Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Ben-Hur», страница 8

Шрифт:

İKİNCİ KİTAP

 
Bir ateş vardır, bir de ruhun kıpırtısı
Asla sığamaz kendi kabına,
Arzuların ötesine taşar,
Bir kere yandı mı sönmez bir daha
Atıldı mı maceralara
Durmak bilmez asla.
 
(BYRON, Childe Harold)

I
ROMA VE YAHUDİYE

Şimdi okuru yirmi bir yıl sonrasına, Yahudiye’nin dördüncü valisi Valerius Gratus’un yönetiminin başlangıcına götürmek gerekiyor. Bu dönem Kudüs’teki siyasi gerginlikleriyle hatırlanır, Yahudilerle Romalılar arasındaki son çekişmelerin başlangıç tarihidir.

Bu dönemde Yahudiye onu her yönden, özellikle de siyasi durumu açısından etkileyen bazı değişimlere maruz kalmıştı. Büyük Herod çocuğun doğumundan bir yıl sonra öyle sefil bir şekilde öldü ki Hristiyan dünyası haklı olarak onun ilahi bir gazaba maruz kaldığına inandı. Hayatlarını yarattıkları gücü mükemmelleştirmek için harcayan bütün büyük hükümdarlar gibi o da tahtını ve tacını devretmeyi, bir hanedanlığın kurucusu olmayı hayal etmişti. Bu niyetle topraklarını üç oğlu Antipas, Philip ve Archelaus arasında paylaştıran bir vasiyet bıraktı. Archelaus onun unvanını almak üzere seçilmişti. Vasiyetname gerektiği şekilde İmparator Augustus’a sunuldu, o da bir istisnayla bütün maddeleri onayladı. Archelaus liyakatini ve sadakatini kanıtlayana kadar ona kral unvanını vermedi. Bunun yerine onu dokuz yıl hüküm süreceği valiliğe getirdi; ama kötü yönetimi ve etrafında büyüyen ve güçlenen kavgacı unsurları bastırmadaki yetersizliği nedeniyle Gaul’e sürgüne gönderildi.

Sezar, Archelaus’un görevden alınmasıyla yetinmeyip Kudüs halkının gururuna dokunan ve Tapınak’ın kibirli sofularının hassasiyetlerini şiddetle yaralayan bir darbe vurdu. Yahudiye’yi bir Roma vilayeti yapıp Suriye yönetimine bağladı. Böylece şehir, Herod’dan kalan Sion Dağı üzerindeki saraydan ülkeyi yöneten kral yerine vekil diye adlandırılan ikinci dereceden bir subayın eline düştü; subay Roma ile olan ilişkilerini Antakya’da oturan Suriye elçisi üzerinden yürütüyordu. Bu aşağılamayı daha da acılı hâle getirmek için vekilin Kudüs’e yerleşmesine izin verilmedi, yönetim yeri Kayserya’ydı. Bütün dünyada en çok horlanan Samiriye de aynı vilayetin bir parçası olarak Yahudiye’ye katıldı! Kayserya’da hem de vekilin huzurunda Gerizim sofuları tarafından itilip alay edilen bağnaz Ayrılıkçılar ya da Ferisiler ne tarifsiz sefaletlere katlanmak zorunda kaldılar!

Bu elem sağanağının içinde insanlara sadece tek bir teselli kalıyordu: Başrahip pazar yerindeki Herod sarayında oturuyor, orada bir meclis yönetiyordu. Otoritesinin aslında ne olduğunu tahmin etmek zor değil. Ölüm kalım kararı vekilin yetkisindeydi. Adalet Roma’nın adına ve dinî hükümlerine göre yönetiliyordu. Daha da önemlisi, saray, imparatorluk vergi memuru ve bütün yardımcıları, sicil memurları, tahsildarlar, muhbirler ve casuslarla ortaklaşa kullanılıyordu. Yakın bir özgürlüğün hayalini kuranlar için tek memnuniyet konusu saraydaki hükümdarın bir Yahudi olmasıydı. Onun oradaki varlığı onlara günbegün peygamberlerin güvenceleri ile vaatlerini ve Yehova’nın Harun’un oğulları aracılığıyla kabileleri yönettiği yılları hatırlatıyordu. Bu onlar için Tanrı’nın onlardan vazgeçmediğinin bir işaretiydi. Böylece umutları yaşadı, sabırlarını korudular, İsrail’i yönetecek olan Yahuda’nın oğlunu beklediler.

Yahudiye seksen yılı aşkın bir zaman boyunca bir Roma vilayeti oldu, bu süre Sezarların halkın kişisel özelliklerini incelemelerine ve Yahudilerin eğer dinlerine saygı duyulacak olursa kolaylıkla yönetilebileceklerini öğrenmelerine yetecek bir süreydi. Gratus’tan önceki valiler bu politikayı sürdürerek vatandaşlarının kutsal geleneklerine karışmaktan dikkatle uzak durmuşlardı. Ama o farklı bir yol izledi, neredeyse ilk resmî eylemi Hannas’ı başrahiplikten azletmek ve onun yerine Fabus’un oğlu İsmail’i getirmek olmuştu.

Bu eylem ister Augustus tarafından yönetilmiş, ister bizzat Gratus’tan çıkmış olsun, yanlış olduğu hızla ortaya çıktı. Okura Yahudi politikası üzerine bir bölüm sunulacaktır; bununla birlikte ilerideki anlatımın net olarak anlaşılması için konuya ilişkin birkaç söz söylemek şart olmuştur. O zamanlar Yahudiye’de bir soylular bir de Ayrılıkçılar ya da halk partisi vardı. Herod’un ölümü üzerine bu iki parti Archelaus’a karşı birleşti, tapınaktan saraya, Kudüs’ten Roma’ya kadar, bazen entrika, bazen de gerçek silah yoluyla hep onunla savaştı. Defalarca Moriah Tepesi’ndeki kutsal manastırlar savaşçıların çığlıklarıyla çınlamıştı. Sonunda onu sürgüne gönderdiler. Bu arada bu mücadele esnasında müttefikler muhalif amaçlarını planladılar. Soylular Başrahip Joazar’dan nefret ediyorlardı; öte yandan Ayrılıkçılar onun ateşli taraftarıydılar. Herod’un vasiyeti Archelaus ile birlikte geçersiz kalınca Joazar da bu düşüşten payını aldı. Seth’in oğlu Hannas soylular tarafından bu göreve seçildi, böylelikle müttefikler ikiye bölündü. Seth’in oğlunun atanması onları şiddetli bir düşmanlıkla yüz yüze getirdi.

Talihsiz valiyle mücadele sürecinde soylular kendilerini Roma’ya bağlamayı avantajlı buldular. Vasiyetnamenin bozulmasıyla başka bir yönetim şeklinin gerekli olduğunu fark ederek Yahudiye’yi bir vilayete dönüştürmeyi önerdiler. Bu durum Ayrılıkçılar için bir başka saldırı nedeni oluşturdu. Samiriye bu vilayetin bir parçası hâline getirilince soylular rütbelerinin ve zenginliklerinin prestiji ile imparatorluktan başka bir destekleri olmayan bir azınlık hâline geldiler. Ama on beş yıl boyunca, ta ki Valerius Gratus’un gelişine kadar hem sarayda hem de tapınaktaki varlıklarını korumayı başardılar.

Partisinin idolü olan Hannas gücünü sadık bir şekilde imparatorun lehine kullanmıştı. Bir Roma garnizonu Antonia Kulesi’ni elinde tutuyor, Romalı bir muhafız sarayın kapılarını koruyor, Romalı bir yargıç hem medeni hem de ceza hukukunda adalet dağıtıyor, Romalı bir vergi sistemi acımasızca uygulanıyor, hem şehri hem ülkeyi kasıp kavuruyor, halk binbir yolla hırpalanıp incitiliyor ve özgür bir yaşamla bağımsız bir yaşam arasındaki farkı öğreniyordu. Ama Hannas onları nispeten sükûnet içinde tutuyordu. Roma’nın gerçek bir dostu yoktu ve bu kaybı hissediyordu. Papaz elbisesini yeni atanan İsmail’e teslim edip tapınağın avlusundan Ayrılıkçıların meclislerine yürüdü ve yepyeni bir oluşumun başkanı oldu.

Vali Gratus, on beş yıldır sönmüş olan ateşin tekrar yanmaya başladığını gördü. İsmail göreve geldikten bir hafta sonra Romalı, Kudüs’te onu ziyaret etmeyi gerekli gördü. Yahudiler surların üzerinden onun muhafızlarının şehrin kuzey kapısından girip Antonio Kulesi’ne doğru ilerlediklerini yuhalayarak izlerken, ziyaretin gerçek niyetini anladılar. Garnizona tam bir lejyoner alayı eklendi, artık boyundurukları hiç çekinmeden sıkılaştırılabilirdi. Eğer vekil ibret olsun diye cezalandırmayı gerekli görürse, vay ilk suçlunun hâline!

II
MESSALA VE YAHUDA

Önceki açıklamaları aklında tutan okur Sion Dağı üzerindeki sarayın bahçelerinden birine bakmaya davet ediliyor. Temmuz ortalarında bir öğle vakti, yaz sıcağı kavurucu.

Bahçe dört bir yanından yer yer iki katlı binalarla kuşatılmıştı, alt katın kapıları ve pencereleri verandalara açılıyor, üst katı ise güçlü parmaklıkların koruduğu balkonlar süslüyordu. Yer yer rüzgârın geçişine izin verecek şekilde dizilen alçak sütunlar evin diğer bölümlerinin büyüklüğünü ve güzelliğini ortaya koyuyordu. Zeminin düzeni de aynı derecede göze hitap ediyordu. Yürüyüş yolları, çimen ve fundalık kesitleri, keçiboynuzu, kayısı ve ceviz ağaçlarıyla bir grup oluşturan birkaç büyük ağaç ve nadir bulunan hurma türleri vardı. Eğimli arazi dört bir yandan bir havuz ya da mermer bir havzaya doğru iniyor, havuz yer yer küçük kapılarla bölünüyor, bu kapılar açıldığında sular yürüyüş yoluna sınır çizen olukların içine akıyor, böylece burayı bölgenin diğer yerlerinde hüküm süren kuraklıktan koruyordu.

Havuzun yakınlarında, tıpkı Ürdün ve Ölü Deniz civarlarında yetişenlere benzer bambu ve zakkum kümesini besleyen küçük bir temiz su havuzu vardı. Bu ağaç kümesiyle havuzun arasında, biri on dokuz, diğeri on yedi yaşlarında iki delikanlı esintisiz havada tepelerine düşen güneşe aldırmadan oturup hararetli bir sohbete dalmıştı.

İkisi de yakışıklı olan delikanlıların ilk bakışta kardeş oldukları söylenebilirdi. Siyah saçlı, kara gözlü ve esmerdiler. Otururken yaşlarına uygun cüssede görünüyorlardı.

Yaşça büyük olanın başı çıplaktı. Üzerinde sadece dizlerine kadar inen bol bir elbise ve sandaletler vardı, yere serilen açık mavi bir pelerin üzerinde oturuyordu. Elbisesi, yüzü gibi esmer olan kollarını ve bacaklarını açıkta bırakmıştı. Tavırlarındaki zarafet, yüz hatlarındaki incelik ve sesinin tonu sınıfını ortaya koyuyordu. Boynundan, kol ve etek kenarlarından kırmızı biyeyle çevrili, yumuşacık yünlü kumaştan gri elbisesi, belini kuşatan püsküllü ipek kuşağıyla onun bir Romalı olduğunu belgeliyordu. Konuşurken ara sıra kibirle arkadaşına bakışı ve sanki astıymış gibi hitap edişi bağışlanabilirdi, çünkü Roma’nın soylu bir ailesinden geliyordu, bu da o yaştayken kibri haklı gösteriyordu. Birinci Sezar ile büyük düşmanları arasındaki korkunç savaş esnasında bir Messala Brütüs’ün arkadaşı olarak kalmıştı. Filippi Savaşı’ndan sonra onurundan ödün vermeden fatihle uzlaşmıştı. Ama daha sonra Octavius imparatorluğu için mücadele verirken Messala onu desteklemişti. Octavius, İmparator Augustus olunca onun hizmetlerini unutmayıp ailesini şana şerefe boğmuştu. Diğer her şeyin yanı sıra Yahudiye vilayetliğe indirildiğinde imparator eski dostunun oğlunu, o bölgede zorunlu olan vergilerin idaresi için görevlendirerek Kudüs’e göndermişti. Bu adam o zamandan beri görevine devam ediyor ve sarayı başrahiple paylaşıyordu. Şimdi sözü edilen genç de onun oğluydu, delikanlı büyükbabasıyla zamanının Romalıları arasındaki ilişkiyi hiçbir zaman unutmuyordu.

Messala’nın arkadaşı ondan biraz daha zayıftı ve beyaz ketenden Kudüs’e özgü bir kıyafet giyiyordu. Başındaki sarı bir bağcıkla sabitlenmiş örtü alnından ensesine kadar iniyordu. Irk farklılıkları konusunda yetenekli bir gözlemci, kıyafetinden çok yüz hatlarını inceleyecek olursa onun Yahudi soyundan geldiğini anlardı. Romalının alnı çıkık ve dar, burnu sivri ve kartal gagası gibi kıvrık, dudakları ince ve düz, gözleri soğuk ve kaşlarına yakındı. Öte yandan İsraillinin alnı kısa ve geniş, uzun burnunun delikleri açık, alt dudağını saklayan üst dudağı kenarlarından kıvrımlıydı; yuvarlak çenesi, iri gözleri ve şarap kırmızısı oval yanakları yüzüne bir yumuşaklık, güç ve ırkına özgü bir güzellik katıyordu. Romalının sert ve yalın, Yahudi’nin ise zengin ve şehvetli bir çekiciliği vardı.

“Yeni vali yarın geliyor dememiş miydin?”

Soruyu daha genç olan delikanlı, o zamanlar Yahudiye’nin kibar çevrelerinde hüküm süren Yunanca dilinde sormuştu. Bu dil saraydan ordugâha ve okullara, sonra kim bilir nasıl ve ne zaman tapınağa, oradan da tapınağın uzağındaki bölgelere doğru ilerlemişti.

“Evet, yarın.” diye cevap verdi Messala.

“Kim söyledi?”

“Senin başpapaz dediğin saraydaki yeni vali İsmail’i dün gece babama söylerken duydum. Seni temin ederim ki, bu haber gerçeğin ne olduğunu unutmuş bir ırktan gelen bir Mısırlıdan ya da zaten halkı gerçeği hiç bilmeyen bir İdumealıdan28 gelseydi daha güvenilir olurdu, ama emin olmak için bu sabah kulede bir bölük komutanını gördüm, karşılama hazırlıklarının devam ettiğini söyledi; silahtarlar miğferlerini ve kalkanlarını temizliyor, eşyaları parlatıyorlar, uzun zamandır kullanılmayan daireler garnizona ilaveten temizlenip havalandırılıyormuş.”

Cevabın veriliş zarafeti kalemin gücünü aştığından burada kolaylıkla ifade edilemiyor. Okurun hayal gücü yardımına koşmalı ve Romalıların bir niteliği olan saygının hızla bozulduğu ya da daha ziyade demode olduğu hatırlanmalıdır. Eski din neredeyse bir inanç olmaktan çıkmıştı; olsa olsa bir düşünce ve ifade alışkanlığıydı ve özellikle tapınakta hizmet vermeyi çıkarlarına uygun bulan rahipler ve şiirlerinde bildik tanrılardan bir türlü vazgeçemeyen şairler tarafından aziz tutuluyordu. Felsefe dinin yerini aldığından hiciv hızla saygıyla yer değiştirmişti, Latin düşüncesinde her konuşma ve her tartışmada yiyeceğe tuz, şaraba aroma kadar gerekli görülüyordu. Roma’da aldığı eğitimden yeni dönen genç Messala da bu alışkanlık ve tavrı benimsemişti. Göz kapaklarının kenarlarının zor algılanır hareketi, burun deliklerinin kararlı kıvrımı ve ruhsuz ifadesi genel ilgisizliğini anlatan en iyi araçlar gibi görünüyordu. Özellikle de anlamlı duraklamalar dinleyenin yakıcı hicvi anlamasını sağlamak için önemliydi. Verilen cevapta da, Mısırlı ve İdumealıya yapılan göndermenin sonunda böyle bir duraklama olmuştu. Yahudi gencin yanaklarının rengi koyulaştı, hiç sesini çıkarmadan dalgınlıkla havuzun derinliklerine bakarken konuşmanın geri kalanını duymamış olabilirdi.

“Bu bahçede vedalaşmıştık. Sen ‘Tanrı’nın huzuru seninle olsun!’ demiştin, ben de ‘Tanrılar seni korusun!’ demiştim. Hatırlıyor musun? Kaç yıl geçti üzerinden?”

“Beş.” dedi Yahudi, suya bakarak.

“Tanrılara şükretmek için haklı nedenlerin var. İyi yetiştin, Yunanlılar seni güzel bulabilirler, yılların başarısı! Jüpiter tek bir Ganymede29 ile yetinseydi imparator için iyi bir saki olurdun! Söyle bana Yahuda’m, valinin gelişine ne diyorsun?”

Yahuda iri gözlerini arkadaşına dikti, bakışları ciddi ve düşünceliydi, Romalıyla göz göze geldi ve konuşurken de bakmaya devam etti: “Evet, beş yıl. Ayrılışımızı hatırlıyorum, sen Roma’ya gittin. Gidişini izlerken ağlamıştım, çünkü seni seviyordum. Yıllar su gibi akıp geçti, başarılı ve prenslere yaraşır bir şekilde bana geri döndün. Şaka değil, ama ben senin eski Messala olarak dönmeni isterdim.”

Hicivcinin burun delikleri kıpırdadı ve daha da ağır konuşmaya başladı. “Yo, yo bir Ganymede değil, bir kâhin, Yahuda’m. Forum’daki güzel söz sanatı hocamdan birkaç ders alman iyi olur, eğer teklifimi kabul edecek kadar akıllıysan ona iletilmek üzere bir mektup veririm sana, gizem sanatı üzerine biraz uygulamadan sonra Delphi30 seni Apollon olarak kabul eder. Muhteşem sesini duyunca Pythia31 başında tacıyla sana gelir. Cidden, dostum, gittiğim zamanki Messala değil miyim? Bir keresinde dünyanın en büyük mantıkçısını dinlemiştim. Tartışma üzerine konuşuyordu. Bir deyişini hatırlıyorum: ‘Cevap vermeden önce düşmanını anla.’ Ben de seni iyice bir anlayayım.”

Delikanlı kendisine yöneltilen alaycı bakışlar altında kızardı, ama ciddiyetle cevap verdi: “Fırsatlarını iyi değerlendirdiğini görüyorum, öğretmenlerinden de çok bilgi ve zarafet edinmişsin, bir üstat kadar rahat, ama iğneleyici konuşuyorsun. Benim Messala’m gittiğinde zehirli bir doğası yoktu, arkadaşının duygularını dünyada incitmezdi.”

Romalı iltifat almış gibi gülümsedi ve soylu başını hafifçe yukarı kaldırdı.

“Ah benim onurlu Yahuda’m, ne Dodona’dayız ne de Pytho’da. Kehaneti bırak da dürüst ol. Seni ne zaman kırdım?”

Diğeri derin bir nefes alıp belindeki kordonu çekiştirerek, “Geçen beş yıl içinde ben de bir şeyler öğrendim. Hillel senin dinlediğin mantıkçının dengi olmayabilir; Simeon ve Şammay da hiç kuşkusuz Forum’daki öğretmeninden daha aşağıdır. Onların öğretileri yasak yollara sapmaz; onların ayaklarının dibinde oturanlar Tanrı, kanunlar ve İsrail bilgisiyle zenginleşmiş olarak kalkarlar. Bunun sonucunda da onlara ait olan her şeye karşı sevgi ve saygı duyarlar. Büyük Okula devam etmem ve orada duyduklarım bana Yahuda’nın artık eskisi gibi olmadığını öğretti. Bağımsız krallıkla küçük Yahuda vilayeti arasındaki farkı biliyorum. Ülkemin alçalmasına üzülmemem için bir Samiriyeliden daha adi ve kötü olmam gerekirdi. Soylu Hannas yaşadığı sürece İsmail kanuni olarak başpapaz değildir, ama bir Yahudi ve inanıp tapındığımız Tanrı’ya binlerce yıl gereğince hizmet eden sadakatlilerden biridir. Onun…”

Messala iğneleyici bir kahkahayla lafını kesti.

“Seni şimdi anlıyorum. İsmail’in bir gaspçı olduğunu söylüyorsun, İsmail yerine bir Idumaen’e inanmak bir engerek gibi sokmak demektir. Semele’nin sarhoş oğlu için Yahudi olmak da nedir! Bütün insanlar ve nesneler, hatta gökyüzü ve yeryüzü bile değişir de bir Yahudi asla. Onun için gerileme de yoktur, ilerleme de. Daha başlangıçta ataları neyse o da odur. Şu kumda sana bir daire çiziyorum! Şimdi söyle bakalım, bir Yahudi’nin yaşamı bundan başka nedir? İbrahim burada, İshak ve Yakup şurada, Tanrı da ortalarında. Yok canım bu çok büyük oldu. Tekrar çiziyorum.” Durdu, başparmağını yere koydu, diğer parmaklarını da etrafında çevirdi. “Bak, başparmağımın olduğu yer tapınak, diğer parmakların çizgileri de Yahuda. Bu küçük boşluğun dışında değerli hiçbir şey yok! Sanat! Onun yaratıcısı olan Herod lanetleniyor. Resim, heykel, bunlara bakmak bile günah. Şiir ise sunaklarınıza sıkı sıkıya bağlı. Sinagog dışında hanginiz güzel konuşmaya kalkışıyor? Savaşta bile altı gün yenip yedinci gün hepsini kaybediyorsunuz. İşte sizin yaşamınız ve sınırlarınız bu kadar. Sizinle dalga geçmeme kim itiraz edecek? Böyle insanların tapınmasıyla yetinen Tanrı’nız, dünyayı silahlarımızla kuşatmak için bize kartallarını gönderen Jüpiter’imiz karşısında nedir ki? Hillel, Simeon, Şammay, Abtalion, bilinebilecek her şeyin bilinmeye değer olduğunu öğreten ustaların karşısında nedir ki?”

Yüzü daha da kızaran Yahuda ayağa kalktı.

“Yo, yo, otur yerine Yahuda’m, otur.” diye bağırdı Messala, elini uzatarak.

“Benimle alay ediyorsun.”

“Dinle bak.” Romalı alaycı bir şekilde güldü. “Jüpiter ve onun Romalı ve Latin bütün ailesi âdetleri olduğu üzere bana gelip ciddi konuşmaya bir son verecekler. Atalarının eski evinden çıkıp beni karşılamak ve sevgi dolu çocukluğumuzu canlandırmak için yanıma gelme nezaketini takdir ediyorum. ‘Git.’ demişti öğretmenim son dersinde. ‘Git ve hayatlarınızı yüceltmek için Mars’ın saltanat sürdüğünü, Eros’un da gözlerine kavuştuğunu unutma.’ Sevginin hiçbir şey, savaşınsa her şey olduğunu kastediyordu. Roma’da böyledir. Evlilik boşanmanın ilk adımıdır. Erdem bir tüccarın mücevheridir. Kleopatra ölürken yeteneklerini miras bırakmıştı, şimdi her bir Romalının evinde onun bir halefi vardır. Dünya aynı yolda ilerliyor. Bizim geleceğimize gelince, aşağıda Eros, yukarıda Mars! Ben asker olacağım ve sen Yahuda’m, sana acıyorum, sen ne olacaksın?”

Yahuda havuza doğru yaklaştı, Messala’nın konuşması daha da ağırlaştı.

“Evet, sana acıyorum, benim iyi Yahuda’m. Okuldan sinagoga, oradan da tapınağa, sonra da Sandhedrim’de bir sandalye. Hiç fırsat sunmayan bir yaşam, tanrılar yardımcın olsun! Ya ben…”

Yahuda ona bakıp mağrur yüzünü alevlendiren gurur parıltısını gördü.

“Ya ben, ah dünya tamamen fethedilmedi. Denizde görülmedik adalar var. Kuzeyde henüz ziyaret edilmemiş milletler var. İskender’in Uzak Doğu’ya seferini tamamlamanın zaferi birilerini bekliyor. Bir Romalının önünde uzanan fırsatları görüyor musun?”

Kısa bir an sonra ağır ağır konuşmasına kaldığı yerden devam etti.

“Afrika’ya bir sefer, bir başkası Seythianlar üzerine, sonra da bir lejyon! Çoğu iş hayatı burada biter, ama benimki değil. Ben bir vilayet için lejyonumdan vazgeçeceğim. Roma’daki paralı yaşamı bir düşünsene, para, şarap, kadınlar, ziyafetler, entrikalar, bütün yıl boyunca oyunlar. Böyle dönüp duran bir yaşam benim olabilir. Ah benim Yahuda’m, burası Suriye! Yahudiye zengin; Antakya tanrıların başkenti. Cyrenius’un32 yerine geçeceğim, sen de kaderimi benimle paylaşacaksın.”

Roma’nın uğrak yerlerine akın edip soylu gençliğe öğretmenlik yapma işini tekellerine alan sofistler ve hatipler Messala’nın bu sözlerini doğrulayabilirlerdi, ama genç Yahudi için bu sözler yeniydi ve alışkın olduğu ağırbaşlı konuşma ve sohbet tarzına hiç benzemiyordu. Üstelik o yasaları, üslupları ve düşünce tarzları hicvi ve alayı yasaklayan bir soydan geliyordu. Tabii doğal olarak arkadaşını, kâh öfkeli kâh nasıl anlayacağı belirsiz, değişken duygular içinde dinliyordu. Üstünlük taslayan havaları başlangıçta kendisi için incitici olmuştu, sonra rahatsız edici bir hâl aldı ve sonunda şiddetli bir acı verdi. Bu noktada hepimizin içinde bir öfke bekler, işte hicivci bu öfkeyi bir başka şekilde uyandırmıştı. Herod döneminin bir Yahudi’si için vatanseverlik bildik mizacının altında saklayamayacağı kadar azılı bir tutkuydu, bu yüzden de tarihi, dini ve Tanrı’sıyla ilgili alaylara anında tepki verirdi. Bu nedenle de Messala’nın son duraklamasına kadar söylediklerinin dinleyicisi için şiddetli bir işkence olduğunu söylemek çok sert bir ifade olmayacaktır. Tam bu noktada Yahudi zoraki bir gülümsemeyle, “Geleceklerini dalgaya alabilen bazı insanlar olduğunu ben de duydum, Messala, ama ben onlardan biri değilim.” dedi.

Romalı arkadaşını şöyle bir inceledikten sonra cevap verdi: “Bir şakanın içinde gizlenen gerçek neden bir mesel olmasın? Büyük Fulvia geçen gün balığa çıktı, yanındaki arkadaşlarının hepsinden daha çok balık yakaladı. Oltasının ucundaki kanca altınla kaplı diye böyle olduğunu söyledi insanlar.”

“Demek sadece dalga geçmiyordun?”

“Ah benim Yahuda’m, görüyorum ki sana yeterince ikramda bulunamamışım.” dedi Romalı hızla, gözleri ışıldıyordu. “Yahudi-ye valisi olduğumda seni de başrahip yapacağım.”

Yahuda öfkeyle döndü.

“Beni bırakma.” dedi Messala.

Diğeri kararsızca durakladı.

“Yahuda, güneş nasıl da kavuruyor!” diye bağırdı asilzade, onun şaşkınlığını fark ederek. “Gidip gölge bir yer bulalım.”

“Artık ayrılsak iyi olacak. Zaten hiç gelmemeliydim. Bir dost arıyordum ama bulduğum…” dedi Yahuda soğuk bir şekilde.

“Bir Romalı.” dedi Messala çabucak.

Yahuda yumruklarını sıktı ama sonra kendisine tekrar hâkim olarak yoluna devam etti. Messala da ayağa kalktı, banktan pelerinini alıp omzuna attı ve arkasından gitti. Onun yanına gelince elini omzuna koyup onunla beraber yürümeye başladı.

“Çocukken de böyle yürürdük. Kapıya kadar böyle gidelim.”

Görünüşe göre Messala ciddi ve müşfik olmaya çalışıyor, ama yüzünü alıştığı alaylı ifadeden kurtaramıyordu. Yahuda bu yakınlığa izin verdi.

“Sen bir çocuksun, bense bir adam; bırak da ona uygun konuşayım.”

Romalının muhteşem bir rahatlığı vardı. Genç Telemakhos’a ders veren akıl hocası bile daha rahat olamazdı.

“Parcaelere33 inanır mısın? Ah senin bir Saduki34 olduğunu unutuyordum neredeyse. Esseniler duyarlı insanlardır; üç kız kardeşe inanırlar. Ben de öyle. Ebediyen yaptığımız her şeyde karşımıza çıkıyorlar! Oturup plan yapıyorum. Orada burada koşuyorum. Tam uzanıp dünyayı elime alacağım anda arkamda makas sesi duyuyorum. Bir bakıyorum lanetli Atropos35 orada duruyor! Peki ama Yahuda’m, yaşlı Cyrenius’un yerini alacağımı söylediğimde neden öfkelendin? Senin Yahudiye’ni yağmalayarak zenginleşeceğimi mi düşündün? Öyle düşün, bazı Romalıların yapacağı şey bu. Neden ben yapmayayım?”

Yahuda adımlarını küçülttü.

“Romalılardan önce Yahudiye’nin hâkimiyeti yabancıların elindeydi.” dedi, elini kaldırarak. “Şimdi neredeler, Messala? Yahudiye onların hepsine dayandı. Daha önce olan yine olacak.”

Messala ağır ağır konuşmasına devam etti.

“Essenilerin haricinde de Parcaelere inananlar var. Hoş geldin Yahuda, imana hoş geldin!”

“Hayır, Messala, beni onlarla bir tutma. Benim inancım İbrahim’in çok öncesinde atalarımın inancının temeli olan kayaya, İsrail Tanrı’sının ahitlerine dayanır.”

“Bu ne tutku, Yahuda’m. Hocamın yanında bu kadar ateşli olsam bana nasıl da şaşırırdı! Sana söylemem gereken başka şeyler de var, ama korkuyorum.”

Birkaç metre ilerledikten sonra Romalı yine konuşmaya başladı.

“Şimdi söyleyeceklerim seni de ilgilendirdiğine göre artık beni dinleyebilirsin sanırım. Sana hizmet ederim, yakışıklı Ganymede, iyi niyetle hizmet ederim. Seni seviyorum. Asker olmak istediğimi söylemiştim ya. Neden sen de olmuyorsun? Sana gösterdiğim gibi, yasalarının ve geleneklerinin izin verdiği o daracık soylu yaşam çemberinin dışına neden çıkmıyorsun?”

Yahuda cevap vermedi.

“Günümüzün bilgeleri kimler?” diye devam etti Messala. “Tüm yaşamlarını ölü şeyler, Baal, Jüpiter, Yahuda, felsefe ve din hakkında tartışarak tüketenler değil. Bana bir isim ver, Yahuda, ister Roma’ya, ister Mısır’a, ister Doğu’ya git ya da burada Kudüs’te bul. Eğer bu isim, ününü şimdiki zamanın kendisine sağladığı malzemeden çıkarmıyorsa, sona katkısı olmayan hiçbir şeyi kutsal saymıyorsa şeytan alsın beni! Herod nasıldı? Makkabiler nasıldı? Birinci ve İkinci Sezar nasıldı? Onları örnek al. Hemen başla. İşte Roma, tıpkı İdumealı Antipater’e36 yardım ettiği gibi sana da yardım etmeye hazır bekliyor.”

Yahudi delikanlı öfkeyle titriyordu, bahçe kapısına yaklaştıklarından kaçma hevesiyle adımlarını hızlandırdı.

“Ah Roma, Roma!” diye mırıldandı.

“Akıllı ol.” dedi Messala. “Musa’nın budalalıklarını ve geleneklerini bir yana bırak; durumu olduğu gibi gör. Bir cesaret Parcaelerin yüzüne bak, onlar sana Roma’nın dünyanın ta kendisi olduğunu söyleyeceklerdir. Yahudiye’yi sor onlara, Roma ne istiyorsa odur diye cevap vereceklerdir.”

Artık kapıya gelmişlerdi. Yahuda durdu, omzundan Messala’nın kolunu yavaşça alıp gözlerinde titreşen yaşlarla yüzünü ona döndü.

“Seni anlıyorum, çünkü sen bir Romalısın, ama sen beni anlayamazsın, ben bir İsrailliyim. Bugün asla eskisi gibi arkadaş olamayacağımıza beni inandırarak bana acı verdin! İşte ayrılıyoruz. Atalarımın Tanrı’sının huzuru seninle olsun!”

Messala elini uzattı, ama Yahuda kapıdan geçip yoluna devam etti. O gidince Romalı bir süre sessiz kaldı, sonra kafasını kaldırıp kendi kendine, “Öyle olsun. Eros öldü, Mars hüküm sürüyor!” diyerek o da kapıdan çıktı.

28.İdumealıdan: Yahudi İncil’inde Esav’a ve onun soyundan gelen kavme verilen isimdir. (ç.n.)
29.Tanrı Jüpiter genç Ganymede’e âşık olur, kendisini bir kartala dönüştürerek ölümlü delikanlıyı Parnassus Dağı’na götürür. Orada Ganymede Jüpiter’in homoseksüel partneri ve sakisi olur.
30.Kuzeybatı Yunanistan’daki Delphi’de bulunan Apollon Tapınağı dünyanın en eski kehanet merkezlerinden biridir. Rahibe Pythia, Tanrı Apollon’un sesi olarak kabul edilirdi.
31.Delphi kâhini. (ç.n.)
32.Suriye Bölge Valisi için kullanılan bir İncil terimidir. Messala’nın konuştuğu dönemde bu görevi Lucius Vitellius yürütüyordu.
33.Önce çocuk doğumu, sonra kaderle ilişkilendirilen Roma tanrıçaları. Kader anlamındaki Moria bunlardan biridir.
34.Eski bir Yahudi mezhebi. (ç.n.)
35.Kader tanrıçaları olan üç Moira’dan biri. Adı “geri adım atmaz, bildiğinden şaşmaz, bükülmez” anlamına gelir ve hayat ipliğini kesen Moira’dır. (ç.n.)
36.Esau, Yakup’un oğlu, Edom’u kurduğu söylenmiştir.
83,75 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
11 июля 2023
Объем:
3 стр. 5 иллюстраций
ISBN:
978-605-121-953-0
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают