promo_banner

Реклама

Читать книгу: «Ejderhanın Evrimi», страница 2

Шрифт:

Mumyalamanın etkilerinin diğer yanlarını zaten ele aldığım için bu konuyu burada daha fazla incelemek niyetinde değilim. Mumyalamanın tıp ve eczacılık tarihini hangi açılardan etkilediğinden bahsedeceğim. İnsan kadavralarını kesme fikri, 3000 yıldır, başta Yunanistan olmak üzere pek çok yerde yasaktı ama Mısırlıları tanıdıkça Batlamyusçu Yunan hekimler için bunun yapılması ve daha sonra İskenderiye’de insan vücudunun sistemli bir şekilde incelenmesi mümkün olmuştur. Anatomi bilgisi ve tıp bilimi bu temel üzerine kuruludur.15 Ama mumyalama uygulamasının diğer pek çok aşamasının da tıp ve eczacılıkla ilgili bilgi ve yöntemlerin gelişmesinde büyük payı vardır.16

Öyleyse, ilk bakışta Mısırlıların mumyalama uygulamasının; mimari, deniz ticareti ve tıp biliminin gelişimiyle yakın bir şekilde ilişkili olduğunu gösteren bulgular vardır. Ancak burada asıl üzerinde durduğum konu, bu uygulamanın insanın en içsel inançlarını şekillendirmede oynadığı çok büyük rol ve onun, dini ilhamın ve bilimsel düşüncenin rotasını tayin ediciliğidir. Bu rol yalnızca Mısırlılara değil, yüzyıllar sonrasında bütün dünyaya aittir.

Bu uygulama insan düşüncesi üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Muhtemelen Avrupa’da Orinyasiyen döneminden17 itibaren gelişmeye başlayan fizyoloji ile psikolojinin muğlak ve yarım bıraktığı fikirler, Mısırlıların mumyalama yöntemiyle birlikte bir anda sağlam bir iskelete ve nihai bir şekle bürünmüştür. Fakat aynı zamanda bu yeni dünya görüşü ilk ilahların icadında kendine bir yer bulmamasına rağmen, bu ilahlara sahip olduklarından çok daha somut bir şekil verdi. Tüm dini ritüellerin sonradan dayandığı temellerin kurulmasında ve mumyalama uygulamasıyla gelişen ayinleri yönetmek için bir ruhban sınıfının oluşmasında büyük rol oynadı.

Taş İşçiliğinin Oluşması

Geçtiğimiz birkaç yıldır tekrar tekrar, modern etnoloji çalışmaları görüşlerinin çoğunun altında yatan temel yanlışlıkları gösterdim. Burada bu eleştirileri yinelemek gibi bir niyetim yok.18 Ancak, biri etnologların çalışmalarını bir kenara bırakıp bu etnologların uzmanı oldukları konularla benzer alanlarda araştırma yapan bilim insanları tarafından yazılan tarihe yöneldiklerinde, benim ileri sürdüğüm görüşlerin çoğu zaman sorgulanmaya ve yorumlanmaya gerek kalmadan apaçık doğrular olarak kabul edilecek olması önemlidir.

Profesör W. R. Lethaby tarafından Home University Library için yazılmış Architecture isimli kısa fakat dört dörtlük kitapta bu ilginç gerçek, çok güzel bir şekilde örneklendirilmektedir. Dikkate alınmasını umduğum bazı fikirleri çok anlaşılır bir şekilde sunduğu için bu özel kitaba atıfta bulunuyorum: “Yeryüzünü iki sanat değiştirmiştir: Tarım ve mimari” (s. 1). “Daha yüksek bir mimari” medeniyetin temeli olarak tanımladığı “Mısır sanatıdır” (s. 66). Çünkü Mısır’da “mimariye ilişkin her şeyin nüvesini bulabiliriz” (s. 21).

Bununla birlikte Profesör Lethaby, Mısırlıların sanatlarını muhtemelen Babil’den öğrendikleri gibi tamamen mesnetsiz bir varsayımda bulunarak bu konu hakkındaki yaygın görüşün üstünlüğünü kabul eder. Lethaby, “Mezopotamya’nın erken dönemleri hakkında hiçbir şeyin bilinmediğini veya çok az şeyin bilindiğini” itiraf etmesine rağmen bu tuhaf iddiasını ileri sürmektedir. Uzak geçmişte Babil sanatı medeni bir sanattı. Söylendiği gibi, bu sanatla Mısır’ın firavunlar dönemindeki sanat arasında büyük benzerlikler vardı. “Yine de Mısır, Asya’dan bir şeyler almışa benzemektedir, bunun tersi doğru değildir.” (Profesör bu fikri için hiçbir kanıt göstermez. Zaten kesin olmamakla beraber, inşaat için tuğlanın icadı dışında hiçbir kanıt da yoktur.) “Babil’deki sanatın kaynağı Mısırlılarınki kadar iyi bilinseydi, mimari tarihi Mısır yerine Asya’da başlatılabilirdi” (s. 67).

Ardından Profesör, bilinen gerçekler hakkında daha ikna edici bir şekilde konuşarak şunları söylemektedir (s. 82):

Antik Yunan, sanattaki üretkenlik döneminin bittiği durgunluk dönemine girdiğinde Tuban Cain ve Daedalus gibi zanaat ustaları, zorunlu olarak kültürün erken döneminin çocuklarıydılar. Mısır’ın yeniden dirilmeyeceği gerçeği, Yunanlara Mısır yadigârlarını toplama, yorumlama ve mükemmelleştirme görevini yükledi. Tekdüze modern dünyanın gösterdiği gibi, sanat izole bölgelerde hiçbir zaman gelişmedi. Dahası, Japonya gibi herhangi bir yeni ulus, bir kültür dairesine girecekse “ödünç para” almak zorundadır. Japon bilimi kendi kendine ne kadar gelişebildiyse Yunan sanatı da o kadar gelişebildi. Tapınak ve müstahkem şehir fikirleri dünyanın diğer bölgelerine doğudan yayılmış olmalıdır. Kare odalı evler, sütun düzenleri, iyi duvar işçiliği, bunların hepsi Mısır kökenliydi.

Mısırlıların ölüyü muhafaza etme ve ölünün refahı için yeterli koşulları sağlama girişimlerinin aşamalı olarak anıt mezarların abartılmasına yol açtığının öneminden daha önce başka bir yerde19 söz etmiştim. Zaman içinde bunlar Mısırlıları taşı yontmaya20 zorlamış, sonraları ise toprak üzerine şapel dikmek için tuğla yerine taşın kullanılmasına yol açmıştır. Böylece Mısırlıların ölü gömme gelenekleri mumyalama fikriyle birlikte gelişmiştir. Elimizde bunu destekleyen çok kesin bulgular vardır. Bu bulguları özenle inceleyen biri, tapınaklar veya evler yapmak için uygun bir madde olarak taşın insanlar tarafından sezgisel olarak seçilmediği ve insanların taş ocağı kurup böyle amaçlar için taşı işlemeye başladıkları sonucunu zorunlu olarak çıkaracaktır.

İnşa için taşın ilk kullanımı ile mumyalama uygulaması arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu ilişki, “Kutsallık, ritüelin hakkaniyeti, büyülü kararlılık ve bunun evrenle uyumunun yanı sıra şekille oranın mükemmelliği fikri”nin taş binalarla ilişkili olmasının muhtemel sebebidir ve Profesör Lethaby’nin öne sürdüğü gibi “sanatın büyüsündeki harikalığın” soyut anlamı burada etkili değildir.

Başlangıçta taş yalnızca böyle kutsal amaçlar için kullanıldı ve yalnızca Firavun saraylarını inşa etmek için bu hakka sahipti. Çünkü Firavun tanrısaldı, güneş tanrısının oğlu ve onun yeryüzünde cisim bulmuş haliydi. Mısır uygulamaları böyle kısıtlamaların olmadığı diğer ülkelere ulaştığında bu katı tabu yıkılabildi.

Hıristiyanlık dönemlerine kadar Roma’da bile “en büyük yerel evler ve sivil binalar sıvalı tuğladan yapılıyordu. İşlenmiş taş; büyük anıtlar, zafer kemerleri, tiyatrolar, tapınaklar ve bilhassa Kolezyum için kullanılmaktaydı” (Lethaby, a.g.e. s. 120).

Bununla birlikte, sivil binalarda taşın kullanılmasını yasaklayan bu hiyerarşik geleneğin yıkılmasında en çok Roma’nın etkisi vardır. “Roma mimarisinde teknik unsurlar hâkim oldu. Geleneği yıkıp mimariyi modern bir şekle sokan ve onu bir kez daha serbest kılan şey buydu” (s. 130).

Mısır yalnızca taşın binalarda kullanılmaya başlamasından sorumlu değildi. Dört bin yıl boyunca Mısır, mimaride yeni yöntemlerin mucidi olmaya devam etti. Zaman zaman Mısır’da geliştirilen inşaat yöntemleri komşuları tarafından benimsendi ve dünyanın dört tarafına yayıldı. Mısır Piramit Çağı’nın kuyu mezarları ve mastabas’ları Doğu Akdeniz21 havzasındaki çeşitli yerlerde, her bir bölge için farklı bazı küçük değişimlerle benimsendi. Bunlar, daha sonraki çağlarda taş gömüt inşa eden göçebeler tarafından kabaca kopya edilen modellere dönüştü. Girit ve Miken mezarlarının çevresi, Orta Krallık dönemindeki Mısır Piramitleri’nin kare şeklindeki ilk örneklerin açıkça yerel bir uyarlamasıydı. “Bu Ege sanatı Mısır’dan ithal edilirken ve belki de Mısır’a ihraç edilirken, ideal halini bronz çağ etkisinin açıkça görüldüğü Kuzey ve Batı Avrupa’da bulmuştur” (Lethaby, s. 78). İber Yarımadası’nın, Britanya’nın, İrlanda’daki New Grange’ın ve Orkneys’deki Maes Howe’un odalı evleri bunun en iyi örnekleridir.22 Tıpkı basamaklı taş piramitlerin, Babil ve Mısır medeniyetlerinin temaslarının izlerini gösterdiği gibi, doğuda da bu Ege modifikasyonlarının etkisinin Hindistan’da Seylan’ın stupa’larında ve dagaba’larında görülmesi mümkündür.

Profesör Lethaby, Hıristiyan kiliselerindeki Mısır etkisine dikkati çekmektedir (s. 133). Bunun yanı sıra bu etki diğer pek çok yapının detaylarında görülmektedir (s. 133): kubbeli çatılarda, ikonografide, sembolizmde, Bizans mimarisinin dekorasyonunda (s. 138) ve bütün İslam yapılarında.

Mısır etkisi; Yunan, Roma ve Hıristiyanlık mimarisinde görüldüğü gibi İslam mimarisinde de görülmektedir. Tıpkı İslam dini gibi, bu yapılar da Arap menşeili değildir. “İlkel Arap sanatı oldukça önemsizdir. Hz. Muhammed ve onun takipçileri çok kısa bir sürede zengin ve güçlü bir imparatorluk kurduklarında Kuzey Afrika’dan İran’a kadar fethedilen toprakların sanatı ve sanatçıları da benimsendi” (s. 158). Bu etkinin batıda İspanya’ya, doğuda ise Endonezya’ya kadar nasıl yayıldığı malumdur. “Yaklaşık olarak MÖ 280’de inşa edilen azametli İskenderiye Feneri, neredeyse bütün yüksek ve başka yapılardan bağımsız kulelerin atasıdır (…) Britanya kıyılarında, Dover’da bile bir dereceye kadar İskenderiye Feneri’nin taklitleri olan yapılarla karşılaşırız.” Boulogne Feneri, Ravenna yuvarlak kulesi ve İrlanda gibi Avrupa’nın farklı uçlarında görülen taklitleri bu etkinin diğer örnekleridir. Ayrıca İskenderiye Feneri “Batıdaki kuleleri etkilediği gibi İslam minarelerinin ilk örneklerini de son derece etkilemiştir” (s. 115).

Profesör Lethaby’nin nefis kısa kitabından, yaklaşık 4000 yıl boyunca Mısır’ın “medeniyetin temelini” kurup geliştirirken dünya tarihine yapmış olduğu büyük etkiyi göstermek için pek çok alıntı yaptım. Bu, dışa doğru geniş çaplı yayılım çoğunlukla yabancılar tarafından gerçekleştirildi. Bu insanlar, Mısırlılar çeşitli ürünleri daha uzak coğrafyalara götürmeden önce hünerlerini onlardan kazanan insanlardı. Ancak bu durum, Mısır’ın mimaride esin kaynağının asıl merkezi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Mısır’a özgü olan bu sanatın üretilmesini sağlayan asıl güdü ölünün refahını koruma ve sağlama alma arzusuydu. Bu amaca atfedilen değer, mumyalama uygulamasının gelişmesiyle yakından ilişkiliydi.

Artık dikkatimi mimari sanatının yayılımının genel durumu hakkındaki bu somut ve kalıcı bulgularla, mumyalama uygulamasıyla yakın bir ilişki içinde gelişmiş olan “medeniyetin temellerini” oluşturan insan düşüncesinin ve arzularının dışavurumu hakkındaki konulara verebilirim.

Profesör Lethaby’nin mimariyi ve tarımı, yeryüzünü değiştiren iki sanat olarak kabul ettiğinden söz etmiştim. Medeniyetin bu iki unsurunun etkisinin, dünyanın her yerinde birbirleriyle iç içe bir şekilde yayılmış olması oldukça ilginçtir. Dünyanın pek çok yerinde inşaat için taş kullanımı ve Mısır’ın mimari yöntemleri erken Babil ve Mısır’la çok yakından ilişkili olan tarımın ve sulamanın çok farklı bir şekliyle birlikte tarih sahnesindeki yerlerini aldılar.23

Mısır’ın ilk inanç sisteminin şekillenmesinde tarımın da çok büyük etkisi vardır.

Şimdi öncelikle, ilk mumyaların bazı özelliklerinden bahsedeceğim. Daha sonra, ölü mumyalama sanatının icrasıyla ortaya konan fikirlerin ilk tarım teorileri tarafından nasıl şekillendirildiğini ve bunların birbirlerini nasıl etkilediğini ele alacağım.

Mumyalamanın Kökeni

Cesedin varlığının güvence altına alınması fikrinin, abartılı mezarların yapılmasına yol açmasına zaten değinmiştim. Ölüyü korumak için özel tedbirler alınmış, bu durum tabutların icadına ve ölüler için hazırlanan, adak olarak sunulan yiyecek ve erzak miktarlarının gittikçe artmasıyla ebatları büyüyen belirli mezarların yapılmasına neden olmuştu. Ölüyü çok daha etkin bir şekilde korumak ve onun bakımını üstlenmek için alınan bu tedbirler bütün bu özenin esas amacını aştı. Çünkü böyle özenli bir mezara gömülünce, ceset artık kurumuyor ve doğal olaylardan korunuyordu. Ceset, sıcak ve kuru bir toprakta açılan basit bir mezara tabutsuz yerleştirilince bozulmalara karşı daha dayanıksız oluyordu.

Bu uygulamaların İlk Hanedan zamanından önce yapılıyor olması, öne sürmekte olduğum görüş açısından büyük bir önem arz etmektedir. Bu sayede ilk Mısırlılar hem tahta tabut ve taş lahdi icat edip taştan binalar yapmaya başladılar hem de cesedi yapay bir şekilde koruyacak teknikler geliştirdiler.

Bu uygulamalar, ilk gerçek mimarinin ve mumyalama sanatının gelişimini tetiklemesinin yanı sıra, düşünce ve inanç dünyasında buna denk olan önemli sonuçların da doğmasını sağladı. Mumyalama uygulaması, en başından beri iki amaçla yapılmaktaydı. Birinci amaç, ölünün görünüşünde en az hasarla cesedin asıl dokusunu korumaktı. İkincisi ise sanki hayattaymış gibi ölünün suretini saklamaktı. İlk başta eğer mümkünse, cesedin kendisinin bir taklidini yapmaya çalışmak veya bu mümkün değilse bunun yerine cesedi sargılama veya büstünü yapma fikri çok doğaldı. Kısa süre içinde ilk mumyalamaların, insanın canlı olduğu haliyle farkına varılır bir şekilde benzerliğini korumadaki başarısından öte bir gücü olduğu kısa bir sürede fark edildi. Yine de zaman zaman böyle denemeler XXI. Hanedan zamanında sıklıkla yapıldı. Bu dönemde cerrahlar, seleflerinin belki de 2500 yıldır boşuna uğraştıkları şeye, nihayetinde kendilerinin ulaştığına ikna oldular.24

İlk Mumyalar

Mısırlıların mumyalama teşebbüslerinin bilinen ilk örneğinde (İkinci Haneden) ceset bedenin şeklini temsil edecek şekilde çok sayıda bandajla sarılır. 1892’de Profesör Flinders Petrie tarafından Medûm’da bulunan muhtemelen Beşinci Hanedan dönemine ait mumya, reçine zamkı sürülmüş üstünkörü bir bandajla sarılıdır; vücudun şekli, plastikle kalıba dökülmüştür. Yüzün modellenmesine,25 organların yeniden üretilmesine, kimliğin ve cinsiyetin anlaşılmasına hiçbir kuşku bırakmayacak kadar itina gösterilmiştir. Profesör Junker, bu uygulamanın ilginç çeşitlerini tasvir etmektedir.26 İki mezarda da vücutlar, alçıyla sıva yapılarak kaplanmıştır. Öncelikle ceset iyi bir keten kumaşla sarılıp üstüne sıva yapılmış ve en son bedenin şeklinde kalıba dökülmüştür (s. 252). Ancak diğer iki örnekte vücudun tamamı kaplanmamış, yalnızca başları alçıyla kaplanmıştır.

2. şekil: Cecil Firth tarafından yapılan suluboya tasvir. Medum’da bulunan ilk mumyalardan birinin Prof. Flinders Petrie tarafından yapılan tamirini gösteriyor. Mumya şu anda Londra’da Museum of the Royal College of Surgeons’da saklanıyor.


3. şekil: Teta Piramidi’nde bulunan bir yüz kalıbından alınan suret.


Profesör Junker, “Görünüşe bakılırsa baş; tatma, görme, koklama ve duyma aracı olduğu için vücudun en önemli kısmı olarak kabul ediliyordu,” diyerek bunun böyle yapıldığını öne sürmektedir. Ancak buna ilaveten, yüzün kişinin kimliğini göstermesi gibi çok bariz bir sebep de söz konusudur. Çünkü bu parçaların modellenmesindeki başlıca amaç, eğer yok edilmediyse, değişim geçiren bedenin şeklinin onarımıdır. Parçaların reçine ve alçı gibi sağlam maddelerle onarılmadığı diğer durumlarda baş, çarşafa sarılı bir şekilde modellenir ve yüzün canlıymış gibi görünmesi için gözler bunun üzerinden boyanırdı.

Bu olgular, ölünün parçalarını yeniden üretmek ve benzerliğini korumak için girişilen bu ilk çabaların sarılı mumyanın oluşmasını sağladığını açık bir şekilde göstermektedir. Böylelikle mumya, bedensel olarak ölüden artakalanları temsil eden bir tasvir oluşturma aracıydı. Cenaze merasimlerinin asıl manasına ilişkin kesin fikir ayrılıkları göz önüne alındığında bu gerçekleri hatırda tutmakta fayda vardır.

J. Quibell’in Sakkara’daki27 kazılar esnasında yapmış olduğu keşif, bu uygulamaların bir sonucu olarak Piramit Çağı’nda yeni bir yöntemin geliştirilmiş olabileceğini göstermektedir: Ölüden maske yapımı. Çünkü Quinbell, maskenin doğrudan Firavun Teta’nın yüzünden yapılmış olabileceğini bulmuştu.

Ayrıca bu sıralarda, ölen kişinin kafasının gerçek boyutlarıyla yeniden üretilmesi ve bunu mezar odasındaki gerçek bedenin yanına koyma uygulaması başladı. Adlandırıldıkları şekliyle bu “yedek kafalar” genellikle saf kireçtaşından yapılırdı. Ancak Junker, Nil Nehri’nin çamurundan yapılmış bir tanesine de denk gelmiştir.28

Junker, alçı kaplı kafalar ile yedek kafaların arasında yakın bir ilişki olduğuna inanmaktadır. İkisi de aynı fikrin dışavurumudur. Bu fikir, gerçek vücut tüm tanınabilir özelliklerini kaybettiğinde ölünün gerçek haline benzerliğini koruma fikridir. Uygulanan yöntemlerden bir tanesinin amacı gerçek vücut ve kopyayı bir nesnede birleştirmekken, diğer bir amaç ise cesetten ayrı olarak çürüdüğünde cesedin yerini alabilecek gerçeğine daha uygun tasvirler yapmaktır.

Junker daha başka şunları söyler: “Yedek kafaların (…) heykel odası ve muhtemelen hiç heykeli olmayan mezarlarda bulunma şansı ya hiç yoktur ya da çok azdır. Bütün vücudun heykeli tamamen, hiç olmadı kısmen, fikir daha sonra değişikliğe uğrasa da çürüyen vücudun yerini alması amacıyla yapılmıştır. Ölünün suretinin tümü gösterilmeye başlandığında (günümüzde genellikle serdab olarak adlandırılan özel gizli odalarda) yedek kafayı mastaba’ya koymak gereksizleşti.” Antik Mısırlılar serdab için pr-twt veya “heykel evi” diyorlardı. Bunlar, Mısırlılar tarafından ka-evi29 olarak bilinen mastaba içinde mezar mabedini şekillendiren bir grup odaydı.

Ölünün heykelini yapma geleneği tam olarak yerleştiğinde bile mumyanın şeklini onarma veya onu sarma fikrinden hiçbir zaman vazgeçilmediğini unutmamak gerekir. XVIII, XXI ve XXII. hanedanlar döneminde mumyanın bedeninin koruyucu bir şekilde sarılması ve yapay gereçlerle mumyaya gerçeğe uygun bir görüntü verme çabaları bunun kanıtıdır. Yeni İmparatorluk ve Roma İmparatorluğu dönemlerinde sarılı mumya kimi zaman heykelleştirilirdi. Ancak Mısır tarihi boyunca sarılı mumya için boyalı maske yapmak veya Hıristiyanlığın ilk zamanlarında ölünün basit bir tasvirini yapmak için bu uygulama pek yaygın değildi.


4. şekil: Piramitler Çağı’nda Mısırlı bir kadının tasvir heykeli.


Bu gelenek sayesinde, onun asıl değeri hiçbir zaman unutulmadı. Profesör Garstang, sarılı mumyalara boyalı maskeler takıldığı XII. Hanedan döneminde30 mezarlarda hiçbir heykel veya heykelciğin bulunmadığı gerçeğinin altını çizer. Görünüşe bakılırsa cenazeci, mumyanın31 gerçeğe uygun şekilde yapılan maskeleri sayesinde heykellerin yapılma amacını yerini getirdiğini fark etmişe benziyor. Ayrıca Yeni İmparatorluk döneminde, asıl mumyayı gerçeğe uygun bir hale getirmek amacıyla sarmak ve modellemek, heykel ihtiyacını gereksiz kılıyordu.

Artık Eski Krallık dönemi heykelleri hakkındaki diğer değerlendirmelere geçmeliyim. Tüm bu çeşitli uğraşlar aynı arzudan kaynaklanıyordu: Ölünün suretini muhafaza etmek. Ancak heykeltıraşlar amaçlarına ulaşıp teknik becerinin ve sanatsal hislerin olağanüstülüğünü her daim taşıyacak olan bu harikulade tıpatıp tasvirleri yapıp ölüden kalanları kurutmayı düşündüklerinde, Hanedan öncesi Mısır döneminin zihin yapısının ürünü olan eski fikirler kuvvetli bir şekilde pekiştirilmiş oldu. İlk insanlar, hayat ve ölümün doğası üzerine öncesine göre çok daha belirgin bir şekilde tefekkür etmeye başladılar. Ölmüşlerin bedenlerinin tam ve bozulmamış bir şekilde korunduklarını görmeleri bunda etkili oldu. Eylemleri, fikirlerinin dışavurumu olarak değerlendirilirse, fiziksel olarak eksiksiz olan bu vücutlarda yaşayan varlıklar gibi hissetmelerini ve davranmalarını engelleyen eksiğin ne olduğunu merak etmeye başladılar. Bu merak, hayat ve ölüm gibi ciddi meselelerdeki kafa karışıklıklarından kaynaklanmış olmalı. Aksi takdirde, mumyalamayı icat ederek vücudu muhafaza etmenin daha kesin bir yolunu bulmalarındaki ve oyulmuş bir heykelle ölünün tıpkısı bir tasvir elde etmedeki neden gizemini korurdu. Ancak, ceset çürümez bir şey olarak düşünüldüğünde ve ölünün tasviri gerçekçi bir ustalıkla tasarlandığında eski düşünceler kuvvetli bir şekilde tekrardan hatırlandı. Bunun üzerine bu inanç, canlılığın kaybolmuş unsurlarının heykele geri verilebilmesi durumunda heykelin canlanmış olabileceği ve ölen kişinin canlandırılmış heykelinde tekrar yaşayacağı şeklinde daha kati bir hal aldı. Bu, ölüm ânında cesedin mahrum olduğu canlılık unsurlarının doğasıyla ilgili meselenin daha yoğun ve nüfuzlu bir şekilde araştırılmasını teşvik etti. Zaman içinde bu soruşturmalardan bağımsız bir biçimde, hayli karmaşık bir felsefe gelişti.32

Gelgelelim, şu anda ele aldığım daha eski dönemlerde bu inanç; heykele yaşam sebebini, yaşam enerjisi ile canlı vücudun kokusu ve terini aktarabilmek için icat edilen bazı ritüel yöntemlerinde uygulamalı olarak kendisine yer buldu. Kalp ait olduğu yere döndüğünde, bilginin ve duyunun merkezinin bedenin içinde bulunduğuna inanılıyordu. Bu yüzden bilinci uyandırıp ölünün arkadaşlarını fark etmesini ve iradesiyle davranmasını mümkün kılmak için yapılması gereken tek şey, kalbin fizyolojik işlevini harekete geçirecek kan bağışını yapmaktı. Ölüm esnasında yok olan canlılık unsurları ka-evinde ölüyü temsil eden heykellerde yeniden canlandırılmalıydı.33

Bu meseleyi açıklamak için ilk teşebbüslerimde34 tasvir heykellerin yapımının, mumyalama yönteminin doğrudan bir sonucu olduğu görüşünü benimsedim. Ancak bu gibi meselelere Mısırlıların kendi bakış açısından bakabilmesini sağlayan erken dönem literatürü hakkında derin bilgi sahibi olan Dr. Alan Gardiner, benim yorumumda bazı değişiklikler yaptı. Heykel yapımını mumyalama uygulamasının bir sonucu olarak görmek yerine, iki geleneğin eşzamanlı bir şekilde geliştiğini savundu. Ona göre bu eşzamanlı gelişim hem asıl vücudun hem ölünün parçalarının bir temsilinin muhafaza edilmesi gibi ikili bir arzunun dışavurumuydu. Ama bana kalırsa bu iddia, cenaze törenlerine ait tasvirlerin gerçek mumya sargılarının üzerine yapıldığı gerçeğini açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Junker’dan zaten alıntıladığım bu olgu ve bulgu, mumyalamanın asıl amacının bedeni muhafaza etmek ve mumyanın kendisini ölünün bir taklidi haline dönüştürmek olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bu çifte amacı yerine getirmek için teknik becerinin yetersizliği fark edilince, mumyanın dışında, daha mükemmel ve daha gerçekçi bir tasvir heykelinin yapımına başvuruldu. Ancak, işaret ettiğim gibi, mumyanın kendisini dönüştürme hevesinden tam anlamıyla hiçbir zaman vazgeçilmedi. Aslına bakılırsa yeni imparatorluk döneminde yaklaşık 2000 yıl boyunca dikkate alınacak sonuçlar elde edildi. Bu görüşlerle yalnızca cenaze törenlerine ait tasvir heykellerinden bahsediyorum. Bunların oluşturulmasından yüzyıllar önce, tasarımcılar öküz ve insanın kilden ve taştan heykellerini yapıyorlardı. Bunlara yalnızca Mısır’da hanedan öncesi döneme ait mezarlarda değil, Avrupa’da “Üst Paleolitik” adı verilen döneme ait kalıntılarda da rast gelinmiştir.

Bununla birlikte cenaze için gerçekçi ve doğal büyüklükteki insan tasvir heykellerinin yapılması yeni bir sanattı. Bu sanat anlatmaya çalıştığım şekilde adım adım gelişti. Tasarımcıların bu heykelleri yaparken eskinin kaba izlenimci tekniklerinden edinmiş oldukları becerileri kullandıklarına şüphe yoktur.

Taş ev (serdab), heykellerin yerin üstünde sergilenmesini mümkün kıldı.35 Taş gömüt, serdab’ın acemice yapılmış bir taklidi olduğu için, mumyalama uygulamasının nihai sonuçlarından biri olarak öne sürülebilir. Öte dünya düşüncesi vücudun kendisinin bozulmaz bir şey olarak yorumlanmasını ve kendine has özelliklerinin tasvir heykeller yoluyla canlı tutulabileceğinin fark edilmesini sağladı. Böylece mezarlık daha bir somut hale büründü. İlkel insanın kendi varlığının son bulma ihtimalini fark etmemiş veya düşünmemiş olduğunu varsaymamız için sebepler mevcuttur.36 İlkel insan, arkadaşlarının öldüğüne tanık olduğunda bile bunun gerçekten hayatın sonu anlamına geldiğini ve yalnızca, ölenin uyanabileceği türden bir uyku olmadığını muhtemelen fark etmemiştir. Ancak ceset imha edilirse veya doğal bozulma sürecine maruz kalırsa ölümün gerçeklemiş olduğu anlaşılır. Erken Mısır edebiyatının değinmiş gibi gözüktüğü bu değerlendirmeleri göz önüne alacak olursak bedeni çürümeye karşı koruma fikrinin varlığın örtük bir devamı olduğu açık hale gelir. Başlangıçta, gerçek bedenin yerleştirildiği yeraltı odaları ölüler için her ayrıntısı düşünülmüş eksiksiz çok odalı ev haline dönüştü.37 Ancak heykel, ölüyü temsil etme görevini devraldığında kendisine yerüstünde bir mesken sağlamış oldu. Bunlar, ölenin akrabaları ve arkadaşlarının gelip ölünün varlığının idamesi için şart olarak kabul edilen kanı bağışladıkları tapınaklar halini aldı.

Böylelikle tapınağın evrimi, ölünün muhafazası ile bağlantı içinde gelişen fikirlerin doğrudan bir sonucuydu. Çünkü başlangıçta burası, ölünün yeniden canlandırıldığı bir yerden başka bir şey değildi. Ancak, ileride açıklayacağım sebeplerden dolayı, ölü kral tanrısallaştırıldığında, bağışların yapıldığı tapınak, yiyecek ve içeceğin tanrılara ikram edildiği bir yapı haline geldi. Böylece, hem kralın varlığı kalıcı hale geliyor hem de kralın bilincini yeniden kazanması sayesinde haleflerinin gerçek krala danışarak onun tavsiyesini ve yardımını almaları için fırsat sağlanıyordu. Ölü krala adakların adanması ve bilincin canlandırılarak eski haline gelmesi için ayinler başlangıçta yalnızca bu sebepler için yapılmaktaydı. Ancak ilerleyen süreçte asıl amaç unutulunca, tapınağın işlevi karakterine uygun olarak değişti. İşlevlerin anlamı, biat ve tapınma eylemleriyle açıklanmaya başlandı. Çok daha sonraları dua ve yalvarma, tapınağın işlevleri arasında hiçbir surette bulunmayan ahlaki ve manevi bir değer kazandı. Tapınağın ilk amacı olan adak sunma ise varlığını sürdürdü. Çağımızda bile tapınaklarda hâlâ adak adanmaktadır.

15.“Egyptian Mummies”, Journal of Egyptian Archaelogy, Vol. 1, III. bölüm, Temmuz, 1914, s. 189.
16.Sözgelimi, anatomi, patoloji ve genel olarak biyoloji biliminin gelişiminde çok büyük bir rol oynayan insan dokusunu saklama yöntemlerinin kazanılmasında etkisi. Mumyalama uygulaması başta çürümeyi engelleyici olmak üzere pek çok ilacın özellikleri hakkında bilgi sahibi olunmasını sağlamıştır. Mumyalamanın etkisi yalnızca maddi olguların bilgisiyle sınırlı değildir. Yüzyıllar boyunca geçerli olmuş ve başından beri günlük dilimizdeki etkilerini görebildiğimiz, humoral patoloji teorisi, bu kitapta inceleyeceğim görüşlerle yakından bağlantılıydı. Mısırlılar, insan anatomisinin incelenmesini sağlayan kendi mumyalama yöntemlerinin olağanüstü faydalarından kayda değer bir şekilde yararlanmadılar. Bu ritüelin kutsallığı ve Mısırlıların düşünce yapısı böyle fırsatları bilgi edinmek için kullanmalarına engel oldu.
17.Benim konuşmama bakınız, “Primitive Man”, Proc. Brit. Academy, 1917.
18.Bununla beraber bkz. “The Origin of the Pre-Columbian Civilization Of America”, Science, N.S., Vol. XLV, No. 1158, s. 241-246, 9 Mart 1917.
19.A.g.e.
20.Mimari amaçlarla taş yontmanın ilk kanıtları için bkz. “Report of the British Association for 1914”, s. 212.
21.Özellikle Girit, Filistin, Suriye, Anadolu, Güney Rusya ve Kuzey Afrika sahillerinde.
22.Bu yapıtlarla ilgili bulgulara dair tam bibliyografik referanslar için bkz. Déchelette, Manuel d’Archéologie préhistorique Celtique et Gallo-Romaine, T. 1. 1912, s. 390 et seg.; ayrıca Sophus Müller, Urgeschichte Europas, 1905, s. 74-75; ve Louis Siret, “Les Cassitérides et l’Empire Colonial des Phéniciens”, L’Anthropologie, T. 20, 1909, s. 313.
23.W. J. Perry, “The Geographical Distribution of Terraced Cultivation and Irrigation”, Memoirs and Proc. Manch. Lit. And Phil. Soc. 60. cilt, 1916.
24.Bkz. benim kitabım: The Royal Mummies, General Catalogue of the Cairo Museum.
25.G. Elliot, “The History of Mummification in Egypt”, Proc. Royal Philosophical Society of Glasgow, 1910, ayrıca “Egyptian Mummies”, Journal of Egyptian Archeology, 1. cilt, 3. kısım, Temmuz 1914, Plate, XXXI.
26.Excavations of the Vienna Imperial Academy of Sciences at the Pyramids of Gizah, 1914”, Journal of Egyptian Archaology, 1. cilt, Ekim 1914, s. 250.
27.Excavations at Saqqara, 1907-1908, s. 113.
28.Piramitler Çağı’nın başlarında çok sayıda deneyin yapılıyor olması bu aletlerin asıl mucitlerinin o sıralar Aşağı Mısır’da iş başında olduklarını göstermektedir.
29.“Aylward M. Blackman, “The Ka-House and the Serdab”, Journal of Egyptian Archaology, 3. cilt, 4. kısım, Ekim 1916, s. 250. Avrupalı arkeologlar tarafından benimsenip, teknik bir terim haline getirilen Serdab yerli işçiler tarafından kullanılan Arapça bir kelimedir.
30.A.g.e. 171.
31.Bugüne kadar bulunmuş belki en iyi ve kesinlikle en iyi korunmuş Orta Krallık döneminin mumya koleksiyonunu gün yüzüne çıkaran Profesör Garstang, bunların gerçekten mumyalanmış olduğu gerçeğini fark edememiş olması fevkalade garip bir durumdur.
32.Bu inançların kökeni ve bunların ciddi bir şekilde nasıl rağbet gördüğü konusunda daha doyurucu bilgi isteyen okuyucu Çin’deki uygulamalara bakabilir. Çin felsefesi hakkında De Groot’un “Religious System of China” adlı çalışmasında hayranlık uyandıracak görüşler mevcuttur. Özellikle 4. cilt 2. kitap. Çalışma, yerel olarak Çin tarafından geliştirildiği kadar Babil, Hindistan ve Orta Asya tarafından çeşitli şekillerde değiştirilen Mısır’ın inanç sisteminin tam gelişmişliğini (Yeni İmparatorluk Dönemi) gösterir.
33.A. M. Blackman, “The Ka-House and the Serdab”, The Journal of Egyptian Archaology, 3. cilt. 4. kısım, Eskim 1916, s. 250.
34.Bence, Dr. Alan Gardiner (Davies and Gardiner, “The Tomb of Amenemhet”, 1915, s. 83, dipnot) benim yazılarımdaki bazı ifadeleri görmezlikten gelmiş ve antik çağların mumyalama sanatını hafife almış. Çünkü bana, kendisinin “mumyalamanın görece geç gelişmiş bir gelenek” olduğunu düşündüğünü hissettirmiştir. Karakteristik olarak Mısır inançlarının Çin’deki mevcudiyeti, heykellerin canlandırılmasıyla alakalıdır (de Groot, a.g.e. s. 339-356). Oysa mumyalama uygulaması tam olarak olmasa da belirgin olmaması bazı bilim insanları tarafından, heykel yapma geleneğinin mumyalama uygulamasından bağımsız olarak geliştirildiğini gösteren bir delil olarak yorumlanabilir. Ancak bu çıkarım çürüktür. Birincisi, dünyanın pek çok yerinde heykel yapma ve ölü mumyalama uygulamaları birbirleriyle bağlantılı olarak görülür. İkincisi, Çin’de ölümle ilgili asıl inançlar, cesedin tam olarak korunduğu varsayımı üzerine kuruludur (bkz. de Groot, 15. bölüm). Çin geleneklerinin doğrudan ya da dolaylı bir şekilde, düzenli olarak ölülerini mumyalayan insanlardan geldiği çok açıktır. Böyle şeyler yapmak için esas esin kaynaklarının Mısır olduğuna hiç şüphe yoktur. Bunu açıkça gösteren pek çok benzerliğin bir tanesinden bahsetmeliyim. De Groot “Çin muhayyilesinin iç organların ruhlarını hayvan şeklinde bağımsız bireyler olarak tasvir edildiğini görmenin garipliğinden” söz eder (s. 71). Aynı gelenek ruhların veya koruyucu ilahların ilk defa hayvan şeklinde tasvir edildiği IXX. Hanedan dönemi Mısır’ında da hüküm sürmektedir (Riesner).
35.Ev, kazılar sayesinde açığa çıkarıldığı için bu Arapça kelime “yeraltında gizlenmiş” anlamına dönüştü.
36.Bkz. Alan H. Gardiner, “Life and Death (Egyptian)”, Hasting’s Encyclopadia of Religion and Ethics.
37.Quibell’in benim ifademden yaptığı alıntı için bkz. Report of the British Association for 1914, s. 215.
250,18 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
17 мая 2024
Объем:
24 стр. 40 иллюстраций
ISBN:
9786258068917
Правообладатель:
Maya Kitap
Формат скачивания:
epub, fb2, fb3, ios.epub, mobi, pdf, txt, zip