Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Ben-Hur», страница 2

Шрифт:

Bu arada Ben-Hur’un popülerliği başka bir olgu doğurmuştur: Araba yarışı. 1886’da Romalı kıyafetleri içinde bir sürücüsü olan bir yarış arabası Londra’nın Olympia sergi salonunda gösterilmiş ve bu etkinlik Graphic’te yer almıştır. Bu olay Paris’teki Cirque d’Hiver’de, “Amazonlar” kıyafeti içindeki kadın yarışçılar tarafından sürülen birkaç araba şeklinde bir taklidinin yapılmasına teşvik etmiştir. New York’ta itfaiye şirketlerinin ve Ulusal Muhafız birimlerinin sıkılan personeli tarafından araba yarışları başlatılmıştır. Arabaların ve Romalı kıyafetlerinin tasarımları için “Smith’in Sözlüğü”ne başvurarak ve itfaiye araçlarını ya da ağır silah arabalarını çekmeye alışkın atları kullanarak Brooklyn Coney Adası’nın eğlence alanında ve civarında birkaç kulvarda yarışlara başlamışlar, bu yarışlar kısa süre içinde Pain’in Manhattan Beach yakınlarındaki açık hava tiyatrosunda James Pain’in Pompei’nin Son Günleri toga oyununa da dâhil edilmiştir. 1893’te Alexander von Wagner tarafından bir Roma araba yarışı dev bir panaromik resim olarak yapılmış, sonra bu eser bütün Batı dünyasındaki evlerde ve okullarda asılan popüler bir gravüre dönüştürülmüştür. 1994 yılında Las Vegas’taki bir otel, eğlence ve kumar tesisi bir Roma araba yarışı fotoğrafıyla kendi reklamını yapıp müşterilerini “efsaneyi tekrar yaşama”ya davet etmiştir.

1890’larda bir zaman Amerikan tiyatro yönetmenleri Marc Klaw ve Abraham Erlanger, Ben-Hur’un başarıyla sahneye uyarlanabileceği ve İsa’nın bir aktör tarafından değil de, yoğun bir mavi spot ışığı ile temsil edilmesi durumunda hukuki davalardan ve sansürden kurtulunacağı konusunda Lew Wallace’ı ikna etmiştir. Senaryosunu William Young, çukurda yer alacak orkestra ile görünen ve görünmeyen koro için partisyonunu Edgar Still-man Kelley üstlenmiştir. Bu oyunu, çoğu tekrarını ve turneye çıkan oyunları 1917’ye kadar Ben Teal yönetmiştir. Lew Wallace bir provaya katılmış ve çalışmaları teftiş ederken fotoğrafı çekilmiştir. Tatmin olduğunu ifade etmiştir. Ben-Hur Manhattan Broadway Tiyatrosu’nda 29 Kasım 1899’da sergilenmeye başlamıştır. Oyunun kutsal şeylere saygısızlık içermediği İngiliz denetçi Lort Chamberlain tarafından garanti edilince, Ben-Hur otuz tonluk makine aksamı ve sahne efektiyle Nisan 1902’de Londra’nın Drury Lane Tiyatrosu’na getirilmiştir.

Başlangıçtan beri romanın bolca olan doğal dekorlu bölümlerinin sahnelenmesinin üzerinde durulur. Bir giriş ve bazıları neredeyse sözsüz olan altı perdelik oyun, Magilerin buluşmasını, Messala’nın Hur ailesiyle yeniden bir araya gelmesini, çatı kire-mitinin kazayla yerinden oynamasını, Yahuda’nın kalyondaki çalışmasını, geminin batışı ve Arrius’un kurtarılışını, Simonides’in Yahuda’yı kabul edişini, Daphne Koruluğu eğlencesini, İlderim ile karşılaşmayı, İras’ın Yahuda’yı neredeyse baştan çıkarışını, araba yarışını, cüzzamlı kadınları ve Olivet Dağı’nda (romanda Zeytin Dağı) İsa’nın iyileştirme eylemini sergiler. Bu bölümler Ben-Hur’un sonraki bütün sahnelerinin özünü oluşturmaktadır. Piyes, von Wagner’in artık yaygın şekilde tanınan araba yarışı tablosu/gravürünü alıp bu tabloyu araba yarışı sahnesinin dekoruna, reklam afişinin ve programın tasarımına katar.

Bu arada, Ben-Hur’un telif ücretlerinden zenginleşen Lew ve Susan Wallace Crawfordsville’deki evlerine dönerler. Orada Wallace Türkiye’deki seyahatlerinden aldığı ilhamla Hindistan Prensi (1893) romanını yazar. 1905’teki sessiz sedasız ölümünün ardından karısı ve sekreteri tarafından tamamlanan hatıraları üzerinde çalışır.

Sinema filmleri 1898’den itibaren kısa filme çekilmiş dramalar sunmaktadır. Wallace’ın öldüğü dönemde filmler özellikle müzikhollerde, bal mumu eserler müzelerinde ve sinemalarda -bu mekânların hepsi de işçi sınıfı ya da “düşük” eğlence ile özdeşleştirilirdi- yaygın şekilde sergilenmektedir. 1907’de Kalem Company of New York’un Ben-Hur’un filme çekilmiş versiyonunu yapma kararı filmi bu mekânlar ve izleyiciler ile buluşturmak içindir. Aralık 1907’de ve 1908 başlarında Kalem Company, arka planda sahne dekoru unsurlarını kullanarak Ben-Hur’un on altı bölümlük bir filmini yaptı, oyuncular da Pain’in Manhattan Beach Pompei’nin Son Günleri’nin oyuncularıyla New York Metropolitan Operası’ndan kiralanan aktörlerdir. Deniz savaşı yakınlardaki bir plajda, araba yarışı da Pain’in sahne dekoru Brighton Beach yarış pistine taşınarak, yerel itfaiye ve top arabaları şirketlerinden alınan arabalarla çekilmiştir. Kendi eserlerinin izinsiz kullanımı, oyunun ve romanın “düşük” nitelikli filme dönüştürülerek itibarsızlaştırıldığı gerekçesiyle öfkelenen Wallace’ın yayıncıları Harper and Brothers ve dramanın telif hakları sahipleri Klaw ve Erlanger Kalem Company’ye dava açmıştır. 1912’de New York Federal Bölge Mahkemesi tarafından karara bağlanan davada, Klaw ve Erlanger lehine, sonraları fikrî mülkiyet haklarını ellerinde tutmak için kullanacakları bir karar verilmiştir. Kalem Company 25.000 dolar para cezasına çarptırılmış ve filmin imha edilmesi istenmiştir. Son dönemlere kadar bütün kopyaların ortadan kaldırıldığı varsayılmaktadır.

1920 yılı boyunca Ben-Hur’u sahnelemeye devam eden ve oyun haklarını elinde tutan Klaw ve Erlanger ile Lew ve Susan’ın tek çocuğu olan ve Wallace edebî mülkiyet hakkını taşıyan Henry Wallace, yeni kurulan Metro-Goldwyn-Mayer’la Ben-Hur’un filme çekilmesi için bir anlaşma yapmışlardır. Film İtalya’da çekilecektir, aslında bazı kareler orada çekilmiştir, ama bu süreç o kadar elverişsiz, bütün sonuçlar o kadar üzücü şekilde kötü olmuştur ki, yapım işi Hollywood’a taşınmış ve filmin yönetmenliği Fred Niblo’ya verilmiştir. Yine film William Young’ın sahne oyununun düzenini izlemiş, ama karakter seçimi ve filmin sayısız muhteşem efektinin teatral bir başarıyla sahnelenmesi duygusal bir incelik ve zarafetle gerçekleştirilmiştir. Ben-Hur’un senaryosu, Wallace’ın olay örüntüsünde, İras’ın rolünün ve Yahuda’nın tavırları üzerindeki etkisinin azaltılması dışında herhangi bir değişiklik ya da ilave yapmamıştır. Bu devam edecek bir akımdır. Eğer okur romanı okuduktan sonra Ben-Hur’un film versiyonunu görmek isterse, Kevin Brownlow’un baştan aşağıya yenilemesi ve Carl Davis’in modern partisyonuyla bu 1925 yılı sessiz versiyonu -performansları, Wallace’ın metnine sadık oluşu, işçiliği ve bütünüyle dramatik çekiciliğiyle- tercih edilebilir bir seçenektir.

Kaçınılmaz şekilde Ben-Hur’un sesli ve renkli versiyonu da olmak zorundadır. Yine bu film de Metro-Goldwyn-Mayer tarafından yapılmıştır, ama bu sefer 1925 yılı sessiz versiyonunda asistan olan William Wyler yönetmiştir. Bu 1959 yılı versiyonunda, Wallace’ın romanında çok daha radikal bir operasyon yapılmış ve ima ya da benzetme yoluyla antiemperyalizm üzerine odaklanma tehditkâr Sovyet İmparatorluğu’na yöneltilmiştir. Filmin rötuşlarından biri İras’ın sonunda ortadan kaybolması konusunda yapılmış, İras’ın cinsel yıkıcılığı Messala’ya taşınmıştır. Bu yıkıcılığın tam olarak nasıl kurtarılacağı, filmin birkaç senaryo yazarından biri olan Amerikan romancı Gore Vidal ile filmin Yahuda’sı Charlton Heston arasında tartışma konusu olmuştur. Perdeye yansıyan sonuç, Yahuda ile homoseksüel bir ilişki peşine düşen Messala’nın -belki çocukluklarına kadar giderek- başarısız olup reddedilince sadist bir intikamcı hâline gelmesi olmuştur. Stephen Boyd’un başarılı bir şekilde canlandırdığı Messala’nın kötülüğü şimdi basit bir Romalı kibri ve ön yargısından çok daha motive edicidir. Baskıcı Roma/Sovyet İmparatorluğu, dalgalanan bayraklar ve Pontius Pilate’ı oynayan Frank Thring’in tehditkâr performansıyla çok büyük bir şatafat içinde canlandırılmıştır. Bu Ben-Hur versiyonu, en iyi film ve en iyi aktör de dâhil, yedi dalda Oscar kazanmıştır. Zaman zaman Ben-Hur’un 1988 yapımı kısaltılmış çizgi film versiyonu uydu ve kablo tv kanallarında gösterilmektedir. Roman her iki filmden de çok daha zengin ve ilginçtir.

Wallace’ın karakterlerini oluşturması kaçınılmaz olarak, Ben-Hur’un “ciddi” bir edebiyat eseri mi, yoksa bir anlamda “popüler edebiyat” olarak tanımlanarak zayıflatılmış mı olduğu sorularına yol açmıştır. Ben-Hur’un “yüksek edebiyat” olup olmadığı nihayetinde önemli değildir. Kuşaklardır okurlara keyif ve bilgi veren, iyi yazılmış, iyi işlenmiş ve iyi araştırılmış bir hikâyedir ve edebî durumuna ilişkin eleştiriler, eserin üzerine söylenenler kadar eski moda bir tutumdur..

KAYNAKÇA

Ben-Hur’un konusu üzerine çok az eleştirel literatür olduğu için bu kısa kaynakça ilgili kaynakları listelemektedir.

Lew Wallace’ın hayatı

Lew Wallace, Lew Wallace: An Autobiography (New York: Harper&Brothers, 1906).

Robert E. Morsberger ve Katharine M. Morsberger, Lew Wallace: Militant Romantic (New York: McGraw-Hill, 1980).

Wallace’ın başlıca kaynakları

William Smith, William Wayte, G. E. Marindin, A Dictionary of Greek and Roman Antiquities, 2 cilt (London, 1842, 1848).

William Smith, Dictionary of Greek and Roman Geography, 2 cilt. (London, 1854).

Araba yarışları ve Roma oyunlarının modern arkeolojisi

John Humphrey, Roman Circuses: Arenas for Chariot Racing (London:Batsford, 1986).

Daniel P. Mannix, Those About to Die (London: Panther Books, 1960).

William Young’ın yasal sahne uyarlaması (1899) ve Kalem’in telif hakları ihlali (1907)

David Mayer, Playing out the Empire: Ben-Hur and other Toga Plays and Films (Oxford: Clarendon Press, 1994).

Fred Niblo’nun 1925 yılı Ben-Hur sessiz sinema versiyonu

Bu muhteşem filmin video kopyaları Warner Home Video’da bulunmaktadır.

Kevin Brownlow, “The Heroic Fiasco-Ben-Hur”, The Parade’s Gone By (London: Sphere Books, 1968), bölüm 36, sayfa 431-81.

William Wyler’in 1959 yılı filmi

Oskar ödüllü bu filmin video kopyaları MGM/UA Home Video’da bulunmaktadır.

T. Gene Hatcher, Ben-Hur in Spite of Everything, yakında çıkacak.

Bruce Babington ve Peter William Evans, Biblical Epics: Sacred Narrative in the Hollywood Cinema (Manchester and New York: Manchester University Press, 1993).

Charlton Heston, In the Arena: An Autobiography (New York: Simon &Schuster, 1995).

Gore Vidal, Palimpsest: A Memoir (New York: Random House, 1995).

Animasyon Ben-Hur filmi, 1988

Al Guest ve Jean Mathieson tarafından yönetilen, yazılan ve hazırlanan Emerald City Productions.

Diğer “Toga” Romanlar

Edward Bulwer Lytton, The Last Days of Pompeii (London, 1834).

Kardinal Nicholas Wiseman, Fabiola; or, The Church of the Catacombs (London, 1854).

George John Whyte-Melville, The Gladiators: A Tale of Rome and Judea (London, 1863).

Wilson Barrett, The Sign of the Cross (Preston, 1896). Oyun yazarı ve başrol oyuncusunun oyunundan alınmıştır.

Henryk Sienkiewicz, “Quo Vadis?”: A Narrative of the Time of Nero (London and Boston, 1896).

Lew Wallace/Ben-Hur web sitesi

Indiana Tarih Derneği Crawfordsville’deki Wallace Müzesi’nden bir web sitesi yayınlamaktadır. http://www.ihs1830.org/wallstud. htm

LEW WALLACE KRONOLOJİSİ

1827 Lewis (Lew) Wallace Indiana Brookville’de doğar.

1837 Babası David Wallace eyalet valisi seçilir. Aile Indianapolis’e taşınır. Lew Wallace Hükûmet Binası Kütüphanesi’ne sık sık gitmeye başlar.

1837-42 Genç Wallace çeşitli okullara gider, oyunlarda oynar, bir macera romanı yazmaya kalkışır, ama yayınlanmaz. Wallace’a çalışması ve dikkatli araştırma yapması için ömür boyu ilgisini esirgemeyen Profesör Hoshour’un nüfuzu altına girer.

1842 Teksas’ın bağımsızlığını desteklemek için Meksika ile savaşan Teksas donanmasına katılmak üzere evden kaçmaya kalkışır. Yakalanır ve eve döner. Prescott’un Meksika’nın Fethi kitabını okur.

1844 Yerel bir gazetede siyasi muhabir.

1845 Yerel bir milis şirketine katılır, sonra Meksika Savaşı’na gönderilen Indiana alayı için nişancılardan oluşan bir şirket kurar. Teğmen olur. Bir çatışmaya katılır ve General Zachary Taylor’ın yürüttüğü seferberlikten rahatsız olur.

1846 Taylor’ın ABD Başkanlığı için başarılı girişimine karşı Indiana kampanyasını yürütür. Zengin Binbaşı Isaac Elston’ın kızı Susan Elston ile tanışır. Indiana Barosu’na kabul edilir ve avukatlık bürosu açar.

1852 Susan Elston ile evlenir.

1853 Indiana Crawfordville’e taşınır. İlk romanı The Fair God üzerinde çalışmaya başlar. Demokrat Parti’nin kölelik karşıtı fraksiyonu ile özdeşleştirilir. Wallaceların tek çocuğu olan Henry doğar.

1856 Yerel bir milis birliği örgütler.

1857 Indiana Millet Meclisine seçilir.

1861 Amerikan iç savaşının başlamasıyla Wallace emir subayı olur, birliği desteklemek için taburlar yetiştirmekle görevlendirilir. 11. Gönüllü Piyade Alayı’nda albay olur. Bull Run Muharebesi’nde bir alaya başkanlık eder, tuğgeneralliğe terfi eder ve Indiana Tugayı’nın komutanlığına atanır.

1862-63 “Batı’daki savaş” (Kentucky, Tennessee, Ohio, Missouri) seferberliklerine katılır. Tümgeneralliğe terfi eder, Tennessee seferberliğindeki 3. Indiana Tümeni’ne komutanlık yapar. Shiloh Muharebesi’nde önemli bir rol oynar, ama yüksek orandaki kayıplar nedeniyle ciddi şekilde eleştirilir. Wallace yönetimini haklı çıkarmak için ömür boyu süren bir mücadeleye girişir. 3. Indiana Tümeni dağılır ve Wallace tekrar Indiana Alayı’na “albay” olarak atanır. Ohio Cincinnati savunmasını organize eder ve yönetir. Minnesota’daki Santee yerlilerine karşı seferberliğe kumanda etmekle görevlendirilir, ama orduda siyasi düşmanlar edinince atama beklemek üzere eve gönderilir.

1864 Başkan Lincoln Wallace’ı geri çağırır. Maryland’deki seçimler boyunca mülki düzeni korumakla görevlendirilir. General Jubal Early idaresindeki sürpriz bir konfederasyon saldırısına karşı Washington savunmasında aktif rol üstlenir. Cesareti ve becerikliliği için övgüler alır.

1865 Lincoln suikastında komplo kurmakla suçlanan insanları yargılamak üzere askerî mahkeme üyesi olarak görev yapar. Konfederasyonun Andersonville Hapishanesi’nin Komutanı olan Yüzbaşı Henry Wirtz’in mahkemesine başkanlık eder. Başkan Benito Juarez’i desteklemek için müfreze birliklerini Meksika’ya götürür.

1867-72 Crawfordville’e döner, Cumhuriyetçi Parti’ye katılır, avukatlığa yeniden başlar, Amerikan Meclisi için adaylığını koyar. Yazmaya da yeniden başlar. Oyun yazmaya girişir, ama sahneye konmaz. Commodus adlı toga oyunu yayınlanır. The Fair God üzerinde çalışmaya devam eder.

1873 The Fair God yayınlanır.

1874-77 “Başımın derde girdiği bir Yahudi çocuk” hakkında bir roman yazmaya başlar. Meksika hakkında konuşmak ve The Fair God’dan parçalar okumak için konferans turuna çıkar.

1878-80 New Mexico bölgesi valiliğine atanır. Santa Fee’ye seyahat eder ve orada Ben-Hur’u tamamlar.

1880 Ben-Hur : Bir İsa Hikâyesi yayınlanır. Wallace Crawfordsville’e döner.

1881-85 Ben-Hur’un ateşli bir hayranı olan Başkan Garfield Wallace’ı Türkiye’ye elçi olarak atar. Orta Doğu’da Hindistan Prensi için materyal toplar.

1885-93 Wallacelar Crawfordsville’e geri dönerler. Konferanslar verir, yazar, politikayla uğraşır. Shiloh’daki yönetimi için kendini temize çıkarma yollarını araştırmaya devam eder.

1893 Hindistan Prensi yayınlanır. Anıları üzerine çalışmaya başlar.

1899 Ben-Hur’un yayıncıları Harperlar sahne uyarlaması için Klaw ve Erlanger yönetimiyle müzakereyi kabul eder. Wallace William Young’ın uyarlamasını onaylar ve ilk performans için hazırlıkları görmek üzere New York’a gider. Ben-Hur tiyatro repertuvarına girer ve 1920’ye kadar Kuzey Amerika’da altı binden fazla oynanır, Klaw ve Erlanger’a 10.000.000 dolar kazandırır. Wallace’ın telif hakkı 650.000 dolardır.

1902 Ben-Hur Londra’da sergilenir.

1905 Wallace Crawfordsville’de ölür.

1906 Lew Wallace: An Autobiography Susan Wallace tarafından tamamlanır. Yayınlanır.

1907 Susan Wallace ölür. Kalem Company tarafından ilk film uyarlamasına Wallace aynı hakları ve Klaw ile Erlanger karşı çıkarlar. Filmin yayını yasaklanır ve imha edilmesine karar verilir. Neyse ki bu karar uygulanmaz. Kalem para cezasına çarptırılır.

BEN-HUR
BİR İSA HİKÂYESİ

Bütün sıra dışı olaylarda daima doğal nedenler aramayı öğrenin filozoflardan ve bu nedenler olmadığında Tanrı’ya başvurun.

(KONT GABALİS)1


Ama eski hikâyenin bu tekrarı sadece yerel bir anlatımın en zarif albenisidir. Eğer tatlı düşünceleri, hiçbir bıkkınlık duymadan kendi kendimize sık sık tekrarlayabiliyorsak, neden bir başkası da onları içimizde daha çok uyandırmak için sıkıntıya katlanmasın?

(JEAN PAUL F. RICHTER, Hesperus)2


 
Bak, ta uzaktaki doğu yolunda,
Yıldızların yönlendirdiği büyücüler tatlı kokulara kapılırlar,
 
 
Ama Işık Prensi olunca içinde
Huzurluydu gece
Onun dünyadaki barış devri başladı;
Rüzgârlar hayretle sustu
Sular yumuşakça öpücük kondurdu,
Artık köpürmeyi unutan ılıman okyanuslara
Yeni sevinçler fısıldadı,
Dingin kuşlar meftun dalganın üzerinde
Düşüncelere dalmış oturuyordu.
 
(JOHN MILTON, İsa’nın Doğuşu: İlahi3)


BİRİNCİ KİTAP

I
ÇÖLDE

Zubleh Dağı, seksen kilometreyi aşkın uzunluğuyla öylesine daracık bir dağdır ki, harita üzerindeki görünümü âdeta güneyden kuzeye doğru sürünen bir tırtılı andırır. Kırmız-beyaz uçurumlarında durup doğmakta olan güneşin altında aşağılara bakınca, insan sadece Eriha bağcılarının nefret ettiği doğu rüzgârlarının başlangıçtan beri oyun bahçesi olan Arabistan Çölü’nü görür. Etekleri, orada boylu boyunca uzanan Fırat Nehri’nden gelen kumlarla iyiden iyiye kaplıdır; dağ bir zamanlar çölün bir parçası olan batı topraklarındaki Moab ve Amman’ın çayırlarına karşı bir duvar gibi yükselir.

Araplar dillerini Yahudiye’nin güneyindeki ve doğusundaki her şeye empoze etmişlerdir; onların dilinde yaşlı dağ, Romen yolunu -şimdi bir zamanlar ne olduğuna dair bir fikir vermek gerekirse Suriyeli hacıların Mekke’ye gidip geldikleri tozlu bir yoldu- keserek ve ilerledikçe derinleşerek, yağmurlu mevsimlerin taşkınlarını Ürdün’e ya da son hazineleri olan Ölü Deniz’e kadar götüren sayısız vadinin babasıdır. Bu vadilerden birinden -daha doğrusu, dağın en uç noktasından yükselip kuzeyin doğusuna doğru uzanan ve sonunda Jabbok Nehri’nin yatağı hâline gelen vadiden- çölün platolarına4 giden bir yolcu geçmiştir. Okur bu yolcuya dikkatini vermelidir.

Görünüşüne bakılırsa kırk beşlerindeydi bu yolcu. Göğsüne doğru yayılan ve bir zamanlar kapkara olan sakalı yer yer kırlaşmıştı. Kavrulmuş kahve çekirdeği gibi kahverengi olan yüzü kırmızı bir kefiye (o günlerde çölün çocukları tarafından böyle adlandırılan başörtüsü) ardına saklanmış, kısmen görünüyordu. İri ve kara gözlerini arada sırada yukarı kaldırıyordu. Doğu’da yaygın olan dökümlü giysiler giymişti; ama küçücük bir tentenin altında, irice beyaz bir deveye bindiğinden giysilerinin tarzı tam olarak anlatılamıyor.

Çöl şartlarına göre donatılmış bir deveyi ilk kez gören Batılıların bu izlenimin üzerlerinde bıraktığı etkiyi alt edebilmeleri kuşkuludur. Yeniliklerin katili olan gelenekler bile bu duyguyu değiştiremez. Bedevilerle yıllarca konakladıktan sonra kervanlarla yapılan uzun yolculukların sonunda, her nerede olursa olsun bir Batılı durup haşmetli hayvanın geçişini bekleyecektir. Asıl cazibe, ne sevginin bile güzelleştiremeyeceği endamında ne de sessiz adımlarla gidişinde ya da geniş salınımlarındadır. Denizin bir gemiye olan sevecenliği gibidir, çölün kendi yaratığına karşı sevecenliği. Ona bütün gizemini öylesine büründürür ki ona bakarken bu gizemleri düşünürüz; mucize de işte tam buradadır. Şimdi vadiden çıkagelen hayvan da pekâlâ alışılagelmiş bu saygıyı hak edebilirdi. Rengi ve yüksekliği, ayak genişliği, şişman olmayan, kaslı cüssesi, kuğu gibi eğimli uzun ince boynu, başı, gözlerinin arasındaki genişlik, bir kadın bileziğinin sarışı gibi saran ağızlığı, uzun ve esnek adımlarla, emin ve sessiz yürüyüşü, hepsi Kiros5 günleri kadar eski ve kesinlikle paha biçilmez olan Suriyeli kanını kanıtlıyordu. Klasik yuları, alnını kızıl püsküllerle kaplıyor, boğazını uçlarında gümüş çanları çınlayan pirinç zincirlerle süslüyordu; ama yuların ne binici için dizgini ne de sürücü için kayışı vardı. Sırtına kondurulan tahtırevan, Doğulular dışındaki insanların mucidini meşhur edeceği türden bir keşifti. Her biri iki tarafa asılarak dengelenen, yaklaşık bir metre uzunluğunda iki ahşap kutuydu bu; iç kısmı yumuşak bir şekilde kaplanmış kutular efendisinin oturmasına ya da hafifçe uzanmasına izin verecek şekilde ayarlanmış, üzerine de yeşil bir tente gerilmişti. Sayısız düğüm ve bağlarla sağlamlaştırılan geniş sırt ve göğüs kayışları ahşap kutuları sabitliyordu. Böylelikle Kuş’un6 hünerli oğulları sahranın yakıcılığında rahat ediyor, görevlerini yerine getirirken keyfini de çıkarıyorlardı.

Vadinin son molasının ardından deve ayağa kalktığında, yolcu eski Amman, El Belka sınırını geçmişti. Sabah saatleriydi. Yün gibi sisle kısmen perdelenen güneş önünde duruyor, geniş çöl de önünde uzanıyordu; ileride savrulan kumlar değil, otların bodurlaştığı, yüzeyinde iri kayaların, gri ve kahverengi taşların yayıldığı, yer yer cansız akasyaların ve deveotu kümelerinin araya karıştığı bir alan vardı. Arkasında meşe, böğürtlen ve kocayemiş sanki sıraya dizilip korkuyla büzülerek çöle bakıyorlardı.

Artık patika yolun sonu gelmişti. Deve her zamankinden daha acımasızca yürütülmüş gibi görünüyordu; başı dimdik ufka doğru uzanmış, geniş burun deliklerinden rüzgârı büyük yudumlar hâlinde içerek adımlarını uzatıp hızlandırmıştı. Tahtırevan bir o yana bir bu yana sallanıyor, dalgalar içindeki bir tekne gibi bir yükselip bir alçalıyordu. Yer yer zemindeki kuru yapraklar ayak altında hışırdıyordu. Bazen pelin otu gibi bir parfüm bütün havayı tatlandırıyordu. Çayır kuşları, kuyrukkakanlar ve kaya kırlangıçları kanatlanıyor, beyaz keklikler ıslık çalarak ve gaklayarak geçiyorlardı. Çok nadiren bir tilki ya da sırtlan davetsiz misafiri güvenli bir mesafeden incelemek için adımlarını hızlandırıyordu. Sağ tarafta, üstlerinde inci grisi bir tül örtülü olan dağın tepeleri yükseliyor, güneşin biraz sonra anlık olarak eşsizleştireceği bir mora dönüşüyordu. En yüksek zirvelerinde bir akbaba engin kanatları üzerinde genişleyen daireler çiziyordu. Ama yeşil tentenin altındaki yolcu bunların hiçbirini görmüyor ya da en azından farkında olduğuna dair herhangi bir belirti vermiyordu. Gözleri bir yere sabitlenmiş ve hülyalıydı. Onun gidişi de tıpkı hayvanınki gibi belli bir yöne yönlendirilmişti.

İki saat boyunca deve adımlarının hızını sabitleyip doğuya doğru bir rotada ilerledi. Bu süre boyunca yolcu ne pozisyonunu değiştirdi ne de sağına soluna baktı. Çölde mesafeler mille ya da fersahla değil, saatle ya da menzille ölçülür: ilki üç buçuk fersah, ikincisi on beş ya da yirmi beş fersahtır, ama bunlar sıradan bir deve için geçerlidir. Gerçek bir Suriye soyunun binicisi kolaylıkla üç fersah yol yapabilir. Son sürat giderse sıradan rüzgârları bile geride bırakır. Hızlı ilerlemenin bir sonucu olarak manzara da değişmişti. Dağ batı ufku boyunca soluk mavi bir kurdele gibi uzanıyordu. Kil ve sertleşmiş kum tepecikleri yer yer yükseliyordu. Ara sıra bazalt taşları zeminin gücüne karşı yuvarlak başlarını kaldırıyorlardı; diğer her yer kumdu, bazen çiğnenmiş bir kumsal gibi dümdüz, bazen yığılı tümsekler hâlinde, burada kırık dalgalar, şurada uzun kabartılar şeklindeydi. Atmosferin durumu da değişiyordu. Yukarılara yükselen güneş çiy ve sisi içine çekmiş, tentenin altındaki gezgini öpen esintiyi ısıtıyor, her yerde yeryüzünü uçuk bir süt beyazına boyuyor, bütün gökyüzünü parıldatıyordu.

Hiç dinlenmeden ve rota değiştirmeden iki saat daha geçti. Bitki örtüsü tamamen yok oldu. Kumlar o kadar kabuklanmıştı ki her adımda takırdayan pullara dönüşüyor, tartışmasız egemenliğini koruyordu. Dağ artık görünmüyordu, görünürde belirgin bir yer de yoktu. Daha önce arkadan gelen gölge artık kuzeye doğru yer değiştirmiş, kendisine şekil veren nesnelerle yarışa girmişti. Hiç durma belirtisi göstermeyen yolcunun tavırları her an daha da tuhaflaşıyordu.

Unutulmamalıdır ki hiç kimse çölü bir eğlence yeri olarak görmez. Ölü şeylerin kemiklerinin süs gibi saçıldığı yollar boyunca hayat ve ticaret gidip gelir. Kuyudan kuyuya, çayırdan çayıra böyledir yollar. Kendisini yolu izi olmayan alanlarda yapayalnız bulan en tecrübeli şeyhin bile yüreği hop eder. Bizim ilgilendiğimiz adam da zevkinin peşinde olmasa gerekti; ne hâli tavrı bir kaçağa benziyordu ne de bir kere bile arkasına bakmıştı. Böyle durumlarda korku ve merak en yaygın duygulardır; onlardan da eser yoktu. İnsanlar yalnızken her türlü yoldaşlığa tenezzül ederler; köpekler dost olur, atlar arkadaş; onları okşamak ve sevgi sözcükleri söylemekte utanılacak bir şey yoktur. Deveninse böyle bir kazanımı olmadı, ne bir temas ne bir kelime.

Tam öğle vakti deve kendi iradesiyle durdu ve acınası bir feryat ya da inilti çıkardı, tam da onun türündekilerin fazla yüke itiraz ettikleri, bazen de ilgi ve dinlenme istedikleri zaman yaptıkları gibi. Bunun üzerine efendisi sanki uykudan kalkar gibi hareketlendi. Tahtırevanın perdelerini yukarı kaldırıp güneşe baktı; sanki kararlaştırılmış bir yeri arıyormuş gibi uzun uzun ve dikkatle her tarafı taradı. Denetiminden memnun bir hâlde derin bir soluk aldı ve “Sonunda, sonunda!” der gibi başını salladı. Kısa bir süre sonra ellerini göğsünde kavuşturup başını eğdi ve sessizce dua etti. Dinî vecibe yerine getirilmişti, inmek için hazırlandı. Gırtlağından hiç kuşkusuz Eyüp’ün gözde develerinin duymaya alışkın oldukları türden bir ses çıkardı: “Ikh! Ikh!”, diz çök demekti. Hayvan bir yandan hırıldayarak yavaş yavaş itaat etti. Sonra sürücü ayağını onun narin boynuna koyup kuma indi.

1.Görünüşte Le Comte de Gabalis, ou entretiens sur les sciences secretes’in yazarı, ama aslında Abbé Montfaucon de Villars’ın bir çalışması olan hayali bir karakter. Bu esrarlı kitap 1670 yılında Paris’te yayınlanmış ve on yıl sonra iki İngilizce versiyona tercüme edilmişti. Wallace’ın bu kitaba nasıl ve nerede rastladığı ve içeriğini ne kadar ciddiye aldığı bilinmemektedir.
2.Johan Paul Friedrich Richter (1763-1825), Jean Paul takma adıyla yazan Alman romancı. Hesperus adlı romanı 1795 yılında yayınlanmıştır.
3.John Milton (1608-74) İsa’nın Doğuşu Sabahı şiirini 1629 yılında yazmıştır.
4.Magilerin buluştuğu mekânın Qatrana’nın 70-100 km. doğusunda ve antik Petra’nın yaklaşık aynı mesafe kuzeyindeki Mavera-i Ürdün’de yer aldığı düşünülmektedir.
5.Birinci Pers imparatorluğu olan Ahameniş İmparatorluğu’nun kurucusudur. Büyük Kiros, Güneybatı Asya’nın çoğunu ele geçirmiş, ilk insan hakları bildirgesi olarak kabul edilen Kiros Silindiri’ni yazdırmıştır. (ç.n.)
6.Kuşitler veya Kuş Krallığı, Sudan ve Güney Mısır’ın Nil Vadisi’nde yer alan Nübye’de kurulmuş eski bir krallıktır. (ç.n.)
83,75 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
11 июля 2023
Объем:
3 стр. 5 иллюстраций
ISBN:
978-605-121-953-0
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают