promo_banner

Реклама

Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Gülümseyen Adam», страница 4

Шрифт:

Wallander raporu iyice ıslanmadan arabaya geri koydu. Yokuşun başına doğru yürüdü ve etrafa baktı. Geldiğinden beri yoldan tek bir araba bile geçmemişti. Şahin hâlâ sırıkta duruyordu. Wallander hendekten atladı ve çizmelerinin tabanına yapışan çamurlu toprakta yürümeye başladı. Yirmi metre kadar yürüdükten sonra dönüp yola baktı. Bir kasap kamyoneti ve ardından iki araba hızlıca geçti. Yağmur gittikçe daha da şiddetleniyordu. Ne olduğunu zihninde canlandırmaya çalıştı. Yoğun sis tabakasının ortasında yaşlı bir adamın kullandığı bir araba… Sürücü direksiyon hâkimiyetini kaybediyor, araba yoldan çıkıyor ve bir ya da iki takla atıp ters dönüyor. Sürücü emniyet kemeri takılı olduğundan koltuğunda öldü. Yüzünde oluşan sıyrıklar dışında kafasının arkasını sert ve sivri bir metal cisme çarptı. Her hâlükârda ölümü ani oldu. Ertesi gün traktörle geçen bir çiftçi tarafından görülünceye kadar bulunamadı.

Arabayı hızlı kullanmasına gerek yoktu, diye düşündü Wallander. Kontrolü kaybedince panikle gaza basmış olabilir. Araba hızlanarak tarlaya uçtu. Büyük ihtimalle Martinson’un kazayla ilgili raporu kapsamlı ve doğruydu.

İncelemesini bitirmek üzereydi ki kısmen çamurun içine gömülmüş bir şey fark etti. Çömeldi ve bunun kahverengi ahşap mutfak sandalyelerinden birinin ayağı olduğunu gördü. Sandalye ayağını alıp fırlatınca şahin ağır kanatlarını çırparak sırıktan havalanıp uçtu.

Henüz kaza yapan arabayı incelemedim, diye düşündü Wallander. Ama onda Martinson’un raporuna kaydetmediği şaşırtıcı bir şey bulabileceğimi sanmıyorum.

Arabasına döndü, yapabildiği kadar, çizmelerindeki çamurları temizleyip ayakkabılarını giydi. Ystad’a dönerken fırsattan istifade babasını ve yeni evlendiği karısını Löderup’ta görmeyi geçirdi aklından ama tam tersi bir karar verdi. Berta Dunér’le konuşmalıydı ve mümkünse emniyete dönmeden arabayı da görmeliydi.

Ystad’ın dışındaki bir benzinlikte durup kahve ve sandviç aldı, etrafına bakındı. Asık suratlı İsveç kasvetinin, benzinliklere bitişik kafelerden daha fazla göze çarptığı bir yer olmadığını düşündü. Ortamdan kaçma isteğiyle neredeyse tadına bile bakmadan kahvesini bıraktı. Arabasını yağmur altında şehre doğru sürdü, Continental Oteli’nden sağa döndü, tekrar sağa dönüp dar bir sokak olan Stick Caddesi’ne doğru gitti. Arabasını Berta Dunér’in yaşadığı pembe evin önüne, yan tekerler kaldırıma çıkmış hâlde uygunsuz bir şekilde park etti. Zili çalıp bekledi. Kapı açılıncaya kadar neredeyse bir dakika geçti. Wallander kapı aralığından solgun bir yüz gördü.

“Benim adım Kurt Wallander, polis memuruyum,” dedi cebindeki kimlik kartını nafile yere ararken. “Eğer mümkünse sizinle kısa bir konuşma yapmak istiyorum.”

Berta Dunér kapıyı açıp onu içeri aldı. Wallander kadının uzattığı elbise askısına ıslak ceketini astı. Berta Dunér, Wallander’i evin yanındaki küçük bahçeye bakan, büyük pencereli ve cilalı ahşap döşemeli oturma odasına buyur etti. Wallander odaya göz gezdirdiğinde her şeyin yerli yerinde olduğunu fark etti, mobilyalar ve aksesuarlar en küçük detaylara kadar derli toplu düzenlenmişti.

Kadının hukuk bürosunu da aynı şekilde idare ettiğine şüphe yoktu. Çiçekleri düzenli olarak sulamakla randevu defterinin hatasız bir şekilde düzenlendiğinden emin olmak aynı bozuk paranın iki yüzü gibi olmalıydı. Şans faktörüne yer olmayan bir hayat.

“Lütfen oturun,” dedi Berta Dunér umulmadık ölçüde boğuk bir sesle. Wallander normalden zayıf, beyaz saçlı bu kadının yumuşak ve zayıf bir sesi olacağını ummuştu. Otururken gıcırdayan eski moda hasır sandalyeye oturdu.

“Kahve içer misiniz?” diye sordu Berta Dunér.

Wallander hayır dercesine başını salladı.

“Çay alır mıydınız?”

“Hayır, teşekkür ederim,” dedi Wallander. “Size birkaç soru sormak istiyorum. Sonra da çıkacağım.”

Berta Dunér cam kaplı sehpanın yanındaki çiçek desenli kanepenin kenarına oturdu. Wallander yanında kalem ve not defteri olmadığını fark etti. Ayrıca her zaman alışkanlık edinmesine rağmen bu defa açılış sorularını bile hazırlamamıştı. Oysa cinayet soruşturmalarının seyrinde önemsiz bir görüşme ya da konuşma diye bir şey olmadığını mesleğinin erken aşamalarında öğrenmişti.

“İlk olarak meydana gelen trajik olaylardan dolayı çok üzgün olduğumu belirtmek isterim,” diye çekinerek konuşmaya başladı Wallander. “Gustaf Torstensson’la çok az karşılaşmıştım ancak Sten Torstensson’u iyi tanırdım.”

“Sizin boşanma davanıza bakmıştı,” dedi Berta Dunér.

Kadının söyledikleri Wallander’in onu hatırlamasını sağladı. Mona ile birlikte asap bozucu ve yıpratıcı o toplantılara katılmak için hukuk bürosuna gittiklerinde kendilerini karşılayan kişiydi. O zamanlar saçları bu kadar beyaz değildi, büyük ihtimalle şimdiki kadar zayıf da değildi. Yine de Berta Dunér’i daha önce hatırlamamasına şaşırdı.

“İyi bir hafızanız var,” dedi Wallander.

“Bazen isimleri unuttuğum olur,” dedi Berta Dunér. “Ama insanların yüzlerini hiç unutmam.”

“Ben de öyleyimdir,” dedi Wallander.

Rahatsız edici bir sessizlik oldu. Sokaktan bir araba geçti. Wallander’in Berta Dunér’i görmeye gelmeden önce kendine zaman tanıması gerektiği aşikârdı. Ona ne soracağını, nereden başlayacağını bilemiyordu. Ayrıca uzun ve sıkıntılı geçen boşanma sürecinin hatırlatılmasını hiç ama hiç arzulamıyordu.

“Meslektaşım Svedberg’le zaten görüşmüştünüz,” dedi bir süre sonra. “Ciddi bir suç işlendiğinde ne yazık ki sık sık soru sormaya devam etmemiz gerekiyor ve bunu yapan polis her zaman aynı kişi olmayabiliyor.”

Kendisini beceriksizce ifade ettiği için içinden yakındı. Neredeyse özür dileyip gidecekti. Bunun yerine kendine çekidüzen vermeye çalıştı.

“Zaten bildiğim şeyleri yeniden sormak istemiyorum,” dedi. “O sabah işe gidip Sten Torstensson’u ölü olarak bulmanızı tekrar konuşmamıza gerek yok. Tabii daha önce bahsetmediğiniz bir şeyi hatırlamadıysanız.”

Berta Dunér’in cevabı net ve tereddütsüzdü. “Yeni bir şey yok. Bay Svedberg’e bütün bildiklerimi anlattım.”

“Bir önceki akşam?” diye sordu Wallander. “Ofisten ayrılırken?”

“Saat altı gibiydi. Belki beş dakika geçmiştir fakat daha fazla değil. Bayan Lundin’in yazdığı bazı mektupları kontrol ediyordum. Sonra benden istediği bir şey olup olmadığını sormak için Bay Torstensson’u iç hattan aradım. Bana istediği bir şey olmadığını söyledi ve iyi akşamlar dedi. Kabanımı giydim ve eve gittim.”

“Çıkarken kapıyı kilitlemiş miydiniz? Bay Torstensson tek başına mıydı?”

“Evet.”

“O akşam ne yapmayı düşündüğünden haberiniz var mıydı?”

Berta Dunér şaşkınlıkla baktı. “Çalışmaya devam edecekti. Sten Torstensson gibi elinde çok işi olan bir avukat istediği zaman evine gidemez.”

“Anladım. Çalışmaya devam ediyordu,” dedi Wallander. “Özel bir iş ya da acil bir şey var mıydı onu merak ediyorum?”

“Bütün işler acildir,” dedi Berta Dunér. “Babası birkaç hafta önce öldürüldüğü için işleri başından aşkındı. Bu, gün gibi aşikârdı.”

Wallander’in kadının kullandığı kelime nedeniyle gözleri faltaşı gibi açıldı. “Trafik kazasından bahsediyorsunuz herhâlde?”

“Başka neden bahsedebilirim ki?”

“Ama babası öldürüldü, dediniz. Babası trafik kazasında hayatını kaybetmişti.”

“Bir insan ya ölür ya da öldürülür,” dedi Berta Dunér. “Eğer yatağında ölürsen herkesin dediği gibi bu doğal bir ölümdür. Fakat bir trafik kazasında hayatını kaybettiysen öldürülmüşsündür demektir.”

Wallander yavaşça başını salladı. Ne demek istediğini anlamıştı. Yine de kadının, Sten Torstensson’un Skagen’e gelmesine yol açan şüpheleriyle aynı kapıya çıkabilecek bir şeyi ağzından kaçırıp kaçırmadığını merak etti.

Birden aklına bir fikir geldi. “Sten Torstensson’un bir önceki hafta ne yaptığını hemen hatırlayabilir misiniz?” diye sordu. “20 Ekim Çarşamba ile 21 Ekim Perşembe günlerinde.”

“Yolculuğa çıkmıştı,” dedi Berta Dunér tereddütsüz.

O hâlde Sten yolculuğunu gizlememiş, diye düşündü Wallander.

“Babasının ölümünden sonra içine düştüğü bunalımdan kurtulmak için birkaç gün uzaklaşmaya ihtiyacı olduğunu söylemişti,” diye devam etti Berta Dunér. “Bu yüzden o iki gün boyunca randevularını iptal etmiştim.”

Hiçbir belirti göstermeden birden ağlamaya başladı. Wallander ne yapacağını bilemedi. Mahcubiyetinden olduğu yerde kıvranırken oturduğu sandalye yine gıcırdadı.

Berta Dunér ayağa kalkıp hızlıca mutfağa gitti. Wallander kadının hıçkırıklarını duyabiliyordu. Biraz sonra odaya geri geldi.

“Bu çok zor,” dedi. “Gerçekten çok zor…”

“Anlıyorum.”

“Bana bir kartpostal göndermişti,” dedi Berta Dunér, zoraki gülümsemeye çalışarak. Wallander onun her an tekrar ağlamaya başlayacağından emindi fakat Berta Dunér tahmin ettiğinden daha serinkanlıydı.

“Kartpostalı görmek ister misiniz?”

“Evet, isterim,” dedi Wallander.

Berta Dunér duvardaki rafta bulunan porselen bir tabağın içinden aldığı kartpostalı Wallander’e uzattı.

“Finlandiya güzel bir yer olmalı,” dedi Berta Dunér. “Hiç gitmedim, peki ya siz?”

Wallander kartpostala şaşkınlıkla baktı. Resimde güneşin batmak üzere olduğu bir deniz manzarası vardı.

“Evet,” dedi sessizce. “Finlandiya’ya gitmiştim. Dediğiniz gibi çok güzel bir yer.”

“Lütfen bu hâlimi affedin,” dedi Berta Dunér. “Gördüğünüz kartpostal onu ölü olarak bulduğum gün bana ulaştı.”

Wallander dalgın bir şekilde başını salladı. Öyle görünüyor ki Berta Dunér’e sorması gerekenler sandığından daha fazlaydı. Aynı anda, sorularını sormak için bunun doğru zaman olmadığını anladı.

Demek ki Torstensson sekreterine Finlandiya’ya gittiğini söylemişti. Görünüşe göre kanıt olarak oradan bir kartpostal gelmişti. Oysa Torstensson o sırada Danimarka’daydı. Öyleyse bu kartpostalı kim göndermişti?

“Bu kartpostalı soruşturmayla ilgisi olduğu için bir süreliğine almam gerekiyor,” dedi Wallander. “Daha sonra geri alabileceksiniz. Size söz veriyorum.”

“Anlıyorum,” dedi Berta Dunér.

“Gitmeden önce son bir soru daha,” dedi Wallander. “Ölmeden önce son birkaç gün içerisinde herhangi bir sıra dışı olaya şahit oldunuz mu?”

“Ne gibi bir şey?”

“Her zamankinden farklı bir davranışı olmuş muydu?”

“Babasının ölümü nedeniyle fazlasıyla üzgündü.”

“Tabii ki, ancak kaygı duyacağı başka bir sebep var mıydı?”

Wallander sorusunun ne kadar tuhaf göründüğünün farkındaydı ama cevabı bekledi.

“Hayır,” dedi kadın. “Her zamanki gibiydi.”

Wallander ayağa kalktı. “Sizinle tekrar konuşmam gerekebilir.”

Berta Dunér kanepeden kalkmadı. “Böyle korkunç bir şeyi kim yapabilir ki?” diye sordu. “Kapıyı açıp bir adamı vurduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi çıkıp gidebilir?”

“Biz de bunu araştırıyoruz,” dedi Wallander. “Hiç düşmanı olup olmadığını biliyor musunuz?”

“Düşman mı? Onun nasıl olur da düşmanı olabilir ki?”

Wallander bir an durup son bir soru sordu. “Siz ne olduğunu düşünüyorsunuz?”

“Ne kadar anlaşılmaz gözükse de bir şeyleri anlayabileceğiniz bir zaman mutlaka gelir,” dedi Berta Dunér. “Gerçi şimdilerde böyle değil. Bugünlerde bu ülkede bunu başarmak biraz zor…”

Wallander hâlâ ıslak ve ağır olan ceketini giydi. Sokağa çıktığında bir süre durdu. Polis Akademisi’ndeyken ağızdan ağza dolaşan ancak kendisininmiş gibi benimsediği bir sloganı hatırladı. “Yaşamın da ölümün de zamanı var.”

Ayrılmadan önce Berta Dunér’in son söylediklerini anımsadı. İsveç hakkında önemli bir şey söylediğini düşündü, onun da üzerinde düşünmesi gereken bir şey. Fakat şimdilik kadının sözlerini aklının bir köşesine attı.

Sten’in kafasının içindekileri anlamalıyım, diye düşündü. Benimle Skagen’de kahve içtiği sırada Finlandiya’dan gönderilmiş bir kartpostal olması Sten’in gerçeği söylemediğini gösteriyor. En azından bütün gerçeği söylemediğini… Hiç kimse sebepsiz yere yalan söylemez.

Arabasına binip ne yapması gerektiğine karar vermeye çalıştı. Aslında en çok istediği şey Maria Caddesi’ndeki dairesine gidip perdeleri çekerek yatağa uzanmaktı. Ne var ki polis olarak başka türlü düşünmeliydi.

Saatine baktı, ikiye çeyrek vardı. En geç saat dörtte soruşturma ekibiyle toplantı yapmak için emniyete dönmeliydi. Ne yapacağına karar vermeden önce bir süre düşündü. Arabayı çalıştırdı, Hamn Caddesi’ne döndü, tekrar Österleden otobanına çıkmak için soldan devam etti. Bjäresjö çıkışına gelinceye kadar Malmö yolunu takip etti. Yağmur serpiştiriyordu ama rüzgâr şiddetliydi. Birkaç kilometre sonra ana yoldan ayrıldı ve burasının Niklasson’un Hurdalığı olduğunu belirten paslı bir tabelası olan, çitle çevrili bir alanda durdu. Kapılar açıktı, üst üste yığılmış araba hurdalarının arasından arabasını sürdü. Hayatında kaç kez hurdalığa gittiğini merak etti. Niklasson sık sık çalıntı mal alıp sattığından şüphelenilerek birçok kez bu suçtan dolayı yargılanan birisiydi. Ystad Emniyet Müdürlüğü’nde bir efsane olarak görülürdü, suçlu olduğuna dair çok kuvvetli deliller olmasına rağmen hiç mahkûm edilmemişti. Her defasında son çare olarak işi çıkmaza sokacak küçük bir İngiliz anahtarı bulurdu ve Niklasson neticede hem ofis hem de evi olarak kullandığı, kaynakla birleştirilmiş iki karavana dönmek üzere özgür kalırdı.

Wallander motoru durdurup arabadan indi. Pis görünümlü bir kedi eski ve paslı bir Peugeot’nun kaputundan Wallander’i izliyordu. Niklasson lastik yığınlarının arkasından çıktı. Koyu renkli bir palto giymiş, uzun saçlarının üzerine kirli bir şapka geçirmişti. Wallander onu hiç başka kılıkta görmemişti.

“Kurt Wallander!” dedi Niklasson sırıtarak. “Nicedir ortalıkta yoktun. Yoksa beni tutuklamaya mı geldin?”

“Sence tutuklamalı mıyım?” dedi Wallander.

Niklasson kahkahayla güldü. “Sadece lafını edebilirsin,” dedi.

“Sende göz atmak istediğim bir araba var,” dedi Wallander. “Avukat Gustaf Torstensson’a ait koyu mavi bir Opel.”

“Ah, evet şu araba… İşte orada,” dedi Niklasson eliyle işaret ederek. “Neden bakmak istiyorsun?”

“Çünkü kaza olduğunda içindeki adam öldü.”

“İnsanlar ahmakça araba kullanıyor,” dedi Niklasson. “Tek şaşırdığım buna rağmen çoğunun hayatta kalması. İşte aradığın araba… Henüz parçalamaya başlamamıştım. Buraya getirdiklerinde ne hâldeyse şimdi de aynı durumda.”

Wallander başını sallayarak onayladı. “Tek başıma halledebilirim.”

“Buna şüphem yok,” dedi Niklasson. “Aklıma gelmişken her zaman nasıl bir his olduğunu merak etmişimdir, yani birisini öldürmenin.”

Wallander’in canı sıkıldı. “Berbat bir his,” dedi. “Sence nasıl olabilir ki?”

Niklasson omuz silkti. “Sadece merak etmiştim.”

Niklasson kendi işini yaparken, Wallander arabanın etrafında iki tur attı. Arabada ancak yüzeysel bir hasar olduğunu görünce şaşırdı. Ne de olsa yol kenarındaki taş setten aşıp en az iki takla atmıştı. Sürücü koltuğuna gözlerini kısarak baktı. Arabanın anahtarları yerde gaz pedalının yanındaydı. Biraz zorlanarak da olsa kapıyı açtı, anahtarı yerden alıp kontağa soktu. Sten tamamen haklıydı. Ne anahtarda ne de kontakta hasar vardı. Kafa yorarak arabanın etrafında bir defa daha gezindi. Sonra arabanın içine zorlukla girip Gustaf Torstensson’un kafasını nereye çarptığını bulmaya çalıştı. İyice aramasına rağmen hiçbir sonuç elde edemedi. Birkaç yerde kurumuş kan olduğunu tahmin ettiği leke olsa da Gustaf Torstensson’un kafasını vurmuş olabileceği bir yer göremedi.

Arabadan zorlanarak çıktı, anahtar hâlâ elindeydi. Nedendir bilmediği bir sebeple bagajı açtı. İçinde birkaç eski gazete ve kırık bir mutfak sandalyesinin parçaları vardı. Tarlada bulduğu sandalye bacağını hatırladı. Gazetelerden birini alıp tarihini kontrol etti. Altı aydan daha eskiydi. Bagajı kapattı.

Birden raporlarda kaydedilmeyen bir şeyi gördüğü kafasına dank etti. Martinson’un raporunda yazanları çok iyi hatırlıyordu. Sürücü kapısı haricindeki tüm kapılar, bagaj da dâhil olmak üzere, kilitliydi.

Hiç kımıldamadan olduğu yerde kaldı.

Kilitli bagajda kırık bir sandalye vardı. Bu sandalyenin bir bacağı ise tarladaki çamurun içine gömülüydü. Adam arabanın içinde ölmüştü.

İlk tepkisi üstünkörü yapılan incelemeye ve derinlikten yoksun sonuçlara varılmasına kızmak oldu. Sonra Sten’in tarladaki sandalye bacağını görmediğini hatırladı, bu nedenle bagajdaki garipliği de fark etmemişti.

Yavaşça yürüyerek arabasına döndü.

Dolayısıyla Sten haklıydı. Babası hayatını bir trafik kazasında kaybetmemişti. Ne olduğunu zihninde canlandıramasa bile o sisli gecede ıssız yolda bir şeyler olduğundan emindi. Orada en azından bir başka kişi daha olmalıydı. Fakat kimdi o?

Niklasson karavanından dışarıya çıktı. “Sana kahve getireyim mi?” dedi.

Wallander kafasını hayır dercesine salladı. “O arabaya dokunma,” dedi Wallander. “Bir daha göz atmak isteyebiliriz.”

“Dikkatli olsan iyi edersin,” dedi Niklasson.

“Neden?” diye sordu Wallander kaşlarını çatarak.

“Neydi adı? Oğlunun? Sten Torstensson muydu? O da buradaydı ve arabaya bakmıştı. Şimdi o da öldü. Hepsi bu. Daha fazla bir şey diyemem.”

Wallander’in aklına bir fikir geldi. “Başka birisi buraya gelip arabayı inceledi mi?” diye sordu.

Niklasson başını iki yana salladı. “Başka gelen olmadı.”

Wallander arabasıyla Ystad’a döndü. Yorgun hissediyordu. Keşfettiği şeyin önemini çözemiyordu. Fakat sonuç olarak Sten’in haklı olduğu şüphesizdi. Trafik kazası tamamen başka bir şeyin kılıfıydı.

Björk toplantı odasının kapısını kapattığında saat dördü yedi geçiyordu. Wallander ânında içerideki havanın isteksiz ve ilgisiz olduğunu hissetti. Arkadaşlarının hiçbirinin soruşturmayı etkileyebilecek kesin, hiç olmadı dikkat çekici bir bilgi veremeyeceklerini tahmin edebiliyordu. Bu, bir polisin günlük hayatından kaçınılmaz olarak çıkarmak isteyeceği anlardan biriydi. Buna rağmen, hiçbir şeyin gerçekleşmediği, herkesin yorulduğu, hatta birbirine muhalif olduğu bu zamanlar, soruşturmayı inşa ederken izlenecek yolun başlangıcını oluşturuyordu. Soruşturmaya devam etmeyi teşvik etmek için birbirimize hiçbir şey bilmediğimizi söyleyebilmeliyiz, diye düşündü.

O sırada kararını verdi. Verdiği kararın görevine geri dönmesine bir mazeret bulma teşebbüsü olup olmadığından asla emin olamazdı. Fakat içerideki atmosfer, soruşturmaya dört elle sarılması için ona ilham vermişti; bu gönülsüz havaya karşı, sessizce ortadan kaybolmasının en doğrusu olduğunu bilmesi gereken işe yaramaz bir enkaz değil de hâlâ bir polis memuru olduğunu gösterebilirdi.

Wallander’in düşünceleri Björk’ün ona doğru umutla bakmasıyla bölündü. Wallander zar zor fark edilen bir şekilde başını iki yana salladı. Henüz söyleyecek bir şeyi yoktu.

“Elimizde ne var?” dedi Björk. “Ne durumdayız?”

“Hâlâ kapıları aşındırıyorum,” dedi Svedberg. “Çevredeki bütün binalara ve her daireye uğradım. Fakat kimse olağan dışı bir şey duymamış ve görmemiş. İşin tuhafı halktan gelen basit bir ihbar bile olmadı. Bütün soruşturma belirsizlik içinde görünüyor.”

Björk, Martinson’a döndü.

“Ben de adamın Regements Caddesi’ndeki dairesindeydim,” dedi Martinson. “Ne aradığımdan bu kadar emin olmadığım bir soruşturma yürüttüğümü hiç sanmıyorum. Kesin olarak söyleyebileceğim şey Sten Torstensson’un kaliteli konyak sevdiği ve çok kıymetli olduğundan kuşkulandığım antika kitaplar topladığı. Ayrıca Linköping’deki teknik ekibe adamın vücudundan çıkan kurşunların bir an önce incelenmesi için baskı yaptım ama bizimle en erken yarın temasa geçebileceklerini söylediler.”

Björk iç çekti ve Höglund’a döndü.

“Ben Sten Torstensson’un özel hayatındaki parçaları birleştirmeye çalışıyorum,” dedi Höglund. “Ailesi ve arkadaşlarıyla görüştüm. Ama bizi daha ileriye götürebilecek bir şey bulamadım. Kendinden çokça bahseden biri değilmiş ve sadece işi için yaşayan biri gibi görünüyor. Yazları sık sık denize açılırmış ama emin olmadığım nedenlerle son zamanlarda bundan da vazgeçmiş. Pek yakını yok. Bir veya iki teyze, birkaç kuzen… Anlayabildiğim kadarıyla münzevi birisi gibi görünüyor.”

Wallander, Höglund konuşurken belli etmeden onu izledi. Biraz hayal gücü zayıf olsa da açık sözlü ve düşünceli bir yanı vardı. Fakat kesin bir hüküm vermek için erken olduğunu düşündü. Onu bir insan olarak henüz tanımıyordu, geleceği alışılmadık derecede parlak bir polis olduğuna dair söylentilerden haberdardı sadece.

Yeni nesil, diye düşündü Wallander. Belki de Höglund neye benzeyeceklerini hep merak ettiğim yeni nesil polis memurlarından biridir.

“Diğer bir deyişle yerimizde sayıyoruz,” dedi Björk beceriksiz bir özetleme çabasıyla. “Genç Torstensson’un silahla vurulduğunu, olayın ne zaman ve nerede gerçekleştiğini biliyoruz. Ama olayın sebebini ve kim tarafından yapıldığını bilmiyoruz. Ne yazık ki bu vakanın zor ilerleyeceğini kabul etmek zorundayız. Zaman alacağını ve zahmetli olacağını da…”

Kimse bu sözlere herhangi bir yorumda bulunmadı. Wallander pencereden yağmurun yeniden başladığını görebiliyordu.

Artık bir şeyler söyleme zamanının geldiğini hissetti. “Sten Torstensson hakkında ekleyecek hiçbir şeyim yok,” diye konuşmaya başladı. “Bildiğimiz pek bir şey yok. Bu olaya başka bir açıdan yaklaşmalıyız. Babasına ne olduğunu araştırmalıyız.”

Masanın etrafındaki herkes doğrulup dikkat kesildi.

“Gustaf Torstensson trafik kazasında ölmedi,” dedi Wallander. “Aynen oğlu gibi o da öldürüldü. İki olayın birbiriyle ilişkili olduğunu varsaymalıyız. Bunun tatmin edici başka bir açıklaması olamaz.”

Kendisine gözlerini dikerek bakan arkadaşlarına baktı. Karayip Adaları ve Skagen’deki engin kumsal şimdi çok ama çok uzakta kalmıştı. Kabuğunu değiştirdiğinin ve sonsuza dek terk ettiğini sandığı hayatına geri döndüğünün farkındaydı.

“Uzun lafın kısası, söyleyecek tek bir şeyim daha var,” dedi Wallander düşünceli bir hâlde. “Gustaf Torstensson’un öldürüldüğünü ispatlayabilirim.”

Kimse konuşmadı. En sonunda Martinson sessizliği bozdu. “Kim tarafından?”

“Çok büyük bir hata yapan birisi tarafından…” Wallander ayağa kalktı.

Kısa bir süre sonra, Brösarp Tepeleri yakınlarındaki o uğursuz yere konvoy hâlinde giden üç arabadaydılar.

Oraya vardıklarında akşam karanlığı çöküyordu.

176,82 ₽
Возрастное ограничение:
12+
Дата выхода на Литрес:
30 июня 2023
ISBN:
978-605-71714-5-0
Переводчик:
Редактор:
Правообладатель:
Ayrıksı Kitap

С этой книгой читают

18+
Драфт
Эксклюзив
4,7
15
Антидемон. Книга 15
Эксклюзив
Черновик
4,4
109