Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü», страница 10

Анонимный автор
Шрифт:

bosogo atta- (БОСОГО АТТА-) [eşik atlamak] 1. Birine gelin olmak, gelin gitmek: “Anan oşol ele künü cañı bosogo attap, kayın enesinin kolunan may oozangan.” -TŞ. (Sonra aynı gün gelin olup kaynanasının elinden ağızını tatlandırmıştı.) 2. Bir işe veya okula başlamak: “Asel algaçkı colu mektep bosogosun attadı.” (Asel ilk defa okula başladı.) 3. Kapıdan içeriye girmek: “Bosogo attap kirdi emi / Süyünör kezin bildi emi.” -CB2. ( Kapıdan içeri girdi artık / Sevineceğini bildi artık.)

bosogosun cırt- (БОСОГОСУН ЖЫРТ-) [eşiğini yırtmak] bk. eşigin cırt-.

boş kelbe- (БОШ КЕЛБE-) [boş gelmemek] Kolay kolay yenilmemek, direnmek: “A Şambet baykeñer da boş kelgeni cok.” -TS1. (Şambet ağabeyiniz de kolay kolay yenilmedi.)

boş ooz (БОШ ООЗ) [boş ağız(lı)] bk. açık ooz.

boşton ber- (БОШТОН БЕР-) [azat vermek] Azat etmek: “Ayıbınan kutkarıp / Başına boşton berdi emi.” -S-C. (Cezasından kurtarıp / Artık onu azat etti.)

boşton kal- (БОШТОН КАЛ-) [azat kalmak] Sahipsiz kalmak, koruyucusu, gözeteni bulunmamak: “Boşton kalgan maldardan / Duşmandın ketpeyt kolu -dep.” -SO. (Sahipsiz olan hayvanlara / Düşmanlar hep göz diker dedi.)

boto köz (БОТО КӨЗ) [deve yavrusu (potuk) göz(lü)] Ceylan gözlü: “Şıñga boyluu, kımça bel, boto köz, ayday suluu biykeç.” -ÇA1. (Servi boylu, ince belli, ceylan gözlü, ay gibi güzel kız.)

boto sal- (БОТО САЛ-) [(üzerine) potuk (deve yavrusu) artmak] bk. moynuna boto sal-.

botodoy bozdo- (БОТОДОЙ БОЗДО-) [potuk (deve yavrusu) gibi inlemek] Acı acı ağlamak, sızlamak: “Kay bir caşık adamdar, cön ele botodoy bozdop ciberişti.” -AU2. (Bazı duygusal insanlar adeta acı acı ağlamaya başladılar.)

botosu ölgön iñgendey (БОТОСУ ӨЛГӨН ИҢГЕНДЕЙ) [potuğu (deve yavrusu) ölmüş deve gibi] Yavrusu ölmüş deve gibi, çok acılı, çok üzüntülü: “Oşon uçun al botosu ölgön iñgendey bozdop, kabırgası sögulup, sızdap turdu.” -KTS. (Onun için o, yavrusu ölmüş deve gibi acı acı sızlanıp, kahrolup içi kan ağlıyordu.)

boy berbe- (БОЙ БЕРБE-) [boy vermemek] bk. baş berbe-.

boy casa- (БОЙ ЖАСА-) [boy yapmak] 1. Boy atmak, boyu uzamak, gelişmek. 2. O duruşuna çeki düzen vermek.

boy cet- (БОЙ ЖЕТ-) [boy yetmek] Büyümek, yetişmek: “Karındaştarı da boy cetip, biri cetini bütüp, biri altıga köçkön.” -KA2. (Küçük kız kardeşleri de büyüdüler, biri yedinci sınıf, öbürü de altıncı sınıf oldu.)

boy kötör- (БОЙ КӨТӨР-) [boy kaldırmak] Kibirlenmek, kendini büyük görmek: “Estüümün dep boy kötörgön cerim cok / Birok sensiñ akmaktardı sıylagan.” -OH. (Akıllıyım diye kendimi büyük görmüyorum / Fakat sensin ahmaklara saygı duyan.)

boy sal- (БОЙ САЛ-) [boy koymak] 1. Yakın görmek: “Oşentip aga boy salıp, aga katarı baaladı.” -KA (Böylece onu yakın görerek, ağabeyi gibi değer verdi.) 2. Kendini vermek, gönlünü vermek, tüm varlığıyla bağlanmak. 3. İlgi göstermek, meyletmek.

boy sergi- (БОЙ СЕРГИ-) [boy rahatlamak] Rahatlamak, sıkıntılı durumdan kurtulmak, rahata kavuşmak: “Bolgondo caykı saratan / Boy sergiyt toonu karasam.” -BS1. (Yaz ortası olunca / Dağlara bakınca rahatlarım.)

boy sun- (БОЙ СУН-) [boy sunmak] 1. Boyun eğmek, birinin hâkimiyeti altına girmek, egemenliğini kabul etmek : “Kün batış Kırgıziya Talas şaarına boy sunup, al Taşkentke karap kaldı.” -BS3. (Batı Kırgızistan, Talas şehrinin hakimiyeti altına girip, Taşkente bağlandı.) 2 .Uzanmak: “Kiyimçen divanında boy sunuptur.” -İG. (Giysisiyle divana uzanmış.)

boy tart- (БОЙ ТАРТ-) [boy çekmek] bk. boy cet-.

boy tireş- (БОЙ ТИРЕШ-) [boy çekişmek] 1. Rekabet etmek, yarışmak: “Seni menen boy tireşip, kabak bürköp cürgüm kelbeyt.” -TS1. (Seninle rekabet edip surat asarak gezmek istemem.) 2. Ayak diremek, direnmek: “Özüñ baş iygen adamga boy tireşip, akıykat izdegeniñ bolbogon kep körünöt.” -KA1. (Baş eğdiğin insana ayak direyerek adalet aramanın bir anlamı yok galiba.) 3. Çarpışmak, vuruşmak: “Eki döö kayra kayrılıp, boy tireşe kalıştı.” -TM1. (İki dev tekrar dönüp çarpışmaya başladı.) 4. Birbirini geçmeye çalışmak: “Boy tireşken ak terekter şuuduraşıp, calbıraktar sapırılıp tüşün turgan uçur eken.” -KK. (Birbirini geçmeye çalışan kavak ağaçlarının hışırdayarak, yapraklarının savurulup döküldüğü zamanmış.)

boy tüzö- (БОЙ ТҮЗӨ-) [boy düzeltmek] 1. İyileşmiş gibi görünmek, kendini toparlamak “Ölöör kişi boy tüzöyt.” -ML. (Ölecek kişi iyileşmiş gibi görünüyor.) 2. Kendini toparlamak: “Toktosun bir demge cürögün caylatıp, demin basıp, küçün cıynap, boy tüzödü.” -KA2. (Toktosun, bir müddet nefes alıp dinlendi ve yoğun bir çabayla kendini toparladı.)

boygo cet- (БОЙГО ЖЕТ-) [boya yetmek] bk. boy cet-.

boyu cibi- (БОЮ ЖИБИ-) [boyu (bedeni) çözülmek] Keyfi yerine gelmek, sevinmek: `Makul` degen sözdü ukkanda, Satardın boyu cibip ketti.” -O-A. (“Tamam.” dediğini duyunca Satar’ın keyfi yerine geldi.)

boyu dür dey tüş- (БОЮ ДҮР ДЕЙ ТҮШ-) [vücudu ürperivermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.

boyu suu- (БОЮ СУУ-) [boyu soğumak] Bir şeyden soğumak, bir şeyden tiksinmek: “Uşunçalık toñ mamileme boyuñ suugan cokpu, Kurmanbek?” -ŞB. (Böyle soğuk davranmamdan dolayı bana karşı soğumadın mı, Kurmanbek?)

boyun taşta- (БОЮН ТАШТА-) [boyunu bırakmak] 1. Kendini bırakmak, üstüne başına dikkat etmemek, perişan hâle gelmek. 2. Kendini bırakmak, dayanma gücünü kaybetmek: “Birok ooruga aldırıp boyun taştap koyuptur.” -KS2. (Fakat hastalığa yenik düşüp, kendini bırakmış.) 3. Kendini yüksekten atmak: “Süygönünün ölgönün ukkan Melibe biyik munaradan boyun taştayt.” -İE. (Sevdiğinin öldüğünü duyunca Melibe, yüksek minareden kendini atmış.) 4. Uzanmak: “Tulañga boyun taştap, uktap ketet.” -CK2. (Yumuşak otların üstüne uzanıp, uyuyakaldı.) 5. Düşmek: “Al boyun taştap cibere cazdap barıp oñoldu.” -KA2. (O, neredeyse düşecekken, tekrar doğruldu.) 6. Kendini birinin kucağına atmak: “Aliman meni kuçaktap boyun taştadı.” -ÇA1. (Aliman bana sarılıp, kendini kucağıma attı.)

boyuna büt- (БОЮНА БҮТ-) [boyuna bitmek (peydahlanmak)] Hamile kalmak: “Altınaydın boyuna bütüp, egiz erkek bala törödü.” -BF. (Altınay hamile kalıp, ikiz oğul doğurdu.)

boyuna cuuba- (БОЮНА ЖУУБA-) [boyuna yakın olmak] Uymamak, bol gelmek: “Oy, baykuş ooy, munu emne kılasıñ, dele boyuña cuubayt.” -ÇJ. (Oy zavallı oy, bunu ne yapacaksın, sana bol geldi.)

boyuna cuutpa- (БОЮНА ЖУУТПA-) [boyuna yaklaştırmamak] 1. Birinden veya bir şeyden uzak durmak: “Casalmaluuluktu boyuna cuutpayt.” -KA2. (Sahtekârlıktan uzak durur.) 2. Kendine yaklaştırmamak: “Taşçaynardı boyuna cuutpay, anın dalısına azuusun matıra katuu kaap aldı.” -ÇA .(Taşçaynar’ı kendine yaklaştırmayıp, onun kürek kemiğine azı dişini batırararak sertçe ısırdı.)

boyuna tart- (БОЮНА ТАРТ-) [boyuna çekmek] bk. boorun tart-.

boyunan boşon- (БОЮНАН БОШОН-) [boyundan boşalmak] Doğurmak, doğum yapmak: “Gülcandın boyunan boşonup alganına on kündöy ubakıt bolgon.” -ÇJ. (Gülcan doğum yapalı yaklaşık on gün olmuştu.)

boyunan kozgol- (БОЮНАН КОЗГОЛ-) [boyundan hareket etmek] Düşük riski yaşamak.

boyunan tüş- (БОЮНАН ТҮШ-) [boyundan düşmek] Düşmek, vakti gelmeden ölü doğmak: “Tamaranın balası boyunan tüşüp kaldı.” -IK. (Tamara çocuk düşürdü.)

boz ala bol- (БОЗ АЛА БОЛ-) [boz ala olmak] 1. Gücenmek, canı sıkılmak, içi bozulmak: “Men ıylaarımdı ce süyünöörümdü bilbey, boz ala bolup artınan eerçidim.” -BE. (Gülsem mi, ağlasam mı bilemeyerek, alınmış olarak ardından yürüdüm.) 2. Gözünü duman bürümek: “Kanım, kantkende munun suluu katının alam dep cürüp közüñüz boz ala bolup kalgan eken go?” -BF. (Hanım, onun güzel karısıyla nasıl evlenebilirim diye devamlı düşünmekten gözünüzü duman bürümüş.)

boz ala kıl- (БОЗ АЛА КЫЛ-) [boz ala yapmak] Mahcup etmek, utandırmak, kırmak: “Asankan dosun el aldında boz ala kılgısı kelbedi.” (Asankan, milletin önünde arkadaşını mahcup etmek istemedi.)

boz bala (БОЗ БАЛА) [boz çocuk] Genç, toy delikanlı: “Çogulgandar taray turgan bolgondo, on tört caşar boz bala enteñdep çurkap keldi.” -AU2. (Toplananlar dağılmak üzere iken on dört yaşında bir genç koşarak soluk soluğa geldi.)

boz baş (БОЗ БАШ) [boz baş] Genç, tecrübesiz: “Beşöö teñ boz baş bala eken.”– Sarinci Bököy. (Beşi de tecrübesiz gençlermiş.)

boz koydon momun (БОЗ КОЙДОН МОМУН) [boz koyundan sakin] bk. ak koydon añkoo, boz koydon momun.

boz torgoy koy üstündö cumurtkala- (БОЗ ТОРГОЙ КОЙ ҮСТҮНДӨ ЖУМУРТКАЛА-) [boz toygar koyun üzerinde yumurtalamak] bk. koy üstünö torgoy cumurtkala-.

boz tüş- (БОЗ ТҮШ-) [boz düşmek] 1. Duman kaplamak, sis çökmek: “Ayıldın üstünö boz tüşüp, tuman çulgap turuptur.” -Cİ. (Köyün üstüne pus çöküp duman kaplamış.) 2. Toz duman olmak: “Kün tutulup, boz tüşüp / Topurak uçup, kum uçup.” -CM. (Güneş tutulup, toz duman olup / Toprak uçup, kum uçup…)

boz ulan (БОЗ УЛАН) [boz oğlan] Henüz evlenmemiş genç delikanlı.

bödönödön kötön arttırgan (БӨДӨНӨДӨН КӨТӨН АРТТЫРГАН) [bıldırcından popo artıran] Cingöz, açıkgöz.

bödönödön kuyruk çıgar- (БӨДӨНӨДӨН КУЙРУК ЧЫГАР-) [bıldırcından kuyruk çıkarmak] Becerikli olmak, maharetli olmak: “Al oşondoy bödönödön kuyruk çıgarat.” -KTS. (O öyle, çok beceriklidir.)

bödönönün sütü (БӨДӨНӨНҮН СҮТҮ) [bıldırcın(ın) sütü] İçki, alkol, aslan sütü: “Süyüngönümdön oşo bödönönün sütünön kiçine kılt etip koygom” -MT1. (Sevincimden o içkiden bir iki sek atmıştım.)

bök tüş- (БӨК ТҮШ-) [bükülüp düşmek] 1. Ayaklarını, ellerini bükerek yüzüstü büzülmüş hâlde olmak, oturmak veya yatmak: “Aylam ketip, emi kıymılsız bök tüşüp catıp kaldım.” -KA1. (Çaresiz kalıp büzülerek sırtüstü yere serildim.) 2. Kahrolmak, içlenmek: “Men dele bayıman acırap kalganda, bök tüşüp ıylagam.” -MB. (Ben de beyimden ayrıldığımda kahrolup ağlamıştım.)

bökön celiş (БӨКӨН ЖЕЛИШ) [karaca koşu(su)] Hızlı yürüme, dört nala kalkma.

bökön cürüş (БӨКӨН ЖҮРҮШ) [karaca yürüyüş(ü)] bk. bökön celiş.

bölündü bol- (БӨЛҮНДҮ БOЛ-) [bölünmüş olmak] 1. Dağılmak, karışık hâle gelmek. 2. Dağılmak, birbirinden uzaklaşmak: “Oşentip Sagaalının üy-bülöösü bölündü bolup, ar kimisi turmuş-şartka baylanıştuu ookat casap, caşoo keçirip catışkan.” -BE. (Böylece Sagaalı’nın ailesi dağıldı, herkes kendi hayatıyla uğraşarak yaşıyordu.) 4. Paylaştırılmak, dağıtılmak, bölüştürülmek: “Mal da taloongo tüşüp bölündü boldu.” -KS2. (Mal talan edilip bölüştürüldü.)

böödö ölüm bol- (БӨӨДӨ ӨЛҮМ БОЛ-) [beyhude ölüm olmak] Görünmez kazadan vefat etmek: “Carandarıbızdan 200dön aşıgı böödö ölümgö duuşar boluştu.” -КТ. (Vatandaşlarımızdan iki yüzden fazlası görünmez kazaya uğradı.)

böödöy kuuru- (БӨӨДӨЙ КУУРУ-) [akrep gibi kavurmak] bk. böydöy kuuru-.

börk al dese, baş al- (БӨРК АЛ ДЕСЕ, БАШ АЛ-) [börk al dese, baş almak (börk, hayvan derisinden yapılan başlık)] Şapkasını çıkar deyince başını almak, vur deyince öldürmek: “Börk al dese baş kesken / Elinen çıkkan cindi eken.” -CM. (Vur deyince öldüren / Halktan çıkan deliymiş.)

börkü kazanbaktay (БӨРКҮ КАЗАНБАКТАЙ) [börkü kazanbak gibi (börk, hayvan derisinden yapılan başlık; kazanbak, göçerken kazanın kırılmaması için çubuktan örülen kılıf] Sevimsiz: “Caman körgöndün börkü kazanbaktay.” -KA2. (Beğenmediğiniz insan hep sevimsizdir.)

börküñdöy kör (БӨРКҮҢДӨЙ КӨР) [börkü gibi görmek (börk, hayvan derisinden yapılan başlık)] Oldu bil, oldu say: “Biz beyitten ele kaytabız, başka eçtemenin kızıgı cok, anı börküñdöy kör.” -ÇA1. (Biz mezarlıktan geri döneriz, başka hiçbir şey bizi ilgilendirmez, böyle bil.)

börü catış (БӨРҮ ЖАТЫШ) [kurt yatma(sı)] Deride kabarıkların oluşmasına sebep olan bir hastalık türü.

börü celiş (БӨРҮ ЖЕЛИШ) [kurt koşu(su)] Atların yavaş tempoda birlikte koşması.

börü celişke sal- (БӨРҮ ЖЕЛИШКЕ САЛ-) [kurt yelmesi yapmak] Atları yavaş tempoda birlikte koşturmak: “Börü celişke sala bastırıştı.” -AU2. (Atları yavaş tempoda birlikte koşturarak gidiyorlardı.)

börü colduu (БӨРҮ ЖОЛДУУ) [kurt yollu] Şanslı, talihli: “Böksönün uulu Böyön kan / Börü colduu bu bir can.” -SO. (Böksö oğlu Böyön han / Bu şanslı bir insan.)

börü etekten, coo cakadan alganda (БӨРҮ ЭТЕКТЕН, ЖОО ЖАКАДАН АЛГАНДА) [kurt alçak bölgeden, düşman kıyıdan aldığında] Sıkışınca, zor durumda kalınca: “Toltoy, Çınkocolor kamap kelgen kezde, coo cakadan, börü etekten alıp turgan mezgilde Surkoyonu cürböy kalat.” -TO. (Çınkocolor kuşatınca, zor durumda kalan Toltoy’un atı Surkoyon, yürüyemez olur.)

börü til (БӨРҮ ТИЛ) [kurt dil(i)] Ucu ince, dibi geniş ve çıkıntılı, sivri (mızrak veya başka silahlar için): “Uçu bolot börü til / Nayzanın cayın emi bil.” -ET1. (Ucu çelik sivri / Mızrağın yapısını şimdi bil.)

börü toyut bol- (БӨРҮ ТОЮТ БОЛ-) [kurt yem(i) olmak] Biraz doymak, fazla doymamak: “Kiçine börü toyut bolup kızıktarıbız taray tüşköndön kiyin baktı aralap ulam daamduuragın izdep kıdırıp cürdük.” -BE. (Biraz doyup açlığımızı bastırdıktan sonra bahçeyi dolaşıp durmadan daha lezzetlisini arıyorduk.)

börügö koy kaytart- (БӨРҮГӨ КОЙ КАЙТАРТ-) [kurda koyun güttürmek] bk. karışkırga koy kaytart-.

bötölködön başı çıkpa- (БӨТӨЛКӨДӨН БАШЫ ЧЫКПA-) [şişeden başı çıkmamak] Çok içki içmek: “Kiyinki kezderde bötölködön başı çıkpay kaldı.” -KTS. (Son zamanlarda çok içmeye başladı.)

böy tüşür- (БӨЙ ТҮШҮР-) [akrep düşürmek] bk. böydöy kuuru-.

böydöy kara (БӨЙДӨЙ КАРА) [akrep gibi kara] Simsiyah, kapkara: “Böydöy kara balbanı.” -KTS. (Kapkaradır pehlivanı.)

böydöy kuuru- (БӨЙДӨЙ КУУРУ) [akrep gibi kavurmak] Birini paylamak, azarlamak, birine baskı yapmak: “Kolunan kelgeni üybülösün böydöy kuurat.” -AU2. (Elinden gelen ailesini baskı yapmaktır.)

böydöy tiy- (БӨЙДӨЙ ТИЙ-) [akrep değmek (sokmak)] bk. böydöy kuuru-.

böyrögü çık- (БӨЙРӨГҮ ЧЫK-) [böbreği çıkmak] Karnı doymak.

böyrögümdü çabayın (БӨЙРӨГҮМДҮ ЧАБАЙЫН) [böbreğimi vurayım] Kurban olayım: `Böyrögümdü çabayın, turagoy,` -dep calbargan ene kızının mañdayında oturat.” -LC. (“Kurban olayım, haydi kalk!” diye yalvaran annesi kızının karşısında oturuyor.)

böyröktön şıyrak çıgar- (БӨЙРӨКТӨН ШЫЙРАК ЧЫГАР-) [böbrekten ayak çıkarmak (şıyrak, hayvan ayağı)] 1. Olmadık yere sorun yaratmak, abartmak: “Köp cinge tiybe! Böyröktön şıyrak çıgarganıñdı toktot!” -BR. (Sinirlendirme! Olmadık yere sorun çıkarmayı bırak!) 2. İnsan aklı almaz şeyleri yapabilmek, becerikli olmak: “Saga okşop böyröktön şıyrak çıgarıp, birdi ekige koşup, çañdap cürgön çunak cok bul cerde.” -SE. (Senin gibi insanın aklına gelmeyen işlerle uğraşıp, cambazlık yapıp ortalığı karıştıran biri yok burada.)

bu kulagınan kirip, tigi kulagınan çık- (БУ КУЛАГЫНАН КИРИП, ТИГИ КУЛАГЫНАН ЧЫК-) [bu kulağından girip öbür kulağından çıkmak] 1. Bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak, dikkatli dinlememek, önem vermemek: “Söz aytsan, bu kulagınan kirip, tigi kulagınan çıgat.” (Söylersen bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyor.) 2. Aklında hiçbir şey kalmamak, unutmak.

bubak bas- (БУБАК БАС-) [kırağı basmak] 1. Kırağı düşmek: “Erteñ menen bardık cerdi bubak basıp kalıptır.” (Sabah her yere kırağı düşmüş.2. Ağarmak: “Çaçın bubak baskan medayım.” -UC. (Saçları ağarmış hemşire.)

buçkagına teñ kelbe- (БУЧКАГЫНА ТЕҢ КЕЛБE-) [bacağına denk gelmemek] bk. bürçügüne teñ kelbe-.

buçkagına teñebe- (БУЧКАГЫНА ТЕҢЕБЕ-) [bacağına eşit saymamak] 1. Adam yerine koymamak. 2. Birinden korkmamak, bana mısın dememek: “Cer caynagan döölördü / Buçkagına teñebey.” -CB2. (Her yerde kaynaşan devleri / Bana mısın demeden…)

buduñ-çañ tüş- (БУДУҢ-ЧАҢ ТҮШ-) [toz duman düşmek] Telaşlı telaşlı koşturmak, birbirine girmek: “Barsam, reformalaybız dep buduñ çañ tüşüp atışıptır.” -KS1. (Gittiğimde reform yapacağız diye halk birbirine girmişti.)

bugu çık- (БУГУ ЧЫK-) [kaygısı çıkmak] Sıkıntılardan uzaklaşarak rahatlamak, içi rahat etmek: “Pavel Nikolaeviçtin bugu çıkkansıp, uykuga dayar boldu okşoyt.” -UC. (Pavel Nikolayeviç rahatlayıp uyumaya hazır olmuş gibi.)

bugu tara- (БУГУ ТАРA-) [kaygısı dağılmak] bk. bugu çık-.

bugun çıgar- (БУГУН ЧЫГАР-) [sıkıntısını çıkarmak] Derdini döküp rahatlamak: “Atake atına minip, aşuunu ördöp uzay bergende gana ozondop ıylap, içtegi bugun çıgarıp aldı.” -CA. (Atake atına binerek geçitten aşıp uzaklaşınca hüngür hüngür ağlayıp rahatladı.)

bugunun ooz çaykoosu (БУГУНУН ООЗ ЧАЙКООСУ) [geyiğin ağız çalkalaması] hlk. Geç güzde yağan ilk kar.

buk bol- (БУК БОЛ-) [kaygı(lı) olmak] 1. Hüzün duymak, sıkılmak: “Emnedendir buk bolom.” -KS1. (Nedense hüzünleniyorum.) 2. Sıkılmak, can sıkıntısı duymak: “Tışka çıkpay, buk bolup kettim.” (Dışarı çıkmadığımdan canım sıkıldı.)

buka siydik (БУКА СИЙДИК) [boğa sidik] Eğri büğrü: “Buka siydik colu köp tura.” -AT2. (Eğri büğrü yolları çokmuş.)

buka tartış (БУКА ТАРТЫШ) [boğa çekme] İp çekme oyunu.

buka tooruş (БУКА ТООРУШ) [boğa takılma(sı)] Ters ters bakma: “Özü da astırtadan buka tooruş menen karayt.” -KTS. (Kendisi de ters ters bakıyor.)

bukadan çık- (БУКАДАН ЧЫК) [boğadan çıkmak] Boğaya gelmek.

buksirge al- (БУКСИРГЕ АЛ-) [römörköre / taşıtı yedeğe almak] 1. Taşıtı yedeğe almak. 2. Birine yardım etmek, birini desteklemek.

bukta bakay (БУКТА БАКАЙ) [sağlam bakay] Endamlı, güzel (at): “Bukta bakay tor corgo.” -KTS. (Endamlı doru yorga.)

bul kulagınan kirip, tigil kulagınan çık- (БУЛ КУЛАГЫНАН КИРИП, ТИГИЛ КУЛАГЫНАН ЧЫК-) [bu kulağından girip öbür kulağından çıkmak] Bir kulağından girip diğer kulağından çıkmak, aklında hiçbir şey kalmamak: “Kança aytsañız da, menin bul kulagımdan kirip, tigil kulagımdan çıgıp ketip catpaybı.” -MT1. (Ne kadar söyleseniz de aklımda hiçbir şey kalmıyor ki.)

bulut kazı (БУЛУТ КАЗЫ) [bulut kazı (kazı, sucuk yapımında kullanılan atın karın yağı)] İnce karın yağı.

bura bastırba- (БУРА БАСТЫРБA-) [dönüp bastırmamak] 1. Birinin yürümesine, hareket etmesine izin vermemek: `Ata, kuttuktaybız, kuttuktaybız,` – deşip moynuna asılıp, bura bastırbadı.” -KA2. (“Baba, kutluyoruz, kutluyoruz.” diye omzuna sarılıp yürütmediler.) 2. Hemen, anında, çok kısa zaman içinde: “Berbey cürgön akıların bura bastırbay turup alıp beriptir.” -MU. (Vermediği maaşlarını hemen alıp vermiş.)

bura süylö- (БУРА СҮЙЛӨ-) [döndürüp konuşmak] Şakaya vurmak, şakaya çevirmek: “Külöör beken dep, bura süylögön boldum ele, külgön cok.” -AA2. (Gülecek mi acaba diye şakaya çevirmiş oldum, gülmedi.)

burañ bel (БУРАҢ БЕЛ) [ergen bel] İnce belli: “Ak köynök kiygen burañ bel.” -KPA1. ( Ak elbiseli, ince belli.)

burap koy- (БУРАП КОЙ-) [(vidasını) çevirmek] Kışkırtmak, tahrik etmek, doldurmak: “Seni biröö burap koyso kerek, toktoçu.” -AJ. (Seni biri doldurmuş galiba, dur hele.)

burçagına teñ kelbe- (БУРЧАГЫНА ТЕҢ КЕЛБЕ-) [burçağına denk gelmemek (burçak, kuzuları bağlamak için kullanılan ilmikli ip)] Tırnağı bile olmamak.

burkan-şarkan tüş- (БУРКАН-ШАРКАН ТҮШ-) [paldır küldür düşmek] 1. Gürlemek: “Burkan-şarkan tüşkön darıya.” (Gürleyen nehir.) 2. Öfkelenmek, hiddetlenmek: “Karıgan kişi ökürüp-bakırıp burkan-şarkan tüşkönü caraşıksız.” -ÇA1. (Yaşlı insana bağırıp çağırıp öfkelenmek yakışmaz.) 3. Telaşla bağırıp çağırmak, gürültü çıkarmak, yaygara koparmak: “Ayaldar ıylap, burkan-şarkan tüşüp cüröt.” -KA2. (Kadınlar ağlayıp yaygara koparıyorlardı.)

burup ayt- (БУРУП АЙТ-) [çevrip konuşmak] Yalan söylemek, gerçeği değiştirip anlatmak: “Burup aytsañ ölösüñ, Bul düynödön cönöysüñ.” -CM. (Yalan söylersen öleceksin / Bu dünyadan gideceksin.)

buruş kıl- (БУРУШ КЫЛ-) [burma yapmak] Atın kuyruğunu toplayıp bağlamak: “Kara argımak kuyrugun / Buruş kılgan Algazı.” -E-A. (Kara cins atın kuyruğunu / Toplayıp bağlamış Algazı.)

buşman ce- (БУШМАН ЖЕ-) [pişman yemek] Pişman olmak: “Kelgenine buşman cep / Mında kaydan keldim -dep.” -CM. (Geldiğine pişman olup / Buraya nereden geldim deyip…)

but serppe- (БУТ СЕРППЕ-) [ayak serpmemek] Hâlsiz düşmek, hareket edememek: `But serppey ölör beken,` -dep.” -CM. (Hâlsiz düşüp ölmesin diye.)

but tos- (БУТ ТОС-) [(ayağına) çelme atmak] Engel olmak, taş koymak: “Amerikanın negizgi özgöçölügü -eger öz kesibiñdin çeberi bolsoñ, eç kaçan but tosuşpayt.” -ŞJ. (Amerika’nın temel farkı, eğer kendi mesleğinin ehliysen hiçbir zaman engel olmamaları.)

buta atım (БУТА АТЫМ) [hedef vuruşu] Hedef mesafesi: “Buta atım cerdegi colborsko ok çıgaruu oyloruna da kelbedi.” -BM. (Hedef mesafesindeki kaplana ateş etmek akıllarına bile gelmedi.)

buta koy- (БУТА КОЙ-) [nişan koymak] Nişan almak, gezlemek: “Buta koyup çımındı / Atıp cürüp maşıkkan.” -CB2. (Nişan alıp sineğe / Atıcılığa alıştı.)

butaga al- (БУТАГА АЛ-) [hedef almak] 1. Hedef almak, nişan almak. 2. Hedef almak, bir kimseyi, bir yeri yıpratmak, eleştirmek amacıyla karşısına almak: “Baykooçular butaga alınıştı.” -KT. (Gözlemciler hedef alındılar.)

butaga tiygendey (БУТАГА ТИЙГЕНДЕЙ) [hedefe dokunmuş gibi] Net, açık, isabetli: “Al butaga tiygendey süylöyt.” -KTS. (O isabetli konuşur.)

butu cerge tiybe- (БУТУ ЖЕРГЕ ТИЙБЕ-) [ayağı yere değmemek] bk. butu-butuna tiybe-.

butu küygön tooktoy (БУТУ КҮЙГӨН ТООКТОЙ) [ayağı yanmış tavuk gibi] 1. Zar zor, güçlükle (yürümek). 2. “Panik içinde, telaşlı telaşlı” anlamında: “Reglament boyunça butu küygön tooktoy cügürüp cürdüm.” -BR (İş gereği telaşlı telaşlı koşturup duruyordum.)

butu menen basıp, murdu menen tıngandar (БУТУ МЕНЕН БАСЫП, МУРДУ МЕНЕН ТЫНГАНДАР) [ayağıyla basıp burnuyla nefes çekenler] Hepsi, herkes, insanların tümü: “Bul örööndögü Camgırçı uulunun butu menen basıp, murdu menen tıngandarı uşu cerde eken.” -AU2. (Bu vadideki Camgırçı oğullarının tümü buradaymış.)

butu üzülgönçö çurka- (БУТУ ҮЗҮЛГӨНЧӨ ЧУРКА-) [ayağı kopana kadar koşmak] Çok hızlı koşmak: “Avtobustan kalıp kalbayın dep, Adilet butu üzülgönçö çurkadı.” -O-A. (Otobüsü kaçırmayayım diye Adilet, çok hızlı koştu.)

butu-butuna tiybe- (БУТУ-БУТУНА ТИЙБE-) [ayağı ayağına değmemek] Koşturmak: “Keçee ele mırza cigit kelgende celdey sızıp, butu-butuna tiybey cürbödü bele?” -KU. (Daha dün beyefendi gelince yerinde duramayıp, koşturup durmuyor muydu?)

butu-kolu cerge tiybe- (БУТУ-КОЛУ ЖЕРГЕ ТИЙБЕ-) [ayağı kolu yere değmemek] bk. butu-butuna tiybe-.

butu-kolu uzar- (БУТУ-КОЛУ УЗАР-) [ayağı kolu uzamak] bk. kolu uzar-.

butun but, kolun kol kıl- (БУТУН БУТ, КОЛУН КОЛ КЫЛ-) [ayağını ayak, kolunu kol yapmak] 1. Parçalamak, parçalara ayırmak, bölüp parçalamak: “Camgır kozunun kolun kol, butun but, sanın san kılıp büttü.” -TK. (Camgır, kuzuyu parça parça böldü.) 2. Ağır cezalandırmak, gününü göstermek: “Butuñardı but, koluñardı kol kılamıñ!” -KTS. (Gününüzü gösteririm!)

butun cala- (БУТУН ЖАЛA-) [ayağını yalamak] Yalakalık etmek: “Menin atam okumuştuu, biröölördün butun calabayt.” -KTS. (Benim babam bilim adamı, birilerine yalakalık etmez.)

butun tarta alba- (БУТУН ТАРТА АЛБА-) [ayağını çekememek] Çok yorulmak, bitkin hâle gelmek, ayağını yerden kaldıramamak: “Tañdan keçke eldin badasın bagıp keçinde «üygö» butun tarta albay kelçü.” -Cİ. (Sabahtan akşama kadar milletin ineklerini güdüp, akşam eve çok yorgun gelirdi.); “Maymıl çarçap, butun tarta albay kaldı.” -KS2. (Maymun yorulup bitkin hâle geldi.)

butuna cem tüş- (БУТУНА ЖЕМ ТҮШ-) [ayağına yem düşmek] 1. Sakatlanıp topallamak (atlar için): “Oñ butum butuna cem tüşkön attın butunday dapdıraktaganın baykagan çıgarsıñ.” -KOS. (Sağ ayağımın sakatlanıp topallayan atın ayağı gibi sallandığını fark etmişsindir.) 2. Kaza geçirmek: “Cem tüşüp ketip butuma celbey da kaldım bir top cıl.” -BS1. (Kaza geçirip birkaç sene çalışamadım.)

butuna cıgıl- (БУТУНА ЖЫГЫЛ-) [ayağına kapanmak] 1. Ayağına kapanmak, çok yalvararak özür dilemek. 2. Ayağına gitmek: “Keçee ele mogoldordun butuna cıgılıp, biyligine baş iydik.” -Kİ. (Daha dün o Moğolların ayağına gidip, beyliğini kabul ettik.) 3. Diz çökmek: “Al ulam cakındagan sayın kişiler baştarın dagı tömön iyip, kay biröö bük tüşüp, butuna cıgılıp cattı.” -TK. (O yaklaştıkça insanlar başlarını daha beter eğip, bazıları bükülüp, diz çöküyorlardı.)

butuna tur- (БУТУНА ТУР-) [ayağına durmak] 1. Ayağa kalkmak: “Kapar alsız butuna turup közün açsa, karegine apasının eskiligi cetken kreslosu urundu.” -KS2. (Kapar, hâlsizce ayağa kalkıp gözlerini açınca annesinin eskimiş koltuğu gözlerine ilişti.) 2. Durumu düzelmek, maddi durumu iyileşmek: “Natıycada oşol 2005-cılı bir top kedeyleribiz butuna turup kalıştı.” -KT. (Sonuçta 2005 yılında birçok fakirimizin durumu düzeldi.) 3. Hastalıktan iyileşmek: “Oşondon köp ötpöy Humayun cakşı bolup butuna turup ketet, al emi Babur tetirisinçe oorup catıp kalat da, üç aydan soñ o düynögö sapar tartat.” -İE. (Fazla zaman geçmeden Humayun iyileşir, Babur ise aksine hastalanıp yatağa düşer ve üç ay sonra vefat eder.) 4. Gelişmek: “2003-2006-cıldar aralıgında Çegara kızmatı butuna turup, al turgay bir top iygilikterge cetişe algan.” -KT. (2003-2006 yılları arasında gümrük hizmetleri gelişip birçok başarıya ulaşmıştı.)

butuna tura alba- (БУТУНА ТУРА АЛБА-) [ayağına duramamak] 1. Ayakta duramamak, sallanmak: “Bir burçta gana eki aydooçu butuna tura albay ırgalıp, mas bolup oturat.” -ÇA1. (Sadece bir köşede iki şoför ayakta duramadan sallanıp, sarhoş sarhoş oturuyorlar.) 2. Hayatını düzeltememek: “Uulu türmödön çıkkandan kiyin oñoyluk menen butuna tura albayt.” -RG. (Oğlu hapishaneden tahliye olduktan sonra hayatını kolay kolay düzene sokamadı.)

butuna turguz- (БУТУНА ТУРГУЗ-) [ayağına kalktırmak] 1. Büyütmek, yetiştirmek: “Sabira anı bapestep baktı, butuna turguzdu.” -KB. (Sabira ona gözü gibi baktı, büyüttü.); “Özünün ele emes tuugandarının da baldarın butuna turguzdu.” -KB. (Sadece kendi çocuklarını değil, akrabalarının çocuklarını da yetiştirdi.) 2. Birinin hayatını düzeltmek, durumunu düzeltmek. 3. Geliştirmek, gelişmesini sağlamak: “Aldıbızga tak maksat koyup caşasak, ölköbüzdü butuna turguza alabız.” -ŞJ. (Önümüze net bir amaç koyup yaşarsak ülkemizin gelişmesini sağlayabiliriz.) 4. Ayağa kaldırmak, telaş ve heyecana düşürmek: “Al künkü trevogadan büt garnizon butuna turguzulganı bilinip turdu.” -BE. (O günkü alarmdan tüm garnizonun ayağa kaldırıldığı belliydi.)

buudandın tezegin kurgatpa- (БУУДАНДЫН ТЕЗЕГИН КУРГАТПА-) [cins atın tezeğini kurutmamak] bk. at tezegin kurgatpa-.

buuday cüzdüü (БУУДАЙ ЖҮЗДҮҮ) [buğday yüzlü] Buğday tenli: “Buuday cüzdüü kız eken.” (Buğday tenli kızmış.)

buuday öñdüü (БУУДАЙ ӨҢДҮҮ) [buğday tenli] bk. buuday cüzdüü.

buura san (БУУРА САН) [buğra but(lu)] Uyluk kasları büyük, kalın bacaklı: “Buka moyun, buura san.” -TS. (Boynu boğa boynu gibi, kalın bacaklı.)

buurukması karma- (БУУРУКМАСЫ КАРМА-) [siniri tutmak] Siniri tutmak: “Buurukması karmasa / Bukardın elin cebesin.” -SK2. (Siniri tutarsa / Buhara halkını yok etmesin.)

buurul çal- (БУУРУЛ ЧАЛ-) [kır çalmak] Ağarmak, beyazlaşmak: “Karılıktın belgisi / Sakalın buurul çalıptır.” -CB2. (Yaşlılığın belirtisi / Sakalı ağarmış.)

buy kıl- (БУЙ КЫЛ-) [tedirgin etmek] Rahatsız etmek, huzurunu kaçırmak: “Aalamdı buy kılgan / Ayabagan şer bolot.” -C-Ö. (Cihanın huzurunu kaçıran / Büyük bir kahraman olacak.)

buyama ber- (БУЯМА БЕР-) [fırsat vermek] Fırsat vermek: “Keçüü taap keçüügö art caktan şıkap kelatkandar buyama berbedi.” -AU2. (Geçit bulup geçmek için arkasından gelenler fırsat vermedi.)

buyaması kelbe- (БУЯМАСЫ КЕЛБE-) [fırsatı gelmemek] Fırsat bulamamak, fırsatı olmamak: “Anday şartta birdemeni daroo tüşünö koyuuga eç kimdin buyaması kelbey kalat emespi.” -AU2. (Bu şartlarda kimsenin bir şeyi hemen anlamaya fırsatı olmuyor ya.)

buydamga kelbe- (БУЙДАМГА КЕЛБE-) [buydama gelmemek] Fiillerle “hemen, göz açıp kapayana kadar” anlamlarında kullanılır: “Buydamga kelbey cantaslim bolot.” -IK. (Göz açıp kapayana kadar canını teslim eder.)

buydoo kıl- (БУЙДОО КЫЛ-) [mani etmek] Engel olmak, mani olmak: “Bakıtbek kürüçtü çoñ sugunup algan ele, oşonduktan al süylöögö buydoo kıldı.” -CT. (Baktıbek, pirinci ağzına çok koydu, o yüzden konuşmasına engel oldu.)

buyruk ber- (БУЙРУК БЕР-) [emir vermek] Buyurmak, emretmek: “Buyruk berdi kızdarga.” -G-K. (Kızlara emretti.)

buyt ber- (БУЙТ БЕР-) [buyt vermek (buyt, yürürken bir tehlikeyi görünce hızlıca ondan kaçmayı yansıtan bir sözcük)] 1. Hızlıca kaçmak: “Buyt bererde kaçırbay / Buttarınan karmadı.” -AA1. (Hızlıca kaçmak isterken kaçırmadan / Bacaklarından yakaladı.) 2. Savuşmak, gitmek.

buyum emes (БУЮМ ЭМЕС) [eşya olmayan] 1. Kıymetsiz, değersiz: “Bul saat kımbat boldo da men üçün buyum emes.” (Bu saat pahalı olsa da benim için değersiz.) 2. Çok kolay: “Bul iş benim için buyum emes.” (Bu iş benim için çok kolay.) 3. Anlamsız, hiç anlamı yok: “Biröö emes, miñi aytsa da, al üçün buyum emestey.” -NB. (Biri değil, bini söylese bile, onun için hiç anlamı yok.)

buyurtma ber- (БУЮРТМА БЕР-) [sipariş vermek] 1. Emir vermek: “Anday buyurtma bere albaybız dagı.” -ŞJ. (Öyle emir veremeyiz de.) 2. Sipariş vermek: “Tilek cakın kelgen teylööçügö buyurtma bergisi kelip, Nazimaga kayrıldı.” -TM2. (Tilek yaklaşan garsona sipariş vermek isteyip Nazima’ya döndü.)

buyurtma öltürüü (БУЮРТМА ӨЛТҮРҮҮ) [sipariş öldürme] Suikast: “Bir çeti el süygön cetekçini buyurtma öltürüü el-curttu dürbölöñgö salbay koygon cok.” -ZP. (Bir taraftan halkın sevdiği yöneticiye suikast, halkı endişelendirmedi değil.)

buzuk sal- (БУЗУК САЛ-) [bozuk(luk) yapmak] 1. Arayı bozmak, arabozuculuk yapmak: “Ortodo biröö buzuk salıp, eköö süylöşpöy kalıştı.” (Aralarında birisi arabozuculuk yaptığı için ikisi konuşmaz oldu.) 2. Tahrip etmek: “Uşunça curtka bir kalmak / Uruşup buzuk salabı?” -ET1. (Bunca yurdu bir Kalmuk / Savaşıp, tahrip mi edecek?)

büçü boo (БҮЧҮ БОО) [ilik bağ(ı)] Kırgızlarda misafire hediye edilen giysi karşılığında hediye eden kişiye verilen bahşiş.

büçür bayla(БҮЧҮР БАЙЛA-) [tomurcuk bağlamak] Tomurcuklanmak, tomurcuk bağlamak: “Bak-daraktar büçür baylay baştaşat.” -ŞJ. (Ağaçlar tomurcuklanmaya başlar.)

büdömük kaltır- (БҮДӨМҮК КАЛТЫР-) [belirsiz bırakmak] Belirsiz, müphem bırakmak: `Kuralı menen kamdap tur,` -dedi Boronbay, kuralduu er bülölördün kaysı künü, kaysı cerge çogulaarın büdömüktö kaltırıp.” -CT. (“Silahlarıyla hazırla!” dedi Boronbay, silahlı askerlerin hangi gün ve nerede toplanacağını belirsiz bırakarak.)

bük tüş- (БҮК ТҮШ-) [büzülüp düşmek] 1. Çok üzülmek, çaresiz kalmak. 2. Diz çökmek, eğilmek: “Şerali bük tüşkön kişilerdin başınan akırın attap ötüp kele berdi.” -TK. (Şerali, diz çöken insanların başlarından yavaşça atlayarak geliyordu.)

bükömbara bol- (БҮКӨМБАРА БОЛ-) [paramparça olmak] 1. Paramparça olmak. 2. Ziyan olmak: “Oşonduktan satılbay kalganının baarı böödö bükömbara bolot.” -KK. (O yüzden satılmayanların hepsi israf oldu.)

bükömbarası çık- (БҮКӨМБАРАСЫ ЧЫК-) [paramparçası çıkmak] Toz dumana karışmak, parça parça olarak israf olmak.

bükülü söz (БҮКҮЛҮ СӨЗ) [bütün söz] Üstü örtülü söz, imalı söz.

bülgün sal- (БҮЛГҮН САЛ-) [yağma yapmak] 1. Harap etmek, yakıp bozmak. 2. Kargaşa çıkarmak, kargaşaya sokmak: “Ekinçi revolyutsiya elge bülgün salat.” -KT. (İkinci devrim halkı kargaşaya sokar.) 2. Endişe, kuşku yaratmak: “Añ-sezimge bülgün saluu cana korkunuçtu küçötüü -alardın negizgi maksatı.” -ÇA1. (Zihinlerde kuşku yaratmak ve korkuyu çoğaltmak, onların temel amacıdır.)

176,20 ₽
Жанры и теги
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
01 августа 2023
ISBN:
978-625-6981-35-5
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают

Новинка
Черновик
4,9
177