Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Robin Hood», страница 3

Шрифт:

Nottingham’da Atış Müsabakası

Şerif, Robin’i yakalama operasyonunun başarısızlıkla sonuçlanmasından dolayı çok öfkelenmişti. Kötü haber her zamanki gibi çabuk yayılmış ve her şey onun kulağına kadar gelmişti. İnsanlar ona gülüyor ve böylesi cesur bir haydut için yakalanma emri verme düşüncesiyle alay ediyorlardı. Bir erkek, alay edilmek kadar hiçbir şeyden nefret etmez. Bunları düşünerek şöyle söyledi: “Yüce Kral’ımız, sevgili hükümdarımız bu olayı ve yasalarının bu asi haydut çetesi tarafından nasıl çiğnendiğini, umursanmadığını öğrenecek. Hain tenekeciye gelince, onu bir yakalarsam Nottinghamshire’daki en yüksek darağacında sallandıracağım.”

Sonra bütün hizmetkârlarına ve çalışanlarına, Kral’la görüşmek üzere Londra’ya yola çıkmak için hazırlık yapmalarını emretti.

Bunun üzerine Şerif’in konağında bir telaş başladı ve çalışanlar konakta bir o işe bir bu işe koştururken Nottingham’ın demirci ateşleri gecenin ilerleyen saatlerinde parıldayan yıldızlar gibi kıpkırmızı parlıyordu. Çünkü kentin tüm demircileri Şerif’in muhafız birliği için zırh yapmak ya da zırhları onarmakla meşguldü. Hazırlıklar iki gün sürdü, üçüncü gün yolculuk için gereken her şey hazırdı. Böylece sabah güneşinin parlak ışığı altında Nottingham kasabasından Fosse Yolu’na ve oradan da Watling Caddesi’ne doğru yola koyuldular; en sonunda büyük Londra şehrinin çatı ve kulelerinin ucunu görene kadar iki gün boyunca yolculuk ettiler. Uzun bir yol geldikleri için içlerinden pek çok insan durdu ve yol boyunca parlak zırhları, gösterişli tüyleri ve çeşitli aksesuarlarıyla kapladıkları manzaraya baktı.

Londra’da Kral Henry ve güzel Kraliçe Eleanor; ipekli, saten, kadife ve altın kumaşlar giymiş neşeli hanımlar, cesur şövalyeler ve yiğit saray erkânıyla birlikte tahtlarında oturuyorlardı. Şerif, saraya geldi ve Kral’ın huzuruna çıkarıldı.

“Çok yaşa yüce Kral’ımız, çok yaşa.” dedi bir yandan, yere diz çökerken.

“Söyle bakalım ne istiyorsun?” dedi Kral. “Taleplerin neyle ilgili, duyalım bakalım.”

“Ah yüce gönüllü efendim ve hükümdarım.” dedi Şerif. “Nottingham’daki Sherwood Ormanı’nda, adı Robin Hood olan cesur bir haydut yaşıyor.”

“Evet, doğru.” dedi Kral. “Yaptıkları bizim soylu kulaklarımıza kadar ulaştı. Küstah ve asi bir serseriymiş ama yine de neşeli bir ruhu olduğunu itiraf etmek isterim.”

Şerif: “Ama dinleyin yüce hükümdarım.” dedi. “Ona güçlü bir ulakla sizin Kraliyet mührünüzün üzerinde bulunduğu bir yakalama emri gönderdim. Ancak o, haberciyi dövdü ve belgeyi çaldı. Ormanda sizin geyiklerinizi avlıyor ve ana yollarda bile sizin tebaanızı yağmalıyor.”

“Nasıl yani?” dedi Kral, öfkeli bir şekilde. “Benim ne yapmamı istiyorsun? Sanki bir sürü silahşor ve muhafızdan söz ediyorsun. Göğsünde zırhı bile olmayan bir avuç düzenbazı kendi yönetimindeki kasabada alt edemiyor musun? Ben ne yapayım? Sen benim Şerif’im değil misin? Nottinghamshire’da da benim kanunlarım yürürlükte değil mi? O zaman yasalara karşı gelenlere ya da sana zarar verenlere kendi bildiğini uygulasana. Git çabuk, git ve iyice düşün; kendince bir plan yap ama beni daha fazla böyle şeylerle rahatsız etme. Ama meseleyle doğru düzgün ilgilenseniz iyi olur Şerif Efendi çünkü krallığımdaki herkesin yasalarıma uygun davranmasını istiyorum ve eğer yasalarımı uygulayamıyorsanız benim Şerif’im olamazsınız. Bu yüzden kendinize iyi bakın derim. Yoksa Nottinghamshire’daki diğer tüm haydutlar gibi sizin de başınıza kötü şeyler gelebilir. Unutmayın, tufan geldiğinde samanla birlikte tahılı da süpürür.”

Sonra Şerif üzgün ve kırık bir kalple arkasını dönüp gitti. Hayal kırıklığına uğramıştı. Yanında bu kadar çok adamı olduğu hâlde yasaları uygulatamadığı için Kral’ın kızgın olmasına ve sadık hizmetkâr gösterisi yaptığına pişman oldu. Adamlarıyla birlikte yavaş yavaş Nottingham’a dönerken Şerif oldukça derin düşünceler içerisindeydi. Kimseyle tek kelime konuşmadı, adamlarından hiçbiri de onunla konuşmadı. Bütün yol boyunca Robin Hood’u ele geçirmek için bir plan tasarlamakla meşguldü.

“A-ha!” diye bağırdı, aniden elini bacağına vurarak: “Buldum işte! Hadi, dörtnala gidin beyler, Nottingham kasabasına olabildiğince çabuk dönelim. Şu sözlerimi de unutmayın: İki haftaya kalmadan o şeytan haydut Robin Hood, güvenli bir şekilde Nottingham Hapishanesi’ni boylayacak.”

Peki neydi Şerif’in bulduğu plan?

Tıpkı bir tefecinin, bir torba dolusu gümüş bilyeyi tek tek eline alıp sahte olup olmadığını anlamak için bir bir yoklaması gibi Şerif de yavaş ve kasvetli bir ruh hâli içinde Nottingham’a doğru yol alırken, her bir planını yokladı ama hepsinde bir kusur buldu. Sonunda neşeli Robin’in cüretli ruhunu ve Şerif’in de iyi bildiği üzere onun sık sık Nottingham kasabasına geldiğini düşündü.

“Şimdi.” diye düşündü Şerif. “Robin’i bir şekilde Nottingham kasabasına, yetki alanıma doğru çekersem onu öyle bir yakalarım ki yemin ederim bir daha asla kaçamaz.” Sonra birdenbire, büyük bir atış müsabakası ilan edip ucuna büyük bir ödül koyarsa Robin Hood’un serseri ruhunun onu barut kokusuna doğru iteceği fikri aklına geldi. Bu düşünce onun “A-ha!” diye bağırmasına, heyecanla avucunu bacağına vurmasına neden olmuştu.

Böylece Nottingham’a döner dönmez ülkenin kuzey ve güneyi, doğusuyla batısı dâhil olmak üzere her yana haberciler göndererek bu büyük atış müsabakasını kasabalara, kenar mahallelere, köylere duyurdu. Yay çekip ok kullanabilen herkesin müsabakaya katılabileceğini, ödül olarak da saf, dövülmüş altından bir ok sunulduğu haberini yaydı.

Robin Hood bu haberi ilk duyduğunda Lincoln kasabasındaydı ve Sherwood Ormanı’na aceleyle geri dönüp tüm neşeli adamlarını etrafına topladı, onlara şöyle seslendi:

“Şimdi dinleyin, benim neşeli dostlarım. Bugün Lincoln kasabasından getirdiğim haberlere kulak verin. Dostumuz Nottingham Şerifi bir atış müsabakası ilan etti ve bunu tüm kasabaya duyurmaları için haberciler gönderdi, ödül ise parlak bir altın ok olacak. Hem ödülün güzelliği hem de Şerif’in iyi dostumuz olması nedeniyle müsabakayı içimizden birinin kazanmasını çok isterim. Bu yüzden oklarımızı ve yaylarımızı kapıp atış yapmaya gidelim çünkü çok eğleneceğimizden eminim. Ne dersiniz, çocuklar?”

Bunun üzerine Doncasterlı genç David söz aldı ve şöyle dedi: “Öncelikle beni iyi dinleyin efendimiz. Mavi Domuz Hanı’ndan dostumuz Eadom’ın yanından geliyorum ve orada da aynı müsabaka ile ilgili haberleri duydum. Ama efendim, ondan öğrendiğim kadarıyla ki o da Şerif’in adamlarından Yaralı Ralph’ten öğrenmiş, bu düzenbaz Şerif atış müsabakasında size tuzak kurmuş ve tek amacı sizin oraya gitmeniz. Bu yüzden siz gitmeyin efendimiz çünkü sizi kandırmaya çalıştığından eminim, bizleri acı ve keder içinde bırakmamak için yeşil ormanda kalın.”

“Şimdi.” dedi Robin. “Sen zeki bir delikanlısın. Akıllı ve kurnaz bir ormancıya yakışır şekilde kulaklarını açık, ağzını kapalı tutmasını biliyorsun. Ama Nottingham Şerifi’nin, cesur Robin Hood ve yüz kırk neşeli arkadaşının, İngiltere’de bulunan en iyi okçulardan korktuğunu söylemesine izin mi vereceğiz? Hayır, sevgili David, bana anlattıkların yalnızca ödülü daha çok arzulamama neden oldu. Ne diyor dedikoducu Swanthold? ‘Aceleci adam ağzını yakar, gözlerini kapalı tutan aptal ise çukuru boylar.’ değil mi? Böyle der hep, bu nedenle kurnazlığa kurnazlıkla karşılık vermeliyiz. Şimdi kiminiz rahip, kiminiz köylü, kiminiz tenekeci ya da dilenci gibi giyinin ama her biriniz yanına, gerektiğinde kullanmak üzere iyi bir yay ya da kılıç alsın. Ben ise altın ok için atış yapıyor olacağım ve eğer ödülü kazanırsam, tüm çetenin neşesi için onu güzel yeşil ağaçlarımızın dallarına hatıra olarak asacağız. Planı beğendiniz mi benim neşeli dostlarım?”

Sonra tüm grup “Evet, evet, güzel!” diye içtenlikle bağırdı. Atış müsabakasının yapılacağı gün Nottingham kasabasında eğlenceli bir manzara vardı. Kasaba duvarının altındaki yeşil çayırlık boyunca şövalye ve leydiler, soylu beyler ve hanımlar, zengin kasabalılar ve eşleri için üst üste dizilmiş koltuklar sıralanıyordu. Soylu ve zengin kişiler dışında kimse orada oturamazdı. Menzilin sonunda, hedefin yakınında ise Nottingham Şerifi ve eşi için kurdeleler, şallar ve çiçek çelenkleriyle süslenerek yükseltilmiş bir koltuk vardı. Atış alanı iki yüz adım genişliğindeydi. Bir ucunda atış hedefi, diğer ucunda ise direklerinde rengârenk bayrak ve flamaların dalgalandığı çizgili bir çadır duruyordu. Bu çadırda, susuzluklarını gidermek isteyen okçuların bedava bira içebileceği bira fıçıları vardı.

Zengin ve soylu insanların oturduğu sıraların karşısında, fakir kesimin hedefin önüne yığılmasını engellemek için bir korkuluk bulunuyordu. Henüz erken olmasına rağmen sıralar, küçük arabalarla ya da dizginlerindeki gümüş çanların neşeli tıngırtısıyla şakırdayan atlarla gelen kaliteli insanlarla dolmaya başlamıştı bile. Bunlarla birlikte, kendilerini menzilden uzak tutan korkuluğun yanındaki yeşil çimenlerin üzerinde oturan ya da yatan yoksul kesim de geliyordu. Büyük çadırda okçular ikişer üçer toplanmaya başlamışlardı. Bazıları yüksek sesle her birinin zamanında yaptığı isabetli atışlardan övünerek bahsediyordu. Bazıları yaylarını iyice kontrol ediyor, yıpranıp yıpranmadığını görmek için parmakları arasında yayı çekiyor ya da okları inceliyor, bir gözünü kapatıp eğri olmadığını, düz ve doğru olduğunu görmek için oku inceliyordu, yay ve ok böylesi bir zamanda böylesi bir ödül için kusursuz olmalıydı. O gün Nottingham kasabasında toplanan kalabalık kadar kalabalık bir topluluk daha önce hiç olmamıştı çünkü neşeli İngiltere’nin en iyi okçuları bu atış müsabakasında idi. Şerif’in başokçusu Kırmızı Şapkalı Gill, Lincoln kasabasından Diccon Cruikshank ve Tamworthlu Dellli Adam; altmış yaşında olmasına rağmen hâlâ dinç ve kuvvetliydi. Zamanında Woodstock’taki meşhur müsabakada atış yapmış ve oradaki ünlü okçu Clym o’ the Clough’u yenmişti. Şanları eski zamanların güzel türkülerinde geçen daha birçok meşhur uzun yaylı adam oradaydı.

Bir süre sonra bütün sıralar konuklarla doldu. Şövalyeler, hanımefendiler, kasaba sakinleri ve en sonunda Şerif, süt beyazı atının üzerinde görkemli bir şekilde ilerliyordu. Karısı ise kahverengi kısrağının üzerindeydi. Şerif’in başında mor kadifeden bir şapka vardı ve cübbesi de mor kadifedendi. Her yanı pahalı kürklerle süslenmişti. Ceketi ve çorapları deniz yeşili ipekten, ayakkabıları siyah kadifedendi. Sivri uçlarından altın zincirlerle diz hizasında bağlanmıştı. Boynunda altın bir kolye asılıydı. Yakasında da kırmızı altınla işlenmiş büyük bir çan çiçeği broşu vardı. Karısı ise her yanı kuğu tüyleriyle süslenmiş mavi kadifeden bir elbise giymişti. Bu şekilde yan yana at binerken öyle ihtişamlı bir manzaraya sahne oldular ki elit kesimin arkasında duran halk onlara coşkuyla tezahüratta bulundu. Böylece Şerif ve karısı, zırhlı ve mızraklı adamların etrafta durup bekledikleri yerlerine geçtiler.

Şerif ve karısı oturduktan sonra Şerif, elçisine gümüş boruyu çalmasını söyledi; o da bunun üzerine Nottingham’ın gri duvarlarından neşeyle yankılanan boruyu üç kez çaldı. Okçular yerlerini aldılar, bu sırada bütün halk gür bir sesle bağırıyor, herkes en sevdiği okçuya tezahürat yapıyordu. Bazıları “Kırmızı Şapkalı!” diye bağırdı; “Cruikshank!” diye bağırdı diğerleri; “Hadi William o’ Leslie!” diye bağırdı bazıları da. Kadınlarsa ipek eşarplarını sallayarak cesur okçuları ellerinden gelenin en iyisini yapmaya teşvik ediyorlardı.

Sonra elçi öne çıktı ve yüksek sesle oyunun kurallarını şu şekilde ilan etti:

“Her adam, şuradaki hedeften yüz elli yarda4 uzaklıktan atış yapacak. Herkes önce bir ok atacak ve en güzel ok atan on kişi tekrar atış yapmak üzere seçilecek. Bu on kişi arasından en güzel ok atan üç kişi yeniden atış yapmak üzere seçilecek. Bu üç kişiden her biri tekrar üç ok atacak ve en isabetli atışı yapan ödülü kazanacak.”

O sırada Şerif, öne doğru eğilip Robin Hood’un okçuların arasında olup olmadığını anlamak için dikkatle baktı ama Robin ve çetesinin giydiği asker yeşili kıyafetlere bürünmüş kimseyi göremedi. “Neyse.” dedi Şerif, kendi kendine. “Belki de hâlâ orada olabilir ve ben onu diğer adamların kalabalığı arasında kaçırıyorumdur. Ama en iyi on okçu seçildiğinde mutlaka göreceğim çünkü Robin Hood ya o en iyi on kişinin arasında olacak ya da ben onu hiç tanımamışım demektir.”

Okçuların her biri sırayla atışını yaptı. Kasaba halkı daha önce o günkü kadar usta bir okçuluk görmemişti. Altı ok hedefteki çemberin tam içindeydi, dört ok siyah bölgenin içindeydi; yalnızca iki ok dış çemberden vurdu ve son ok fırlayıp hedefi tam ortadan vurduğunda ise halk yüksek sesle haykırdı. Çünkü bu oldukça iyi ve asil bir atıştı.

Daha önce atış yapanlardan geriye yalnızca on kişi kalmıştı ve bu on kişiden altısı ülke çapında meşhurdu, orada bulunan halkın çoğu onları çok iyi tanıyordu. Bu altı meşhur adam; Kırmızı Şapkalı Gilbert, Dellli Adam, Diccon Cruikshank, William o’ Leslie, Hubert o’ Cloud ve Swithin o’ Hertford’dı. Diğer ikisi ise neşeli Yorkshire’dan delikanlılardı, bir diğeri Londra’dan geldiğini söyleyen uzun boylu, mavi giysili bir yabancıydı ve sonuncusu ise bir gözünün üzerinde yama olan, kırmızı giysili, paçavra kıyafetli bir yabancıydı.

“Şimdi.” dedi Şerif, yanında duran silahlı adamlarından birine. “Bu on kişi arasında Robin Hood’u görüyor musun?”

“Hayır, görmüyorum, efendim.” diye cevap verdi adam. “Altısını zaten çok iyi tanıyorum. O Yorkshirelı yiğitlerden ise biri çok uzun, diğeri de o cesur düzenbaza göre çok kısa. Robin’in sakalı sarıdır. Kırmızı yırtık pırtık giysili dilencinin sakalı ise kahverengi, üstelik bir gözü de kör. Mavili yabancıya gelince, Robin’in omuzları onunkinden en az on santim daha geniş.”

“Öyleyse.” dedi Şerif, öfkeyle bacağına vurarak: “Bu düzenbaz, bir haydut olduğu kadar bir korkakmış da. İyi kalpli ve dürüst insanlar arasında yüz göstermeye cesaret edemiyor.”

Kısa bir süre dinlendikten sonra bu on kuvvetli okçu tekrar ok atmak üzere alana çıktılar. Her biri iki ok attı ve onlar oklarını atarken tek bir ses bile yükselmedi, tüm kalabalık neredeyse ağzını bile açmadan dikkatle izledi. Ama sonuncu okçu okunu attığında kalabalığın içinden büyük bir çığlık daha yükseldi ve birçok kişi böylesi harika bir atışa karşı duydukları heyecanla şapkalarını havaya fırlattı.

Şerif’in yanında oturan ve seksen yıldır ok atan Dellli Sör Amyas: “Ben hayatım boyunca böyle bir okçuluk görmedim, üstelik altmış yıldır en iyi okçuları tanıyorum.” dedi.

Ve şimdi de daha önce atış yapanlardan geriye sadece üç adam kalmıştı. Biri Kırmızı Şapkalı Gill, biri kırmızı yırtık pırtık giysiler içindeki yabancı ve diğeri de Tamworth kasabasından Dellli Adam’dı. O sırada bütün insanlar yüksek sesle bağırıyordu; bazıları “Kırmızı Şapkalı Gilbert için, hadi Gilbert!” ve bazıları “Tamworthlu yiğit Adam için!” diye bağırdı. Ama kalabalıktan tek bir kişi bile kırmızı giysili yabancı için tezahüratta bulunmadı.

“Hadi Gilbert, bileğine kuvvet.” diye bağırdı Şerif. “Eğer en iyi atış seninki olursa, ödülün yanında sana bir de yüz gümüş peni vereceğim.”

“Gerçekten de elimden gelenin en iyisini yapacağım.” dedi Gilbert, kendinden emin bir tavırla. “Bir adam elinden gelenin en iyisini yapmaktan başka bir şey yapamaz ama bugün daha da iyisini yapmak için uğraşacağım.” Böyle söyleyerek sadağından geniş tüylü, güzel, kusursuz bir ok çıkardı ve ustalıkla yayın ipine taktı, sonra yayını dikkatle çekerek okunu fırlattı. Ok, dümdüz ilerledi ve hedefin tam ortasının yalnızca bir parmak kenarındaki bir mesafeye saplandı. “İşte Gilbert, işte Gilbert!” diye bağırdı tüm kalabalık ve “Tanrı aşkına!” diye bağırdı Şerif, ellerini birbirine vurarak: “Bu gerçekten iyi bir atıştı.”

Sonra eski püskü kıyafetli yabancı, işaretli yere geçti ve atış yapmak için dirseğini kaldırdığında kolunun altında beliren sarı yamasını ve tek gözüyle nişan almaya çalıştığını gören herkes dalga geçerek güldü. Porsuk ağacından yapılmış güzel yayını hızlıca çekti ve okunu ani bir hareketle fırlattı; okunu çekmesi ve fırlatması arasındaki zaman o kadar kısaydı ki kimse nefes bile alamadı; yine de oku diğerine göre hedefe daha yakın bir noktaya saplandı.

“Cennetteki tüm melekler ve yüce Tanrı aşkına!” diye bağırdı Şerif. “Bu nasıl bir atıştı böyle!”

Sonra Dellli Adam da dikkatli ve temkinli bir atış yaptı ve onun oku da yabancınınkinin hemen yanına saplandı. Kısa bir aradan sonra üçü de tekrar atış yaptı ve bir kez daha her ok çemberin içine saplandı. Ama bu sefer Dellli Adam’ınki merkezden en uzakta olandı ve paçavra kılıklı yabancının atışı en iyisiydi. Bir süre daha dinlendikten sonra hepsi üçüncü atışlarını yaptı. Bu sefer Gilbert nişan alırken çok dikkatli davranmış, mesafeyi keskin bir şekilde ölçmüş ve büyük bir özenle atışını yapmıştı. Ok dümdüz uçtu ve esintide dalgalanan bayraklar sesler yüzünden sarsılıncaya, karga ve papağanlar eski gri kulelerin çatılarına saklanıncaya kadar herkes çığlık çığlığa bağırdı. Çünkü ok tam hedefin ortasındaki noktanın dibine saplanmıştı.

“Bravo Gilbert!” diye bağırdı Şerif sevinçle. “Ödülün senin olmasını ve hak eden kişinin kazandığını görmek için sabırsızlanıyorum. Şimdi, seni paçavra herif, bundan daha iyi bir atış yap da görelim bakalım.”

Yabancı adam sessizlik içinde yerini aldığı sırada kimseden çıt çıkmıyordu, hatta o kadar derin bir sessizlik vardı ki kimse neredeyse nefes bile almıyordu, yalnızca merakla yabancının atışını bekliyorlardı. Bu arada yabancı da kıpırdamadan duruyordu; elindeki yayı beşe kadar sayana dek bekletti; sonra sağlam porsuk ağacından yapılmış okunu çekti, bir süre çekili tuttuktan sonra ipi bıraktı. Ok dümdüz uçtu ve o kadar isabetliydi ki Gilbert’in sapından bu okun etkisiyle gri bir kaz tüyü koptu ve yabancının oku parlak güneş ışınları altında Kırmızı Şapkalı’nın okunun hemen yanına, yani hedefin tam ortasına saplandı. Bir süre kimse tek kelime edemedi, kimse bağırmadı bile ama herkes büyük bir şaşkınlıkla birbirinin yüzüne baktı.

“Yok artık.” dedi Dellli ihtiyar Adam, uzun bir iç geçirip başını iki yana sallayarak: “Neredeyse kırk yıldan fazladır ok atıyorum ki her zaman da kötü değildi ama bugünden sonra bu işi bırakıyorum çünkü hiç kimse bu yabancıyla boy ölçüşemez.” Sonra sapını sadağına tıkırtıyla soktu ve başka hiçbir şey söylemeden yayının ipini çözdü.

Sonra Şerif ipek giysilerle, kadifeler içinde kürsüsünden indi ve yırtık pırtık kıyafetli yabancının güçlü yayına yaslanarak durduğu yere geldi; kasabanın iyi yürekli halkı da bu kadar harika atış yapan adamı daha yakından görmek için etrafında toplanmışlardı. “İşte, sevgili dostum.” dedi Şerif. “Al bakalım ödülünü, onu kusursuz bir şekilde hak ederek kazandın, saygı duyuyorum. Adın nedir senin, nereden geliyorsun?”

“İnsanlar bana Teviotdaleli Jock derler, dolayısıyla oradan geliyorum.” dedi yabancı.

“O hâlde, Kutsal Meryem Ana adına, Jock, sen bu gözlerin şimdiye dek gördüğü en usta okçusun ve eğer benim hizmetimde çalışmayı kabul edersen sana sırtındakinden daha iyi bir palto giydiririm; en iyi yemeklerden yiyip içersin ve her Noel’de seksen mark maaş alırsın. Sanırım bugün burada boy göstermeye bile cesaret edemeyen o korkak Robin Hood’dan da iyi yay çekiyorsun. Söyle bakalım sevgili dostum, hizmetimde çalışmak ister misin?”

“Hayır, hizmetinizde çalışmayacağım.” dedi yabancı, sert bir tavırla. “Ben yalnızca kendi kendimin efendisiyim ve bu tüm neşeli İngiltere’de hiç kimse benim efendim olamaz.”

Şerif:

“O zaman defol git, lanet olsun sana!” diye bağırdı öfkeden titreyen sesiyle. “İnancım ve şerefim adına, bu küstahlığın yüzünden seni dövdürmeyi bile düşünmedim değil!”

Sonra topuklarına basa basa oradan uzaklaştı.

Aynı gün Sherwood’un derinliklerindeki asaletli yeşil ağacın altında toplanan kalabalık oldukça karmaşıktı. İçlerinde bir düzine kadar yalın ayak rahip, tenekeciye benzeyenler, iri yarı dilenciler, köylüler vardı. Bir de yosun tutmuş bir sedirin üzerine oturmuş, yırtık pırtık kırmızı kıyafetler giymiş, bir gözünde yama olan biri vardı. Elinde ise büyük atış müsabakasının ödülü olan altın oku tutuyordu. Yüksek konuşma sesleri ve kahkahalar arasında gözündeki bandı, üzerindeki kırmızı paçavraları çekip çıkardı ve güzel asker yeşili kıyafetler içinde kendini göstererek şöyle dedi:

“Bu paçavralardan kolayca kurtulduk ama ceviz lekesini sarı saç ve sakaldan nasıl çıkarırız bilmem.”

Bu sözler üzerine herkes daha da yüksek sesle gülmeye başladı çünkü Şerif’in bizzat kendi ellerinden ödül kazanan kişi Robin Hood’un ta kendisiydi.

Sonra herkes ormanda keyif içinde ziyafete oturdu ve aralarında Şerif’e yaptıkları neşeli şakayı, grubun her üyesinin kılık değiştirirken başına gelen maceraları konuştular. Ziyafet sona erdiğinde Robin Hood, Küçük John’u kenara çekip şöyle dedi:

“Aslında gerçekten çok öfkeliyim. Çünkü Şerif bugün: ‘Bugün burada boy göstermeye cesaret edemeyen o korkak, düzenbaz Robin Hood’dan daha iyi atış yapıyorsun.’ dedi. Altın oku elinden kimin aldığını ve benim onun düşündüğü gibi bir korkak olmadığımı bilmesini çok istiyorum.”

Bu sözler üzerine Küçük John: “Sevgili efendimiz, beni ve Will Stutely’yi de yanına al da o şişman Şerif’e hiç beklemediği bir ulak aracılığıyla bütün bu gerçekleri haber edelim.” dedi.

O gün Şerif, Nottingham kasabasındaki evinin büyük salonunda et yemeği ziyafeti çekiyordu. Salon boyunca uzanan büyük masalarda silahşorlar, evin hizmetkârları ve iyi yürekli köylüler5 dâhil olmak üzere toplamda seksenden fazla kişi oturuyordu. Orada bir yandan etlerini yiyip biralarını yudumlarken bir yandan da o günkü atış müsabakası hakkında konuşuyorlardı. Şerif masanın başında, bir örtünün altındaki yüksek bir koltuğa kurulmuş, yanında da karısı oturuyordu.

“Hakikaten.” diye söze girdi. “Robin Hood denen o haydudun bugün oyunda olacağını düşünmüştüm. Onun bu kadar korkak olduğunu hiç düşünmezdim. Peki benim saygın teklifime bu kadar cüretkâr bir cevap veren o arsız haydut kim olabilir ki? Onu dövdürmediğime şaşıyorum doğrusu ama o adamda sanki sefillikten ziyade başka bir şeyler vardı.”

Konuşmasını henüz bitirdiği sırada, masadaki tabakların arasına bir şey düşerek takırdadı ve yanında oturanlar bunun ne olduğuna anlam veremeyerek ayağa kalktı. Bir süre sonra silahşorlardan biri cesaretini toplayıp masaya düşen şeyi aldı ve Şerif’e getirdi. O an herkes bunun üzerinde gri kaz tüyü bulunan körelmiş bir ok olduğunu ve tüylü tarafına yakın bir yere bağlanmış, hemen hemen kaz tüyü ile aynı kalınlıkta ince bir parşömen kâğıt bulunduğunu gördü. Şerif parşömeni açtı ve şöyle bir baktı, okurken alnındaki damarlar sinirinden şişti ve yanakları öfkeden kızardı, çünkü kâğıtta yazan şey şuydu:

 
Tanrı bugünkü lütfundan razı olsun,
Güzel Sherwood’daki herkese duyur,
Bugün neşeli Robin Hood’a ödülü
Bizzat kendi ellerinle sundun.
 

“Nereden geldi bu ok?” diye bağırdı Şerif, öfkeli ve yüksek bir sesle.

“Pencereden girdi efendim.” dedi, oku masadan alıp ona teslim eden kişi.

4.91,4 santimetrelik İngiliz uzunluk ölçüsü birimi. (ç.n.)
5.Maaşsız köleler. (ç.n.)
92,41 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
11 июля 2023
ISBN:
978-625-6862-69-2
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают