promo_banner

Реклама

Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Fergana Güzeli», страница 5

Шрифт:

12
AY TOLDI

Cihan ertesi sabah erken kalktı. Mantosuna sarılarak babasının odasına gitti. Evde günlük olarak giydiği elbiseyleydi. Babasının odasına girince onu yatakta oturuyor gördü. Sağlığı dünkünden daha iyiydi; babasının bu hâlini görünce sevindi. Sağlığını sordu, Marzban:

“Yüce Hürmüz yardım etti, gece rahat uyudum. Bugün kendimi daha kuvvetli görüyorum. Afşin’in, Fergana’ya ulaşmasını işittin mi? Bayram süresince buraya geleceğine bana söz vermişti.” dedi.

Cihan, Afşin’in ismini işitir işitmez ürktü:

“İşitmedim, efendim. İhtimal ki Fergana’ya ulaşmıştır fakat henüz bize gelmemiştir.”

“Onu aramak için acaba kimi göndereyim?”

“Emrederseniz adam gönderip ararız. Fikrimce Afşin, Fergana’ya ulaşmış olsaydı davete gerek olmadan ziyaretimize gelmiş bulunacaktı.”

“Pek doğru söylüyorsun, kızım. Acaba kardeşin bugün Mubez’i çağırmak için gitmiş mi?”

“Bugün pek erken onu aramak için çıkmış. Dün gece ona gücenmenizden son derece üzüntülü durumdaydı.”

“O hâlde dönmesini bekleyelim. Şimdi sen kendi elinle bana bir su ver.”

Cihan, babasının bu arzusuna sevinerek bizzat gidip bir kadeh su getirdi; babasına takdim etti. Marzban içti, serinlik duydu. Sonra kadehi kızına iade etti. Cihan kadehi götürüp perde ağasına verdi. Küçük hanım henüz babasının yanına dönerken uşak odaya girdi:

“Irak’tan gelmiş bir misafir, efendimizin huzuruna girmek istiyor.” dedi.

Marzban yatak üzerinde oturduğu yerden bağırarak:

“Bu misafir mutlaka Afşin olacak!” dedi.

Marzban bu ziyaretten son derece memnun olmuştu. Onun için alışılmış olduğu üzere misafirin ismini sormadan:

“Girsin!” emrini verdi. Cihan o sırada orada bulunduğundan dolayı üzüntü duyuyor, mümkün olsa duvarı yarıp oradan çıkmak istiyordu fakat babasının hatırı için sabır ve metanet gösterdi. Canı pek ziyade sıkılmıştı. Bu hâlini babasına göstermemek için de son derece çalışıyordu.

Perdedar, gelen misafir için perdeyi açtı. Misafir içeri girdi. Cihan, misafiri görür görmez ürktü. Yüzünde şaşkınlık eseri göründü fakat bir an geçti, can sıkıntısı sevince ve birdenbire sararan yüzü yine birdenbire pembe renge dönüştü. Çünkü gelen misafir Afşin değil; bizzat Ay Toldı idi. Marzban onu görünce güler yüz gösterdi. Büyük bir memnuniyetle kabul etti. Ona hitap ederek:

“Safa geldin, oğlum Ay Toldı! Seni dostumuz Afşin zannettim. Irak’tan mı geliyorsun?”

“Evet, efendim, Irak’tan geliyorum.”

“Afşin seninle beraber mi geldi?”

“Hayır, benimle beraber değildi fakat Irak’tan ayrıldığım gün Andican’a gelme fikrinde bulunduğunu anlamıştım. Gelmiştir zannederim.”

Ay Toldı otuz yaşlarında, yaradılış ve ahlaken doğuştan kıymettar olgunluğa sahip bir gençti. Orta boylu, dolgun vücutlu, geniş omuzlu, açık alınlı, büyük yanaklı, sık sakallıydı. Gözlerinde yiğitlik ve mertlik, dudaklarında alicenaplık ve doğruluk tecelli ediyordu. Başına Abbasilerin serpuşu11 tarzında, kırmızı külah üzerine siyah bir sarık sarmıştı. Gök renginde bir kaftan giymiş, üzerinde kabzası altın bir kılıç takılı bir kemer kuşanmıştı. Kaftanın altında büyük, ipekten yapılmış erguvani renkte bir şalvar giymişti. Kaftanının üzerinde ise siyah bir cübbe vardı. Her hâl ve hareketinde kahraman tavrı görünüyordu. İnsan, karşısında durduğu zaman onu sarsılmaz bir dağ zannederdi.

Ay Toldı; o sabah Marzban’ın huzuruna girdiği zaman, Cihan’ın orada bulunduğundan haberdar değildi. Onun için birdenbire şaşırması, Cihan’ın şaşırmasından daha az değildi. Cihan’a gelince onu görür görmez uğradığı şaşkınlığı nasıl saklayacağını bilemiyordu. Kalbinin vuruşunu, her tarafının titremesini gizlemeye muktedir olsa bile çehresinde beliren pembeliği, gözlerinde görülen parlaklığı nasıl saklayabilirdi? Cihan, babasının hastalığını unutmuştu. Bütün dikkat ve gayreti ile sevgilisi hakkında babasının göstereceği tavır ve hissi anlamaya hazırlanıyordu. Sevgilisi hakkında pederinin büyük teveccüh ve sevgi gösterdiğini görünce sevindi. Kendisi sanemin yanında duruyordu. Vücudunda hasıl olan titremeyi göstermemek için sanemin konulmuş bulunduğu mihraba dayanarak sanemin üzerinde bulunan tozu almakla meşgul göründü. Cihan yüzünü örtmüş değildi çünkü o memleketlerin kadınları, o zamanlarda saklanmanın ne olduğunu bilmezlerdi. Tesettür âdeti yoktu. Gerçekten Cihan yüzünü örtmekten nefret ederdi. Tesettürü bir zaaf ve korkaklık sayardı.

At Toldı’nın öyle bir tesadüfe nail olmasından dolayı sevinç ve bahtiyarlığına ölçü yoktu. Marzban’a hürmet gösterdi, onunla konuşmaya koyulması hissiyatını saklama hususunda ona yardım etmişti. Ay Toldı, Marzban’ın ellerini öptü. Marzban bir minder getirilmesini emretti. Ay Toldı minderin üzerine; Cihan diğer bir mindere oturdu. Marzban, Ay Toldı’dan durum hakkında malumat sormaya başladı. Ay Toldı:

“Efendim, bu mübarek bayramınızı tebrik edenlerin ilki olmak için sizi böyle erken ziyarete geldim. Rahatsız olduğunuzu bilmiyordum. Sağlığınız ve afiyetinizin çoğalmasını temenni ederim.” dedi.

“Bugün hamdolsun, daha iyiyim. Seni gördüm, daha iyi oldum. Seni ne kadar sevdiğimi bilirsin.”

Ay Toldı, teşekkür nişanesi olarak başını eğdi. Hakkında gösterilen bu teveccühten son derecede memnun oldu fakat onun memnuniyeti Cihan’ın memnuniyetine nispeten büyük bir şey değildi. Cihan’ın babasının, sevgilisine teveccüh ettiği sözleri işitirken kalbi, sevinçten titriyordu. Ay Toldı, Marzban’a hitaben:

“Hakkımda gösterdiğiniz teveccühe teşekkür ederim. Zaten eskiden beri efendimizin lütuf ve merhametine borçluyum. Sayenizde büyüdüm.” dedi.

Marzban bu teşekkürleri, minneti işitmezlikten gelerek:

“Irak’tan doğrudan doğruya mı geliyorsunuz?”

“Evet, efendim. Doğruca oradan geliyorum. Fergana’ya dün akşam ulaştım.”

“Oraları ne hâlde bıraktın?”

“Birçok zorluk içinde, meşgul bir hâlde bıraktım. Hiçbir fırka diğerinden memnun değil. Bir taraf diğer taraftan korku ve sakınma içinde, her taraf kendi cinsinden olmayan askerlere hâkim mevki sahibi olmaya çalışıyor fakat bugün, o toprakların sahibi Türklerdir.”

“İşittiğime göre Halife Mu’tasım hilafet makamına geçtiği zaman hâkimiyetini sağlamlaştırmak için dayıları olan Türklerin yardımına muhtaç olmuş. Türkler onun imdadına koşmuşlar. Andican Hükümdarı Afşin ile siz o cümledendiniz.”

Ay Toldı, isminin Afşin’in ismiyle karıştırılmasından bir gurur duydu. Alçak gönüllüğünün gereğince:

“Afşin hilafetin büyük bir rengidir. Bense zikre müstahak değilim.” dedi.

Marzban onun sözünü keserek:

“Bence kanıtladığın yiğitlik ve iktidarın yönüyle parlak bir istikbale mazhar olacağına şüphe yoktur. Kahraman bir serdar olmaya liyakatin var. Halife’nin yanındaki askerliğin mühim bir mevki kazandıracağını ümit ederim.”

“Sayenizde Halife koruma askerlerinin kumandanı oldum.”

“Muhafaza askerinin kumandanı mı?”

“Evet, efendim.”

Marzban’ın yüzünde sevinç izleri görülmeye başladı. Cihan’ın yüzüne baktı. Bu bakışla Ay Toldı’nın pek az bir zaman içinde kazandığı makamı kendisi beğendiği gibi etrafındakilerin de beğenmesini arzu ettiğini ima ediyordu. Cihan; Ay Toldı’ya bakışlarını dikerek sözlerini dinliyor, onu gözleriyle yemek istiyordu. Marzban o anda kulaklarını kızının göğsüne doğru yaklaştırsaydı kalbinin şiddetle vurmakta olduğunu işitecekti. Cihan hemen kendisini topladı. Gözlerini babasına çevirdi. Bir tebessümle onun konuşmasına katıldı. Bununla babasının gelen misafir hakkında söylediği ve gösterdiği güzel karşılamanın pek yerinde olduğunu göstermek istiyordu. Hareketsiz durduğu hâlde gözleri babasının anlayamayacağı birtakım şeyler söylüyordu. Bunu ancak Ay Toldı anlıyordu. Onun da gözleri aynı lisanla konuşuyordu.

Marzban ise tekrar söze başlayarak:

“Öyle zannediyorum ki Irak’ta, bugün birçok Türk askeri vardır.” dedi.

“Evet, efendim! Bugün Halife’nin emrinde yirmi binden fazla Türk askeri var. Fergana hükümdarları olan Afşinlerin oğulları ve diğerleri gibi büyük Türk hanedanlarına mensup birçok zat da bu ordunun12 içindedir.

“Halife’nin kendi maiyetinde Türkleri bu şekilde toplaması, validesi tarafından yakınlığından ileri geliyor zannederim.”

“İhtimal ki bunun da tesiri vardır fakat en mühim sebep başkadır. Bildiğiniz üzere Müslüman devleti aslen Arap’tı. Müslümanlar fetihlere başladıkları zaman devletin bütün askeri Araplardan oluşuyordu. Bunlar fetihlerde bulundular ve devleti kurdular. Emevilerin zamanında, hâkimiyetindeki askerlerin çoğu; asli unsuru Arap’tı. Daha sonra İranlıların Abbasilere yardım ettikleri gibi devletlerinin kurulmasına yardım ettiler. Bu sayede kuvvet kazandılar. Araplar ise tam tersine zayıf düştüler. İranlılar önceki Halife Me’mun’un zamanına kadar günden güne kuvvet ve şevketlerini artırıyorlardı. Hilafetinden başka en mühim memuriyetler hep İranlıların eline geçmişti. Bütün devlet kurumlarını onlar idare ediyorlardı. İranlıların, kendi devletlerinin yıkılmasından sonra saltanat ve hâkimiyeti tekrar kendi milletleri için geri almaya çalışmaktan, bir an hâllerinin kalmadığı malumdur.”

13
SAMARRA

Ay Toldı, bahsi bu noktaya getirdiği zaman Marzban, derin derin içini çekti. Ay Toldı, Marzban’ın İran Devleti’nin Araplar tarafından yok edilmesine kalben üzüntü duyup esef etmekte olduğunu anladı fakat bilmezlikten gelerek sözüne devam etti:

“Birkaç sene önce hilafet Mu’tasım’a geçince adı geçen şahıs, İranlılardan korkmaya başladı. Gerçekten İranlılar kardeşi Emin’i katletti, devleti kardeşi Me’mun’a teslim etmişlerdi. Me’mun, İranlıların hemşirezadesiydi çünkü validesi Acem’di. İranlılar, devleti hemşirezadelerine teslim ettikleri zaman vefatından sonra büsbütün İranlılara nakli ve değişimini amaçlamışlardı. Mu’tasım, bu durum karşısında kalınca kendisine meydanda belli olmak üzere Medineli kuvvet ve ezici kuvvetleri bozulmamış bir askerî komutan aramaya mecbur olmuş, bu temiz cengâver; azim ve emek sahibi olan ancak Türk bir komutan olmuştu. İşte bu necip komutanın oluşturduğu ordu ile kendi mevkisini sağlamlaştırmayı ve kuvvetlendirmeyi başarmıştır.”

“Türk askeri Bağdat’ta mı ikamet ediyor?”

“Bu askerler, şu son zamana kadar Bağdat’ta ikamet ediyorlardı. Daha sonra halk galeyana geldi. Sokaklarda bunlar tarafından bazı ölümler, saldırılar meydana gelmişti. Bunun üzerine Mu’tasım, Türk askerine mahsus olarak Samarra namıyla bir şehir kurulmasını uygun buldu. Şehri, Türk aşiretlerinin kendi memleketlerinde birbirlerine olan vaziyetlerine; yakınlık ve uzaklıklarına göre ayırmayı tabi kıldı. Zanaatkâr, sanayi ustası ve ticaretle uğraşanlar için büyük çarşılar kurdu. Bu iş ayrımı üzerine halk inşaata başladı. Büyük büyük binalar, camiler, konaklar ve imaretler yapıldı. Sular şehrin her tarafına bol bir şekilde ulaştırıldı. Merkezî saltanatın oraya intikal edeceğini işiten halk, akın akın Samarra’ya taşındı. Ticaret, diğer vasıtalar, servet ve medeniyet oraya gitti. Kazanç kapıları açıldı. Bolluk, refah ve saadet halka nasip oldu.”

Marzban, Halife’nin bu girişimini fazlasıyla beğenerek:

“Demek büyük bir şehir meydana getirdi. Orada toplanan Türkler acaba eski dinlerinde kaldılar mı? Yoksa din değiştirdiler mi?”

“Bilindiği üzere onların çoğu Zerdüşt dinine bağlıydı fakat şimdi hepsi Müslüman oldu. Halife, bu Türk askerini daima güçlü bir kol şeklinde muhafaza etmek için ahaliyle temas etmekten ve onlar ile evlenmekten meneyledi. Onları Türkistan’dan getireceği Türk kızlarıyla evlendirmeyi bu maksada daha uygun buldu. Türklerden cariyeler satın almak için bu taraflara bir özel heyet gönderdi. İşte ben de bu sebepten faydalanarak özel heyete eşlik için izin aldım. Bu sayede buraya geldim.”

“Evladım! Buraya gelmenden, seni görmekten son derece memnun oldum. Sanki Yüce Yazata, seni hastalığım zamanında göreyim diye bu fırsatı bilhassa hazırladı.”

Marzban bunu söylerken yüzünün rengi atmış, çehresinde endişe nişaneleri görünmeye başlamıştı fakat bu hâlini belli etmemek için öksürürken acı çeker gibi göründü. Bir ağlama baskısı altındaydı. Onu göstermemek için bıyıklarını silmeye, gözlerini ovmaya koyuldu. Cihan bu fırsatı çalarak Ay Toldı ile manidar bir tebessüm karşılığında bulundu. Babasının sevgilisi hakkında gayet teveccüh göstermesine seviniyor fakat onun hastalıktan dolayı gösterdiği şiddetli üzüntüden kalbi acıyordu. Özellikle pederinin Ay Toldı’yı sevdiğini gördükten sonra onun hayatta kalmasına şiddetle ihtiyacı vardı. Babasının Ay Toldı ile evlenmesine karşı çıkmayacağına emindi. İlk fırsatta babasına bu bahsi açmaya karar verdi.

Marzban, kendisinden meydan gelen zayıflık ve üzüntünün Ay Toldı’yı üzmemesini arzu ediyordu. Sözüne başka bir mecrada devam etti:

“Validenizden hiç bahsetmediniz. Zavallı kadın ne hâldedir?”

“Hamdolsun, iyi bir hâldedir. Efendimizi, bize yaptığınız iyilikleri daima hatırına getirir. Sizi anmaktan bir an geri kalmıyor. Gerçekten Cihan’ı bir an unutamıyor çünkü onu öz evladından ziyade değerli tutuyor.”

Cihan söze karışmak için münasebet hasıl olduğunu görerek:

“Zavallı Afitab!.. Bir evlat annesini ne kadar severse ben de onu o kadar çok severim. Onun gibi temiz yürekli, alicenap bir kadın görmedim. Onunla bir arada bulunmaktan çok hazzederdim.” dedi.

Marzban, mühim bir şey hatırına gelmiş gibi birdenbire ciddi bir vaziyet aldı:

“Saman nerede? Mubez geldi mi? Hemen Mubez’i bana çağırınız. Saman güven duyulacak bir insan değildir.”

Ay Toldı ayağa kalktı:

“Müsaade ediniz; ben gideyim, getireyim. Onu tanırım, yerini de bilirim.”

“Oğlum! Sen zahmet etme. Birçok uşağımız var. Birini göndeririz. Saman bu işe burnunu sokmasaydı onu çoktan buraya çağırmış olacaktım.”

“Saman mutlaka efendimize olan hürmetinden dolayı bu işi kendi üzerine almıştır. Bendenize müsaade ederseniz derhâl gider, emrinizi yerine getiririm.”

Marzban, Ay Toldı’nın sözünü keserek:

“Hayır, oğlum. Sen zahmet etme.”

“O hâlde müsaade ediniz de uşağım ve daha doğrusu arkadaşım Verdan’ı göndereyim. Ona hiçbir iş emanet etmedim ki o işin hakkından gelmesin. Adamım çok işgüzar ve dirayetlidir.”

Ay Toldı bunu söyledikten sonra dışarı çıktı ve:

“Verdan!” diye bağırdı.

Kırk yaşlarında, dinç ve güçlü, seyrek sakallı bir adam yanına geldi. Biraz kaba olan burnunun çıkıklığından, diğer özellikleri ve çehresinden Ermeni olduğu anlaşılıyordu. Bu adam Samarra’da yakın bir zaman önce Ay Toldı’nın hizmetine girmişken pek çabuk efendisinin güvenini ve sağlamlığını kazanmıştı çünkü bir uşağın sahip olduğu vasıfların üstünde özelliklere sahipti. Her işte dirayet, mertlik, sürat gösteriyordu. Ay Toldı da onu bir uşak değil; âdeta bir arkadaş gibi sayıyor, nereye gitse onu beraberine alıyordu. Verdan başına yuvarlak bir sarık sarmış; kısa bir şalvar, deriden bir kürk giymişti. Emre hazır bir vaziyette durunca Ay Toldı ona hitaben:

“Dün yanından geçtiğimiz ateşgedeyi biliyorsun değil mi? Üzerine birçok fener, bayraklar asılmış.” dedi.

“Evet, biliyorum.”

“Şimdi hemen oraya git, Mubez’i bul. Marzban’ın kendisini aceleyle istediğini söyle. Onu alıp getirmeden gelme.”

Verdan itaat işaretini yaparak çıktı.

Cihan’a gelince Ay Toldı ile baş başa kalıp konuşma; ayrılığından sonra çektiği üzüntüleri, kalben taşıdığı mutlu hisleri söyleme fırsatını gözetiyordu. O; pek çok şey bildiği, onları sevgilisine söylerse aynı hisle duygulu olan muhatabının pek çok memnun olacağını zannediyordu. Bu hâlin iki ayrı düşmüş sevgili arasında çıkması pek doğaldı. Bir âşık hisleriyle alakalı bir şey görür, bir haber işitir ya da bir fikir bulursa sevgilisini gördüğü, işittiği ya da hatırladığı şeylere ortak etmek için onu görmeye büyük bir istek, bir özlem duyar. Çoğunlukla bu his, özlemin çoğalmasına hizmet eder. Âşık sevgilisini görmeye koşar. İki sevdazede bir araya geldiği zaman her biri diğerine çektiklerini, gizli sırlarını, mesut aşklarını söylerler. Söze hikâyeler de karışır. En gizli sırlar açığa çıkar. Sanki iki âşığı birleştiren, ruhları uyuşturan hisler ve fikirlerde de uyuşma gerekir.

Şu hâlde Cihan’ın o kadar uzun süren bir ayrılıktan sonra Ay Toldı ile yalnız kalarak samimi bir şekilde konuşmak istemesini garip görmemek lazımdır. Ay Toldı’nın sevgilisi ile öyle ruhi bir görüşmeye ne derece arzu duyduğunu söylememek lazımdır zannederiz. Lakin ikisi de bu sohbete, ruhların görüşmesine kendilerini ulaştıracak fırsatı nasıl ele geçireceklerini bilemiyorlardı. Marzban, Cihan’a hitap ederek:

“Kızım, mehtere13 emret; sevgilimiz Ay Toldı’yı konağa misafir etsin. Onun dinlenmesi için her ne lazımsa hazırlasın. Bu işi yaptıktan sonra yanıma gelsin. Mubez buraya gelinceye kadar onunla hususi bir şekilde konuşmak isterim.” dedi.

Cihan, babasının bu dikkatinden ve misafirperverliğinden memnun olarak onun emrini gerçekleştirmek için dışarı çıktı. Ay Toldı ondan daha önce, Cihan’ın oturması alışkanlık olan hususi bir salona gidip orada bekledi.

14
ATEŞGEDE ( BEYTÜ’L NÂR)

Verdan, aldığı emir üzerine oradan kuş gibi uçup gitmişti. Onun oradan böyle süratle çıkması Nevruz Bayramı münasebetiyle konağın bahçesinde ve dış kapısında bulunan halkı telaşa düşürmüştü. Hatta bazıları Verdan’ın arkasından koşarak Marzban’ın sağlığı hakkında bilgi istemişlerdi. Verdan hiç cevap vermeyerek oradan savuştu. Bayramın büyük kalabalıklarıyla dolu bulunan sokaklardan, çarşılardan geçti. Halkın ahvali, gidip gelmesi onun nazarında dikkatini çekmiyordu. Verdan, Maksude semtine doğru süratle gidiyordu. Biraz sonra Karşan Şah Ateşgedesi göründü. Her tarafı büyük bayraklarla donanmıştı. Etrafında birçok oda mevcuttu ki bu odalar kâhinlerin ve hizmetli kimselerin ikametine tahsis edilmişti. Üstü yeşillik ve çiçekle süslenmiş olan büyük kapısının önünde büyük bir izdiham vardı.

Verdan, farz olan ibadetleri gerçekleştirmek için gelen bir ateşperest gibi görünerek tapınağın avlusuna girdi. Giriş, ipekli kilimler ve diğer eşyalar konularak donatılmıştı. Dört tarafında bulunan saçak altı revaklara, işlemeli ve bazıları kıymettar taşlarla süslenmiş perdeler asılmıştı.

Verdan avludan, mabedin içine girdi. Asıl ateşgede, mabedin içinde dikdörtgen şeklinde kapalı bir binadan ibaretti. Yerden beş basamakla çıkılan yüksek bir kapısı vardı. Ateşgedenin etrafında, duvarların dibinde özenle yapılmış olan havuzlarda ateş yakılarak epeyce buhur14 atılmıştı. Bu havuzlardan duman, göğe doğru yükseliyordu. Kubbenin köşelerine konulan saksılardan da duman çıkıyordu. Ateşgedenin dış duvarlarının üzerinde de yüzlerce dumanlı saksılar vardı. Tapınağın içinde, sol tarafında dönen bir kabın ortasında mızrak gibi yukarı uzanan bir alev yükselmişti ki etrafında toplananların bir kısmı oturarak bir kısmı da ayakta ibadet ediyorlardı.

Verdan, ateşgedenin merdiveni üzerinde ayakta gördüğü bir adamı Mubez zannederek yanına gitmek istedi. Başında dikdörtgen, piramide de benzeyen bir külah giymiş olan; hâl ve kıyafetinden ateşgedenin hizmetinde olduğu anlaşılan diğer bir adam kendisini durdurarak sordu:

“Efendim, nereye gitmek istiyorsunuz?”

“Mubez Efendi’yi görmek istiyorum. Orada duran adam o değil midir?”

“Hayır, efendim. O şimdi meşguldür.”

“Kendisi nerede bulunuyor?”

“Onu ne yapacaksın? İşte ateşler yakılmış, ibadet gerçekleştirebilirsin.”

“Fakat ben Mubez’i görmek istiyorum.”

Hizmetli yüzünü başka tarafa çevirerek:

“İbadet bitmeden önce onu görmek uygun değildir.”

Verdan, hademeyi durdurarak:

“Efendim, kızmayınız! Ben yabancı bir adamım. Daha dün Hokand’dan geldim. Misafirlere güzellikle muamele etmek âdetinizdir, değil mi?”

Hizmetçi, Verdan’ın sözlerinden utanarak sordu:

“Buraya ibadet etmek ya da ateş ile kutsanmak için gelmediniz mi? İşte kutsal ateş! İstediğiniz kadar kutsanınız.”

“Fakat ben mutlaka Mubez’i görmek istiyorum.”

Hizmetçi, Verdan’ın kulağına eğilerek gayet yavaş bir sesle:

“Mubez, (sağ tarafta bir odayı göstererek) işte bu odada bazı zatlar ile özel bir görüşmede bulunmaktadır. Onu görebilmek için mutlaka çıkmasını beklemek lazımdır.” dedi.

Verdan, elini cebine soktu. Avucunun içinde çıkardığı birkaç altını hizmetçinin eline sıkıştırdıktan sonra:

“Azizim! Bana müsaade ediniz. Bu odaya yaklaşayım. Orada Mubez’in yakınında yalvarayım.” dedi.

Hizmetçi altınları cebine yerleştirerek:

“Ben izin veriyorum fakat o tarafa gittiğini kimse anlamasın.” dedi.

Verdan:

“Peki, merak etme!” dedikten sonra Mubez’in bulunduğu odaya yaklaştı. Maksadı bir vesile bularak Mubez’in huzuruna girmek, Marzban’ın kendisini istediğini söyleyerek alıp götürmekti. Odanın kapı aralığından içeriye baktı. Gayet güzel giyinmiş iki adam oturuyordu; biri Afşin’di. Verdan onu derhâl tanıdı. Diğerini ise görür görmez kalbi vurmaya başladı çünkü bu öyle bir adama benziyordu ki Verdan ile macerası vardı. Verdan o adama dikkatlice baktı. Tam o adamdı. Onda hiç şüphe yoktu.

Fakat onun orada bulunması garipti. Bu adam, Abbasi Devleti’ne karşı ihtilal çıkaran Babek Hürremi’nin en tanınmış adamlarından biriydi. Verdan onu Ermenistan’da Kâin Erdebil şehrinde biliyordu. Ara yerde büyük bir misafir varken acaba ne maksat ve ne gibi sebepler neticesinde Fergana’ya gelmişti? Verdan bir an önce Mubez’i alıp götürmek için aceleye gerek duyarken o üç büyük adamın orada gizlice birleşip konuşmalarından gayet mühim bir iş müzakere ettiklerini hissederek sırrın aslına vâkıf olmak istedi. Bir tarafa durdu. Diğer ateşperestler gibi bir vaziyet aldı. İbadetle dinî merasimi gerçekleştirir gibi göründü. Gerçekten bütün İslam askerlerinin komutanı Afşin gibi bir zatın Mecusilerin en büyük adamı ve aynı zamanda Abbasilerin en büyük düşmanı olan Babek Hürremi’nin temsilcisi ile birlikte ateşgede gibi bir yerde, Mecusilerin en büyük ruhani reisi ile gizli bir toplantı yapması elbette büyük bir anlama gelmekteydi. Öyle mühim bir mana son derece zeki olan Verdan’ın dikkatinden kolay kolay kaçabilir miydi? Verdan herhangi bir hileyle mutlaka bu sırrı anlamak istiyordu. Yavaş yavaş odanın etrafını dolaştı. Odanın dar bir yola nazır ufak bir penceresi vardı. Ver-dan, hiçbir tıkırtı yapmaksızın ve nefes almamaya çalışarak pencerenin bir tarafında durdu. Kendisi içeridekileri görüyordu fakat içeridekiler onu göremiyorlardı. Verdan, içeride ipekten bir halı üzerinde oturan üç zata dikkatlice baktı. Mubez bilinen, külahı ve urgani cübbesiyle oturuyordu. Karşısında Afşin ile İsbahbad15 oturmuşlardı fakat Afşin’in hâl ve kıyafeti göze çarpıyordu. Afşin, Bağdat’ta Abbasilerin siyasi sembolü olan siyah sarık ve siyah cübbe giyerdi; Müslümandı. Verdan, onun Samarra Mescidi’nde namaz kıldığını birkaç defa görmüştü. Hâlbuki şimdi Mecusiler gibi erguvani renkte bir cübbe giymiş, Mecusilerin dinî ayinlerine katılıyordu. Babek Hürremi’nin sarıksız bir külah giymiş olan temsilcisinin Mecusiliği hayret verici değildi. Çünkü bu adam esasen Mecusi’ydi. İslamiyet’i kabul etmemişti.

Verdan yere oturarak ses çıkarmaksızın dua tilavetiyle meşgul gibi göründü fakat bütün vücudu his, kulak kesilmişti. İçeridekiler konuşmalarına devam ediyorlardı. Mubez diyordu ki:

“Yüce Hürmüz’ün yardımıyla mutlaka muzaffer olacağız. Herhâlde sabır ve sebat göstermemiz lazımdır.”

İsbahbad:

“Herhâlde sabır ve sebat göstereceğiz. Hem sabır ve sebatımız çok uzamayacaktır. Bir şartla…”

Afşin:

“Sabır ve sebat uzasa bile sakınca yoktur. Yalnız dostun Babek, hakkımdaki itimadını bozmasın!”

İsbahbad yutkunarak sözüne başladı:

“Babek, hakkınızdaki itimadını bozmaz. Ancak kendilerine Müslüman ya da Arap namını veren bu Yahudilere16 pek fazla sokuldunuz, kendisini intizarda bıraktınız. Ona karşı olan vaadinizi Mubez Efendi’nin huzurunda size hatırlatmak için Babek, beni her sene âdet olduğu üzere bu özel günde de sizinle görüştürmek için buraya gönderdi.”

Afşin gülerek:

“Galiba Babek bundan birkaç sene önce Taberistan Emîri Mazyar’ın da bizimle beraber olduğu hâlde burada sözleştiğimiz yemin misakı17 ihmal ettim zannediyor. Başka şahide lüzum yoktur ve ahdimi yerine getirip getirmediğimi Mubez Efendi’den sorunuz.”

Mubez başıyla, “evet” işaretini yaptı.

Afşin sözüne devam ederek:

“Bu mukaddes ateş de sözümüze şahittir. Kardeşim Babek’e tarafımdan söyleyiniz: Para toplayıp göndermekte hiçbir fırsatı kaçırmıyorum. Devletin savaş ya da barış, herhangi bir işini üzerime alırsam o hizmet için Mu’tasım’dan para alıyorum. Bu paraları hep Andican’daki hazinemize gönderiyordum. Mazyar da yemin ve misakını muhafaza etmektedir. Bu sene bazı özel sebeplere dayanarak burada bizimle birleşemedi lakin bana yazdığı bir mektupta işte sebat etmemizi tavsiye ediyor. İlk hareketimizi gördüğünde bütün Taberistan halkı ile beraber bizimle birleşeceğini, bu zalim Müslüman devletten kurtulmak ve Acem Devleti’nin büyüklüğünü ihya ve iade etmek hususunda bizden ziyade gayret ve vatanseverlik göstereceğini temin ediyor.” dedi.

İsbahbad:

“Yüce Babek’in sizden beklediği de budur lakin önceden dediğim gibi zatıalilerinin sanki onlardan biriymişsiniz gibi bize karşı birkaç defa savaşma derecesine kadar o Yahudilerin hüküm ve emrine gösterdiğiniz itaat, yüce Babek’i cidden düşündürdü.”

Afşin kahkaha ile gülerek ve başını sallayarak cevap verdi:

“Bunu benim gibi bir adama söylemek uygun mudur? Kardeşim Babek’in bütün yaptıklarımda nasıl bir maksat takip ettiğimi anlayamaması mümkün müdür? Kendisine karşı muharebeyi kabul etmenin takip etmekte olduğumuz maksadı gizlemek için olduğunu bilmiyor mu? Daima fırsatı gözetmekteyim. Münasip bir fırsat düşeceği vakit derhâl kendisine haber edeceğim. Hepimiz tek vücut olarak bir anda ayaklanacağız. Acem Devleti’ni diriltmek için çalışmış olan Ebu Müslim Horasani, Cafer Birmeki, Fazl b. Sehl ve diğerleri gibi büyük Acemlerin bunca gayret ve fedakârlıklarına rağmen nail olamadıkları büyük emellerini meydana getireceğiz. Bütün bu zikrettiğim kişiler acele ettikleri için maksatlarına nail olamadılar. Hâlbuki biz öyle yapmayacağız. Sabır ve sebat ile fırsatı gözeteceğiz. Ayaklanacağımız zaman emin adımlarla yürüyeceğiz.”

Mubez, İsbahbad’a dönerek:

“Afşin Bey pek doğru fikirlerde bulunuyor. Kendileri öyle mühim işlerde de tecrübelidir. Oğlunuz Babek’e tarafımdan selam söyleyiniz. Bizimle beraber o da fırsatı beklesin. Yüce Hürmüz, elbette bize yardım edecektir. Daha dün rüyada gördüm. Başarı zamanı pek yaklaşmıştır. Şu hâlde birbirimize olan emniyet ve güvenimizi bozmayalım. Bütün mesaimizi kendi elimizle mahvetmeyelim.” dedi.

Verdan hayret ve dehşet içinde bu konuşmayı işitiyor; kendi gözlerine, kulaklarına inanmak istemiyordu çünkü Afşin, hilafetin yegâne dayanağı olan ordunun başkomutanıydı. İslam Devleti’nde bu kadar büyük bir rütbeye sahip olan bir zatın, gizlice Mecusiliği yaşaması ve bağlı olduğu devleti ilk fırsatta mahvetmek için o devletin en güvensiz düşmanlarıyla birleşmesi akla hayret veren cüretlerdendi. Verdan, bütün bu hayretiyle beraber lüzumunda kullanmak üzere bu konuşmadan mühim bir silah elde ettiğini de hissediyordu. Sonra Mubez ayağa kalkmak için hazırlandı. Afşin ve arkadaşı da ayağa kalkarak çıktıkları zaman kimse tarafından tanınmamak için yüzlerini kapadılar. Verdan, onları o hâlde görünce oradan süratle çekildi. Tapınağın orta taraflarına rastlayan bir noktada, Mubez’in çıkmasını bekledi.

Ateşperestler kutsal ateşle kutsanmak ve dua etmekle meşguldüler. Hizmetçi, Mubez’in çıkmakta olduğunu görünce onlara haber verdi. Hepsi ayakta durarak baş eğmek için hazırlandılar. Verdan sanki onlardan biriymiş gibi aralarında aynı vaziyette durdu. Mubez, parlak renkler ve kıymettar işlemelerle gözleri kamaştıran gayet süslü bir elbise giymiş; boynuna kıymetli taşlardan müteşekkil bir gerdanlık takmıştı. Elinde kabzası altından bir çevgen18 tutuyordu. Çevgeni yere dayayarak kibir ve gurur ile yürüyor; herkes ona başını eğerek hürmette bulunuyordu.

Verdan, Mubez’in kendisine yaklaştığını görünce onun yanına yanaştı ve eğilip ellerini öperek:

“Efendim, Marzban gayet mühim bir iş için hemen yanına teşrif buyurmanızı rica ediyor.” dedi.

Mubez, Marzban’ın Cihan’ın pederi olduğunu anlamakta bir an tereddüt etmedi çünkü orada ondan başka Marzban yoktu. Hemen sordu:

“Acaba hastalığı mı ağırlaşmış?”

“Bilmiyorum fakat derhâl ziyaretine gitmenizi ısrarla rica ediyor. Zatıalilerini birlikte almadan geri dönmememi emretti.”

“Peki, geliyorum. Beni dışarıda bekle.”

Verdan korkarak oradan çıktı. Kendisinin gizli toplantıdan bir şey anladığını Afşin hissetmesin diye yüreği çarpıyordu. Kapıda takımları altın yaldızlı iki atlı bir araba duruyordu; araba Afşin’indi. Orada duran halk arabaya bakıyor, Mubez’i ziyaret eden zatların kim olduklarını anlamak istiyorlardı.

Bir müddet sonra Mubez kapıdan çıkarak arabaya bindi. Afşin de kapalı olduğu hâlde arabada onun yanında yer aldı. Mubez’in ettiği işaret üzerine Verdan atların birine bindi. Hep birlikte Marzban’ın konağına gittiler.

11.Başlık.
12.Yakubi.
13.Köşk görevlisi.
14.Dinî törenlerde yakılan kokulu ağaç vb. maddeler.
15.Ordu şefi.
16.“Müslümanlara düşman olan Mecusiler, Müslümanlara Yahudi namı veriyorlardı.” İbnü’l Esir.
17.İbn İsfendiyar’ın Taberistan Tarihi.
18.Asa.

Бесплатный фрагмент закончился.

95,73 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
09 августа 2023
ISBN:
978-625-6862-43-2
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap