Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Çingene Masalları», страница 2

Шрифт:

Tanrı’nın Vaftiz Oğlu

Bir kraliçe varmış. Bu kraliçe yalnızca bir oğlan doğurmuş. O oğlan da tam bir kahramanmış. Doğar doğmaz babasına, “Baba, bir kılıcın ya da sopan yok mu?” diye sormuş.

“Yok oğlum, ama senin için bir tane yaptırılmasını emrederim.”

Oğlan, “Yaptırma baba,” demiş. “Ben tek başıma, silahsız da giderim.”

Oğlan çok geçmeden yola çıkmış. Uzun bir yolculuk yapmış ve devasa bir ormana gelene kadar hiç durmamış. Artık iyice yorulduğundan biraz dinlenmek için ormandaki bir ağacın altına uzanmış. Bir süre orada durmuş. O sırada yüce Tanrı ve Aziz Peter delikanlının yanına gelmiş. Çocuk henüz vaftiz edilmemiş. Yüce Tanrı, “Yolculuk nereye delikanlı?” diye sormuş.

“Kahramanlık peşindeyim ihtiyar.”

Yüce Tanrı düşünmüş, düşünmüş ve bir kilise yapmış. Sonra delikanlının uyumasını sağlayarak Aziz Peter’a oğlanı taşımasını söylemiş. O da onlarla birlikte kiliseye giderek oğlana Handak adını vermiş. Yüce Tanrı, “Vaftiz oğlum, senin gibi bir kahraman daha gelmeyecek bu dünyaya ve benim vaftiz kızımla evleneceksin,” demiş.

Delikanlı kadar kahraman olan ve yine Tanrı tarafından vaftiz edilmiş bir genç kız varmış. O da Tanrı’nın vaftiz kızıymış ve Tanrı, vaftiz oğluna onunla evlenmesini söylemiş. Sonra oğlanın eline bir şans değneği ile bir kılıç vermiş. Ona güç bahşederek yere bırakmış. Vaftiz babası, Yüce Tanrı’nın ta kendisi olduğundan cennete gitmek üzere oğlanın yanından ayrılmış.

Handak, Tanrı’nın ona güç bahşettiğini anlayınca kahramanlık peşine düşmüş yine. Durup dinlenmeden upuzun bir yolculuk yapmış. Derken büyük bir ormana varmış. Bu ormanda üç yüz yaşında bir ejderha yaşarmış. Kirpiklerinin bir ucu yerde, bir ucu gökteymiş ve aynı saç gibiymiş. Delikanlı ona gidip “Selam olsun,” demiş.

“Hoş geldin.”

Kahraman (ejderha) sesini duyar duymaz onun Tanrı’nın vaftiz oğlu olduğunu anlamış.

Handak ejderhaya, “Tanrı’nın vaftiz kızı uzaklarda mı yaşıyor?” diye sormuş.

“Çok uzak sayılmaz, üç günlük yol.”

Delikanlı yola koyulmuş ve genç kızın yanına varana kadar üç gün dinlenmeden yürümüş. Genç kız, Handak’ı görür görmez onun Tanrı’nın vaftiz oğlu olduğunu anlamış. Onu evine alarak yemek vermiş. “Burada ne arıyorsun Handak?” diye sormuş.

“Buraya seninle evlenmek için geldim,” demiş Handak.

“Kiminle?”

“Seninle.”

Kız, “Dövüşmeden seninle evlenmem,” demiş.

Delikanlıysa, “O halde dövüşelim,” diye yanıt vermiş.

Kavgaya tutuşmuşlar ve üç gün boyunca dövüşmüşler. Kazanan delikanlı olmuş. Sonra kızı alarak vaftiz babasına gitmiş. Vaftiz babası onları kutsayarak evlendirmiş. Bütün toprakların hükümdarı olmuşlar. Ben de geldim, hikâyelerini size anlatmaya.


Bu masal, hikâye açısından biraz zayıf olsa da oldukça ilginçtir. Alice Harikalar Diyarında’daki Tweedledum ve Tweedledee, “Dövüşmeden olmaz!”diye atılırlar. Ama bunun “Tanrı’nın Vaftiz Oğlu”ndan esinlenildiğini ya da alındığını söyleyemem. Ancak Yüce Tanrı ile Aziz Peter’ın, Barbu Constantinescu’nun başka bir Rumen-Çingene masalı olan “Hamilelik Elmaları”nda da ortaya çıkması, Miklosich’in Bukovina’dan alınmış bir Çingene masalı olan “Anne Dayağı”nda başka bir çocuğu vaftiz etmesi de kayda değerdir. Durup dinlenmeden kahramanlık peşinde koşan başka bir kahraman için de Rumen-Çingene masalı “Prens ve Büyücü”ye bakabilirsiniz.

Kralın Damadı Olan Yılan

İhtiyar bir adamla ihtiyar bir kadın varmış. Ne kadar uğraştılarsa da çocukları olmamış. İhtiyar kadın, sürekli adama çatıp dururmuş. Ne yapabilirlermiş ki, artık çok ama çok ihtiyarlamışlar. İhtiyar kadın, “Daha da yaşlandığımızda bize kim bakacak?” demiş.

“Ben ne yapabilirim kadın?”

“Git de bize bir oğlan bul getir adam!”

İhtiyar adam böylece bir sabah kalkmış, eline baltasını almış ve yollara düşmüş. Öğlen vaktine kadar yürümüş, bir ormana varmış. Orada üç gün boyunca arayıp taramış ama hiçbir şey bulamamış. İhtiyar adam artık açlıktan ölmek üzereymiş. Eve dönmek üzere yola koyulmuş. Dönüş yolunda küçük bir yılan bulup bir mendile sarmış ve eve kadar taşımış. Yılanı tatlı sütle beslemiş. Bir hafta iki gün sonra yılan büyümüş. Adam onu bir çömleğin içine koymuş. Zaman geçtikçe yılan çömleğin boyuna gelmiş. Sonra da babasına, “Evlenme vaktim geldi,” demiş. “Kral’a git ve kızını bana iste.”

İhtiyar adam, yılanın kralın kızını istediğini duyunca dövünmeye başlamış. “Vay bana vaylar bana! Kral’ın karşısına nasıl çıkayım? Beni oracıkta öldürür.”

Yılan ne dese beğenirsiniz? “Git baba, korkma. Senden ne isterse ona ben vereceğim.”

İhtiyar adam Kral’ın karşısına dikilmiş. “Selam olsun Kralım!”

“Teşekkürler ihtiyar.”

“Kralım, evlilik bağıyla bir ittifak oluşturmak için geldim.”

“Evlilik bağıyla ittifak mı?” demiş Kral. “Sen bir köylüsün, bense bir kral.”

“Hiç önemi yok Kralım. Eğer kızınızı bana verirseniz, ben de size ne isterseniz veririm.”

Kral ne demiş dersiniz? “Peki ihtiyar, öyle olsun. Şu büyük ormanı görüyor musun? Bütün ağaçları kes, orayı tarlaya dönüştür ve sür. Bütün toprağı ters yüz et. Sabah da darı hasatını topla. Ha, şunu da unutma: bana tatlı sütle yapılmış bir kek getirmelisin. İşte o zaman kızı sana veririm.”

“Tamam Kralım,” demiş ihtiyar.

Ardından da ağlayarak yılanın yanına dönmüş. Yılan babasının ağladığını görünce, “Neden ağlıyorsun baba?” diye sormuş.

“Nasıl ağlamayayım canım? Kral’ın dediğine göre bu büyük ormanı kesip darı ekmem gerekiyormuş. Yarın sabaha kadar büyüyüp hasat edilmeliymiş. Bir de tatlı sütten kek yapıp ona götürmeliymişim. Kızını ancak o zaman verirmiş bana.”

Yılan ne demiş dersiniz? “Korkma baba, söylediklerinin hepsini ben yapacağım.”

İhtiyar adam, “Yapabilirsen yap canım,” demiş. Sonra da yatmaya gitmiş.

Peki yılan ne yapmış? Kalkıp ormanı dümdüz etmiş, darı ekmiş. Sonra düşünmüş, düşünmüş, şafak sökerken darılar iyice büyümüş. İhtiyar adam uyandığında bir çuval darı bulmuş karşısında. Sonra tatlı sütten kek yapmış. Keki alıp Kral’a gitmiş.



“Buyrun Kralım, dediklerinizi yaptım.”

Kral hayrete düşmüş. “İhtiyar dostum, kulak ver bana. Yapmanı istediğim bir şey daha var. Benim sarayımla kendi evin arasına altından bir köprü kur. Köprünün iki yanına da altından elma ve armut ağaçları dik. O zaman kızımı veririm sana.”

İhtiyar adam bunu duyunca ağlayarak eve dönmüş.

Yılan ne demiş dersiniz? “Neden ağlıyorsun baba?”

İhtiyar, “Tanrı’nın başıma verdiği felaketlere ağlıyorum evladım. Kral, onun sarayından bizim eve uzanan altından bir köprü yapıp iki yanına elma ve armut ağaçları dikmemi istedi,” demiş.

Yılan, “Korkma baba,” demiş. “Kral’ın dediklerini ben yapacağım.” Sonra yılan düşünmüş, düşünmüş ve tam da Kral’ın anlattığı gibi altından bir köprü oluşuvermiş. Yılan bunu da gece yapmış. Kral gece yarısı uyandığında güneşin tepede olduğunu sanmış. Sabah onu uyandırmadılar diye hizmetkârlarını fırçalamış.

Hizmetkârlar, “Kralım, daha gece. Sabah olmadı,” demişler. Durumu fark eden kral hayrete düşmüş.

Sabah ihtiyar adam gelmiş yine. “İyi günler dünür.”

“Teşekkür ederim dünür. Git de oğlunu getir, düğünü yapalım.”

İhtiyar eve dönünce, “Dinle beni, Kral ne dedi dersin? Saraya gidip karşısına çıkacaksın.”

Yılan ne demiş dersiniz? “Baba, eğer öyleyse arabayı getirip atları koş. Ben de arabaya binip Kral’a gideyim.”

Adam, yılanın sözünü ikiletmemiş. Yılan da arabaya binip yola çıkmış. Kral ve bütün adamları yılanı görünce ürpermiş. Diğerlerinden daha yaşlı olan bir adam, “Kaçmanız sizin için iyi olmaz Kralım. Köylü, sizin her dediğinizi yaptı. Şimdi siz sözünüzü tutmayacak mısınız? Hepimizi öldürür. Kızınızı ona verin ve söz verdiğiniz gibi düğün yapın.”

Kral ne demiş dersiniz? “İşte istediğin kızım. Al, götür.”

Kızına, kocasıyla birlikte oturacağı bir de ev vermiş. Gelin, yılanın karşısında tir tir titriyormuş.

Yılan, “Korkma karıcığım, ben senin gördüğün yılan değilim. Beni dikkatle seyret.”

Birden bir takla atarak zırh kuşanmış, sarışın bir gence dönüşmüş. Bir şeyi almak için onu istemesi yetiyormuş. Bunu gören kız, kocasına sarılıp onu öpmüş. “Çok uzun yıllar yaşa efendim. Bir an beni yiyeceksin sandım,” demiş.

Kral, kızının durumunu öğrenmek için bir adam göndermiş. Kral’ın hizmetkârı eve geldiğinde bir de ne görsün? Kız eskisinden de iyi, eskisinden de güzelmiş. Kral’ın yanına dönmüş. “Kralım, kızınız güvende ve rahat,” demiş.

“Tanrı’nın onun için istediği gibi,” demiş Kral. Sonra bir sürü insan çağırarak düğün yapmış. Üç gün üç gece boyunca süren düğün mükemmelmiş. Ben de oradan çıkıp bu hikâyeyi anlatmaya geldim.

Kötü Anne

Bir imparator varmış. On yıldır evli olmasına rağmen çocuğu yokmuş. Tanrı, imparatoriçenin hamile kalarak bir oğlan doğurmasını sağlamış. Bu oğlan artık bir efsaneymiş. Eşi benzeri bulunmazmış. Babası bir altı ay daha yaşadıktan sonra ölmüş. Peki, bu delikanlı şimdi ne yapacakmış? Evinden ayrılarak kahramanlık peşine düşmüş. Durup dinlenmeden upuzun bir yol gittikten sonra devasa bir ormana varmış. O ormanda bir ev, evde ise on iki ejderha varmış. Delikanlı doğruca oraya gitmiş. İçeride kimse olmadığını görünce kapıyı açıp içeri girmiş. Bir çiviye asılı bir kılıç görüp orada kalmış. Kapının arkasına gizlenip ejderhaların dönmesini beklemeye koyulmuş. Her biri içeri girdiğinde kafalarını tek tek kesip yere yuvarlamış. Delikanlı on bir ejderhayı da öldürmüş, geriye yalnızca en küçükleri kalmış. Genç adam onu karşılamak için dışarı çıkıp onunla savaşmış. Kavgaları yarım gün sürmüş. Delikanlı ejderhayı yenmiş. Sonra alıp bir kavanoza koymuş, ağzını da sıkıca kapamış.

Genç adam yürümeye devam etmiş. Az ileride bir eve daha rastlamış. İçeride yalnızca genç bir kız varmış. Delikanlı kızı görür görmez gönlü okşanmış. Kıza gelince, onun da delikanlıya kanı ısınmış. Üstelik bu kız, delikanlıdan daha kahramanmış. Birbirlerine âşık olmuşlar. Genç adam kıza on bir ejderhayı öldürdüğünü, birini canlı bırakıp bir kavanoza koyduğunu anlatmış.

“Öldürmemekle iyi etmemişsin,” demiş kız. “Ama şimdilik öyle olsun.”

Delikanlı kıza, “Gidip annemi getireceğim, evde yalnız,” demiş.

“Getir ama pişman olacaksın,” demiş kız. “Sen yine de getir, onunla yaşa.”

Bunun üzerine delikanlı annesini almak için yola çıkmış. Annesini alıp öldürdüğü ejderhaların evine getirmiş. “Hangi odaya girersen gir ama bu odaya girme,” demiş annesine.

“Girmem oğlum,” demiş annesi.

Delikanlı avlanmak için ormanın yolunu tutmuş.

Annesi, oğlanın girmemesini söylediği odaya girmiş. Kapıyı açar açmaz ejderha onu görmüş. “İmparatoriçem, bana biraz su verin, ben de size bir iyilik yaparım,” demiş.

Kadın ejderhaya su getirmiş. Ejderha ise, “Beni seviyorsan seni alayım, benim imparatoriçem ol,” demiş.

“Seni seviyorum,” diye yanıtlamış kadın.

Ejderha bunun üzerine, “Ne yap et, oğlundan kurtul. Baş başa kalalım. Kendini hasta et. Bir rüya gördüğünü, oğlunun sana diğer dünyadaki bir domuzun etini getirmesi gerektiğini söyle. Eğer o eti getirmezse öleceğini ama getirirse iyileşeceğini anlat,” demiş.

Kadın eve dönüp başını bağlamış ve hastalanmış gibi yapmış. Delikanlı eve dönüp annesini başı bağlı görünce, “Ne oldu anne?” diye sormuş.

“Hastayım oğlum, öleceğim. Ama bir rüya gördüm. Diğer dünyadaki bir domuzun etini yemem gerek,” demiş kadın.

Delikanlı bunu duyunca hasta annesi için ağlamaya başlamış. Hemen hazırlanıp yola çıkmış. Sevgilisine giderek durumu anlatmış. “Annem ölecek. Ama bir rüya görmüş. Diğer dünyadan ona domuz eti getirmem gerek.”

Kız, “Git ama dikkatli ol,” demiş. “Döner dönmez bana gel. On iki kanatlı atımı al. Domuzun seni ele geçirmemesine dikkat et. Yoksa hem seni hem de atı yer.”

Delikanlı ata binip yola çıkmış. Güneş yolunu yarılamışken oğlan gideceği yere varmış. Küçük domuzlardan birini kapıp kaçmış. Anne domuz sesleri duyunca delikanlıyı yemek için peşine düşmüş. Tam diğer dünyanın kıyısındayken ve delikanlı sıçramışken, domuz atın kuyruğunun yarısını ısırmış. Delikanlı kıza gitmiş. Kız küçük domuzu alıp saklamış ve yerine başka bir domuz koymuş. Oğlan annesine gidip domuzu vermiş. Kadın onu pişirip yemiş ve iyileştiğini söylemiş.

Üç ya da dört gün sonra kadın, ejderhanın ona gösterdiği gibi bir kez daha hastalık numarası yapmış.

Delikanlı eve döndüğünde annesine, “Bu kez ne oldu anne?” diye sormuş.

“Yine hastalandım canım. Bir de rüya gördüm. Diğer dünyadaki altın elma ağacından bir elma getirmen gerek.”

Delikanlı yeniden hazırlanıp kıza gitmiş. Kız onu sıkıntıda görünce, “Ne oldu?” diye sormuş.

“Ne mi oldu? Annem yine hasta. Diğer dünyadaki elma ağacından ona bir elma getirdiğim bir rüya görmüş.”

Kız, annesinin oğlanın başına çorap öreceğini anlamış. Delikanlıya, “Benim atımı alıp git ama dikkat et, elma ağacı seni orada ele geçirmesin. Döner dönmez de bana gel,” demiş.

Delikanlı hazırlanıp yola çıkmış ve dünyanın sınırına gelmiş. Kendini sınırın ötesine bırakıp gün ortasında elma ağacına varmış. Bir elma alıp kaçmış. Yapraklar bunu fark edince çığlık atmaya başlamış. Elma ağacı da yakalayıp öldürmek için delikanlının peşine düşmüş. Delikanlı sınırdan çıkıp dünyamıza geçmiş ve doğruca genç kıza gitmiş. Kız elmayı adamdan alıp saklamış ve yerine başka bir elma koymuş. Delikanlı orada biraz daha kalıp annesinin yanına gitmiş. Annesi oğlanı görünce, “Getirdin mi tatlım?” diye sormuş.

“Getirdim anne.”

Kadın elmayı alıp yemiş ve artık bir sorunu kalmadığını söylemiş.

Bir hafta sonra ejderha, kadına yeniden hastalanmasını söylemiş. Bu kez oğlundan yüce dağlardan su getirmesini istemeliymiş. Kadın da yine hasta numarası yapmış.

Oğlan annesini hasta görünce ağlamaya başlamış. “Annem ölecek tanrım. Durmadan hastalanıyor.” Sonra yanına gidip kadına, “Ne oldu anne?” diye sormuş.

“Ölecek gibiyim tatlım. Ama eğer bana yüce dağlardan su getirirsen iyileşeceğim.”

Delikanlı hiç oyalanmadan genç kıza gidip, “Annem yine hastalandı. Yüce dağlardan su getirdiğimi görmüş rüyasında,” demiş.

Genç kız, “Git ama bulutların seni yakalamasından ve oradaki dağların seni öldürmesinden korkuyorum. Benim yirmi dört kanatlı atımı al. Oraya vardığında öğleye kadar bekle. Çünkü dağlar ve bulutlar tam öğle vakti kendilerine bir sofra kurar ve yemek yerler. Sen de o zaman bir testiyle oraya gidip hemen su al ve uç.”

Delikanlı testisini alıp dağlara doğru yola çıkmış. Güneş en tepeye çıkana kadar beklemiş. Daha sonra gidip su almış ve kaçmış. Bulutlar ve dağlar onu fark edince peşine düşmüşler ama yakalayamamışlar. Delikanlı kızın yanına gelmiş. Kız, genç adama fark ettirmeden testiyi alıp başka bir testiyle değiştirmiş. Genç adam eve dönünce annesine su vermiş ve kadın iyileşmiş.

Delikanlı daha sonra avlanmak için ormana gitmiş. Annesi de ejderhaya gidip, “Oğlum bana suyu getirdi. Şimdi oğlana ne yaptıracağım?” diye sormuş.

“Ne mi yapacaksın? Neden oturup kart oynamıyorsun? Ona de ki, babanla hep oynadığımız gibi bahis oynayalım.

Delikanlı eve döndüğünde annesini neşeli bulmuş. Bu duruma sevinmiş. Kadın masada yemeklerini yerken, “Canım, baban hayattayken ne yapardık biliyor musun? Yemeğimizi yiyip masadan kalktıktan sonra bahse girip kart oynardık.”

Delikanlı, “İstersen benimle oynayabilirsin anne,” demiş.

Oturup kart oynamaya başlamışlar. Annesi oğlanı yenmiş. İpekten bağlarla oğlanın elini öyle sıkı bağlamış ki ipler çocuğun elini kesmiş.

Delikanlı inlemeye başlamış ve annesine, “Anne, beni çöz yoksa öleceğim,” demiş.

Kadın, “Ben de onu istiyorum zaten,” demiş. Sonra ejderhaya seslenmiş. “Hadi gel de onu öldür ejderha.”

Ejderha ortaya çıkıp genç adamı yakalamış ve parçalara ayırarak heybelere doldurmuş. Sonra atının üzerine yerleştirerek ata, “Onu ölüyken de canlıyken olduğu gibi al götür,” demiş.

At hızla delikanlının sevgilisine doğru yol almaya başlamış. Genç kadın adamı görünce ağlamaya başlamış ve parçalarını alıp yan yana dizmiş. Eksik bir parçanın yerine domuzun etini kesip yerleştirmiş. Her bir parçayı yerli yerine koymuş. Ardından sakladığı suyu alıp adamın üzerine serpince delikanlının parçaları birleşmiş. Elmayı ağzına değdirerek ona can vermiş.

Delikanlı canlanınca annesinin evine giderek yere bir kazık saplamış ve hem annesini hem de ejderhayı bir saman yığınının üzerine yerleştirmiş. Ardından saman yığınını ateşe vererek ikisini de yok etmiş. Sonra oradan ayrılıp genç kadının yanına gitmiş. Üç ay boyunca gece gündüz süren bir düğün yapmışlar. Ben de o düğünden kalkıp bu hikâyeyi anlatmaya geldim.

Üç Prenses ve Kirli Ruh

Bir kral varmış. Gençliğinden ihtiyarlığına bir oğlu olmamış. İhtiyarlığında üç kızı olmuş. Doğdukları sabah da Kirli Ruh gelip bu üç kızı almış. Kral, Yılan-Kadın’ı yenmek için uğraşıp dururmuş. Bu uğurda uğraşırken bıyığının ve saçlarının yarısı beyaza dönmüş.

Bir zaman sonra adam oturup düşünmüş. “Ne yapacağım, biliyor musun hanım? Üç yıllığına gideceğim ve döndüğümde bir oğlan doğurmuş olacaksın. Bir yıl içinde bir oğlan göremezsem seni öldüreceğim.”

Yola çıkmış ve bir yıl bir gün boyunca seyahat etmiş. Karısı düşünüp duruyormuş. Tam kadın düşünürken elma taşıyan bir adam geçmiş. O elmalardan her kim yerse hamile kalırmış. Kadın gidip bir elma almış ve yemiş. Sonra da hamile kalmış. Zamanı gelince doğurmuş. Bir oğlu olmuş ve adını Cosmas koymuş. Kral o gece döndüğünde karısını sormak için bir ulak göndermiş.

Kadın, “İsteğin yerine getirildi,” demiş.

Bunun üzerine adam içeri girmiş ve oğlanı görünce kalbi sevinçle dolmuş.

Zaman gelip de oğlan büyüdüğünde babasının tıpkısı oluvermiş. Babası, zamanı gelince ölmüş. Oğlan o zaman dek kendini yetişkin bir adam gibi hisseder olmuş. Küçük parmağı ile sarayı kaldırırmış. Bir gün avdan döndüğünde sarayın temelini kaldırmış ve annesine göğsünü oraya koymasını söylemiş. Annesi göğsünü temelin altına koyunca oğlan sarayı bırakmış. Kadın çığlıklar atmış.

Oğlan annesine, “Anne, söylesene babamın bıyığının yarısı neden beyazdı?” diye sormuş.

Annesi, “Ah canım, baban Yılan-Kadın’ı yenmek için dokuz yıl savaştı ama onu hiç yenemedi,” diye cevap vermiş.

Oğlan, “Peki bir erkek kardeşim yok mu?” diye sormuş.

“Hayır,” demiş kadın. “Ama üç kız kardeşin var. Kirli Ruh onları uzaklara götürdü.”

Oğlan, “Onları nereye götürdü?” diye sormuş.

Kadın da Kirli Ruh’un kızları Güneşin Battığı Diyar’a götürdüğünü söylemiş.

Oğlan babasının eyeri ile dizginlerini ve atını alıp kardeşlerini aramaya koyulmuş. Kız kardeşinin evine varmış ve gürzünü çıkarıp erik ağaçlarını ezivermiş.

Kız kardeşi dışarı çıkıp, “Erik ağaçlarını neden ezdin? Kirli Ruh gelip seni öldürecek,” demiş.

Oğlan, “Benim hakkımda kötü düşünmeni istemem. Nazikçe gelip bana biraz şarapla bir parça ekmek ver,” demiş.

Kız kardeş ekmekle şarap getirmiş. Adama uzatırken babasının atını görmüş ve tanımış. “Bu babamın atı olmalı,” demiş.

“O zaman benim de onun oğlu olduğumu anla.”

İki kardeş sarılmışlar.

Sonra kız kardeşi oğlana, “Kardeşim, Kirli Ruh On İkinci Bölge’den gelmek üzeredir. Gelince seni mahvedecek,” demiş.

Kirli Ruh gelir gelmez gürzünü çıkarıp on iki kapıyı açmış ve gürzü kancasına asmış. Cosmas gürzü alarak on iki bölge öteye savurmuş. Kirli Ruh gürzü alıp eve dönmüş ve “Hanım, fani kokusu alıyorum,” demiş.

(Bu arada kadın, kardeşini bir küpeye dönüştürerek kulağına takmış.)

Kadın da “Sürekli fanileri yiyorsun. Fani olduğum için beni de yemeye niyetleniyorsun,” diye cevap vermiş.

Kirli Ruh, “Yalan söyleme, kayınbiraderim gelmiş,” demiş.

“Peki kayınbiraderin gelmiş olsaydı onu yer miydin?”

Kirli Ruh, “Yemezdim,” diye cevap vermiş.

“Onu yemeyeceğine kılıcın üzerine yemin et.”

Daha sonra kardeşini kulağından çıkararak masaya oturtmuş. Oğlan masada Kirli Ruh’la birlikte yemek yemiş.

Delikanlı dışarı çıkıp9 atının topuk eklemine doğru sürünerek saklanmış. Kirli Ruh uyandığında her yere bakmış ama onu görememiş. Borusunu ağzına götürüp üflemiş ve bütün kuşları atın üzerine toplamış. Kuşlar atın her bir kılını aramışlar. Tam oğlan saklandığı yerden çıkacakken horozlar ötmüş ve oğlan düşmüş.

Cosmas ortaya çıkıp Kirli Ruh’a gitmiş. “İyi günler enişte.”

Kirli Ruh ona, “Neredeydin?” diye sormuş.

“Atın hemen önündeki samanların içindeydim.”

Cosmas daha sonra onlardan ayrılıp diğer kız kardeşlerine gitmiş ve onlarla da aynı bu kardeşiyle olduğu gibi tanışmış.

En küçük ablası, “Nereye gidiyorsun kardeşim?” diye sormuş.

“Beyaz kısrağa bakıp taylarından birini alacağım ve Yılan-Kadın’ı yeneceğim.”

Ablası oğlana, “Git kardeşim,” demiş. “Eğer tayı alırsan bana gel.”

Oğlan gitmiş.

Bir grup köylü, öldürmek için bir kurtun peşindeymiş. Kurt, “Cosmas, beni terk etme. Köylüleri yanlış yere gönder, beni öldürmesinler. Kıllarımdan birini al ve cebine koy. Beni düşündüğün an her neredeysen orada biteceğim.”

Cosmas biraz daha ilerledikten sonra kanadı kırık bir kargayla karşılaşmış. Karga, “Yanımdan geçip gitme Cosmas. Kanadımı iyileştir. Ben de cebine koyman için sana bir tüyümü vereyim. Başın nerede derde girerse girsin yanında olacağım.”

Biraz daha ilerleyen adam bir balıkla karşılaşmış. “Cosmas, yanımdan geçip gitme. Beni atının kuyruğuna bağlayıp suya götür. Ben de sana iyilik yaparım,” demiş balık.

Cosmas balığın dediğini yapıp onu suya bırakmış.

Derken beyaz kısrağın sahibi olan ihtiyar kadınla karşılaşmış. Kadın kapısının önünde oturuyormuş. Genç adam, kadına, “Beyaz kısrağın taylarından birini bana verir misin ihtiyar?” demiş.

İhtiyar kadın, “Eğer üç günlük koşuda onu bulursan, taylarından biri senindir. Ama bulamazsan başını kesip şuradaki kazığa geçiririm,” demiş.

“Bulurum,” demiş adam.

Kadın beyaz kısrağı oğlana vermiş. Adam kısrakla gidip onu bulmaya çalışmış. Kısrak koyunların arasında koşup kendini toprağa saklamış. Delikanlı uyanıp kısrağı aramış ama bulamamış. Aklına kurt gelmiş ve onu düşünmüş.

Kurt gelip, “Sorun nedir delikanlı?” diye sormuş.

“Beyaz kısrağı bulamıyorum,” demiş delikanlı.

Kurt, “Şuradakini görüyor musun? Koyunların en büyüğünü. İşte o. Git de ona sopayı tattır,” demiş.

Delikanlı gidip ona seslenince kısrak yeniden ata dönüşmüş. Oğlan, kısrakla beraber ihtiyar kadına gitmiş.

İhtiyar kadın, “İki günün daha var,” demiş.

“Pekâlâ ihtiyar,” demiş delikanlı.

Ertesi gün oğlan kısrakla beraber yeniden yola koyulmuş ve onu bulmaya çalışmış. (İhtiyar kadın, kısrağı güzel saklanamadı da bulundu diye kırbaçlamış. Beyaz kısrak, “Affet ihtiyar. Bu sefer bulutlara saklanacağım, beni asla bulamayacak,” demiş.)

Delikanlı kısrakla beraber gidip onu aramaya başlamış. Kısrak bulutlara gitmiş. Delikanlı çalışmaya koyulmuş. Sabahtan öğlene kadar aramış durmuş. Sonra aklına karga gelmiş. Onu düşünür düşünmez karga gelip, “Sorun nedir delikanlı?” diye sormuş.

“Şey, beyaz kısrağı kaybettim, bulamıyorum.”

Karga, bütün kargaları çağırmış. Kısrağı bulana kadar her yeri aramışlar. Sonunda gagalarında taşıyarak kısrağı oğlana getirmişler. Delikanlı kısrağı alıp ihtiyar kadına götürmüş.

“Bir günün daha var,” demiş ihtiyar kadın.

Sabah olduğunda delikanlı, kısrağı bir kez daha bulmak zorundaymış. (O gece ihtiyar kadın beyaz kısrağı öldüresiye kırbaçlamış. Kısrak da kadına, “Bu kez de beni bulursa çatlarım, doğruca denize gideceğim,” demiş.)

Delikanlı kısrakla birlikte gittikten sonra kısrak denize saklanmış. Delikanlı aramış taramış ama onu bulamamış. Aklına balık gelmiş. Balık hemen karşısında bitip, “Sorun nedir delikanlı?” diye sormuş.

“Beyaz kısrağın nereye gittiğini bilmiyorum.”

Balık gidip bütün balıkları çağırmış. Beyaz kısrağı, ardında tayıyla birlikte oğlana getirmişler. Delikanlı kısrağı alıp ihtiyar kadına gitmiş. Kadın, “Hangisini istersen al tatlım,” demiş.

Delikanlı en genç tayı seçmiş.

İhtiyar kadın, “Onu alma delikanlı, iyi bir at değil o,” demiş. “Daha güzelini al.”

Delikanlı da, “Öyle olsun,” demiş.

Delikanlı biraz daha ilerlediğinde tay bir takla atmış ve yirmi dört kanatlı altın bir ata dönüşmüş. Yılan’ın böyle bir atı yokmuş. Oğlan ablalarına gidip üçünü de almış. Sonra Yılan-Kadın’ı da alıp hepsini evine götürmüş. Ne Kirli Ruh ne de ejderha onu yakalayabilmiş. Oğlan eve dönmüş. Düğün yapmış, yiyip içmişler. Ben de onları orada bırakıp bu hikâyeyi sizlere anlatmaya geldim.



Değerli bir hikâye ama karmaşık ve noksan. Ejderhanın kim olduğu varsayımlara bırakılmış. Yılan-Kadın’dan -gerçekten yaşlı (iblis) biri olmalı- nadiren bahsediliyor. Hiçbir derlemede bu hikâyenin tam bir benzerini bulamadım.

9.Bu noktada bahis ya da ona benzer bir şeyin atlandığı çok açık.
142,03 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
03 июля 2023
Объем:
22 стр. 37 иллюстраций
ISBN:
978-605-7605-81-8
Правообладатель:
Maya Kitap

С этой книгой читают

Хит продаж
Черновик
4,9
452