile “Büyükannemin kırmızı ineğini gördün mü?” demeyi öğrenmişti, ancak Almanya’ya vardığında bu ilginç hayvandan bahsetme şansına nail olacak bir fırsat hiç doğmamıştı ki Almancasını gösterebilsin. Bu deneyim de tıpkısının aynısıydı, kitaptan öğrendiği Felemenkçe hiç de umduğu kadar derdine derman olmuyordu. Âdem ile Havva’nın Felemenkçe konuştuğunu kanıtlamak için Latin dilinde bir kitap yazan Hollandalı Jan van Gorp’a karşı yüreğinde büyük bir aşağılama oluştu. Hele ki Poot amcası Felemenkçenin “İngilizceyle pek bir benzer ama pek daha iyi bir dil, pek daha iyi.” olduğunu söylediğinde bilmişçesine gülümsemekten kendisini alamamıştı.

Ancak, paten kaymanın eğlencesi tüm dil engellerini aşar. Böylece Ben, çocuklarla kısa zamanda iyice tanış oldu, hatta Jacob, Ben anlasın diye araya İngilizce ve Fransızca kelimeler serpiştirerek-planladıkları büyük tasarıdan bahsettiğinde arada bir kuzenine anlar vaziyette “ja” diyebiliyor ya da başıyla onaylıyordu.

Tasarı gerçekten de büyüktü ve bunu icra etmek için çok da iyi bir fırsatları vardı, Aziz Nicholas Bayramı’nın resmî tatil olmasının yanında bir de okulun baştan aşağı temizliği için dört gün daha fazladan tatil verilecekti.

Jacob ve Ben uzun bir paten seyahatine çıkmak için izin koparabilmişlerdi, Broek’tan Hollanda’nın başkenti Lahey’e gideceklerdi, neredeyse elli millik bir mesafeydi bu.

“Ee, arkadaşlar.” diye ekledi Jacob, planlarını anlatmayı bitirince. “Kim bize katılmak ister?”

“Ben gelirim! Ben gelirim!” diye haykırmaya başladı oğlanlar.

“Ben de geleceğim!” diye yüreklilikle araya girdi ufaklık Voostenwalbert.

“Ha! Ha!” diye kahkahaya boğuldu Jacob, ellerini yağ bağlamış beline koyup tombul yanaklarını sarsacak bir şekilde. “Sen de mi geliyorsun? Senin gibi ufak tefek biri ha? Daha yastıklarını bile bırakmadın sen!”

Düşerlerse başlarını korusunlar diye Hollanda’daki her küçük çocuğun başına, üstünde balina kemiği ve kurdeleden bir çerçeve olan ince bir yastık sarılır ve nihayet bu başlığı çıkarmaları da bebeklikten çocukluğa geçmiş olduklarını gösteren bir belirti olur. Voost yıllar önce başlığını çıkarma şerefine erişmişti, ancak yine de Jacob’ın hakareti dayanılacak gibi değildi.

“Diyene de bakın hele!” diye yükseldi. “Sen yanlarındaki yastıklara bak! Senin her yanın yastık gibi!”

“Ha! Ha!” diye kahkahalara boğuldu tüm oğlanlar, Dobbs hariç; o ne demek istediğini anlayamamıştı. Aralarında bu sözlere katıla katıla gülen ise Jacob’ın ta kendisiydi.

“Yanlarımı diyor, yağdan yastık gibiymişim!” diye açıkladı Ben’e.

Artık herkesin gözdesi makamına yükselen Voost’un da eğer ailesi izin verirse onlara katılabileceği yönünde oy birliğiyle bir karara vardılar.

“İyi geceler!” diye şakıdı mesut çocuk evine doğru tüm gayretiyle kayarak giderken.

“İyi geceler!”

“Haarlem’e uğrayıp kuzenine büyük orgu gösterebiliriz, Jacob.” dedi Peter van Holp neşeyle. “Manzaranın hiç kaybolmadığı Leyden’e de uğrarız. Lahey’de de bir gün bir gece kalabiliriz, evli ablam orada yaşıyor ve bizi gördüğüne çok sevinir. Ertesi gün de dönüş yoluna çıkarız.”

“Pekâlâ!” diye karşılık verdi Jacob, pek konuşkan biri değildi.

Ludwig hararetli bir hayranlıkla kardeşine döndü.

“Çok yaşa, Pete! Demek planı sen yapıyorsun! Ablamız Van Gend’e selamını bizzat götürebileceğimizi öğrenince annemiz de bizim kadar mutlu olacak kesin. Aman! Hava çok soğudu!” diye ekledi. “Adamın kafasını omuzlarından söküp alacak sanki. Eve dönsek iyi olur artık.”

“Ne olmuş soğuksa, kâğıttan mı tenin?” diye yükseldi Carl, o sırada “çift kenar” dediği bir adımı çalışmakla meşguldü. “Geçen aralık kadar sıcak olsaydı ne de güzel paten kayılırdı bu saatlerde. Hem o zaman bile acayip soğuk olduğunu unuttunuz mu? Kış bir de erken gelmişti hani?”

“Biliyorum ama şimdi de çok soğuk.” dedi Ludwig. “Ben eve gidiyorum!”

Peter van Holp büyük, altın bir saat çıkardı; uyuşmuş parmaklarının izin verdiği ölçüde saati evirip çevirip ay ışığı altında bakmaya çalıştı.

“Vay canına! Neredeyse sekiz olmuş! Aziz Nicholas gününe girdik sayılır ve ben bir kerelik olsun küçüklerin bakışlarını görmek istiyorum. İyi geceler!”

“İyi geceler!” diye seslendi her biri; bağırarak, şarkı söyleyerek, gülerek buz üstünde süzülüp birbirlerinden uzaklaşmaya başladılar.

Gretel ve Hans nerede miydi?

Ah! Mutluluk nasıl da bir anda nihayete eriyor!

Neredeyse bir saattir diğer çocuklardan uzak kalmış vaziyette yalnızca birbirleriyle meşgul olarak paten kayıyorlardı ki Gretel ağabeyine seslendi, “Ah Hans! İkimizin de pateninin olması ne güzel şeymiş! Leylek bize iyi şans getirdi!” Tam o sırada bir ses işittiler!

Acı bir çığlıktı bu! Uzaklardan gelen belirsiz bir çığlık! Kanaldaki hiç kimse çığlığın farkına varmamıştı ama Hans bu çığlığın asıl nedenini çok iyi biliyordu. Ay ışığı altında benzinin kireç gibi solduğunu ve yırtarcasına patenlerini ayağından çıkarmaya koyulduğunu gördü Gretel.

“Babam!” diye haykırdı Hans. “Annemi bir şeyden korkutmuş!” Aynı anda Gretel de, kuvvetinin el verdiğince süratli bir şekilde ağabeyinin ardından koşmaya başladı.

IX
AZİZ NİCHOLAS BAYRAMI

Hepimizin bildiği üzere Noel ağacı ülkemizin hanelerinde yer etmeye başlamadan önce, “ihtiyar bir Noel cini”, “sekiz küçük Ren geyiği”nin çektiği, üzeri oyuncak dolu kızağıyla evlerimizin çatılarına varır ve umutlu bir bekleyiş içinde şöminelere asılmış çorapları hediyelerle doldurmak üzere bacadan aşağı inerdi. Dostları Noel Baba derdi ona, ancak çok daha yakın olduğu bazı kimseler onu “İhtiyar Nick” diye çağırma cüretini gösterirdi. Aslında Hollanda’dan geldiği söylenirdi. Şüphesiz ki öyleydi de ancak soluğu kıyılarımızda alan daha pek çok yabancı gibi o da buraya gelince birçok yönden değişti. Hollanda’da Aziz Nicholas hakiki bir aziz olarak bilinir ve kılığı da tam buna göredir; işlemeli kaftanı değerli taşlar ve altınla ışıl ışıl parlar, başında uzun sivri başlığı, elinde haç şeklinde asası ve mücevherlerle süslenmiş eldivenleri vardır. Burada, Noel Baba aralık ayının yirmi beşinde, kutsal Noel sabahımızda kızağıyla uçarak gelir; ancak Hollanda’da, Aziz Nicholas ayın beşinde yeryüzünü ziyarete iner; onun için bilhassa uygundur bu vakit. Altısı sabahının erken saatlerinde beraberinde getirdiği şekerleri, oyuncakları ve ganimetleri dağıtır; ardından da bir dahaki seneye kadar ortadan kaybolur.

Noel günü Hollandalılar için kilise ayinleri ve hoş aile ziyaretleri ile geçer. Aziz Nicholas arifesinde gençler zevk ve beklentiyle neredeyse kendilerinden geçerler. Bazıları içinse bugün üzüntü günüdür çünkü Aziz doğrucu ve dürüst biri olduğundan eğer içlerinden biri geçen sene boyunca bir kötülük yapmışsa bunu ona kesinlikle söyler. Bazen kolunun altında bir falaka sopası taşır ve kötülük yapmış çocuğun anne babasına ona şekerleme ya da oyuncak vermeleri yerine azarlamalarını ve sopalamalarını salık verir.

O açık kış gecesinde çocukların evlerine gitmek için aceleyle koşuşturmaları isabetli olmuştu, çünkü sonrasında geçen bir saatten az bir vakitte Aziz, Hollanda’daki hanelerin yarısına uğramıştı bile. Kralın sarayını ziyaret etmiş ve göz açıp kapayıncaya dek geçen o anda Annie Bouman’ın varlıklı evine bile uğramıştı. Köylü Bouman’ın evinde bıraktıkları toplasan toplasan yarım gümüş dolar eder, ancak bazen öyle olur ki zengini yüzlerce dolar mutlu edemezken yoksulu bir dolar bile mutluluktan havalara uçurur, gönlünü minnettarlık, sükûnet ve sevgiyle doldurur.

Hilda van Gleck’in küçük kardeşleri de o gece saf bir heyecan içindeydiler. Büyük baloda takdim edilmişlerdi, en gösterişli kılıklarına bürünmüşler, akşam ziyafetinde de ikişer dilim pasta yemişlerdi. Hilda da herkes gibi mutluluktan ışıldıyordu. Aksi için bir neden yoktu. Sırf yaşına göre uzun boylu ve yetişmiş bir kadına benziyor diye on dört yaşındaki bir kız çocuğunu listesinden çıkarmazdı ya Aziz Nicholas. Bilakis, böylesine heybetli görünüşlü bir küçük hanımı onurlandırmak için ne gayretler sarf ederdi o. Kim bilebilir? İşte tam da bu hâlden ortamın en genci kadar gamsız bir neşeyle güldü, eğlendi, dans etti ve balonun en güzide eğlencelerinin ruhu oldu. Babası, annesi ve büyük annesi onaylar bakışlarla onu süzüyordu; beresinin tepesini hafifçe açıkta bırakacak şekilde geniş, kırmızı cep mendilini yüzüne yaymadan önce büyük babası da ona aynı gözlerle bakmıştı. Adamın yüzünü böyle mendille kapatması uykuya daldığının göstergesiydi.

Akşamın erken saatlerinde herkes eğlenceye katılıyordu. Ortamı dolduran şamatanın içinde, büyükbaba ile bebeğin arasındaki tek fark mendilin altındaki cüssenin büyüklüğüydü. Balonun genç katılımcılarının yüzlerinde genellikle beliren beklenti gölgesi, onları büyüklerinden çok daha düşünceli bir ifadeye bürüyordu.

Eğlencenin ruhu herkesi hükmü altına almıştı. Mükemmel cilalanmış şöminede kıvılcımlar dans ediyor, nazlı bir gelin gibi bel kırıyordu. Yaldızlı lambalara bakan şekilli mumlar, aynalar üzerinden uzaktaki mumlara göz kırpıyordu âdeta. Neredeyse bilek kalınlığında bir halata dizilmiş cam boncuklardan oluşan, köşedeki tavandan asılan uzun bir zil halatı vardı. Başka vakitlerde hep gölgeler ardında asılı kalır, hiçbir emaresi görünmezdi; ancak bu gece bir uçtan bir uca ışıklar saçıyordu. Kan kırmızısı cam tutacağı, kâğıt kaplı duvarlara hovarda ışıklar saçıyor, zarif mavi rengini mora çalıyordu. Yoldan geçenler, perde ve panjurların arasından sokağa kadar taşan neşeli gülüşleri dinlemek için duruyor, sanki bütün köy ayakta, diye şaşırarak yollarına devam ediyorlardı. Sefahat o kadar yükseldi ve duvarlara sığamaz oldu ki nihayetinde ani bir irkilmeyle büyük efendinin mendili yüzünden düşüverdi. Böyle büyük bir seyir içinde hangi ihtiyar beyefendi rahat bir uyku çekebilirdi ki! Mynheer van Gleck büyük bir şaşkınlıkla çocuklarını seyrediyordu. Bebek bile histeri belirtileri göstermeye başlamıştı. Bu vaziyete bir el atmanın zamanı gelmişti. O sırada madam, iyi yürekli Aziz Nicholas’ı görmek istiyorlarsa eğer, geçen sene de buraya teşrif etmesine vesile olan sevgi dolu davet şarkısını söylemelerini tavsiye etti.

Mynheer bebeği yere bıraktığında ufaklık küçücük başını kaldırıp ona baktı ve ufacık yumruğunu ağzına soktu. Çok geçmeden ayağa dikildi ve tatlı tatlı yanındakileri süzdü. Büründüğü dantel ve işlemeler içinde, emekleme yaşını henüz geçmediğinden, başında mavi kurdele ve balina kemiğinden tacı ile bebeklerin kralı gibi bir izlenim bırakıyordu.

Diğer çocuklar ise her biri ellerinde söğüt ağacından güzel birer sepet taşır hâlde daire oluşturmuş, gözlerini tavana dikerek küçük bebeğin etrafında ahenkle dönüyorlardı. O sırada kendilerini tanıtacakları Aziz ise kim bilir dünyanın hangi gizemli köşesindeydi?

Madam, yumuşak dokunuşlarla piyano başında onlara eşlik ediyordu; nazik genç sesler yükselmeye, tatlı dalgalar hâlinde balo salonuna yayılmaya başladı:

 
Hoş geldin, ey dostumuz! Aziz Nicholas, hoş geldin!
Bu gece bize sopa getirme, sana sığınırız!
Nağmelerimiz seni karşılıyor, hoş geldin,
Mutluluk dolu her gönül ışık saçıyor!
 
 
Her hatamızı, kusurumuzu söyle bize,
En korkulu parmaklıklara da katlanırız,
Şarkımızı söylüyoruz sana
Sensin bize her şeyi söyleyecek!
 
 
Hoşgeldin, ey dostumuz! Aziz Nicholas, hoş geldin!
Bu kutlu eğlenceye hoş geldin!
Mesut çocuklar seni selamlıyor, hoş geldin!
Tüm diyara mutluluk getirdin!
 
 
Boş elleri, sepetleri doldur,
Bu küçüklerin ricasına kulak ver,
Şarkımızı söylüyoruz sana
Bize her şeyi getirecek olan sensin!
 

Notaların yükseldiği sırada, bakışlar yarı beklenti yarı umutsuzlukla parlak cilalı, kapalı kapılara çevrilmişti. Tam o sırada kapı gürültüyle yumruklandı. Oluşturdukları çember, anında dağılıvermişti. Ufaklıklar, korku ve heyecanın birbirine karıştığı yüz ifadeleriyle annelerinin dizlerine yapışmıştı. Büyükbaba çenesini ellerinin üzerine koyarak ileri doğru eğilmiş, büyükanne gözlüğünü burnunun üzerinde kaldırmıştı; Mynheer van Gleck ağzındaki lüle taşından piposunu yavaşça eline almış şöminenin yanına otururken, Hilda ve diğer çocuklar ise beklenti dolu bir hâlde onun yanında dikiliyorlardı.

Kapı yine yumruklandı.

“Buyrun.” dedi madam, kadife kadar yumuşak bir sesle.

Kapı yavaşça açıldı ve işte Aziz Nicholas tüm giyim kuşamıyla önlerinde duruyordu. O kadar derin bir sessizlik olmuştu ki yere iğne düşse herkes korkudan ayağa sıçrardı!

Sonra Aziz konuştu. Sesinde gizemli bir ihtişam saklıydı! Tonu ne kadar da nazikti!

“Karelvan Gleck, seni gördüğüme pek memnun oldum ve elbette ki onurlu Vrouw Kathrine’i, oğlunu ve onun iyi yürekli vrouwu Annie’yi!

Çocuklarım, hepinizi selamlıyorum! Hendrick, Hilda, Broom, Katy, Huygens, Lucretia! Ve siz kuzenler Wolfert, Diedrich, Mayken, Voost ve Katrina! Sizinle son görüşmemizden bu yana hep iyi niyetli çocuklar olmaya devam ettiniz. Diedrich geçen güz Haarlem panayırında kabahatlerde bulundu, fakat o vakitten beri bu hâli telafi gayreti içinde oldu. Mayken ilim öğreniminde gerilerde kaldı; boğazından aşağı pek çok şeker ve turta indi, ama kumbarasına pek az stiver girdi. Diedrich’in gelecekte alçak gönüllü bir adam olacağına ve Mayken’in de bir öğrenci olarak parlayacağına inanıyorum. Değerli ve cömert bir yaşamın temelinde hesap ve eli sıkılığın büyük bir yeri olduğunu unutturmayın ona. Küçük Katy kediye birden fazla defa acımasızlık etti. Kuyruğu çekilirken kediciğin acılı sızlanmalarını duydu bu Aziz Nicholas. En küçük canlının bile hislerinin olduğunu ve incitilmemeleri gerektiğini şu andan itibaren asla unutmamaya söz verirse onu affedeceğim.”

Katy korku dolu bir ağlama koyverdiğinde Aziz, küçük çocuk sakinleşene kadar asil sessizliğini bozmadı.

“Sana gelince Broom…” diye devam etti. “Seni uyarıyorum: Öğretmeninin sobasına enfiye atma alışkanlığı edinen çocuklar elbet bir gün yakalanıp falakaya yatırılır.”

Broom, şaşkınlıktan ve utançtan renkten renge girdi ve gözlerini Aziz’den ayıramadı.

“Fakat sen de ilimde pekâlâ ilerliyorsun, bu yüzden sana daha fazla serzenişte bulunmayacağım.

Sen, Hendrick, geçen bahar okçuluk müsabakasında muhteşem gayretlerde bulundun ve hedefi tam on ikiden vurdun. Oysaki tam o sırada gözünün önünden bir kuş geçip dengeni bozmuştu. Spor yapıp güç kuvvet kazanmada bu kadar maharetli olduğun için övgülerim seninle, evladım, fakat bir de tekne müsabakalarına girmeni onaylamıyorum çünkü o vakit ilim çalışmalarına yeterince vakit ayıramayacaksın.

Lucretia ile Hilda bu gece hayırlı bir uyku çekecek. Yoksula karşı nazik olma bilinci, ruhlarındaki fedakârlık, hane geleneklerine neşeli ve gönüllü itaatkârlıkları sayesinde mutlulukları sonsuz olacak.

Her birinizden memnun kaldığımı bilmenizi isterim. İyilik, refah, hayırseverlik ve tutumluluk hayatınızda daim olsun. Hayır dualarım sizinle, önümüzdeki bu yıl itaatkârlık, hikmet ve sevgi basamaklarını birer birer çıkmanıza vesile olsun. Sizlerle bulunduğum bu münasebetin mühim delillerini yarın sabah bulacaksınız. Esen kalın!”

Bu sözleri söylemesinin hemen ardından kapıların önüne gerilmiş keten bezlerinden büyük bir şekerleme yağmuru dökülmeye başladı. Büyük bir seyirci peyda oldu. Sepetlerini doldurma hırsıyla çocuklar âdeta birbirlerini devirerek üstü üste yığıldı. Tombul küçük yumruklarını şekerle doldurana kadar bebeği onların arasında tuttup, ellerini üzerinden bir saniye ayırmadan. Biraz sonra gençlerin en yüreklisi kapalı kapılara doğru atılıp kanatlarını geriye savurarak kapıları açtı, fakat nafile; bütün gözler açılan kapıların ardını taramasına rağmen Aziz Nicholas’ın yerinde yeller esiyordu.

Ardından çocuklar hemen başka bir odaya hücum ettiler. Şam işi ipeğin en güzeliyle, en beyazıyla örtülü bir masa vardı bu odada. Her çocuk yanakları heyecandan al al olmuş vaziyette masanın üzerine birer pabuç bıraktı. Ardından odanın kapısı iyice kilitlendi ve anahtar da annenin yatak odasına gizlendi. Birbirine iyi geceler öpücüğü veren ahali, yukarı katlara yöneldi. Kapı önlerinde birkaç dakika neşeli sohbetin ardından derin bir sessizlik Van Gleck malikânesini hükmü altına aldı.

Ertesi sabah erken vakitte, bütün ev ahalisi kapıda toplanmış hâlde odanın kapısı açıldı ve Aziz Nicholas’ın sözünün eri bir aziz olduğu herkesçe kabul olundu.

Her pabuç ağzına kadar dolmuştu, yanlarında da rengârenk paketler yığılmıştı. Üzeri şekerleme, oyuncak, incik boncuk, kitap ve daha başka başka hediyelerle dolup taşan masa, ağırlığını kaldıramıyordu âdeta. Büyükbabadan bebeğe kadar herkes için hususi hediyeler vardı.

Küçük Katy ellerini birbirine kenetledi şükranla ve kediciğe bir daha ömrü billâh acı çektirmeyeceğine yemin ediverdi oracıkta.

Hendrick, yaylarla dolu göz alıcı bir sadak ve ok elinde hoplaya zıplaya koşturuyordu odada. Kıpkırmızı kâğıtla sarılı hediye paketini açıp da içindeki hazineyi görünce Hilda zevkle gülümsemekten kendini alamadı. Diğer çocuklar da paketlerini açtıkça aralıksız “Vay!” “İnanamıyorum!” diye nidalarda bulunuyordu, tıpkı bizim de burada, Amerika’da, Noel’in son günü yaptığımız gibi.

Pırıl pırıl parıldayan kolyesi elinde, kollarında bir yığın kitapla Hilda anne babasına yaklaştı ve öpücük alma gayesiyle ışıklar saçan yanaklarını onlara yaklaştırdı. Birer mücevher gibi parıldayan gözlerinde o denli ağırbaşlı, o denli hassas bir bakış vardı ki annesi ona doğru eğilirken Tanrı’nın ona böyle bir çocuk nasip etmesiyle ne büyük bir nimete nail olduğunu ifade edercesine iç çekti.

“Bu kitaba bayıldım, çok teşekkür ederim, babacığım.” dedi genç kız, en üstteki kitap çenesine değiyordu. “Gün boyu başından ayrılmayacağım.”

“Rica ederim, tatlım.” dedi mynheer. “Aksi de senden beklenmez zaten. Cats Baba22 gibisi yoktur. Eğer kızım onun Ahlaki Amblemleri’ni gönlünün derinlerinde öğrenirse, annenin de benim de diyecek sözümüz olmaz. Elindeki çalışması Amblemler, yani en büyük şaheseri. İçeriği de Van de Venne’in23 en nadide gravürleriyle süslenmiş.”

Kitabın kapağı kızın kucağında ters vaziyetteyken mynheerin, Aziz Nicholas’ın getirdiği kitabın ne olduğunu daha görmeden bu kadar tanıdık ifadeler kullanması da pek manidardı elbette. Aziz’in, büyük çocukların elleriyle yaptıkları, üzerlerinde büyüklerinin adlarının yazılı olduğu etiketler yapıştırdıkları bazı hediyeleri de bulup getirmesi, masanın üzerine dizmesi pek şaşırtıcıydı. Ancak bu ufak tutarsızlıkları fark edemeyecek kadar mutluluk sarhoşu olmuştu hepsi. Hilda babası ne zaman Jacob Cats’ten bahsetse yüzünün büründüğü hoşnut ifadeye şahit olunca kucak dolusu kitabı masanın üzerine bırakıp babasını dinlemek üzere tüm dikkatini ona yöneltti.

“İhtiyar Cats Baba, onunla aynı dönemde yaşamış İngiliz Shakespeare gibi bir oyun yazarı değil, büyük bir şairdi. Shakespeare’in oyunlarının Almancasını okudum, pek güzeller; fakat Cats Baba’nın yanında esamesi okunmaz. Cats’in eserlerinde havada hançerler uçuşmaz; hiçbir beyaz kadın, kara tenli Mağribîlere gönül vermez; hiçbir genç ahmak, bir hanımefendinin eldiveni olmak aşkına düşmez; hiçbir deli prens, saygıdeğer ihtiyar beyefendileri sıçanlarla karıştırmaz. Hayır, hayır. O yalnızca mantıklı olanı yazar. Mısralarında fevkalade hikmetler saklıdır, hayatımızın her alanını yansıtır. Cats’in şiirleriyle devlet bile yönetirsin, güzel nağmelerini ninni eder bebek uyutursun. Hollanda’nın gördüğü en büyük adamlardan biriydi. Bir gün beraber Lahey’e gittiğimizde, ebedî uykusuna yattığı Kloosterkerk kilisesine götüreceğim seni. İlmî edibi ondan öğrenmeniz gerek, oğullarım! Varlığının en küçük zerresine kadar iyiliksever biriydi. Ne demiş bir bakın:

‘Ah Tanrı’m, bu kuluna tahammülle yaşamayı, memnuniyetle ölmeyi nasip eyle!’

Tahammülle yaşamak elini kolunu bağlayıp oturması mı demekti? Hayır, o bir avukattı, siyasetçiydi, elçiydi, çiftçiydi, filozoftu, tarihçiydi ve en nihayetinde bir şairdi. Hollanda’nın Yüksek Mührü’nün koruyucusu, kollayıcısıydı. Dahası… Bu ne gürültü, kendi sesimi duyamıyorum!” diye sesini yükseltirken gözleri tükenmiş olan piposuna takıldı ve hanımına başıyla selam vererek odadan aceleyle çıktı.

Hakikatte, uzun söylevine başından beri köpek havlaması, kedi miyavlaması ve kuzu melemelerinin oluşturduğu büyük bir uğultu eşlik ediyordu; bir de buna bebeğin keyifle döndürüp durduğu gürültülü, fil dişi kriketin sesi de dâhil olmuştu. En nihayetinde, gürültü yüzünden mynheerin yükselen ses tonundan cesaret alan küçük şamatacılar yeni trompetleriyle yeni bir patırtı koparmaya yeltenmişlerdi ve Wolfert de davuluyla koşup gelerek onlara eşlik etmeye başlamıştı. Bu vaziyet odada tam bir karışıklığa sebep olmuştu ki ufaklıklar için iyi de olmuştu. Aziz onlara Jacob Cats konulu bir derse katılmaları için hediye bırakmış değildi çünkü. Böyle kutlama günlerinin sabırsızlıkla beklenen kısmı bu değildi. Bu nedenle, gençler annelerine bakıp da yüzünde ne korku ne de kızgınlık görmeyince yeni bir cesaretle daha da coştular. Devasa kargaşa galip geldi, eğlenceyle şamata hüküm sürmeye devam etti.

İyi yürekli Aziz Nicholas! Tüm genç Hollandalılar adına, bendeniz de onun yüce varlığına inanmaya ve tüm inanmayanlara karşı mevcudiyetini savunmaya razı ve de istekliyim.

Carl Schummel, oldukça meşguliyet sahibiydi; kendinden son derece emin hâlde durup dinlenmeden, karşılarında belirip de onlara hitap edenin ve de masayı hediyelerle dolduranın Aziz Nicholas değil, kendi anne babalarından biri olduğuna küçük çocukları ikna etmeye çalışıyordu. Ama aslını biz biliyoruz elbette.

Tabii bir de şu durum var ki; o kişi bir azizdiyse neden Brinker kulübesini de ziyaret etmedi? Niçin bir tek o karanlık ve acılı haneye uğramadan geçip gitti?

21.Eski karikatürlerde İngiltere’yi genel olarak temsil eden siyasi bir karakter.
22.Father Cats: Hollanda’da büyük saygı gören şair ve siyaset adamı Jacob Cats’e halkın hitap şekli.
23.Adriaenvan de Venne çok yönlü bir Hollandalı, Altın Çağ ressamıdır.

Бесплатный фрагмент закончился.

97,55 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
09 августа 2023
ISBN:
978-625-6485-45-7
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают

Антидемон. Книга 15
Эксклюзив
Черновик
4,4
113