Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Meleguş», страница 2

Шрифт:

Köylü Hayatı

Agahan Durdıyev’in hikâyeciliğinde köy hayatının özel bir yeri olduğu, ilk okumalardan hemen anlaşılabilir.

“Hayal Deryasında”, “Camal”, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Hastalığın Sorun Değil”, “Gurban”, “Meleguş”, “Annagül Hak-Hukukun Üstünde”, “Vatansever Çobanlar” ve daha birçok hikâye doğrudan köy konusunu ele alır.

Agahan Durdıyev’in hikâyelerinde, köylü hayatı temel olarak eski-yeni çatışmasıyla verilir. Bir yanda eskiyi temsil eden köylüler diğer yandan da yeniyi temsil eden örnek ve mücadeleci gençler vardır.

“Hastalığın Sorun Değil” adı hikâyedeki tembel köylü, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” hikâyesindeki anne, “Gurban” hikâyesindeki zengin aile, “Annagül Hak-Hukukun Üstünde” hikâyesindeki Geldi Ağa, “Hayal Deryasında” hikâyesindeki “Garrı Ağa(Yaşlı Amca), “Han Küyli” hikâyesindeki tembel kahraman, köy hayatındaki eski yeni çatışmasında eskiyi, olumsuzu temsil ederler.

Yine; “Hastalığın Sorun Değil” adı hikâyedeki dürüst, çalışkan ve cesur kadın, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” hikâyesindeki Akca, “Gurban” hikâyesindeki önceleri hizmetçi olarak ezilen sonra da kolhozda gayretle çalışan Gurban, “Annagül Hak-Hukukun Üstünde” hikâyesindeki Geldi Ağa’nın hanımı, “Han Küyli” hikâyesindeki çalışkan kadın ve diğer kolhozcular, köy hayatındaki eski yeni çatışmasında yeniyi, olumluyu temsil ederler.

Hikâyelerde köylünün bir dönem içerisinde bulunduğu fakirlik, A. Durdıyev tarafından bazı hikâyelerde bütün gerçek ve yalın hâliyle yansıtılır.

“Evin içinde kürküne sarılıp, tatlı bir uyku uyuyan Muhammet, gürültüden uyanıp miskin gözlerini aniden açtı. Taş atsan durmayacak kadar evin delik deşik açık yerlerinden buz gibi soğuk geçiyordu, çatı örtüsü ise pat-pat ses çıkartarak iplerini kopartıp uçup gidecek gibiydi. Muhammet:

– Aman Allah’ım, bu gece amansız ve zorlu bir gece olacağa benziyor! diyerek, üstüne kürkünü alıp, ayakkabılarını giyip dönüp dışarıya çıktı. Ayazın tesirinden ayakları sertleşmiş, parça parça yarılmıştı. Ayaz onun dişlerini şakırdatmış, etinden geçip kemiklerine kadar işlemişti.” (Meleguş)

Bütün fakirliğe rağmen köylüler, kendilerine hayatları içerisinde bir meşgale bulur. Türkmen köylüsünün at yarışı merakı da bunlardan birisidir. A. Durduyev, Türkmen köylüsünün at sevgisi ve at yarışı merakını ayrıntılı bir şekilde tasvir eder:

“Aniden Muhammet arkadaşlarına:

– Atınızı çıkartın!diyerek yüksek sesle çağırdı. Muhammet Meleguş’un üstüne binip, topluluğun ortasından birkaç ayak hareketi yaptırarak, oynatmaya başladı. Bunu insanlar görüp, Meleguş’un heybetli haline hayranlıkla bakıyordu. Bütün halkın sevgisi ve ilgi dolu bakışları, Meleguş’un üstündeydi. Daha kötüsü de, topluluğun çoğu atı izleyerek, “Bu at benim olsaydı!” diye içlerinden geçiriyordu. Meleguş’u, buraya kadar bütün memlekette ün kazanan diğer kara(güçlü) atların yanına gönderdiler. Meleguş tüm topluluğun ilgisini çekmişti.” (Meleguş)

Bu at sevgisi ve at yarışı merakı gibi konular, köylülerle ilgili hikâyelere yansıyan en masum unsurlardır denebilir. Birçok hikâyede A.Durdıyev, köylünün cehaletini de en yalın hâliyle tasvir eder.

“Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede on yaşındaki oğluna, türlü hilelerle genç bir kızı gelin alıp ona işkence eden zengin bir köylü kadınının kendisi uyaranlara verdiği cevap dikkat çeker:

“– A gız, Oguldursun, neden gelinini böyle kötü horluyorsun? O da insan çocuğu değil mi?dediklerinde, Oguldursun çenesini şişirip, yukarıya kaldırıp;

– Siz, yüzükaralar! Bilmiyorsunuz. “Gelini baştan, oğlanı yaştan!” demişler. Şu zamanda onu ezmezsem daha sonra o benim oğluma yaramaz, deyip cevap verirdi.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)

Zalim bir zengin kadın karakteri olan Oguldursun’un “Şu zamanda onu ezmezsem daha sonra o benim oğluma yaramaz.”deyip gelinine türlü işkenceler yaparken dayandığı temel nokta da hikâyede “gelenekler”, yani “eski” anlayış olarak gösteriliyor. Çünkü Oguldursun, yaptığı işkenceleri “Gelini baştan, oğlanı yaştan demişler!” diyerek bir atasözüyle haklı çıkarmaya çalışıyor.

Hikâyelerde köy hayatına yönelik olumsuz unsurlar olarak “dedikodu”, “ön yargı ile kınama”, kız çocuklarına baskı, varlıklı insanların köylülere zulüm etmesi gibi durumlar da dikkat çeker.

A.Durdıyev’in hikâyelerinde eski-yeni durum tasviri olarak “Hayal Deryasında” adlı hikâye dikkat çeker. Garrı Aga (Yaşlı Amca) rüyasında şehre gider. Devrim sonrasında şehirlerde çok gelişmiş, düzenli bir hayat kurulmuştur. Garrı Aga (Yaşlı Amca) köylü olduğu hâlde traktörü hayal deryasında görür:

“Bir baktı ki, etrafını toz kaplamış… “Allahım, bu ne böyle?” diye tozun yükseldiği tarafa yöneldi, bir tarlada beş-altı tane traktör tarlayı sürüyordu. Yaşlı amca traktörlerin toprağı karıştırmasını hayranlıkla izleyerek, onların yanına tüm içtenliğiyle yaklaştı. Tam o sırada, traktörlerin kumu dökmesini, karıştırmasını şaşkınlıkla izlerken, bir traktör tüm hızıyla kumu ezerek amcanın üzerine doğru geldi ve yaşlı amca bunu görüp: “Kumun altında kalıp helak olmayayım!” diyerek, geriye doğru gitti…” (Hayal Deryasında)

Genel olarak, A.Durdıyev’in hikâyelerinin neredeyse tamamında, köylülerin Devrim sonrası kolhoz hayatına ayak uydurma süreci ele alınır denebilir. Hikâyelerde köylülerle ilgili dikkat çekilen noktaları şu şekilde sıralayabiliriz:

* Hikâyelere göre, Devrim sonrasında köylüler, eski gelenekleriyle yeni sistem arasında bir bocalama dönemi yaşamışlardır.

* Hikâyelere göre, özellikle zenginler ve mollaişanlar(halkın dinî duygularını sömürenler), köylülere zulmetmişlerdir.

* Bütün bu olumsuzluklar, yeni sistem tarafından köylerde açılan okuma salonları, zenginlerin arazilerinin fakirlere verilmesi ve eğitim girişimiyle aşılmaya çalışılmıştır.

Eğitim

Agahan Durdıyev’in hikâyeleri, 20.yüzyılın ilk yarısında yazılmıştır ve Sovyet rejiminin ilk yıllarındaki eskiyeni çatışmasını ele alır. Hem yazıldığı dönemin özellikleri hem de A. Durdıyev’in ideolojik eğilimi dolayısıyla, bu hikâyelerde eğitim konusu doğrudan veya dolaylı olarak en sık ele alınan konulardan birisi olmuştur.

“Vatansever Çobanlar”, “Hayal Deryasında”, “Camal”, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Kartal Pençesinde Bir Güzel”, “Gurban” adlı hikâyelerde özellikle eğitimsizliğin toplumu düşürdüğü durum ve eğitimin gerekliliğine dikkat çekilir.

Hikâyelerde öncelikle Türkmenlerin “eski” eğitimsiz yaşamları sonucunda oluşan âdetlerin toplumu düşürdüğü durum örneklendirilir.

“– Türkmen’in eski âdeti kurusun: Nice gül yüzlü kız ve oğlanların ömürlerini harap ediyorlar, diyorlardı.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)

Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, yazar, önce durum tespiti yapıyor. “Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede Akcamal’ın başına gelenler, zenginlerle “işan”ların yaptığı haksızlıklar, köylünün dedikoduları eğitimsizliğin toplumu getirdiği durumun birer göstergesidir.

Yine “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” adlı hikâyede, annenin kızına karşı tavrı ve çelişkili tutumunun temel nedeni de eğitimsizliktir.

“Gurban” adlı hikâyede de, bir zenginin evinde hizmetçi olarak çalışan ve sadece kendi içinden söylenmekten başka tepki gösteremeyen kahramanın kendini savunamamasının sebebi de eğitimden yoksun olmaktır.

Eğitimsizliğin sonuçlarını hâl-hareketlerine en güzel yansıtan hikâye kahramanlarından birisi “Han Küyli” adlı hikâyedeki Yaşlı amcadır.

“Yüksekliği on katlı olan, kırmızı, mavi ve beyaz renkli evlerin balkonlarına güneş ışığı vuruyor, güneş ışığı Yaşlı amcanın gözünü kamaştırıyordu. Caddelerin hepsi ağaç parkelerden yapılmış ve tertemiz olduğu için insan tükürmeye bile kıyamıyordu. Daha da ilgi çekici olan ise, cadde üzerinde yürüyen, üniversitenin yüksek sınıflarında okuyan öğrenciler elleri eğri sopalı, ayaklarında ise sivri uçlu ayakkabılar, boyunlarında kravatları olan, gözleri gözlüklü, kucağı kitap dolu olup, bir birleriyle sohbet ederek, okullarına gidiyorlardı.” (Hayal Deryasında)

Yaşlı amcanın şehir hayatını görünce heveslenmesi, ne yapacağını şaşırması, okula giden üniversitelilere şaşkınlıkla bakması da eğitimsizliğin bir sonucudur.

Yaşlı amca öğrencilere heveslenmekle kalmaz, eğitim-silik sonucunda hayatını boşa geçirdiğini düşünür:

“Yaşlı amca tam yürümeye başlamıştı ki, kulağına bülbülün ötmesi gibi bir ses geldi ve o an durdu. Bir baktı ki; sokakların ortasını tutup gelen, başı-sonu tükenmeyen, boynunda kırmızı şallı, siyah gözlü erkek ve kızlar, ellerinde kırmızı bayraklarıyla kırmızı ateş misali, çeşitli şarkılar söyleyerek, davullar çalarak, sokakları neşelendiryordu. Yaşlı amca bunları görerek kendi hayatının büyük bir kısmını boş geçirdiğini hatırlayarak, narin gönlünü incitti, üzüldü. Yaşlı amca caddelerin eğlenceli şeylerini izleyerek bir hayli eğlendi…” (Hayal Deryasında)

A.Durdıyev’in hikâyelerinde, okulda verilen örgün eğitimin yanında kolhoz hayatında, askeriyede verilen eğitim de ele alınır.

“Camal” adlı hikâyede, kolhoz hayatında verilen eğitimin en güzel örnekleri verilir. Bilinçli kolhoz kadını Camal, daima öğenme azmi açerisindedir:

“İşte, on dakika geçtikten sonra başı kızıl yağlıklı traktörcü giyimini giyen Camal:

– Vah kaynanam, seni çok beklettim, deyip, gülerek eve girdi. Camal yemeğin başında kaynanasına haber anlatmaya başladı:

– Ben traktör sürmeyi iyi öğrendim. Kursta benimle birlikte okuyan kızlardan iyi sürüyorum.

– İyi öğren, gelinim, faydalı işi öğrenmek gerek, deyip kaynanası uzundan nefes alıp yüzünü aşağıya eğdi.” (Camal)

Hikâyenin kahramanı olan Camal, yeni Sovyet rejiminin hedef gösterdiği kolhozcu kadın tipidir. Eşi “vatan” uğruna cephede iken bile telaşlanmak yerine yeni şeyler öğrenmek için kurslara gider. Onun bu eğitime açık tavrı da, aslında geleneksel bir kadın tipi olan kaynanası tarafından takdir edilir.

Hikâyelerde dikkat çekilen ve örneklendirilen bir başka eğitim ortamı da askerî eğitimdir. İdealleştirilen yeni insan tipinde, duruma göre yeri geldiğinde her türlü eğitimi alıp, yeni rejimin ihtiyacı olan sahalarda görev almaya istekli vatandaşlar dikkat çeker.

“Bizim Taburumuz Hazır” adlı hikâyede askerî eğitimin en güzel örneği, Hocamberdi karakteriyle verilir. Hocamberdi, daha önce hiç askerî eğitim almamış birisidir. Bu, arkadaşları tarafından bile tuhaf karşılanır:

“Bazı övünmeyi seven yoldaşları:

– Şimdi bizim hiçbir şey bilmeyen ile ders görmemiz oluyor mu? İşte, Hocamberdi sağını solunu bilmiyor, deyip Hocamberdi’ye sataşıyorlardı. Bu sözden dolayı Hocamberdi’nin yüzü kızarırdı.

O, yoldaşlarına:

– Yoldaşlar, bilmemek ayıp değil, bilip de bilmeyene öğretmemek ayıp. Nasıl yürüneceğini gösterip öğretseniz de ondan sonra yapamazsam, bana sataşabilirsiniz, derdi.” (Bizim Taburumuz Hazır)

Yeni rejim, bölgede topyekun bir eğitim seferliği başlatmıştır ve Hocamberdi de bu girişime “Yoldaşlar, bilmemek ayıp değil, bilip de bilmeyene öğretmemek ayıp.”sözleriyle destek olur.

A.Durdıyev’in hikâyelerinde eğitim ile ilgili hususları şöyle özetleyebiliriz:

* A.Durdıyev’in hikâyelerinde eğitim ile ilgili hususlar; öncelikle “eğitimsizliğin” insanları düşürdüğü durumun tespitiyle yer alır.

* Toplumun düştüğü bütün olumsuz durumlar, “eski-yeni” tartışması çerçevesinde “eğitimsizliğe” bağlanır.

* Hikâyelerde, kahramanların başından geçen olaylar üzerinden lise, üniversite eğitimi özendirilir.

* Hikâyelerde, sadece lise ve üniversite eğitimi gibi örgün eğitim unsurları değil, aynı zamanda kolhoz hayatında ve askerî ortamlarda verilen eğitim de özendirilir.

Vatan Sevgisi

Agahan Durdıyev’in hikâyelerinin yazıldığı dönem Sovyet rejiminin, iki dünya savaşı arasındaki zorlu ve çalkantılı dönemde, yeni düzen kurmaya çalışır iken aynı zamanda kendi içerisinde bir “vatan” algısı oluşturmaya başladığı dönemdir.

Kastedilen “vatan”anlayışı, Sovyetler Birliği’nin hükmettiği tüm bölgelerde, yerel kimliklerin ön plana çıkartılmadığı, her türlü kimlikten ötede “Sovyet vatandaşlığı” kimliğinin kabul gördüğü bir “vatan” anlayışıdır. Ve bu anlayışın koruyucusu “Parti”dir. Bu çerçevede oluşturulmaya çalışılan edebiyat da “Parti edebiyatı”dır.

Bu durum Lenin tarafından şu şekilde belirtilir:

“Edebiyat bugün, hem de ‘yasal olarak’, onda dokuzuyla bir Parti edebiyatı olabilir. Edebiyat, bir Parti edebiyatı olmalıdır. Sosyalist proletarya, burjuva geleneklerinin, patronun sözünden çıkmayan, paragöz burjuva basınının, edebiyatta yükselme tutkusunun ve burjuva bireyciliğinin, ‘derebeyi anarşizminin’ ve çıkar düşkünlüğünün karşısında, bir Parti edebiyatı ilkesini salık vermeli, bu ilkeyi geliştirmeli ve olabildiğince kapsamlı ve eksiksiz bir biçimde uygulamalıdır.”15

Lenin’in bu görüşleri doğrultusunda bir edebiyat oluşturmaya başlayan dönemin yazarları, bu doğrultuda eserler verirler. Bu yazarlardan birisi olan Agahan Durdıyev de doğrudan veya dolaylı olarak, bütün hikâyelerinde, yeni vatan anlayışını ele alan eserler kaleme almıştır.

“Vatansever Çobanlar”, “Camal”, “Bizim Taburumuz Hazır” adlı hikâyeler, doğrudan vatan sevgisinin ele alındığı eserlerdir.

“Camal” adlı hikâyede örnek bir kolhoz kadını olan ve cephedeki kocasını metanetle bekleyen aynı zamanda da çalışkanlığı elden bırakmayan Camal adlı gelin, eşinin resmine bakarak şöyle seslenir:

“Birden, aynanın yukarısında duran askerî giyimli resme gözü ilişti. Resmi eline alıp: “Vatanımızın bekçisi sevgili yiğit, aramız uzak olsa da, yüreğimiz birdir. Siz cephede iseniz, biz cephe gerisinde, iş cephesindeyiz. Ama, sen niçin benim yazdığım mektuba cevap yazmıyorsun, yoksa vaktin mi yok?” deyip, Camal güya kendi sevgilisi ile konuşuyormuş gibi yaptı.” (Camal)

Camal’e göre cephede olanların yakınları, yine kendilerini cephede hissederek çalışmalıdır. Hasret çekseler de kaygı içerisnde olsalar da bu duygular onları metanetten ve kolhozdaki işlerden alıkoymamalıdır.

Yine Camal, oğlu için kaygılanan kaynanasına şöyle seslenir:

“– Rahat olmak gerek, kaynana! Oğlundan mektup da gelir haber de… Oğlun cani düşmanları yok ettiği zaman, sen onun arkasında dağ gibi durmalısın. Ana-babalarımız yurdumuzu alacak olan düşman ile kadın-erkek demeden ellerinde kırkılıkla16 savaşmışlar, düşmanlarını yenmişler. Biz onlardan daha aşağı mıyız? Biz onların nesliyiz sonuçta! Onların ellerinde kırkılık varsa, bizde su gibi17 silahlar var, deyip kaynanasını tekrar tekrar anlattı.” (Camal)

Camal bir kadın olduğu hâlde “vatan” söz konusu olduğunda bahane bulmaya çalışmaz. Tam tersine elinden geldiğince cephedekilere destek verir, hatta kendisine sıra geldiğinde, tam “ideal bir kolhoz kadını” olarak “kılıcı tüfeği takıp” intikam alır.

“– Yagdı’nın anası, daha cesur ol! Eğer böyle bir bahtsız kötü olay olmuşsa da oğlunun arkasındakiler perişan olmaz. Ben senin oğlun da kızın da gelinin de olurum. Ben onun kılıcı ile tüfeğini takıp düşmandan intikam alacağıma sana söz veriyorum. Ben şimdi kolhoz başkanının yanına gidip onun ile bu haberi iyice araştırayım, deyip Camal evden fırlayıp çıktı.” (Camal)

A.Durdiyev’in hikâyelerindeki kahramanların, bu cesurca ve girişimci tavrı gösterebilmeleri için “erkek” olmasına gerek olmadığı için “asker” olmasına da gerek yoktur. Savaş zamanına kadar eline silah almamış, askerlikten hiç anlamayan kahramanlar da kendilerine vazife düşünce cesaretle “vatan” savunmasına gitmelidir. “Bizim Taburmuz Hazır” adlı hikâyenin örnek kahramanı olan Hocamberdi de kendisine askerlikten anlamadığını söyelen eşine şu şekilde seslenir:

“– Okurum, öğrenirim, hanım can, yoksa hiçkimse anasından kumandan olarak doğmuyor! Harp okullarında okuyup öğrenip komutan oluyorlar, deyip yemeğine başladı.” (Bizim Taburmuz Hazır)

Burada da görüldüğü gibi, A.Durdıyev’in hikâyelerinde özellikle “asker olmayanların da ellerinden geldiğince vatan için çalışabileceği” hususu vurgulanır. “Vatansever Çobanlar” adlı hikâye bu durumun en güzel örneklendirildiği hikâyedir.

Hikâyede Andriyanov ve Fomin adlı iki çoban kahraman, yazara göre, “vatan sevgisi”nin en güzel temsilcileridir. Bu iki kahraman, çoban oldukları hâlde daima okuyup tartışıp kendilerini geliştirirler ve aynı zamanda vatanları tehlikeye düşünce de anlık karar alma kabiliyetleriyle devreye girerler.

“Andriyanov, durduğu yerden atına binip yakındaki Kızıl Ordu bölüğüne haber vermek için atını sürdü.

İşte, bir anda kıdemli teğmen Belozyarov’un bölüğünün yetip gelen askerleri göründü. O anda Almanların paraşütçüleri birbirine haber verip düzlüğün ortasına toplandılar. Birden Belozyarov’un askerleri atlarını sürüp yıldız gibi kayıp geldiler. Kızıl askerler derhal düşmanın etrafını çevirdi ve düşmanın birini bile ellerinden kaçırmadan yok ettiler.

Kıdemli teğmen, o çobanların yanına gelip;

– Sağ olun, bizim vatansever çobanlarımız. Siz bizim mukaddes vatanımızı katil faşistlerden korumaya yardım ettiniz. Her zaman yardım edin, dedi ve iki çobanın elini sıkıp gitti.

Çobanlar Kızıl askerlere büyük yardım ettiklerine ve kolhozun yerini düşmandan temizlediklerine memnun olup, mallarını sürüp obaya gittiler…” (Vatansever Çobanlar)

Hikâyede çobanların, yazarın tabiriyle “mukaddes vatan”ın kurtulmasında devreye girip başarılı olabilmesi, onların okudukları kitaplar sayesinde olur.

“Camal” adlı hikâyede cepheden yeni gelen Yagdı, Rostovı’da “faşist” askerleri nasıl darmadağın edip kovaladıklarını anlatırken karısı Camal hemen yerinden fırlar! Ayakkabısını hızlıca giydiğini görünce, cepheden yeni gelen kocası ona nereye gittiğini sorar. Aldığı cevap tam bir “vatansever kolhoz kadını”nın vereceği cevaptır:

“– Görmüyor musun, ben traktörcüyüm, siz halkları kurtarmak cephesindesiniz biz geri cephede! Kolhozumuzun baharlık tarlalarının neredeyse hepsini ben sürdüm. Şimdi de yazlık yerleri süreceğim. Kolhozumuz bu yıl dört yüz hektar buğday ekti. Bizim sürdüğümüz her bir yere düşen tohumlarımız, düşmana gülle olup değer, dedikten sonra Yagdı:

– İşte sen benim gerçek yüreğim oldun!deyip güldü.

Camal:

– Maksat bir olduktan sonra yürek mecbur bir olmalı sonunda!deyip çıkıp gitti.” (Camal)

Bu diyalog aslında, A. Durdıyev’in genel olarak da Sovyet dönemi edebiyatının “kanon” anlayışını en iyi yansıtan hikâye diyaloglarındandır. Özellikle “…ben traktörcüyüm, siz halkları kurtarmak cephesindesiniz biz geri cephede!” sözü savaş dönemini ele alan tüm hikâyelerin özeti sayılır. Burada verilen “ön cephe” ve “geri cephe” kavramları, ağır bir savaş psikolojisine girmiş olan dönem edebiyatının en çok vurgulanan unsurlarıdır. Çünkü cephe gerisinde ekilen her tohum, hikâyedeki tabirle “…düşmana gülle olup değer…”.

Burada bir diğer çarpıcı husus da “Maksat bir olduktan sonra yürek mecbur bir olmalı!” cümlesinin içerdiği mânâdır. Bu durum, Sovyet dönemi edebiyatının bütün insani ilişkileri “vatan sevgisi” etrafında değerlendirdiğinin en güzel örneklerinden birisidir. A. Durdıyev’in hikâye kahramanlarına göre, aşk da emek de çalışma da mutluluk da ancak “vatana hizmet etme gayesi” etrafında anlam kazanır.

İşte bu yüzden “Hastalığın Kabul Değil” adlı hikâyedeki ailenin mutlu olması, “bahane kabul edilmeden kolhozun işlerine sıkı sıkıya bağlı olmaya” bağlıdır. “Han Köylü” adlı hikâyedeki aile, ancak tam anlamıyla “vatan için çalışıldığında” mutlu sona ulaşır.

Hikâyelerde vurgulanan bir diğer husus da “sosyalist düzen ile şekillenen vatan”ın bütün kurumlarının, yeri geldiğinde anne-babadan ve kardeşten daha ileri tutulması gerektiğidir. “Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede toplumdaki zenginler ve dini duyguları sömürenler tarafından tuzağa düşürülüp on yaşında bir çocukla evlendirilen ve Oguldursun adlı kötü kalpli bir kadının acımasız muamelesine maruz kalan Akcamal’ın imdadına ailesi değil devlet yetişir:

“– Söyle, kardeş, bizden çekinme! dediklerinden sonra Akcamal, o ağır günleri düşündüğü zaman: “Anne babamdan, kardeşimden üstün olan şu iki adam benim vekilim.”deyip, gözünden yaşları döküp, çektiklerini anlatmaya başladı:” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)

İşte bu yüzdendir ki A. Durdıyev’in hikâyelerinde “Sovyet vatanı aileden önce gelmelidir.”mesajı sıkça verilir.

Bütün bu örneklerden hareketle A. Durdıyev’in hikâyelerinde “vatan” konusuyla ilgili olarak öne çıkan unsurları şöyle özetleyebiliriz:

* Hikâyelerde “vatan” konusu, doğrudan veya dolaylı olarak en çok ele alınan konuların başında gelmektedir.

* Hikâyelerde kastedilen vatan, “Sosyalist rejimin hâkim olduğu Sovyet vatanı”dır.

* Hikâyelerin tamamına yakınında “Vatanını sevmek çalışmakla olur.” mesajı verilir.

* Hikâyelerde “cephe” ve “cephe gerisi” kavramları ön plandadır. Cephedekiler canını ortaya koyar iken cephe gerisindekiler, metanetli olmalı ve “ektikleri her tohumun düşmana gülle olarak yağdığının” bilincinde olmalıdır.

* Özellikle vatan sevgisi taşıyan kadınlar, vatan için çalışmayan kişi kocası bile olsa taviz göstermemeli ve cesaretle karşısına dikilmelidir.

* Hikâyelere hâkim olan düşünceye göre, vatan ve vatanın kurumları, yeri geldiğinde anne-babadan ve kardeşten üstün sayılmalıdır.

15.V.İ. Lenin, (2008), Edebiyat ve Sanat Üzerine, (Çev.: Elif Aksu), İstanbul, Payel Yayınları, S. 29.
16.Kırpma makası
17.“İyi vuran silah” anlamında bir deyim.

Бесплатный фрагмент закончился.

55,83 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
01 августа 2023
Объем:
8 стр. 14 иллюстраций
ISBN:
978-625-6494-98-5
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают