Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Yetişkin Olmak», страница 3

Шрифт:

Duygularımızın somut deneyimi insanların hayatta kalmasını ve bir tür olarak bizim başarımızı garanti altına almıştır. İlk insanların duyguları olmasaydı ne olurdu? Dümdüz bir örnek olarak korkuyu alalım. Diyelim ki ilk insanlardan birisiniz, dışarıya avlanmaya çıkmışsınız. Çalıların arasında dolanıyorsunuz ve birden arkanızda bir dalın çıtırdadığını duyuyorsunuz, boynunuzda sıcak bir nefes hissediyorsunuz, son olarak da derinden gürültülü bir kükreme duyuyorsunuz. Bir sonraki hamlenizi sakince düşünürken tümüyle mantıklı olsaydınız –duygularınız hiç olmasaydı– ne olurdu?

ÖLÜRDÜNÜZ!

Atalarımız genlerini bir sonraki kuşaklara geçirebilecek kadar uzun süre yaşamak için hayatta kalma mücadelesi verirken kılıç dişli bir kaplan ya da sıkıntı verici başka bir tehdit tarafından öldürülmemek için son derece hızlı hareket etmeleri ve tepki vermeleri gerekiyordu. Öyle değil mi? Bu evrimin ilk öncülüdür: Hayatta kal ve genlerini aktar: Uygun olanın hayatta kalması. İçimizdeki en temel saik duygularımızdan gelir!

Modern çağ ve onun bütün rahatlıkları istemeden bizi en derin doğamızdan ayırmıştır – her ağrı için bir hap içmenin rahatlığı, gerçekliğin ıstıraplarından uzaklaşmamızı sağlayan sonsuz sayıda eğlence ya da bütün sorunları çözecek bir uygulama (ya da annemiz) içimize dönüp duygularımızın anlamlı mesajlarını dinleme becerimizi en aza indirdi. Hayatta kalmaya yönelik hayvansal güdülerin üstünde ve ötesinde, duygularımız bilinçli varlıklar olarak en derindeki özlemlerimizde bizim kılavuzlarımızdır da. Duyguların üç temel iletişim işlevi vardır.

DUYGULAR BAŞKALARIYLA İLETIŞIM KURAR

Diyelim ki bir dostunuz anlamlı ve önemli bir şey paylaşmak için size geliyor. Bu sahneyi nasıl hayal ediyorsunuz? Belki de onun kaşlarını çatmış, gözleri yaşlarla dolu, her zamankinden farklı bir ses tonu ya da temposuyla size yaslandığını görüyorsunuz. Bütün bu “duygusal işaretler” daha yakından dikkat sarf etmenizi bekliyor. Arkadaşınız hiçbir şey söylemese bile bu duygusal işaretler, onun sözcüklerinden daha güçlü.

Tam tersine, ya siz bir dostunuzun desteğini arıyorsanız ve hiçbir duygusal ifadeyle karşılaşmıyorsanız? Dostunuz ses tonunuza ve ifade biçiminize uyumla karşılık vermiş olsaydı kendinizi daha anlaşılmış hissederdiniz muhtemelen. Duygusal iletişimlerin kırılgan mekânında empati yoluyla bağ kurarız. Başlıca duygularımızın ifadeleri konuşma öncesi, evrensel ve kültürler arasıdır. Bir gülümsemenin karşınızdakinin mutlu olduğu, gözyaşlarınınsa mutsuz olduğu anlamına geldiğini hiç kimsenin size öğretmesi gerekmez. Bu nedenledir ki ifadelerimiz, dil engellerini aşarak bizi bir araya getirir. Nina’ya neler olduğunu bir düşünün. Duygusal sinyallerini engellediğinden, başkaları onunla ilişki kuramadı ya da çok istediğinde ona destek vermedi. Duygularımızı kapatırsak iletişim ve bağ kurmanın temel bir parçasını yitiririz.

DUYGULAR EYLEM İTKILERINI MOTIVE EDER

Çok meşhur “savaş, kaç ya da don tepkisi” ötesinde her duygu belli bir zorunlu eylem eğilimi yaratır. Duyguların biyolojik temelleri hızla hareket eden, ama hafif bedensel duyumlar aktarır, biz bunları ihtiyaçlarımız için gerekli bir eyleme geçme yönündeki itkiler olarak deneyimleriz. Üzüntü bizi geri çekilip iyileşmeye motive eder, korku bize kaçmamızı ya da kaçınmamızı söyler, öfke bizi bir adaletsizlikle mücadele etmek ya da bir sınırı korumak için daha da büyümeye ve daha yüksek ses çıkarmaya motive eder, suçluluk da bizi özür dilemeye yöneltir. Son olarak, sevgi olmasaydı bütün o çığıran, ağlayan, altlarını pisleten küçük insanlara ne olurdu sizce? Asal Duyguların İşlevleri’ni özetleyen kullanışlı bir tabloyu http://www.newharbinger.com/41931 adresinde bulabilirsiniz. Burada önemli olan, asal duygularımızla bağlarımız koptuğunda, en derin arzularımızın peşinden gitme ve ihtiyaç duyulan eylemleri yapma güdümüz ve motivasyonumuzu yitirmemizdir.

ARA Motivasyon eksikliği bu kitabı seçme nedenlerinizden biri mi?

DUYGULAR EN DERIN İHTIYAÇLARIMIZI HABER VERIR

“Önem verdiğimiz yerden yara alırız. Yara aldığımız yere önem veririz,” diyor kabul ve bağlılık terapisini geliştiren Steven Hayes, ilham verici TED konuşmasında (2016). Duygular bize gerçekten önem verdiğimiz şeyler hakkında önemli mesajlar verir. Her duygu bize neye değer verdiğimizi ve neyi sevdiğimizi söyler. Bu önemli bir derstir, çünkü ancak siz, sizin için gerçekten neyin önemli olduğunu tahmin edebilirsiniz. “Benim asıl muradım nedir?” sorusunun cevabını Google’da bulamazsınız. Asal duygularınızı gerçekten dinlemeyi öğrendiğinizde, daha derindeki isteklerinize, amacınıza, hayatınızın almasını istediğiniz yöne ilişkin ipuçlarını dinlersiniz.

ARA Asal Duyguların İşlevleri tablosuna bir bakın. Hangi duygulardan kurtulmayı dilerdiniz? Şimdi bu duyguların amaçlarını bildiğinize göre, gerçekten de tümüyle bu duygulardan kurtulmak ister miydiniz? Bunu yapmanın bedeli ne olabilirdi? Günlüğünüze cevabınızı yazın.

“KIRLI DUYGULAR”: DIKKATI BAŞKA YÖNE ÇEKEN KONU

Tahmin ediyorum, tam da şu sıralar “Evet ya, benim sorunum değil bu. Ben duygularımın acayip farkındayım! Şu lanet kitabı da bu yüzden aldım zaten!” diye geçiriyorsunuz içinizden. Sizi anlıyorum. Oradaki bütün köy sakinlerime sesleniyorum, size inanıyorum. Bazen duygularınızın fazlasıyla farkında olursunuz! Size sorum şu: Hangi duygularınızın farkındasınız?

Gavin çocukluğundan beri mücadele ettiği depresyona ayak uydurma becerileri kazanmak için beni görmeye geldi. Birkaç yıldır geleneksel terapi görüyor, alkolik ebeveynlerinin yol açtığı duygusal istismar ve ihmalle uğraşıyordu. Ama sizin burada yapacağınız işi yaparken, üzüntüsünün aslında ikincil (hatta belki de üçüncül) bir duygu olduğunu anladı. Başka bir deyişle, duygularıyla ilgili duygulara kapılmıştı.

Gavin’in son derece istikrarsız ailesiyle geçmişte yaşadığı deneyim, onun bir şekilde alaya alınmadan ya da cezalandırılmaksızın ihtiyaçlarını ileri sürmesini imkânsız kılmıştı. Bu nedenle doğal olarak “Başkalarından farklı ihtiyaçlara sahip olmak tehlikelidir” inancı içine yerleşmişti. Aşağıdaki resimde Gavin’in DDE regülatöründeki iki yönlü okların nasıl programlandığını görebilirsiniz. Başta hissettiği öfke duyguları hemen güçsüz olduğu yönündeki eski varsayıma çıkıyordu. Azıcık bir öfke hissettiğinde bile son derece kaygılanıyordu. Bu nedenle “adil olmama”yla ilişkili daha doğal duyguyla, öfkeyle bağ kuracağına, ihtiyaçlarındaki farklılığı güçsüzlük ve kaygıyla ilişkilendiriyordu.


Kaygıya denk düşen eylem itkisi kaçmak ya da kaçınmaktır. Gavin zaman içinde, duygusal alışkanlık kalıbı olan kaçınma nedeniyle güçsüzlük inançlarını doğrulayan daha fazla deneyim biriktirdi. Öfke onu kaygılandırdığından, uygun olduğunda kendi isteklerini ileri sürmek yerine bundan kaçınıyordu. Kaçınması da doğal olarak üzüntü, hayal kırıklığı ve güçsüzlük hislerini artırmaktan başka bir şeye yaramıyordu, çünkü farklı bir sonuç deneyimleme fırsatına hiç sahip olmamıştı. Gavin öfkenin aslında haklı bir asal duygu olduğunu anlayınca, sizin de sağlıklı ve etkili bir biçimde kendinizi ortaya koymak, kaygınızı düzenlemek için öğreneceğiniz becerileri öğrendi. Bu becerilerde ustalaştığında depresif semptomları geri çekildi.

İkincil duygularımız yani bir duyguyla ilgili bir duygumuz olduğunda duygular daha da karmaşık bir hal alır, çünkü etkisiz bir mesaj gönderirler. Kimi zaman bu dizilere ikincil duygular ya da “kirli duygular” denir; “kirli” denir çünkü asıl asal duyguyla aynı temiz iletişim değerine sahip değillerdir. Unutulmaması gereken şey şu ki, ikincil duygular dikkati başka yöne çeken konular gibidir. Asal duygunun getirdiği daha kırılgan hislerden bizi uzaklaştırırlar (ve böylece bizi korurlar). Ama nihayetinde bizi yoldan çıkarırlar, çünkü bize ve başkalarına doğru olmayan bir mesaj gönderirler.

ARA Bir kayıp ya da hayal kırıklığı nedeniyle üzgünseniz ama öfke ifade ediyorsanız hangi ihtiyacınız karşılanır? Üzüntünüz nedeniyle ihtiyaç duyduğunuz şeyler (iyileşme ve empati) mi, yoksa öfkenizin dile getirdiği (“Benden uzak dur” diyen) ihtiyaçlar mı?

Zamanla, duyguların hoş olmayan sonuçlara yol açtığı bir dizi deneyimimiz olursa, biraz “duygu fobisi”ne kapılabiliriz, çocukken köpek ısırdığı için köpeklerden korkmanız gibi. Duygularımızla tekrar tekrar olumsuz deneyimler yaşamamızın ardından doğal (ama yararsız) bir sonuca varır, duyguların kötü şeylere yol açtığını, birer tehdit olduklarını, gizlenmesi, kurtulması ya da bastırılması gereken şeyler olduğunu düşünürüz. Duygularımızla daha fazla kötü deneyimler yaşadıkça, onları hissetmekten kaçınmak için duygusal alışkanlıklarımıza daha fazla bel bağlarız, onların verdiği önemli mesajlardan uzaklaşırız ve alışkanlığımız her neyse ona daha fazla dolanırız!

ARA Geçmişte güçlü duyguların (sizde ya da başkalarında) olumsuz sonuçlara yol açtığı deneyimler yaşadınız mı? Şimdi duygular hakkında hangi inançlara sahipsiniz? Günlüğünüze bu hatıralar hakkında biraz yazın.

Gavin gibi siz de önem verdiğiniz şeylere doğru size kılavuzluk eden yararlı duygularla sizi yoldan çıkaran, dikkati başka yöne çeken konular arasındaki farkı bilmeyi öğreneceksiniz. Öğreneceğiniz beceriler bilgilendirici asal duygularınızla daha iyi bir ilişki kurmanızı sağlayacak, böylece kirli duygular gözlemcinizi esir alıp sizi yoldan çıkarmayacak!

DÜŞÜNCELER: ZIHNINIZIN YARATTIĞI BÜYÜTÜLMÜŞ GERÇEKLIK

Divergent (Uyumsuz) adlı filmde ana karakter Tris korkuyla nasıl başa çıktığını değerlendiren bir sanal gerçeklik testine tabi tutulur. Testin zirve noktasında sanal bir karanlık odada hızla suyla dolmaya başlayan cam bir dolabın içine kapatılmıştır. Cama vururken, “Hey, bana yardım edin!” diye korkuyla çığırır. Korkuya verdiği “savaş, kaç ya da don tepkisi” devreye girdiğinden yumruklar, tekmeler atmaya başlar. Su cam dolabı tepesine kadar doldurur, her şey durur. Tris’in sakinleştiğini görürüz, her şey sessizliğe bürünür, Tris gözlemci moduna geçer. İşaretparmağıyla cama yavaşça vurarak, “Bu gerçek değil,” der. Cam çatlar, sonra da parçalanır. Tris suyla birlikte dışarı çıkar, dolaptan kurtulur. Tabii ki testi geçer.

Zihnimiz de Tris’in sanal gerçeklik deneyiminden pek farklı olmayan büyütülmüş bir gerçeklik yaratır. Sahip olduğumuz düşünceler beynimizi, hakkında düşündüğümüz şeyler hayali değil de sanki gerçekmiş gibi harekete geçirebilir. İster kısa süre önce hoşlanmaya başladığınız biriyle muhteşem bir randevuya çıkmanın hayalini kurun, ister mesajınıza neden hemen cevap vermediğini düşünün, o düşünceyi sanki gerçekmiş gibi yaşarsınız! Zihnimizin bizi bu sanal gerçekliğe hapsetmesinin iki yolu vardır: Varsayımlar diyarı ve yapışkan düşünceler.

ARA En sevdiğiniz dondurma hangisidir? Külahta mı yoksa kapta mı seversiniz? Üstüne sos dökülmesini, bir şeyler serpiştirilmesini ister misiniz? Dondurmanızın tadını hayal edin. Ağzınızdaki o soğukluğu sonra yavaşça erimesini. Fark ettiğiniz bir şey oldu mu? Ağzınız sulandı mı? Buzdolabında dondurma var mı diye merak mı ettiniz? Yoksa çıkıp dondurma mı alsanız? Neden böyle tepki veriyorsunuz? Burada dondurma yok. O sizin gerçeklik büyütücünüz.

VARSAYIMLAR DIYARI: DÜŞÜNCELER FARKINDALIK DIŞINDA YAŞARSA

Budizm’de eski bir mesel vardır, altı kör adamdan bir fili tanımlamaları istenmiş. Altı adam filin çevresine toplanmış, her biri kendi sınırlı dünya görüşüyle kendi algısını betimlemiş.

İlk kör, “Bu, dokusu koca bir duvarı andıran bir hayvan,” demiş.

İkincisi, “Tam tersine,” demiş, “Burada, ucunda bir parça tüy olan uzun, yumuşak bir yaratık var.” Filin kuyruk tarafında duruyormuş.

“Aptal olmayın!” diye atılmış üçüncü kör. “Sütun şeklinde dört ayrı hayvandan bahsediyoruz.”

Anladınız. Ne kadar gezdiğiniz ne kadar gördüğünüz umrumda değil, dünya görüşünüz sınırlıdır. Herkesin dünya görüşü sınırlıdır. Ama biz yine de kendi konumumuzun “haklı” olduğunu hararetle savunuruz, bu da bizi DDE sistemimizin katılığına ve duygusal alışkanlık kalıplarımıza saplayıp bırakır.

ARA Arayış içindeki biri olarak, kendi kör noktalarınızı açmaya başlamaya ve sizde neyin eksik olabileceğini öğrenmeye hazır ve istekli misiniz?

Biz insanlar iyi bir hikâyeyi yutuveririz! Zihnimizdeki görsel ve sözlü hikâyeleri kullanma becerisi, kabilelerimizin ve kendi kültürümüzün hikâyelerinden ders alma konusunda bize benzersiz bir yetenek verir. Bir deneyimden ders almak için gerçekten yaşamamız gerekmez. Maalesef yaratıcı hikâyeler anlatan zihnimiz bize karşı da çalışabilir. Sorun şu ki, bir inanç bir alışkanlık gibi iyi ve sağlam bir biçimde oraya yerleştiğinde, bilinç odasından varsayım odasına geçebilir. Düşünceler ve fikirler varsayımlar diyarına çekildiğinde aksi yönde bir kanıt, tutunduğumuz hikâyeyi yalanlayabilecek (ve saplanıp kaldığımız acıyı aşıp büyümemize yardımcı olacak) bir kanıt görmek gerçekten de zordur.

Deneyimlerimizden ya da kabilemizden topladığımız hikâyeler örtük varsayımlar ya da dünyanın işleyişiyle ilgili bilinçdışı kurallar halini alır. Sık sık insanların, “Ben böyle yetiştirildim” dediğini işitiriz. Jessica, başkalarının, korkularını ve kaygılarını idare etmekte ona yardım etmesi gerektiğini varsayıyordu. Nina başkalarından yardım isterse hiçbir yardımı olmayan bir ilgiyle bunalacağını sanıyordu. Her ikisi de geçmişteki deneyimlerine dayanarak doğal varsayımlarda bulunmuşlar ama yeni bilgiler toplamayı başaramamışlardı.

ARA Hepimiz varsayımda bulunduğumuzdan, siz de bulunuyorsunuz. Kültürünüzün mutlak gerçekmiş gibi kabul edilen bazı yaygın kurallarını görebiliyor musunuz? Başka bir kültürden birinin bunları nasıl görebileceğini düşünün.

YAPIŞKAN DÜŞÜNCELER: DUYGULAR DÜŞÜNCELERI NASIL KARIŞTIRIR

Hepimiz elbette ki açık fikirli olduğumuzu düşünmek isteriz. Ama bir inancı besleyecek bir duygu atıverin bakalım içeri, of of of, o inançlar artık içine girilemez bir hal alır mı almaz mı? Bunun nedeni hissetme biçimimizin düşünme biçimimizin yakıtı olmasıdır. Düşüncelerimiz, özellikle de güçlü duygular uyandıran düşünceler yapışkandır.

Tris içeri girdiğinde bir sanal gerçeklik testinde olduğunu biliyordu. Ama paniğe kapılınca zihni ve bedeni su çizgisinin yükselmesine tepki vermeye başladığından testte olduğunu unuttu. Böyle olur. Birçok klasik araştırmada gösterildiği üzere, bize bir durumun gerçek olmadığı söylense bile, duygusal tepkilerimiz kontrolü ele geçirebilir ve unuturuz! Artık ne mantık kalır ne akıl yürütme.

Belli bir andaki duygusal halimiz, renkli camlı gözlükler takmaya benzer. Nasıl ki mavi lensler yeşil ve kırmızıyı görmeyi zorlaştırır, mor gibi benzer renkleri öne çıkarır, biz de üzgün, öfkeli ya da kaygılı olduğumuzda olumsuzluk eğilimi denen şeyi gösteririz. Belli bir biçimde hissederiz, sanki çevremize de bu biçimde hissetmemize neden olacak bir gerekçe bulmak için bakarız. Öyle tahmin ediyorum ki bunu deneyimlerinizden biliyorsunuz. X, Y ya da Z’nin olduğundan, olacağından ya da olmayacağından kesinlikle, tümüyle emin olduğunuz bir zaman olmadı mı? O zamanı hatırladınız mı? Sonra yanıldınız hani? Evet, güçlü duygularımız ya da inançlarımız olduğunda zihnimiz bizi böyle aldatabilir işte.

EYLEMLER: EN GÜÇLÜ MÜTTEFIKINIZ

Bir davranış psikoloğu olarak eylemlerimizin zihin sağlığımızı etkileme gücü karşısında gerçekten de dudaklarım uçukluyor. Çünkü eylemlerimiz (ayaklarımız, ellerimiz ve sesimizle yaptığımız şeyler) gerçekten kontrol ettiğimiz yegâne şeyler. Hiçbir betimlemeye gerek yok. (Güçlenme ve bağımsızlık hissinin artması, duygularımızın buyruğundan kurtulmamız yan etkiler arasında sayılabilir.) Yüz ifadesi ve bedenin duruşundaki küçük değişikliklerden tutun gündelik sağlık alışkanlıklarımıza ve büyük resimle ilgili tercihlerimize varıncaya dek her şey zihin sağlığımız üstünde güçlü, hatta biyolojik etkiler yaratabilir.

Bu etkiyi görmezden gelmek kolaydır, çünkü yaptığımız her eylem hayatımızın sahilindeki bir çakıl taşına benzer. Bazen bir tercihin mutluluk manzaramıza katkısını açıkça görebiliriz. Ama istediğimiz ya da istemediğimiz hayat sahilini kuran şey, daha da sıklıkla, zaman içindeki birçok küçük eylemin birikimidir.

ARA Küçük eylemlerin ruh halinizi nasıl etkileyebileceğini hissetmek için bu deneyi yapın. Şimdi bedeniniz ve yüz ifadenizle üzüntüyü canlandırın: Biraz kamburlaşın, dudaklarınızı bükün, belki biraz da kaşlarınızı çatın. Zihninizde nasıl hissettiğinizin fotoğrafını çekin. Şimdi duruşunuzu değiştirin, düzgünce dik durun, omuzlarınızı indirip arkaya atın, gözlerinizi biraz açın ve yavaşça, hafifçe (zorlamadan) dudaklarınızın kenarlarını kaldırın. Zihninizde nasıl hissettiğinizin bir fotoğrafını çekin.

Araştırmacıların ne bulduğunu muhtemelen fark ettiniz (Draft ve Pressman 2012): Eylemlerimiz, duruşumuz ve yüz ifademizdeki küçük değişiklikler mutluluğumuzun sahiline bir çakıl taşı ekleyebilir. Bu, eylemlerinizin ruh haliniz üstünde gösterebileceği muhteşem etkinin küçük bir örneğidir sadece. Bu güçlü, iki yönlü duygu-eylem etkileşimi nedeniyle eylemleriniz en güçlü aracınız olacak. Başka bir deyişle nasıl ki duygular bazı davranışların itici gücüyse, bazı davranışlar da bazı duyguların itici gücüdür.

ARACIN KONTROLÜNÜ ALMAK

Ama işler çetrefilleşir, çünkü duygularımızın dalgası epeyce güçlü olabilir, biz de gerçekten kontrolden çıkmış gibi hissedebiliriz! Duygularınız bu mesajı verdiğinden, duygularınızın size yapmanızı söylediğinden farklı bir şey yapmak doğru gelmeyecektir. O duyguya denk düşmeyen bir eylemde bulunmak sahteymiş, yapmacıkmış gibi gelecektir.

Bu nedenle beceri sahibi olmanın en zor yönü ve beni görmeye gelen insanlara söylediğim ilk şey şudur:

Duygular güçlü olduğunda, becerilerinizi gerçekten, ama gerçekten kullanmanız gerektiğinde, bunu hiç mi hiç yapmak istemeyeceksiniz!

Davranış değişikliğinin zor olabilmesinin başka bir nedeni de zihninizin de sizi kışkırtmak için devreye girmesidir: Sorun yok. Bir seferden bir şey olmaz. Tekrar tekrar ortaya çıkan iki düşünce vardır: “(Otopilotun önüne geçmek için) bu kadar çaba sarf etmemem gerekirdi!” Ve bir de “Çok zor!” Evet, sizi anlıyorum. Bu kitapta öğrendiğiniz beceriler gayet basit olsalar da iyi pratik yapmış bir otopilotun önüne geçmek zor olabilir. Bu nedenle yeni bir beceri öğrenirken hep olduğu gibi, epeyce pratik yapmanız ve bağlılık göstermeniz gerekecek.

UYGULAMA SÖZÜ VERMEK

Uyguladığımız şey haline geliriz. Günün sonunda, olacağınız yetişkin, bu hayat sırasında yaptığınız bütün büyük ve küçük eylemlerin toplamından ibaret olacak. Bu nedenle, bunu söylediğim için üzgünüm ama düşündüğünüz bütün o yaratıcı dâhiyane eylemlerle, hissettiğiniz derin duygularla, hatta gözlemci olan kendinizle bile hatırlanmayacaksınız. Bu ömür süresince ortaya koyduğunuz ifadeyi eylemlerinizle sergileyeceksiniz.

Doğruymuş gibi gelen şeyi yapmakla yetişkinliğin ötesinde izinizi bırakmaya yarayan şeyi yapmak arasındaki bu ikilemde uzlaşma sağlarken, aradığınız değişikliğin sizin için neden önemli olduğunu bilmek önemlidir. Bundan sonraki sayfaları okurken – ararken, öğrenirken ve büyürken– bağlılığınız zaman zaman gevşeyebilir. Bu normaldir. Böyle olduğunda iş motora yeniden bağlanmakta yatar: Neden önemli bulduğunuzu hatırlayın! Kendinize biraz zaman ayırıp bağlılığınızı canlandırmak için aşağıdaki sorulara verdiğiniz cevapları günlüğünüze yazın. Karamsar hissetmeye başlarsanız ya da bağlılıktan kaçındığınızı hissederseniz, o sayfaya geri dönün ve kendi kendinize bu çalışmanın neden (benim için, ebeveynleriniz için ya da başka biri için değil) sizin için olduğunu hatırlatın.

ARA Bu kitap sihirli olsaydı hangi değişiklikleri yapmanıza yardımcı olmasını isterdiniz? Bu değişikliklere erişmenizin önündeki en büyük engel sizce nedir? Sizin için bu engelleri aşmak ve yapabileceğiniz değişiklikleri yapmak neden önemli? On yıl içinde en iyi dostlarınız, eşiniz ya da meslektaşlarınızın cesaretiniz ve bağlılığınız hakkında neler söylemesini isterdiniz?

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Yolcular: Direksiyona Geçenler ve Zorbalar

Hayat zordur. Bu büyük bir hakikattir, en büyük hakikatlerden biridir. Büyük bir hakikattir, çünkü ancak bu hakikati gerçekten gördüğümüzde onu aşabiliriz.

– M. SCOTT PECK, AZ SEÇILEN YOL

“Bana saygısızlık ediyorsun!” diye ileri sürdü Amy, bir salı akşamı ofisimde normalden daha yüksek bir ses tonuyla. “Anlamıyorsun,” diye devam etti. “Ben olmasam bu bölüm fasaryadan ibaret olur! Senin bunu sorgulaman o kadar yersiz ki.” Açıktı, bam teline dokunmuştum. “Ah, özür dilerim Amy. İşyerindeki konumunla ilgili kafa karışıklığım seni üzüyor, bunu görebiliyorum,” dedim, daha etkili bir iletişim kurabilmek için onun hislerine değer vermekti amacım. “Neyi kaçırdığımı anlamama yardım et.” Sormaya devam ettim, çünkü insanlar ancak işitilmediklerini hissettiklerinde bağırır. Amy’nin içinde olup bitenlere kulak vermek için elimden geleni yapmaya, derine inmeye çalışıyordum.

Gerçekten kafam karışmıştı, çünkü ilk kez birlikte çalışmaya başladığımızda Amy çok heyecanlıydı, bana yönetici asistanı olarak işe başladığını söylemişti. İlk işi olduğundan ilgi duyduğu bir sektörün işleyişini öğrenmek için büyük bir fırsattı bu. Şimdiyse kendisinin üstünde çalışan kişilerin Amy’yi kişiler arası ilişkilerdeki üslubundan ötürü patrona şikâyet etmeleri karşısında çok öfkelendiğini dile getiriyordu. Onlar da ona “saygısızlık ediyorlardı”. Başka bir şey mi oluyor diye merak ettim. Bu öfke ve asabiyet aslında, daha aşağıda çok daha acı verici bir şeyi haber veren, dikkati başka yöne çeken bir duygu olabilir miydi?

“Biliyorum, benden daha uzun süredir buradalar,” diye açıldı. “Anlıyorum. Ama benim işim burayı yürütmek. Bunu anlamaları gerek!”

“Ah,” dedim samimi bir ilgiyle. “Kafa karışıklığımı görüyorum, ben burayı yöneten adamın yardımcısı olduğun izlenimini edinmiştim. Yanılıyor muyum?”

Ses tonu şimdi daha güçlüydü: “O sadece bir unvan! Ben sadece kahve getirip telefonlara bakan bir asistan değilim.”

İşte burası! Saygı görme hissine iştah duyma, ona tutunma ile sadece bir asistan olmayı itme arasında bir yer, Amy’nin olmak istemediği bir yerdi: öfkesiyle beni iterek koruduğu hassas bir yerdi. Onu “bir asistandan daha fazlası” olarak görmeyi başaramıyor olmama verdiği olağandışı güçlü tepki bunun kesin işaretlerinden biri gibi görünüyordu. Bir yolcuyla uğraşıyorduk.

Yolcular bilincin hemen dışında saklanıyor olabilecek, düşüncelerimiz ve hissedişlerimizdeki hassas noktalardır; biz onları tetikleyen bir şeye rastlayıncaya dek orada öylece saklanabilirler. Bu hassas noktalar, etkisiz biçimlerde tepki göstermemize, hayatımıza gereksiz ıstıraplar katmamıza neden olabilecek iç tepki toplulukları (duygular, düşünceler ve duyumlar) olarak kendilerini gösterir.

YOLCULAR: BERABERIMIZDE GETIRDIĞIMIZ MALZEME

Zihin-beden aracınız hayat yoluna koyulduğu andan itibaren yolcular toplamaya başlarsınız. Yolcular psişemize seyahat ettiğimiz yollardan girer: ailelerimiz, karşılaştığımız durumlar ve insanlar, gerçekleştiğinde herkesin hemfikir olduğu gerçek olaylar. Zaman içinde bu olaylarla ilgili algılarımızı, zihin-beden aracımıza binmiş yolcular olarak içselleştiririz. Bütün iyi günler ve kötü günler, özel günler, her günkü olaylar yolculara eklenir. Yolcular içimizde taşıdığımız, sıklıkla da şimdideki gerçeklerin üstünü bir perde gibi örten geçmiş deneyimlerin kalıntılarıdır. (Yani hayır, eski sevgiliniz yolcu değildir. O yoldaki bir gerçektir, insanlar yolcu değildir.)

Size eski bir yaranızı ya da hassas bir noktanızı hatırlatan bir şeye rastladığınızda, gerçekten de bu yolcuların farkına varırsınız. Amy ortaokulda onu gerçekten zorlayan zorbalıklar yaşamıştı. Bu olaylar o zaman dayanılmaz bir güçsüzlük ve utanç hissi yaratmıştı onda. Bu nedenle de ona göre, bu iki duygu yolcusu birlikte takılma eğilimindeydi. Yeni işine başladığında aşağıdan başlamıştı ve güçlü bir konumda değildi. Sonuçta, işte yeni olmasıyla ilişkili olarak her gün hissettiği duygular, kendisinden daha deneyimli olanlara saygılı olmasının gerekmesinden kaynaklanan hisler eski duygularını, yolcularını tetikliyordu.



Yolcularımız, hislerimizde ve inançlarımızda, başka türlü olsa yapmayacağımız her tür işi yapmaya bizi yönelten o hassas noktalardır. Derimizin altına işlemiş, tetiklemeye bağlı tepkilerdir: Duyumlar, algılar, inançlar ve hisler. Evcil hayvanınızın huysuzlandığını gördüğünüz yerdedirler; sizi müthiş öfkelendiren, zıvanadan çıkaran ya da ayağınıza dolanan şeylerdir. Savunmacı duygusal alışkanlıklarınızı güçlendirmenize de neden olurlar. Başka insanların üstünde durmadığı mevzulara güçlü tepkiler verdiğinizi görüyorsanız, evet, o bir yolcudur.

Yolcular sizin bir parçanızdır ama siz değildirler. Gözlemci yerini hatırlıyor musunuz? Gözlemci olarak iç deneyiminizin farkındasınız ama onunla aynı şey değilsiniz. Siz o düşünceler ve hislerin bilinçli sandığısınız. Bu yerden hareketle, eski yolcularınızı oldukları gibi görmeye başlayabilirsiniz: Eski programlamaya dayalı bir iç tepkiler senfonisi. Bu tipler çok dikkat dağıtıcı ve talepkâr olabilir, kimi zaman gitmek istediğiniz yere gitmenizi gerçekten de çok güçleştirir. Ama sizin aracınızı süremezler! Sadece siz kararlarınızın kontrolünü elinizde tutarsınız, sadece siz oraya gitmek için gerekli eylemleri yaparsınız.

ARA Hayatınızda aracınıza bazı yolcular sokmuş olabilecek bazı kilit hatıralar nelerdir? Geçmişinizdeki eski yaraları ve stresli zamanları düşünün. Bu hatıralar ve uyandırdıkları duygular hakkında günlüğünüze birkaç satır yazın.

YOLCU UYARI İŞARETLERI

Rahatsız edici düşünce ve duyguları bilincimizin dışında tutmak için geliştirdiğimiz duygusal alışkanlıkların temelinde yolcular yatar. Bu nedenle kimin araçta olduğunu belirlemek ve sonuçta ortaya çıkan kargaşayla bağlantı kurmak biraz zaman alabilir. Böyle bile olsa Amy’nin yolculardan tepki gördüğünü anlamasını sağlayacak birkaç emare vardı. Amy’nin uyguladığı ve sizin de sonraki bölümlerde öğreneceğiniz egzersizler sayesinde Amy geri çekilip tanıdık bir kalıbın kokusunun geldiğini görebildi.

Amy öncelikle saygı görmediği düşüncesini tetikleyen, öfke hislerine kapılmasına neden olan başka birkaç durum olduğunu fark etti. Buradaki kalıp bunların birden fazla kaynaktan gelmesiydi. Hayatınızda bir şey tekrar tekrar gerçekleşiyormuş gibi görünüyorsa, ortak payda sıklıkla bir yolcudur. Kimi zaman Amy gerilimle bu duyguların içinden geçip gidebiliyordu. Ama bazı zamanlarda Amy’nin eylemleri (ses tonu, konuşma biçimi ya da kendisini aşırı kuvvetle ileri sürmesi) onu ele veriyordu, bu nedenle de diğer çalışanların şikâyetlerine neden oluyordu.

Aslında öfke, biri gerçekten de bir sınırı aştığında hissedilen haklı bir duygudur. Ama ikinci işaret Amy’nin, durumla ilgili gerçeklere dayanarak beklenebilecek olandan daha yüksek bir tepki vermesiydi. İşin içinde bir yolcu varsa normal bir tepki yükselir, çünkü sadece o an olan bir şeye değil, eski bir yaranın acısının da eklenmesine tepki veriyoruzdur.

ARA Hayatınızda yolculardan kaynaklanıyor olabilecek, ihtiyaç duyulandan güçlü tepkileri ya da tekrarlayan kalıpları tetikleyen belli durumlar görüyor musunuz?

Yolcu metaforu (Hayes, Strosahl ve Wilson 1999’dan alınmıştır) psikologların biyopsikososyal zihin sağlığı kuramı dediği şeyi aydınlatır: Biyolojimiz (aracımız), psikolojimiz (yolcular) ve sosyal manzara (yol) arasındaki etkileşim, zihin sağlığımızın durumunu üreten ve onu sürekli etkileyen, ne kadar iyi uyum sağladığımızı belirleyen şeydir. Şimdi sizin kuşağınızı, yolcuları ve karşılaşabileceğiniz otopilot duygusal alışkanlıkları etkilemiş, benzersiz bazı yol koşullarını inceleyelim.

YENI BIN YILDA YOL KOŞULLARI

Kültürel ve sosyal yetiştirilme biçimimiz doğal olarak yolcu listemiz üzerinde önemli bir etkide bulunur. Bunu görmek için tanıdığımız ve karşılaştığımız farklı geçmişlerden insanlara bakmamız yeterlidir! Sizi seven, size tapan sıkı bir aile içinde büyümüşseniz, yolcularınız bu şekilde büyümemiş birininkinden çok farklı olacaktır. Mahallenizde baskın olan ırk ve dinden biriyseniz, dünya deneyiminiz, böyle olmayan birininkinden farklı olacaktır. Nasıl ki farklı durumlar dünya görüşlerimizi etkiler, içine doğduğumuz dönem de etkiler. 1990’larda ve 2000’lerin başında büyürken yaşamış olduğunuz, yolcularla mücadelelerinizi etkiliyor olabilecek bazı kilit olaylar vardır.

Yolculara ve duygusal alışkanlık kalıplarına baktığımızda herkese uyan tek bir kalıbın olmadığı kesindir. Yolda başınıza gelenler ile aracınızın performansının ve eksiklerinin size sunduğu yolcu listesinin kesişim kümesindeki permütasyonların sayısı sonsuzdur! Tanıdığım, ders verdiğim, birlikte çalıştığım sayısız genç yetişkine benziyorsanız, son yıllarda medyada gördüğümüz o aşırı genellemelere sıkıştırılamazsınız demektir. Son yıllarda yirmi yaşlarındakilere takılan bütün o kötüleyici etiketleri (narsist, tembel, şımarık vb.) hepimiz işitmişizdir. Bu etiketler, geçmeniz gereken ve hayatınızdaki bazı durumlarda düşünme, hissetme ve tepki verme biçimlerinizi şekillendiren gerçek yol koşullarını hesaba katmaz.

DAHA FAZLA SEÇENEK: SEÇIMIN TIRANLIĞI

Yol koşulu. Bilimin doğurganlık süresini uzatmaya katkısıyla birlikte ortalama evlenme ve aile kurma yaşı giderek ileri atılıyor. Birçok genç yetişkin geleneksel yetişkinlik alametlerini tümüyle es geçmeyi tercih ediyor. Bugün olgunlaşmaya, denemeye, gerçek hevesinizi bulmaya ayıracak daha fazla zamanınız var. Bu “doğmakta olan yetişkin” dönemi, kim olduğunuzu ve ne istediğinizi aradığınız dönemdir (Arnett 2004). Yeni teknolojiler yeni fırsatlar doğurduğundan kariyer yolunuz açık ve sizi bekliyor.

Yolcular. Sonsuz olasılıklar ile gerçek hevesinizi aramanın kesişim noktasında daha fazla kaygı ve güvensizlik yolcuları bulunur. İstatistikler gerçekleri söylüyor! Başka kuşaklara nazaran daha fazla sayıda yirmili yaşlarında insan özellikle finansal güvence, siyasal iklim, zihinsel sağlık ve üremeyle ilgili sağlık sorunlarıyla kaygı ve stres semptomları bildiriyor (Amerikan Psikoloji Derneği 2017, 2018). İş, eş ve hayat koşulu değişiklikleri de daha yaygın (LinkedIn 2017), bu da zihin-beden aracınızın fazlasıyla esnek ve manevralara açık olması gerektiği anlamına geliyor. “Seçimin tiranlığı” problemini miras aldınız. Her şeyin mümkün olduğu bir dünyada –Kahretsin! Her şey mümkün!– karar almak ezici bir ağırlık yaratabilir!

Otopilot tepkisi. Önceki kuşaklar baskıcı öngörülebilirlik nedeniyle orta yaş krizlerine giriyorken bugün tercihlerin bolluğu yaygın bir çeyrek ömür krizi yaratıyor: elden ayaktan düşüren belirsizlik hisleri (Osborn 2017). Belirsizlik hayatın normal bir parçasıdır, özellikle de bir yetişkin olarak hayatınızın başındaysanız. Ama yakın tarihte yapılan araştırmalarda belirsizlikle ilgili özel güçlükler tanımlanmıştır; “belirsizlik intoleransı” diye bilinen bu güçlükler, çok sayıda kaygı, depresyon ve hatta yeme bozukluklarının temelinde yatan güçlü bir haber verici etkendir (Carleton 2016). Belirsizlik intoleransıyla ilgili araştırmalar yapan önde gelen isimlerden R. Nicholas Carleton’a (2018) göre “2000’liler gerçekten de belirsizlik konusunda önceki kuşaklara nazaran daha fazla güçlük çekiyor olabilir.”

Бесплатный фрагмент закончился.

369,65 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
05 июня 2023
Объем:
27 стр. 45 иллюстраций
ISBN:
978-605-69622-8-8
Переводчик:
Издатель:
Правообладатель:
Notos Kitap

С этой книгой читают