Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Hint mitolojisi», страница 4

Шрифт:

Aditi ismi “Bağsız” ya da “Sınırsızlık” anlamına gelir. Āditya ismi bir grup parlak tanrıya işaret ettiği gibi, şüphesiz Aditi’nin oğullarını belirtir. Bu yüzden gökyüzünün ya da görülebilir bir sonsuzluğun, yeryüzünün ötesindeki enginliğin, bulutların ve gökyüzünün ya da Ādityalar’ı ayakta tutan ebedi göksel ışığın kişileştirilmesi olarak görülür. Şayet ışıkla arasındaki bağıntı yerine, inek olduğuna dair görüş vurgulanacak olursa her şeyin annesi olan yeryüzü olarak adlandırılabilir. Bu bağlamda köken olarak somut olabilir. Diğer yandan gökyüzü için kullanıldığı biçimiyle “sınırsız” anlamındaki Aditi lakabından türemiştir. Ya da daha soyut olarak Ādityalara işaret eden “sınırsızlığın oğulları” anlamındaki “Aditi’nin oğulları” lakabından türemiştir. İndra’nın “kudretin oğlu” olarak adlandırıldığı ve daha sonra da “Kudret”in (Şaci) onun eşi olarak (muhtemelen Ṛigveda’nın kendisinde değil) kişileştirildiği gibi Aditi de Ṛigveda öncesi bir dönemde böyle bir ibareden gelişmiş olabilir. Böyle bir ilah için daha somut bir köken makul gibi görünse de sıkça ortaya çıkmasını izah edebilir. Diğer yandan kendisinden zıddı olarak Diti ortaya çıkarılır. Diti, belirsiz bir şekilde de olsa Ṛigveda’da iki ya da üç kez görünür.

Bir başka müphem karakterdeki tanrıça ise Sūryā’dır. Güneşin kızından başka bir şey olamaz çünkü hem kendisi hem de güneş ilahı Aşvinlerle benzer bir ilişkidedir. Aşvinler Sūryā’nın kendi seçtiği iki kocasıdır. Sūryā’nın sahibidirler ve Sūryā da muhtemelen üç tekerleği yolcularını temsil eden arabalarında onlara eşlik etmektedir. Sūryā ile ilişkileri yüzünden Aşvinlere gelini arabalarıyla evine getirmesi için dua edilir ve Savitṛi Sūryā’yı kocasına verdiğinde Aşvinler sağdıç iken Soma âşık olandır. Tanrıların ayrıca Pūşan’ı başka yerlerde Aşvinī ismini taşıyan Sūryā’ya verdiklerinden bahsedilir. Güneşin dişi olarak görülmesi dikkat çekicidir ve bu yüzden Sūryā çoğu kez şafak olarak algılanmıştır. Ancak isim babadan gelen hiçbir unsur içermediği için problemlere neden olmaktadır. Dahası Soma (şüphesiz ay) ile şafağın birleşmesine dair düğün ilahisinde geçen düşünce tamamıyla sıradışı olurdu.

Tanrıların Ṛigveda’da sürekli olarak gruplandırılması ortak tapınma uygulamasında resmi ifadesini bulur. Bu da ayrı birer ilah yerine daha çok ortak bir biçimde tapınılan cennetle yeryüzü kavramında doğal olarak başlangıç noktasını bulur. Hatta Mitra ile Varuṇa da tek başlarına ele alınmalarından çok sıkça çift olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca bu tip bir kullanım, Ahura ile Mithra benzer biçimde Avesta’da çiftleştirildiği için son derece eski olabilir. Daha ilginç bir birleşme ise İndra ile Varuṇa’dır; savaşçı tanrı ile Vṛitra katili insanları huzur ve bilgelikte destekleyen tanrıçayla birleşmişlerdir. İndra çoğunlukla Agni ile birleştirilmiş ve üzerlerine Agni’nin papazlık doğası yüklenmiş olsa da çift çoğunlukla İndra’nın temel özelliklerini sergilemiştir. İndra Vişṇu’nun yanında cesurca yürür, Vāyu ile soma içer, Pūşan ile Vṛitra’yı öldürür ve ortak meskenlerine kurbanlık atı ölümden sonra bir keçi taşır. Soma’ya Pūşan ve Rudra ile dua edilirken Agni’ye nadiren Soma ve Parcanya ile tapınılır. Çok daha doğal bir çift Parcanya ile Vāta’dır (“Yağmur” ve “Rüzgâr”). Buna benzer birleşimlere örnek ise Gündüz ile Gece ve Güneş ile Ay’dır. Doğal olarak bu çift birliktelikler görece daha az belirgin bir karakter geliştirmişlerdir.

Tanrı grupları arasında en önemlisi Marutlardır. Sayıları bazen yirmi bir bazen de yüz seksen olarak belirtilmiştir. Aslında İndra’nın müritleridirler ancak Rudralar olarak bazen babaları Rudra'yla ilişkilendirilirler. Ādityalar sayıca azdır, yedi ya da sekiz tane olarak bahsedilir. Diğer yandan Vasular sayıca belirsiz olup karakterlerine uygun biçimde isimleri “Parlak Olanlar”dan bir şeyi ifade etmemektedir. İlahların tümü Vişve Devāh yani “Tüm Tanrılar” kavramı altında toplanmıştır. Tümünü dahil etme amacıyla kullanılmış olsa da terim Ṛigveda’da bile, örneğin Vasular ve Ādityalar gibi, diğer gruplarla bir arada anılan belirli bir topluluk için uygulanır hale gelmiştir.

Tuhaf ve sıradışı bir ilah grubu da Sādhyalardır. Ṛigveda’da ve nadiren de olsa sonraki dönem edebiyatında ortaya çıkarlar. Ne isimleri ne de kendilerinden bahseden yetersiz sözler, gerçek doğalarına dair herhangi bir yargıyı haklı çıkaramaz. Yine de muhtemelen bir babalar sınıfı (merhametli ölüler) olabilecekleri iddia edilmektedir (Not 9.

Yüce tanrıların yanı sıra Vedik panteonun, öncü figürlere atfedilen yüce ilahi özelliklere sahip olmadığı düşünülen görece önemsiz simaları da bulunmaktadır. Bunlar içinde başı çeken Ṛbhulardır. Sayıları üç olup isimleri Ṛbhu ya da Ṛbhukşan, Vibhvan ve Vāja’dır. Sudhanvan’ın (İyi Okçu) oğullarıdırlar. Ancak bir yerde hepsi birden İndra’nın çocukları ve Kudret’in torunları olarak adlandırılırlar. Ve başka bir yerde Manu’nun oğulları olarak tanımlanırlar. Kutsal olarak mevkilerini kendilerini gökyüzüne yücelten marifetli kahramanlıklarıyla edinmişlerdir. İlk başta ölümlüydüler ancak daha sonra ölümsüzlüğü kazanmışlardır. Çünkü tanrılar becerikli işlerine o kadar hayran kalmışlar ki Vāja tanrıların, Ṛbhukşan İndra’nın ve Vibhvan ise Varuṇa’nın zanaatkârı olmuştur. Beş büyük kahramanlıkları bulunur. Aşvinler için atları ya da dizginleri olmayıp üç tekerlekli ve uzayı bir uçtan bir uca geçen bir araba yapmışlardır. İndra için iki doru atı meydana getirmişler. Bir hayvan postundan nektar veren bir inek yapmışlar ve buzağı ile ineği yeniden birleştirmişler. Bu muhteşem yaratıktan yararlananın Bṛihaspati olduğu sonucuna varıyoruz. Daha sonra yaşlı ve zayıf düşen ebeveyni (görünüşe göre burada gökyüzü ve yeryüzü oluyor) gençleştirmişler. Ve son olarak tanrıların içki kabı olan Tvaşṭṛi’nin tek kâsesini dört yapmışlar. Bu becerikli iş ise kendilerine tanrılarla eşit tapınmayı vaat eden Agni’nin kutsal emriyle yerine getirilmiş. Görünüşe göre Tvaşṭṛi kâsenin yeniden yapılmasını kabul etmiş ancak dört tane olduğunu gördüğünde, kadınların arasına saklanıp yaptıkları saygısızlıktan dolayı Ṛbhuları öldürmeyi dilediği söylenir. Ṛbhular ise niyetlerinin saygısızlık etmek olmadığını bildirmişler.

Büyük kahramanlıklarına ek olarak başlarına harika bir şey gelmiş. Gökyüzünün etrafında hızlıca gezindikten sonra, kendilerine ölümsüzlüğü bahşeden Savitṛi’nin evine gelmişler. On iki gün boyunca uyukladıktan sonra, Agohya’nın misafirperverliğinde hoşça vakit geçirmişlerdi. Tarlaları yaratıp akarsuların yönünü değiştirmişler. Kuru toprağı bitkiler basmış ve sular ovalara ulaşmış. Uykularından sonra onları uyandıran Agohya’yı çağırmışlardır. Bir yıl boyunca etraflarını araştırmışlar. Keçi onları uyandıranın köpek olduğunu söylemiş. Agohya aslında güneşten başka bir şey değildir; uykularının süresinin kış gündönümü olduğu düşünülür ve Cermenlerin o dönemdeki on iki gecelik özgürlüğüyle karşılaştırılır. On iki geceyle aslında, takvime gün ekleyerek 360 günlük Vedik yılın kusurunu telafi etmenin amaçlandığı iddia edilir (Not 10. Keçi ve köpek ise daha çılgınca hayal ürünü düşüncelere neden olmuştur. Ancak ṛbhu’nun anlamı “kullanışlı” ya da “becerikli”dir. Üstelik Almanca Elbe ile İngilizce elf (cin) ile yakındır. Ṛbhu’lar da salt insandan öte varlıklardır. Sırf bunlardan dolayı, Ṛbhu’ların Hint yılının ilk bölümünün üç mevsimini temsil etmeleri hiç de beklenmedik değildir. Agohya’nın evinde kalmaları da kış gündönümünde hayatın dönüşü anlamına gelir. Tvaşṭṛi’nin kâsesi ay olabilir ve genişlediği dört parça ise ayın dört evresini simgeleyebilir. Bununla birlikte giderek daha yüksek bir kademeye ulaşan cinlerden pek farklı olmayan daha mütevazı kökenleri vardır. Yine de insansı özellikleri başka bir nedenden kaynaklanabilir. Muhtemelen Vedik gruba dahil edilmiş araba yapan bir klanın favori tanrılarıydılar. Ancak bu süreçte tanrıları kademe bakımından küçülmüşlerdir. Çünkü Brāhmaṇalar döneminde araba yapımcıları ya da Rathakāralar kendi başlarına bağımsız bir sınıfı oluştururlar.

Ṛbhu’lardan daha belirsiz olan figür Gandharva’dır. Vişvāvasu yani “İyi Olan Her Şeye Sahip Olan” lakabını taşır ve daha sonra özel bir isim halini alır. Diğer yandan aynı zamanda yegâne Gandharva birçok isme dönüşür. Bu düşünce Ṛigveda’ya tümüyle yabancı değildir ancak sadece üç kez karşımıza çıkar ve Gandharva ismi pratikte ii ve vii. kitaplarda yani koleksiyonun özünde meçhuldür. Yine de bu figürün eski olduğunu söyleyebiliriz çünkü Gandarewa, Avesta’da ejderhaya benzer bir canavar olarak karşımıza çıkar.

Gandharva gökseldir ve gökyüzünün yüksek bir bölgesinde ikamet eder. Kendisi uzayı ölçendir. Bir paragrafta muhtemelen gökkuşağıyla özdeşleştirilirken güneş, güneş kuşu ve güneş atıyla yakından bağlantılıdır. Ayrıca somayla ilişkilidir. Somanın yerini korur ve tanrıların ırkını himaye eder. Bu yeteneğiyle İndra’nın bıçakladığı bir düşman gibi görünmektedir. Tıpkı Avesta’da karşımıza çıkan ve Beyaz Haoma’nın meskeni Vourukaşa denizinde yaşayan Gandarewa’nın Keresāspa ile çarpışması ve onun tarafından mağlup edilmesi gibi. Başka bir bakış açısına göre Soma’nın, yani suların Gandharva’sıdır. Gandharva ile Suların Bakirelerinin de yeryüzündeki ilk çift olan Yama ile Yamī’nin ebeveynleri olduğu iddia edilmektedir. Bu nedenle Gandharva Apsarasların da sevgilisidir, evlilik töreniyle ilişkilendirilir ve evliliğin ilk günlerinde kocanın rakibidir.

Gandharva’nın muhteşem silahları ve mis kokulu kıyafetleri vardır. Oysa Gandharvalar rüzgâr saçlı olarak tanımlanırlar. Dolayısıyla rüzgârın ruhlarıdırlar. Ölülerin ruhlarıyla ve isimleriyle özdeşleştirilen (dilbilimi hiçe sayarak) Yunan Sentorlarla yakından ilişkilidirler. Yine de bu varsayımı ya da Gandharva’yı; gökkuşağı, yükselen güneş, ay, bulutların ruhu ya da koruduğu Soma olarak gören farklı görüşleri yeterince destekleyen bir temel bulunmamaktadır.

Gandharva’ya kendisi gibi belirsiz bir figür olan Apsaras eşlik eder. Gerçi ismi “sularda hareket eden” anlamına gelmektedir. Onlar hakkındaki asıl algı bir su perisi oldukları üzerinedir. Bundan dolayı suyun soma ile karıştırılması, okyanusun Apsaraslarının Somasına doğru bir akıntısı olarak betimlenir. Apsaraslardan biri olan Urvaşī hakkında, elimizde ailesine Ṛigveda’nın yedinci kitabındaki ilahilerin tahsis edildiği bilge Vasişṭha’nın annesi olduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır. Ayrıca gizli bir ilahi de onunla yeryüzünden sevgilisi Purūravas arasında geçen bir diyaloğu içermektedir. Görünüşe göre ölümlüler arasında dört sonbahar geçirdikten sonra onu terk edip cennette mutluluk sözü vererek teselli etmiştir. Bu hikâyeden Purūravas’ın güneş ve Urvaşi’nin de güneşin doğumunda kaybolan şafak olduğu sonucuna varılmaktadır.

Gandharva ile Apsaraslardan daha az öneme sahip bir ilah da “Evin Efendisi” yani Vāstoşpati’dir. Eve hayırlı giriş sağlaması, insanları ve hayvanları kutsaması, ineklerle atlara bolluk bahşetmesi için kendisine dua edilir. Evin koruyucu ruhu olduğuna şüphe yoktur. Benzer türdeki bir başka ilah “Çayırların Efendisi”dir. Kendisine; inekler ve atlar bahşetmesi, cennet ile yeryüzünü tatlılıkla doldurması için tapınılır. Diğer yandan “Saban İzi” yani Sitā’ya bol bereket ve mahsul vermesi için dua edilir. Elbette efsanelerinin zayıflığı sebebiyle güçlü ilahlar olmadıkları sonucuna varmak hata olurdu. Ancak Ṛigveda’da görüşleri sunulan papazlar kabilesinin panteonunda, sağlam bir konum kazanmadıkları da açıktır.

Bu yüzden dağların, bitkilerin ve ağaçların tanrıçaları da Ṛigveda’da önemli olmaktan çok uzaktır. Parvata “Dağ” aslında üç kez İndra ile eşleştirilmiştir. Suların, nehirlerin, bitkilerin, ağaçların, cennetin ve yeryüzünün yanında dağlara da methiyeler düzülür. Bitkilerin de anneler ve tanrıçalar olarak tedavi edici güçleri için çağrıldıkları kendilerine ait ilahileri vardır. Soma’nın onların kralı olduğu söylenmektedir. Üstelik orman ağaçlarından sular ve dağlarla birlikte arada sırada ilah olarak bahsedilir. “Ormanın Tanrıçası” Araṇyānī’ye bir ilahide tapınılır. İlahide hayvanların annesi ve toprağı sürmeden yiyecek bakımından zenginleşen olarak tanımlanır. Tekinsiz bakışları ve sesleri efsaneviden ziyade şairane bir güç ve kudretle etkileyici biçimde ortaya çıkarılır.

Dinsel düşüncenin farklı bir yönü yapay nesnelerin ilahlaştırılmasıyla temsil edilir. Ancak ağaca tapınmadan ağaçtan yapılmış şeylere tapınmaya geçiş kolay ve yeterince doğaldır. Bu geçiş en iyi, kurbanlık sütununa tapınma durumunda gözlemlenebilir. Sütuna Vanaspati ya da Svaru olarak tapınılır. Sütun üç kez hayvan yağı sürülen bir tanrıdır ve kendisinden adakları tanrılara götürmesi rica edilir. Kurban çimenliği (barhis) ve kurban yerine açılan kapılar da benzer biçimde kutsaldır. Basamak taşlarına; iblisleri kovmaları, varlık ve çocuk bahşetmeleri için tapınılır. Nitekim savaş silahları, ok, yay, ok kılıfı ve zırh hatta tamtamın yanı sıra saban ve saban demiri (Şunāsīra) de kutsal olarak sayılırlar. Şüphesiz bu durumda kutsallıktan ziyade fetişizm görmekteyiz. Tapınılan şey, özel kullanımıyla kalıcı ve normalde kendisine ait olmayan bir kutsallık elde etmektedir. Benzer bir durum İndra’nın resmi ya da diğer sureti için de geçerli olmalıdır. Öyle ki ozanın biri onun resmini düşmanlarını öldürdükten sonra kendisine geri getirilmesi şartıyla on ineğe satışa çıkarır.

APSARASLAR (Levha V)

İndra’nın cennetinin başlıca süsleri arasında bulunan göksel periler Hint resim sanatının günümüze dek ulaşmış en eski örneklerinden biri olan fresklerde görülmektedir.


Ṛigveda, dini tanrıların tasvir edilişinde ağırlıklı olarak insansıdır ve hayvansı tasvirler görece sınırlı bir yere sahiptir. Ancak yine de sık sık bir at biçiminde görünen güneşin durumunda bir istisna vardır. Bu yüzden dolambaçlı yollardan rüzgâr gibi geçen meşhur savaş atı Dadhikrā ya da Dadhikrāvan sadece kanatlı olarak tasvir edilmez, avının üstüne çullanan bir kartala benzetilir ve aslında bir kartal olarak adlandırılır. Tıpkı güneşin ışığıyla suları doldurması gibi beş kavmi gücüyle kuşatır. Bin kişiye karşı savaştığında düşmanları ondan semadan gelen gök gürültüsü gibi korkarlar. Ayrıca o, ışıkta yaşayan kuğudur. Kendisine Agni ve Uşas’la tapınılır. İsmi gün doğumunda görünen çiyi ima eder ve “kesilmiş süt dağıtan” anlamına geliyor olabilir. Meşhur bir koşu atına dair hiçbir yüceltme bu sıfatları izah etmez. Bahsedilenler, Dadhikrā hakkındakilere benzediği için Tārkşya da güneş atının başka bir biçimi gibi görünmektedir. Muhtemelen Aşvinler tarafından Pedu’ya değersiz bir atın yerine geçmesi için getirilen süvari atı Paidva da bir güneş atı olabilir. Şüphesiz tanrının arabasını taşıyan Etaşa da güneşin atıdır.

İnek, mitolojide attan sonra önemli bir rol oynar. Yağmur bulutları inektir ve tanrılar onlar için iblislere karşı savaşırlar. Şafağın ışıkları da bulutlardır. Adita ve tanrıça olarak adlandırılıp dokunulmaz biçimde tarif edilen inek, kendi başına hürmet görmeye başlamış olabilir. Daha sonra artık doğrudan hayvanlara tapınmaya dair şüphe kalmamıştır. İndra, Agni ve nadiren Dyaus boa olarak tanımlanır. Yabandomuzu da Rudra, Marutlar ve Vṛitra’nın betimlenmesi için kullanılır. Soma, Agni olarak adlandırılırken güneş, kuş olarak adlandırılır. Ve bir kartal İndra için somayı göklerden getirmiştir. Açıkçası bu da İndra’nın yıldırımını temsil eder. Karga ile güvercin ölüm tanrısı Yama’nın elçileridir ve bir kehanet kuşuna dua edilir. “Sürüngen” (Ahi) iblis Vṛitra’nın suretidir ancak yılanlara bu şekilde tapıldığına dair iz yoktur. Hayvanlar tanrıların atları olarak da hizmet ederler. Aşvinler eşekleri, Pūşan ise keçileri kullanmıştır fakat normalde at tercih edilir. Yama’nın iki köpeği vardır. Bunlar, her ne kadar Ṛigveda’da dişi köpek olarak belirtilmese de Saramā’nın çocuklarıdır. İndra’nın ise daha sonra geçen bir ilahide tuhaf öyküsü anlatılan bir maymunu vardır. Maymun Vṛşākapi, İndra’nın gözdesiydi ve İndra’nın eşinin malına zarar vermişti. Adam akıllı dövüldükten sonra sürgün edilmiştir. Ancak sonra geri dönmüştür ve İndra da günah çıkarıp arınmasını sağlamıştır. İlahi Ṛigveda’nın en belirsiz bölümlerinden birine aittir ve farklı biçimlerde yorumlanmıştır (Not 11. Hatta daha modern biçimde, bir prens ve eşi hakkındaki hiciv olarak da karşımıza çıkar.

Benzer biçimdeki bir hiciv, yağmurla uyandırılan kurbağaların inek ve uzun hayat bahşetme yeteneğine sahip olduğu ilginç bir ilahide fark edilmektedir. Kara kurbağaları kurbanın etrafında meşgul olan papazlara ve çıkardıkları ses talebe tarafından Veda’nın tekrar edilmesine benzetilir. Düşünce neşeli bir taşlama biçiminde uygulansa da son derece ciddi bir ibadet içermesi olasıdır. Çünkü kurbağalar yağmurla ilişkilendirilir ve yeni eylemleriyle suların düşmesini sağladıkları için methediliyor gibi görünmektedirler.

Buraya kadar tanrıların hayvan biçimine büründüklerini gördük. Bu yüzden daimi olmasa da arada sırada bu hayvanlarda vücut kazandıklarını söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu bağlamda içtenlikle Ṛigveda’nın anlamını temsil eder gibi görünen sonraki ayinde, at daima ya da normal olarak kutsal değildir. Ancak at kurban etme töreninde özel bir at seçildiğinde kutsaldır ve bu sebeple tanrıyla özdeşleştirilir. Ayrıca inek ile kurbağaya (en azından yağmurlu mevsimde) doğrudan tapınma kaydedilmiştir. O halde Ve-dik dönemdeki Hintlilerin totemci olup olmadıkları sorusu ortaya çıkar. Acaba kendileriyle bir hayvan ya da saygı duyup ölümden esirgedikleri bir şey arasında kan bağı kurmuş olabilirler mi? Ve bu şeyi kan bağını yenilemek üzere sadece dinsel bir tören durumunda yemiş olabilirler mi? Ṛigveda’daki bazı kabile unvanlarının Ajas ya da “Keçiler” ve Matsyas ya da “Balıklar” gibi hayvan isimleri veyahut Şigrus ya da “At-turbu” gibi isimler oldukları gerçeğinin ima edilmesinden başka kanıtımız yoktur. Ancak bu kabilelerin isimlerini taşıyan hayvanlara ya da bitkilere tapındıklarına dair elimizde kayıt bulunmuyor. Yine kabilelerin ne ölçüde Aryan kökeninden ya da dininden olduklarını bilemiyoruz. Aryan olmayan totemci kabileler de olabilir. Çünkü bildiğimiz kadarıyla artık kabul edilen Şiva, yani fallik kült biçimiyle ilişkili başka bir tapınma, Ṛigveda döneminde uygulanmıştır fakat dinin tasvip etmediği ve düşman gözüyle baktığı kişiler tarafından (Not 12.

Ṛigveda’da tanrıların yanı sıra gerçek insanlardan öte olan bazı papazlar ya da papaz aileleri görülmektedir. Bunlar arasında önde geleni isimleri “Parlak” anlamında gelen Bhṛigulardır. Mātarişvan tarafından bulunduğunda, Agni’yi alevlendirme ve kullanımını yeryüzüne getirip yayma görevini yerine getirme rolünü üstlenirler. Onu suların içinde bulurlar. Sürtünmeyle ortaya çıkarırlar ve dua ederler. Otuz üç tanrının tamamı, Marutlar, sular ve Aşvinlerle birlikte soma içmeye çağrılırlar. İblis Makha’yı yenerler ve eski kral Sudās’ın düşmanıdırlar. Atharvan ile ilişkili olduklarından bahsedilir. Onlar gibi Atharvan da dışarı yayılan ateşin yaratılmasıyla ilişkilendirilir. Avesta’daki Āthravan “ateş-rahibi” anlamına gelir ve Ṛigveda’daki Atharvan ya da Atharvanların eski ateş rahipleri oldukları konusunda şüphe yoktur. Diğer yandan Bhṛigular ya bu tipteki rahipleri ya da muhtemelen ateşin kendisinin yıldırım yönünü temsil etmektedirler. Ateşle ilgili bir başka varlık grubu da Aṅgiraslardır. Bir unvan olarak Aṅgiras ismi Agni için kullanılır ve antik bir kâhin olarak temsil edilir. Ancak Aṅgirasların başlıca özelliği, ineklerin kazanılması görevinin başarılmasındaki paylarıdır. Bu başarıda İndra ile yakından ilişkilendirilirler. Bununla birlikte şarkılarıyla kayayı parçalayıp ışığı içeri aldıkları; böylece inekleri dışarı çıkardıkları, Vala’yı delip güneşin parlamasını sağladıkları söylenir. Agni’nin elçilerinin alevlerinin belirtilerini taşıyor gibi görünürler ancak Atharvanlar gibi ateş kültünün rahiplerinden başka bir şey olmamaları da muhtemeldir. Tıpkı Atharvanlar gibi bu kültle ilintili olan Atharvaveda’ya bağlıdırlar. Bir başka rahip ailesi olan Virūpalar (Farklı Biçimlerde Olanlar) özel bir durum haricinde pek görünmezler.

Büyük bir belirsizlik içeren ve Agni'yle ilintili olan figür, Atharvan’ın oğlu ve Agni’nin üreticisi Dadhyaňç’tır (Süt-Kesen). Aşvinler kendisine bir at başı vermişler ve o da bununla onlara Tvaşṭṛi’nin çayırlarının yerini göstermiştir. Yine İndra’nın dağlarda gizli at başını ararken onu Şaryaṇāvant’ta bulduğundan ve Dadhyaňç’ın kemikleriyle doksan dokuz Vṛitra’yı öldürdüğünden bahsedilir. Dadhyaňç somanın gücüyle inek ahırlarını açar ve İndra ona inek ahırlarını verir. Kendisi ismindeki kesilmiş süt kinayesinden dolayı soma olarak yorumlanır. Bu durum onu yine Dadhikrā ile ilişkilendirir. Ancak daha makul bir görüş, hızı atın başıyla simgelenen yıldırımın bir biçimi olduğudur. Bu arada gök gürültüsü onun sesi, yıldırım ise kemikleridir. Bununla birlikte efsanesi, önemi hakkında net bir görüş elde edemeyeceğimiz kadar bölük pörçüktür. Başka bir kâhin olan Atri ise kendisini serinletici bir esintiyle iyileştiren Aşvinler tarafından derin bir kuyuda yanmaktan kurtarılmasıyla ünlüdür. Lakin kendisi de güneşi Asura, Svarbhānu tarafından gizlendiğinde kurtarıp gökyüzüne yerleştirdiği için büyük bir başarı elde etmiştir. Aynı kahramanlık bir aile olarak Atrilere de tahsis edilmiştir. Atriler sık sık kendilerinden bahseden Ṛigveda’nın beşinci kitabının geleneksel yazarıdırlar. İsimleri “yiyen” anlamına gelir ve bir zamanlar Agni’ye ait olmuş olabilir. Muhtemelen Agni, kaybetmiş olduğu görme yetisini geri kazandığı Aşvinlerin bir çırağı olan kör kâhin Kaṇva kılığında gizlenmektedir.

İndra’nın da Daşagvas ve Navagvas isimli kâhinleriyle mitlere özgü bağıntıları vardır. İndra’ya ineklerin geri kazanılmasında yardım etmişlerdir. İsimleri bu meşhur başarıda sırasıyla on ve dokuz ineği kazandıkları anlamına gelir. Buna rağmen Şuşna ile mücadelelerinde sürekli kendisine yardımcı olan Kutsa ile arkadaşlığı daha meşhurdur. İndra onun için tekerleğini kopararak güneşi durdurma kahramanlığını gösterip tekerleği sürmesi için Kutsa’ya vermiştir. Mit oldukça ilginçtir ve İndra’nın çarpışmada yardım ettiği özel bir kahramanla arkadaşlığı sayesinde insanlar için güneşi kazanmasına dair hikâyeyle karıştırılır. Yine de diğer paragraflarda Kutsal İndra’ya karşı düşman olarak görünmektedir. Kıtlık iblisi olarak Şuşna ile savaşta İndra Kāvya Uşanâs’ın da yardımını almışlardır. Kāvya Uşanâs benzer şekilde Vṛitra’yı öldürmesi için ona yıldırım yapmıştır.

Ölen insanların ilki olan Yama’nın (tıpkı kendisi gibi Vivasvant’ın oğlu) aksine yaşayan insanların ilki olarak göze çarpan Manu’nun bağımsız bir konumu vardır. Mükemmel anlamda ilk kurban veren, Agni ile Soma kültünün yaratıcısıdır ve aslında Soma ona bir kuş tarafından getirilmiştir. Tıpkı ilk kurban veren kavramını şekillendirdiği gibi, törende başlıca rol oynayan yedi rahip grubu da kutsal olarak isimlendirilen ve tanrılarla özdeşleştirilen yedi kâhinle temsil edilir.

İyiliksever olarak tapınılan tanrıların ve ruhların karşısında iblisler ordusu ya da çoğu zaman tek başına hem tanrılara hem de insanlara düşman olan ruhlar bulunur. Tanrılar bu ruhları, kendi yararlarından daha çok insanlar için mağlup eder. Asuralar, Ṛigveda döneminden önce Hint mitolojisinin tamamında iblislerin isimlendirilme şekline bakacak olursak, en eski dönemde henüz böyle bir konuma ulaşmamışlardı. Asura burada normalde faydalı bir ruh anlamındadır. Sadece dört paragrafta (ve bunların üçü onuncu ve son kitapta yer alır) Asuralardan iblisler olarak bahsedilir ve tek başına sözcük sadece üç kez bu anlamda kullanılmıştır. Diğer yandan “Asuraları katleden” unvanı İndra, Agni ve güneşin her birine uygulanır. İnekleri tanrılar tarafından, özellikle de İndra tarafından kazanılan Panilerden çok daha fazla bahsedilir. Kurbanlık adaklar hususunda isimleri “cimri” anlamına gelir. İnsana özgü cimrilik sıfatı şüphesiz inekteki saf yağı bile gizlemekle suçlanan şeytani düşmanlara devredilmiştir. İblis olarak sayılabilecek diğer insan düşmanları arasında Dāsalar ile Dasyular bulunur. Doğal bir dil sapmasından dolayı Dāsa ismi “köle” anlamına gelmeye başlamış ve kendini Ṛigveda’da bu anlamda bulmuştur. Üstelik şüphesiz aborijinler olan tarihsel Dāsalar cennete tırmanıp güneş ile suları tanrılardan saklamak isteyen diğerlerinin arasında yer alırlar. Ve Dāsaların sonbahar kaleleri neredeyse hiç sadece insan hisarları olamamıştır. İsmin insanlardan iblislere aktarılması belirgin olmasa da daha ileri gidip Paṇiler ile Dāsaları belirli kabilelerle eşitleyip onları Vedik Hintlilerin Arachosia diyarında savaş açtıkları Parnianlar ve Dahaelerde görebilir miyiz? Bu varsayım ilgi çekicidir ancak Vedik faaliyet sahnesini oldukça uzak batıya taşır ve bizi Ṛigveda’nın altıncı kitabının olaylarını yedinci kitapta anlatılanlardan çok uzağa yerleştirmeye mecbur kılar. Yedinci kitabın ilgi alanı, Vedik şiir sanatının büyük bir kısmının evi sayılan Hint “Orta Diyarı”na odaklanmaktadır.

Tanrıların düşmanlarının çok daha yaygın ismi ya “İncitici” ya da “Kendisine Karşı Korunması Gereken” sıfatlarıyla bilinen Rakşasalardır. Bu iblisler nadiren, iblislerin bir türünü temsil eden Yātular ya da Yātudhānalar (Büyücüler) olarak adlandırılır. Köpek, akbaba, baykuş ve diğer kuşların biçimine sahiptirler. Koca, erkek kardeş ya da sevgili biçimine girerek kadınlara şeytani niyetle yaklaşırlar. İnsanların ve atların etini yiyip ineklerin sütünü içerler. Güçlerinin muayyen zamanı akşam vakitleridir. Diğer her şeyin ötesinde kurbandan ve duadan nefret ederler. Özellikle Agni yani Ateşe onları kovup yok etmesi için yalvarılır ve bu nedenle “Rakşasa Katili” unvanını kazanmıştır. Sonraki edebiyat eserlerinde Rakşasalar ile tanrıların düşmanı olarak Pişāçalar yer almaktadır. Tıpkı, Asuraların tanrıların düşmanları ve Rakşasaların insanların düşmanı olduğu gibi. Ancak Ṛigveda’da sadece sarı tepeli, sulu Pişāçalar bilinir. İndra’ya onları yenmesi için dua edilir. Diğer düşman ruhlar ise Arātiler (Bağnazlıklar), Druhlar (İnciticiler) ve Kimīdinlerdir. Bunlar aslında çift oldukları düşünülen goblinlerdir.

Bireysel olarak iblislerin tanımında kesin bir terminoloji bulunmaz. Öyle ki Pipru ile Varcin’in ikisi de Asuralar ve Dāsalar olarak geçer. İblislerin en büyüğü açık ara sürüngen Vṛitra’dır. Vṛitra ayaksız, kolsuz, homurdanan, Dānu’nun çocuğu, “akarsu”dur ve İndra onu katlettiğinde serbest kalan suları kuşatandır. Bununla birlikte birçok Vṛitra vardır ve ismi göksel düşmanların yanı sıra yersel olanlara da verilir. Vala, İndra’nın düşmanlarından bir sonrakidir. Kendisi ineklerin tutulduğu ve inekleri serbest bırakmak üzere İndra’nın delip yardığı mağaranın kişileştirilmesidir. Arbuda, İndra tarafından ineklerinden mahrum bırakılmıştır. İndra onu ayaklarının altında ezip başını yarmıştır. Vṛitra’nın sadece bir biçimi gibi görünmektedir. Bunlardan daha belirsiz olanı, Tvaştṛi’nin üç başlı oğlu Vişvarūpa’dır (Çok Biçimli). Kendisi Trita’nın yardımıyla İndra tarafından inekleri elinden alınıp öldürülmüştür. Bazı bilim insanları onun suretinde ayı görmüşlerdir. Ancak kişiliği bu konuda net bir sonuca ulaşamayacağımız derecede karanlıktır. İblis Svarbhānu’nun alaşağı edilmesi İndra tarafından başarılmıştır. Diğer yandan Atri, gökyüzünde düşmanın kararttığı güneşin gözünün yerine geçer. Dāsa Şuşna ise İndra’nın çırağı Kutsa’nın baş düşmanı olarak karşımıza çıkar fakat mitlere özgü karakteri İndra’nın onu yenerek suları kazanması, inekleri bulması ve güneşi elde etmesiyle açıklanabilir. İsminin anlamının ya “Yakıcı” ya da “Tıslayan” olması gerekirken aynı zamanda, kötü hasatlara neden olmasıyla tarif edilir. Belli ki bir kuraklık iblisidir. Bazen doksan dokuz kalenin Dāsa’sı Kulitara’nın oğlu ve İndra’nın öldürdüğü Şambara ile birleştirilir. Gerçi Şambara kendisini minyatür tanrı sayar. Pipru ile Varcin de İndra’dan önce gelir. İlkinin elli bin siyahi savaşçısı ikincisinin de yüz bin savaşçısı vardır. Aynı zamanda Asura ve Dāsa olmaları sebebiyle Aryanlar tarafından devrilen aborijin kabilelerin koruyucu tanrılarıydılar. İsimlerinin Sanskritçede “Direnişçi” ve “Parlayan” anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Dhuni ve Cumuri, Dāsalar İndra tarafından dindar Dabhīti’nin hatırına uyumaya gönderilmişlerdir. Kaleleri de Şambara, Pipru ve Varcin’in kalelerinin yanında yıkılmıştır. Dhuni, “Kükreyen’” anlamına gelir ancak görünen o ki Cumuri Aryan değildir. Muhtemelen Ilībişa, Sṛbinda ve hakkında pratik anlamda pek fazla şey bilmediğimiz diğerleri, Aryanlara düşman olan tanrıların ya da rakiplerin aborijin isimleri olabilir.

Daha şaşırtıcı bir figür ve sonraki dönem edebiyatında meşhur olan biri de Namuçi’dir. Hint etimolojisinde “Bırakmayan Kişi” olarak yorumlanır. Aynı zamanda Asura ve Dāsa’dır ve İndra onu mağlup ederken Namī Sāpya’nın yardımını almıştır. Ölümündeki tuhaflık, başının Vṛitra’nınki gibi delinmeyip suların köpükleriyle kıvrılıp bükülmesidir. Ayrıca Aşvinlerin yardımıyla Sarasvatī onu iyileştirdiğinde İndra’nın şarap içtiği söylenir.

Ölülerin kralı Yama’dır. İnsanları bir araya toplar ve ölülere cennetin en yüksek noktasında şarkılar ile flüt sesiyle dolu bir dinlenme yeri verir. Tıpkı Yima’nın Avesta’da anlatıldığı şekliyle ilk soma ezicisi Vīvanghvant’ın oğlu olduğu gibi, o da Vivasvant’ın oğludur. Kız kardeşi Yamī’dir. İlginç bir ilahi, erkek kardeşini kendisiyle evlenmesi ve çocuğunun babası olması için zorladığı bir diyalog içermektedir. Diğer yandan Yama kız kardeşinin davasına dinsel itirazlar ileri sürmektedir. Öykü daha sonra Pers kayıtları tarafından teyit edilen Yama ile Yima’nın aslında insanlığın ikiz ebeveynleri olduğu görüşünü öne sürer. Avesta bizlere hükmettiği dünyevi bir cennette yaşadığını anlatmaktadır. Her ne kadar bu özellik Ṛigveda’da muhafaza edilmese de bir destanda ima edilmektedir. Asıl önemi, ölen ilk insan olması ve diğerlerine ölüm yolunu göstermesidir. Ölüm olarak baykuş ya da güvercin onun elçisidir. Ancak dört gözlü, geniş burunlu biri benekli (şabala) diğeri kahverengi olmak üzere iki köpeği vardır. Köpekler elçileri gibi insanları izleyip etrafta gezinen Saramā’nın oğullarıdır. Ayrıca yola bekçilik ederler. Muhtemelen erdemlilerin sığınağını şeytani ruhların zapt etmesini engellemek üzere Cinvat Köprüsü’nde bekleyen Avesta’daki dört gözlü ve sarı kulaklı köpek gibi. Yine de Aufrecht (Not 13 tarafından öne sürüldüğü gibi, köpeklerin bekçilik etmelerinin amacı günahkâr insanları Yama’nın dünyasından uzak tutmaktır. Ölüler efsanedeki gibi geçecekleri Vaitaraṇī nehrine sahip değildir. Ancak X. kitap, XVII, 7 ve devamında Sarasvatī’nin bu nehirden başka bir şey olmadığı iddia edilmektedir.

9.Bkz. A. Hillebrandt, Vedische Mythologie, iii. s. 418-19.
10.Bkz. A. B. Keith, JRAS 1915, s. 127.
11.Bkz. L. von Schroeder, Mysterium und Mimus im Rigveda, s. 304-25.
12.Bkz. L. von Schroeder, a.g.e. s. 52, 63.
13.Indische Studien, iv. s. 341 (1858).

Бесплатный фрагмент закончился.

163,75 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
03 июля 2023
Объем:
22 стр. 37 иллюстраций
ISBN:
978-625-8068-02-3
Правообладатель:
Maya Kitap

С этой книгой читают