promo_banner

Реклама

Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Fergana Güzeli», страница 4

Шрифт:

10
MARZBAN

Cihan, konağa ancak yatsı zamanında ulaşmıştı. Konağın bahçesinde, her tarafta yakılan fenerler ışık saçıyordu. Her sene bu bayram gününde olduğu gibi bu sene de Marzban’ın dostları, çiftçileri ve diğer tanıdıkları âdetleri üzere hediyeler eşliğinde oraya gelerek bahçede toplanmışlardı. Bunlar, oraya her sene bu bayram gününde geldiklerinde neşeli ve şen dururlar, gülüp oynarlar; davul, tambur çalarlardı fakat bu sene neşesiz duruyorlardı. Müzik aletlerini beraber getirmişlerdi lakin çalmıyorlardı. Hiçbir neşe izi göstermiyorlardı çünkü Marzban’ın ağır hasta olduğunu anlayarak mahzun olmuş, sessizliği seçmişlerdi. Bunlar bahçenin yollarında, konağın merdiveni üzerinde dağılmış ya da toplu bir hâlde yer almışlardı. Hepsi yeni yeni bayram elbiselerini giymişlerdi. Hepsinin yüzünde hüzün izleri görülüyordu. Biri diğeriyle konuşmak istese yavaş sesle konuşuyordu. Birbirlerine baktıkları zaman üzgün oluyorlardı. Bahçenin kapısında kalabalık ziyadeydi çünkü elbise, koku ve meyvelerden oluşan hediyeler; hayvanlar getirilmiş, kapıda duruyordu. Konağın hademeleri yükleri indirip içeriye taşımakla meşgullerdi.

Cihan Hatun’un alay arabası konağın kapısına varınca halk, yolun iki tarafına çekildi. Herkes kendi hâlini, hediyesini unutarak Marzban’ın kızını izlemeye koyuldu. Bütün bu halk Cihan’ı cidden seviyordu. Onu görmekten büyük bir haz ve bahtiyarlık duyuyor, kendisini mübarek ve yüce bir hanımefendi kabul ediyorlardı. Cihan, arabadan inince her taraftan selamladılar. Yüzünü gördükleri zaman sevindiler. Bir an için üzüntülerini unutur gibi oldular çünkü onlara öyle geliyordu ki Cihan, babasının yanına girerse ızdırap yatağında yatan hastanın acısını ortadan kaldıracak, Marzban tamamen sağlığına kavuşacaktı.

Cihan ise kendisini selamlayanları nazikçe başını eğerek karşılıyor fakat her zamanki gibi tebessüm etmiyordu. Cihan’ın çehresi daima alçak gönüllülük, incelik ve nezaket saçtığı için halk bu defa onun yüzünün gülmediğini fark etmişti. Hizran, arabadan daha önce inmişti. Hanımının yanında yürümeye başladı. Cihan ilerledikçe halk ona yol vermek için iki tarafa çekiliyor, selama duruyordu. Cihan bahçe kapısından girdi. Ağırbaşlı ve temkinli adımlarla bahçeyi geçti. Konağın sofasına giden birkaç basamaklı merdiveni çıktı. Buralardan geçerken bu halkın içinde Ay Toldı’ya rast gelirim ümidiyle gizlice ve dikkatle her tarafa bakıyor fakat ona bedel, orada Afşin’i görmekten de korkuyordu. Ne ona ne buna rast gelmedi. Konak halkı büyük bir merak içinde kendisinin gelmesini bekliyordu. Derhâl karşılamaya koştular. Cihan, biraderi Saman’ı da bunların içinde göremedi. Onu odada, pederinin yanında zannetti. Konağın idarecisini görür görmez pederinin durumunu sordu. İdareci Ona:

“Yüce Hürmüz’e selam olsun. Sağlığı iyidir.” dedi.

Cihan biraz rahatladı fakat yine meraktan kurtulamıyordu. Kendisini karşılamak için iki tarafta ayakta durmuş olan cariye ve hademelerin arasında büyük halılardan döşenmiş bir aralıktan aceleyle geçerek babasının bulunduğu odaya gitti. Babasını görmek için büyük bir şevk ve istek duyuyor, kalbi onun için korkudan hızla çarpıyordu. Odanın kapısında hadım bir köle duruyordu. Bu hadım, daima Marzban’ın kapısını beklerdi. Cihan’ı görünce hemen efendisine koştu, Cihan’ın geldiğini haber etti. Sonra kapıya gelerek hanımının girmesi için perdeyi kaldırdı. Cihan ava giderken giymiş olduğu elbiseyle babasının yanına girdi. Hâlâ sarığı başında duruyordu. Yalnız yüzünü ve boğazını açmış, güzelliği daha ziyade meydana çıkmıştı. Üzüntü, yorgunluk; heybet ve vakarını, güzelliğini bir kat daha artırmıştı. Cihan çehresi parlak ve letafet saçtığı, gözleri zekâ ve şefkatinden parladığı hâliyle babasının yatağına yaklaştı.

Marzban altmış yaşını aşkın bir adamdı fakat hastalık onu pek ihtiyar yapmıştı. Büsbütün beyaz olan sakalı, göğsünü dolduruyordu. Büyük gözleri zayıflıktan çukurlaşmıştı. Yüzünde zayıflık eseri pek fazla belirmiş ise de gözleri hâlâ parlak kalmış, zayıflık onun heybet ve vakarını eksiltememişti. Özellikle kızının kendisine şiddetle ihtiyaç duyduğu bir zamanda gelmesi, gözlerinin parlaklığını canlandırmıştı. Üzerinde yatmış olduğu karyola parlak fil dişi ile süslenmiş dört ayak üzerinde abanoz ağacından yapılmıştı. Marzban arkaüstü uzanmış, başına takke gibi küçük bir sarık sarmıştı. Vücudunun üzerine sırma ile işlenmiş atlastan bir örtü konulmuştu. Örtünün göğsüne rastlayan tarafına gayet kıymettar, samur kürkünden örülmüş bir atkı atılmıştı. Marzban iki elini bu atkı üzerine atmıştı. Gömleğinin kolları yukarıya çekilmişti. Hastanın zayıflığı ellerinden de büsbütün belli oluyordu.

Cihan odaya girer girmez doğruca babasının yatağı yakınında, duvardan dışarı çıkmış bir girinti üzerinde dikilmiş kaba yaklaştı. Bu kabın önünde bilhassa bu kap için yakılmış bir mum vardı. Bu, odanın aydınlanması için tavanın ortasına asılmış olan büyük kandilden başkaydı. Cihan, Mecusilerin ibadette âdetleri üzerine sanemin8 önünde başı eğik durmak suretiyle saneme saygı ve hürmette bulunuyordu. Sonra pederinin yanına koştu, karyolanın yanında diz çökerek ellerini öpmeye başladı. Pederinin son derece zayıflığı kendisine pek tesir etmişti. Her vakit yaptığı gibi ona kuvvet ve cesaret vermek için gücünü gösterdi. Yüzü tebessüm ediyor fakat gözleri canlı değildi. O gözler, yalnız onun kendi pederine karşı büyük bir saygı beslediğini, pederini pek çok sevdiğini gösteriyordu. Pederi ise kızını görür görmez gözleri yaşla dolduğu hâlde kendisini şen ve neşeli göstermeye çalışarak kollarını kaldırdı. Cihan bu kol kaldırılmasından pederinin kendisini kucaklamak, öpmek istediğini anladı. Göğsüne doğru eğildi. Pederi onu kucakladı, öptü ve kokladı. Elleriyle saçlarını, yüzünü okşadı. Cihan, babasının öpüp koklamasından soluğunun sıcaklığını ve saçlarının sertliğini duyarak sağlığı hakkında düşmüş olduğu endişeyi, merakı yatıştırmaya ve hafifletmeye çalıştı. Kızcağız, o kadar korkmuştu ki babasını sağ göremeyeceğini zannediyordu.

Marzban yatakta oturmak istedi. Yardım ettiler. Biraz doğruldu, kolunu yastığa dayayarak oturdu. Kızına yatak üzerinde yanında oturmasını söyledi. Cihan oturdu:

“Babacığım! Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu.

“İnandığımız, saygı duyduğumuz Hürmüz’e dua ediyorum; iyiyim fakat o kadar ağrılar çektim, zayıflığımdan o kadar acılar duydum ki Ehremen’in9 üstün gelerek bana bir fenalık yapmasından korkuyordum fakat senin konağa döndüğünü öğrenince biraz rahatlık ve ferahlık hissettim. Dünyada tek emelim, tesellim sensin. Bunu biliyorsun. Bir daha konaktan ayrılma, seni daima yanımda görmek isterim.”

Cihan, gözlerinden yaşlar dökmekten kendini alamadı. Soylu kız, babasını çok seviyordu. Hasta peder, kızının kederinden üzüntü duydu. Aynı zamanda vefatından sonra kızının ne olacağını düşünüyordu. Şefkatli pederiyle beraber o da ağladı. Bununla beraber kızını fazla üzüntüden korumak için kendi kederini saklamaya çalışıyordu. Cihan, babasının hislerini anladı. O da pederini, o hasta hâlde kendi acısıyla üzmek istemiyordu. Şen ve mutlu görünmeye çalışarak:

“Babacığım! İnandığımız Hürmüz’e selamlar olsun. Sağlığınızı iyi görüyorum. Senin için ona (sanemi eliyle işaret ederek) dua edeceğim. Ondan sağlık ve selametini isteyeceğim. Yüce Hürmüz elbette duamı kabul eder.” dedi.

“Mubez’i araması için kardeşin Saman’ı gönderdim. Mubez gelince hepimiz birlikte dua ederiz.”

Cihan, babasının duaya önem verdiğini görünce ruhen bir ferahlama duydu. İnsan için bu gibi zamanlarda inancından başka teselliye dönüş olacak bir şey yoktu. Şiddet ve felaket zamanında akıl ve kuvvetin büsbütün âcizliği açığa çıktıktan sonra insanlara teselli, ümit veren şey inançtan ibaretti. İnanç olmasaydı insanlar bu dünyada bedbahtlıktan başka bir şey göremezlerdi. Dünyanın her noktasındaki halkın bir din ile bağlılığının olması, işte bu hikmet ve gerçeğin üzerine kuruludur. Hiçbir millet yoktur ki zayıfı kuvvetliye karşı koruyan, hiçbir şeyin fayda ve tesiri görülmeyen felaketlerde kalbe kuvvet ve ümit veren bir dine bağlı olmasın. O felaketlerde yalnız iman, manen imdada yetişir.

Ancak bir dine mutlak nefsini teslim etmek, derin bir inanç ve kuvvet verebilir. Bunun için hakiki bir iman sahibi; felaketleri büyük bir tevekkül, samimi bir sabır ve tahammülle kabul eder. Ölümü telaşsız belki memnuniyet ve sevinçle karşılar. Halkın aklına şüphe ve zan dayanma gücünü eğmek kadar beşeriyet için zarar veren bir şey yoktur çünkü bu şüpheler onları manen öldürür, bahtiyarlıklarını büsbütün mahveder. Öyle tohum eken kimse kendisi ne kadar şüphede olursa olsun bir felakete uğradığı ya da pek değerli ve mukaddes kabul ettiği bir şeyden mahrum olma korkusuna düştüğü anda, bilinen maddi vasıtalardan başka vasıtalara iltica etmekten kendisini alamaz. O anda ister istemez bilmediği bir kuvvetten yardım diler. Görmediği ve varlığına inanmadığı bir şahsın yardımını bekler. Mevcut olan dinlerin hangisinin daha iyi olduğuna dair herkesin fikir ve görüşü farklı olabilir fakat herkes bir dine bağlıdır.

Cihan, pederinin duaya meyil ve rağbetinden duyduğu sevinç ve iç huzuru ile sordu:

“Mubez bu akşam bize gelecek mi?”

Marzban, kalben bir sır saklıyormuş gibi cevap verdi:

“Onu çağırmak için kardeşini gönderdim fakat alıp getiremeyeceğini zannediyorum. Çünkü tecrübe ile gördüm: Kardeşine her ne emretsem onun tersini yapar.” Marzban son sözleri ağzından kaçırdığından dolayı pişman olmuştu. Telafi için:

“Kusuru yok. Mubez yarın gelse de olur.” dedi.

Cihan babasının kendi kardeşi hakkında, o yolda öyle bir dil kullanmasından; pederinin ondan memnun olmadığını anlıyordu. Daha önce de babasından öyle bir şey hissetmişti fakat sebebini anlamıyordu. Marzban, kızının aşırı zekâ ve hızlı kavrayışını ve kardeşi hakkında kendisinin söylememek istediği şeyleri bilecek olursa üzüntü ve kederli bir hayat geçireceğini bildiği için o sırrı saklamaya son derece gayret ediyordu. Cihan ile pederi bir an sessizleşti. İkisi de yere bakarak düşünüyorlardı. Marzban birdenbire kendisini toplayarak:

“Kızım, sevgili Cihan’ım! Odaya git, elbiseni değiştir. Sonra yemek ye. Ben biraz rahat etmek, uyumak istiyorum.” dedi. Cihan ayağa kalktı:

“Sana bir şey lazım değil mi? Gitmeden önce yapayım, babacığım.”

“Hayır, kızım! Şimdi bir şeye ihtiyacım yok. Yarın sabah Mubez gelince bir şeyi öğrenmiş olacaksın. Şimdi selametle git, rahat yat.”

11
SAMAN

Cihan pederinin ne düşündüğünü, yarın kendisine söylenecek sırrı anlamak için büyük bir meraka düşmüştü. Pederinin hastalığını, zayıflığını dikkate alarak sırrı o anda kendisine söyletmeyi uygun görmedi. Onun Afşin’den bahsetmemesi kendisini memnun ediyor ancak o sırada babasının huzurunda bir fırsat bulup Ay Toldı’yı söyleyemediğinden üzgün duruyordu. Babasına Ay Toldı’dan bahsedecek olursa babasının onun hakkında övgüde bulunacağını, bu sayede bu evlilik hakkındaki fikrini anlayacağını ümit ediyordu. Cihan diğer kızlar gibi böyle bir konuyu babasına açmaktan korkar, sıkılır bir kız değildi. Akıl ve dirayet sahibiydi. Babasıyla bir erkek gibi konuşuyordu. Bununla beraber bu işin, Ay Toldı’nın gelip babasının huzuruna girmesi zamanına rastlamasını daha uygun buldu.

Cihan babasının odasından çıkmak için hazırlanırken uşak içeri girdi.

“Saman geliyor.” dedi.

Marzban bu ismi işitince canı sıkıldı, belli etmeyerek:

“Girsin.” dedi.

Saman içeri girdi. Onunla Cihan’ın yüzlerine bakılırsa kardeş olduklarına inanmak mümkün değildi. Gerçekte Saman, Cihan’ın yalnız baba tarafından kardeşiydi.

Onun annesi Hintli bir hanımdı. Vefatında Saman, sekiz yaşında bulunuyordu. Sonra pederi Kafkasya’ya gitti. Orada güzel bir Çerkez kızı buldu. Güzelliğini, ahlakını beğendi. Onunla evlenerek Fergana’ya getirdi. Kadıncağız biri Cihan diğeri yine bir kız olmak üzere ikiz doğurdu. Bu ikiz kızlar henüz küçükken valideleri vefat etti. Marzban, bunlara Hizran’ı mürebbiye tayin etti ve Çerkez eşinin vefatından sonra bir daha evlenmek istemedi çünkü son derecedeki güzelliğinden, akıl ve dirayetinden dolayı onu çok seviyordu. Validelerine pek çok benzedikleri için bu iki kızı da sevdi fakat bunlar henüz üç yaşına varmadan biri gayet garip bir şekilde kayboldu. Cihan yalnız kalınca Marzban, bütün sevgisini ona yöneltti. Bir kızının kaybolması hakkında şöyle bir rivayet anlatılagelmiştir: Bir at onu kapıp götürmüş! Çünkü Türkistan’da bir çeşit haydutlar vardır ki atlarını haydutluğa alıştırırlardı. Bu atlar küçük çocukları, yükleri dişleriyle kapıp kaçırırlardı. İşte o tarihten sonra Fergana halkı o gibi haydut atların saldırısından korunmak için küçük çocuklarını yanlarından ayırmamaya başlamışlardı. Hâlbuki Marzban, küçük kızının kaybolma sebebini başka türlü anlayarak o andan itibaren oğlu Saman hakkında şiddetli bir nefret duymaya başlamış fakat bu sebebi herkesten gizlemişti.

Saman yaradılış ve ahlak itibarıyla kız kardeşi Cihan’ın tersiydi. Kısa boylu, köse bir adamdı. Çenesinde dağınık bir hâlde bulunan birkaç kıldan başka kıl yoktu. Yassı yanaklıydı. Gözlerinin akı sanki bir uykudan uyanmış gibi kırmızılıkla karışıktı. Bununla beraber şiddetli bir şaşılık ile gözlerine bir perişanlık ilave olmuştu. O hâlde ki size bakarken tavana ya da kapıya bakıyor zannediyordunuz. Bir şeye sabit bir şekilde bakamazdı. Sizinle konuştuğu zaman yere bakarak konuşur yahut göz kapakları titrediği hâlde sizden başka tarafa bakardı. Söz söyleyince güya tehlikeli bir mevkide, bir şeyden korkuyormuş gibi titrek dudaklarıyla çabuk çabuk söylerdi. Bununla beraber pek ziyade kurnaz, hilekâr, bencil, iyilik düşmanı bir mahluktu. Dünyada kendi nefsinden başka kimseyi sevmezdi.

Saman içeri girer girmez derhâl pederinin yatağına koştu. Başında sarıksız ipekten bir külah vardı. Bütün vücudunu kaplayan bir cübbe giymişti. Cübbe o kadar uzundu ki yürürken ayakları, eteklerine dolaşıyordu. Pederinin yanında durarak:

“Karşan Şah’ın10 evine gittim. Orada Mubez’i bulamadım. Sabah geleceğini söylediler. Kendi evine de gidip arayayım mı?” dedi.

Marzban bıkkınlığı gösteren bir tavırla başını sallayarak:

“Buraya gelmeden onu arayabilirdin fakat zararı yok. Yarın uşaklardan birini gönderip çağırtırız. Hamdolsun uşaklarımız var. Şimdi sen işine git.”

Cihan; pederinin dilinden onun kardeşi hakkında büyük bir nefret beslemekte olduğunu, kardeşinin sevilmeye layık bir mahluk olmadığını anlıyordu. Babasının kardeşi hakkında o zamana kadar bu derece şiddetli bir dil kullandığını görmemişti. Saman ise babasının ne kastettiğini bilmezlikten gelerek cevap verdi:

“Babacığım, Mubez’i mutlaka bu akşam istediğini bilmiyordum. Yoksa onu alıp getirmeden buraya gelmezdim. Bir daha gidip kendisini arayayım mı?”

Marzban, oğlu söz söylerken onun yüzüne dikkatli dikkatli bakıyordu. Saman sözünü bitirince Marzban yüzünü öbür tarafa çevirerek:

“Buradan git fakat onu arama. Şimdi ben biraz rahata muhtacım.” dedi.

Saman, babasının ellerine kapanarak öpmeye başladı fakat babası ona önem vermedi. Saman oradan çekilip gitti. Cihan bu manzara karşısında donakalmıştı. Bakışlarını babasına yönelterek gözlerinin içine dikkatli dikkatli bakıyordu. Hastanın gözlerinde hemen düşmek üzere bulunan iki damla yaş vardı. Gözlerini sanemin önüne koyulmuş olan mumun ışığına dikmişti. Cihan, babasının iki dudağının uçlarında onun gayet mühim bir sır taşıdığını ve onu ifşa etmek istediğini okur gibi oldu. Kızcağız tekrar babasının yatağına oturdu. Elini avuçlarının içine aldı. Babasının o zayıf ellerinde soğuk bir ter, hafif bir titreme hissediliyordu. Cihan:

“Babacığım, benden bir şey istiyor musunuz? Yanınızda kalayım mı, gideyim mi? Nasıl emredersin?”

Marzban yastığını düzeltmeye çalışarak:

“Sevgili yavrum! Git, rahatına bak. Yok… Gitme… Yok yok… Git, rahatına bak. Sen rahat edersen ben rahat ederim.”

“Babacığım! Galiba Saman’ın beceriksizliği sizi gücendirdi. Gücenmeyiniz, babacığım. O maksadınızı bilmiyordu.”

Marzban başını salladı:

“O benim maksadımı anlamadı fakat ben onun maksadını anladım. Şimdi hesap soracak zaman yaklaştı.”

Marzban bu sözleri söyledikten sonra uyumak için yatağa bakarak örtüyü omuzlarına doğru çekmeye başladı. Cihan babasının bu mesele hakkında daha fazla bir şey söylemek istemediğini anladı, örtü ile örtünmesine yardım etti. Sonra oradan çıktı, kardeşi hakkında yeni bir endişe ile meşgul olduğu hâlde kendi odasına gitti. Hizran orada beklemekteydi. Hanımını görünce babasının hâlini sordu. Cihan, babasının sağlığının iyi olduğunu söyledi.

Hizran:

“Hanımcığım, bugün çok yorulduk. Artık elbiseni değiştir, yatağına gir.” dedi.

Cihan hareketsiz durdu. Cevap vermiyordu. Mürebbiye, hanımının hâlâ Ay Toldı’yı düşünmekte olduğunu anlayarak:

“Hanımcığım! Herkes dağılmış, bahçede köşkte bütün fenerler söndürülmüşken hâlâ Ay Toldı görünmedi. Galiba yarın gelecek.” dedi.

Cihan, Ay Toldı’nın o gece artık gelmeyeceğine kanaat getirmişti. Elbisesini değiştirmeye başladı. Mürebbiyesi soyunmasında ona yardım ediyordu. Cihan elbise değiştirmeyi tamamlayınca Hizran veda edip çıktı. Artık Cihan yavaş yavaş yatağına gidip yatmak istiyordu fakat yatağa varmadan önce bir cariye içeri girerek biraderi Saman’ın kendisini görmek için geldiğini söyledi.

Cihan, kardeşinin o saatte kendisinin yanına gelmesinden memnun oldu çünkü pederinin huzurundan onun, o surette ayrılması kendisini büyük bir meraka düşürmüştü. Onu düşünüyordu. Saman yüzünde üzüntü ve gücenme izleri olduğu hâlde odaya girdi. Cihan onu o hâlde görünce şefkate geldi, güzellikle ve güler yüzüyle karşıladı.

“Kardeşim, babamızın sana söylediği sözlere gücenme. Her ne söylediyse ona musallat olan zayıflık ve üzüntüden canı sıkılarak söyledi.”

Saman üzülerek ve gücenme gösterdiği hâliyle yere serilmiş olan bir minder üzerine oturdu. Sessizce yere bakarak cevap vermedi. Cihan onun yanına oturdu. Yüzüne baktı. Gözlerinden ağlamaksızın yaşlar dökülmekteydi. Cihan, kardeşinin bu hâline fevkalade üzüldü. Şefkati, saflık ve fazileti; akıl ve anlayışına galip geliyordu. Büyük bir merhamet hissiyle sordu:

“Kardeşim, niçin ağlıyorsun?”

Saman gözlerini Cihan’a doğru kaldırarak kısık bir sesle cevap verdi:

“Kız kardeşim! Biraz önce gözlerinle gördün, kulaklarınla işittin. Daha niçin soruyorsun?”

“Sana söyledim, kardeşim! Babamız her ne söylediyse hastalığın etkisiyle söyledi. Başka bir sebeple söylemedi. İyi bilirim ki o, seni seviyor. Senden başka oğlu yoktur. Sen onun ismine vâris olacaksın. Sen…”

Saman, kız kardeşinin sözünü kesti:

“Belki beni seviyor fakat ben bedbaht bir insanım. Çünkü onu memnun etmek için bütün kuvvetimi sarf ediyorum fakat memnun edemiyorum. O bana Mubez’i çağır diye emretti. Mubez’i davet etmek için adam aradığını gördüm. Ben gider, çağırırım dedim. Her zaman babamın benden çekindiğini hissediyorum. Hâlbuki onun daima benden hoşnut olmasını istiyorum.”

“Babamız senden hoşnuttur. Değilse mutlaka hoşnut olacak. Buna emin ol.”

“Beni sevdiğini, hakkımda babamın gönül hoşluğunu kazanmaya çalıştığını bilirim fakat galiba bazı kimseler beni babama fena göstermeye çalışıyorlar. Babam saf bir adamdır. Onların sözlerine aldanıyor.”

Saman bunu söyledikten sonra ayağa kalktı. Çıkıp gitmek istiyor gibi bir hâl alarak bu konunun kız kardeşinin canını sıkmaya sebep olmasından çekiniyor gibi davrandı. Cihan kendisini durdurdu:

“O kimselerden kimleri niyet ediyorsun?”

“Tanıdığın adamlar… Bunlar din namı altında aklımıza, kalbimize, malımıza hüküm sürmek istiyorlar.”

Cihan, kardeşinin Mubezleri niyet ettiğini anlayarak:

“Maksadını anladım. Anlaşılıyor ki bu akşam kasten yalnız geldin. Mahsus Mubez’i getirmek istemedin.”

Saman esneyerek yutkunarak cevap verdi:

“Kasten onu yaptım fakat onu ateşgedede bulamadım. Çünkü Mubezlerin evimize gelmelerinden, fenalıktan başka bir şey beklemem.”

Cihan, kardeşinin sözünü kesti:

“Bu hususta seninle hemfikir olalım. Bu Mubezler bizim için dua ederler. Onların vücudunda hayır ve bereket var. Onlarsız teselli bulamayız. Babamı da aynı itikatta görüyorum. Onun bu inancına muhalif hâl ve harekette bulunmak uygun değildir.”

“Onların içinde iyi adamlar bulunduğunu inkâr etmiyorum fakat bazıları hırslı ve açgözlüdür. Her şeyi kendi nefisleri için isterler fakat şimdi onlar neyimize lazım? Yegâne arzu ettiğim şey, babamın bana gücenmiş olmamasıdır.”

“Bunu ben yoluna koyarım, rahat ol. Sen yatağına git, rahat rahat uyu.”

Saman kırılmış olarak başını eğmiş hâlde oradan çıktı. Cihan yalnız kalınca yatağına gidip uzandı. Bütün gece düşüncelere mağlup oldu. O gece pek az uyuyabildi.

8.Put.
9.Zerdüşt inancında kötülüğün temsili.
10.Fergana’daki ateşgede lideri.
95,73 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
09 августа 2023
ISBN:
978-625-6862-43-2
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap