Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Paris’te Bir Türk», страница 4

Шрифт:

Sekizinci Bölüm

Cartrisse’in vedası üzerine Nasuh, kadının kendi kabinesine inip yatağına gireceğini zannetmiş idiyse de Cartrisse aşağıya inmeyip bilakis birinci kamaraya doğru ilerledi. Bugün nazarıdikkatimizi Cartrisse ile beraber birinci kamaraya sevk edecek isek de ondan evvel şunu haber verelim ki öte tarafta mahut Madame de Trouville ve yine mahut tabirine layık göreceğiniz Zekâ Bey ile serbest serbest aşüftelik etmek için yalnız Nasuh’u mâni görmekte bulunduğunu Nasuh anlamış olduğundan bunları da biraz rahat bırakmak üzere bile bile aşağıya inmiştir.

Ama şimdi siz sual edersiniz ki Madame de Trouville’in Nasuh’tan çekinmesi ne idi?..

Biz bu sualinize şimdilik hiçbir ikna edici cevap veremeyiz. Nasuh’un De Trouville’e yalnız, “Bu hâller, bir marquise valideye bile yakışmaz. Nerede kaldı ki bir Madame de Trouville’e! Hatta bizim marquise valide asla böyle şeyler yapmazdı. Artık Madame de Trouville’e caiz midir ki!..” demiş olduğunu siz de işittiniz, biz de. Demek oluyor ki De Trouville’in yalnız bu efsunun kuvvetinden çekincesi vardı.

Nasuh salona indiğinde Monsieur Gardiyanski’yi görüp selamlaştı. Yukarıda Cartrisse ile olan konuşmalarının özetini arz etti. Gardiyanski Cartrisse’in kendi hakkında Nasuh’tan fikir sormasına pek memnun oldu. Zira bugün böyle bir mevkide şu hâl, Cartrisse’in, Monsieur Gardiyanski’yi mülahazaya ve tetkike değer bir adam olarak telakki etmiş bulunmasına delalet ederdi.

Sonra bu iki yol arkadaşı oturup konuşmaya başladılar. Sözü en evvel Cartrisse’in övgülerinden açıp sonra Fransız ahlak, davranış ve âdetlerine intikal ettirerek nihayet Fransızlar içinde Cartrisse hâl ve tavrında kadınlar pek nadir olacağına kadar varıp orada karar kıldılar. Biz şimdi nazarlarımızı birinci kamaraya çevirelim:

Henüz vakit sabah olup vakıa Catherine yatağından çıkmış idiyse de daha tuvaletini yapmayıp ve elbisesini giymeyip sütlü kahvesini kabinesine istemekle, orada yemeğini yemekte bulunmuştu. Cartrisse’i görünce tavrında o kadar büyük bir memnuniyet alameti ile karşıladı ki görseniz Cartrisse’in davası üzerine, Catherine kendisinin kızı idi zannederek kız kardeşi olmak hususunda Gardiyanski ile Nasuh’un inatlarının yersiz olduğuna hükmederdiniz.

Bunlar birbiriyle öpüşerek:

Cartrisse: “Bonjur benim mini mini afetim.”

Catherine: “Bonjur azizim Cartrisse! Vallahi geldiğine pek isabet ettin. Senin huzurunla içtiğim kahvede başka lezzetler bulacağıma sen de eminsin zannederim. Sana da bir kahve ısmarlayım mı?”

Cartrisse: “Teşekkür ederim. Ben kahvemi içtim. Yalnız seni sıhhatte, şevkte, şetarette görmek lezzeti bana kâfidir.”

Catherine: “Nasıl? Havamız pek fena değildir ya? Gemi o kadar sallanmıyor.”

Cartrisse: “Rüzgâr pupadandır. Gemiciler böyle havadan korkmazlar. Yelkenler fora! Yukarıya çıksan pek hoşlanırsın. Gemi donanmış bir gelin gibi. Hem de gerçekten bir gelin. Kar gibi beyaz elbisesinin eteklerini güzel ellerinin incecik parmaklarıyla çimdikleyerek nazla, istiğna ile raks eden gelin gibi.”

Catherine: “Şairsin be Cartrisse’ciğim. Şairliği hiç elden bırakmazsın.”

Cartrisse: “Bunda şairlik yok! Hakikat bundan ibarettir. Hem öyle bir tesadüf içinde seyahat ediyoruz ki insan hiç şair olmasa Victor Hugo kesilecek!”

Catherine: “Neden?”

Cartrisse: “Neden olacak? İkinci mevkide birkaç arkadaşım vardır ki Şark ve Garp’ın edebî eserlerini hafıza kütüphanelerine doldurmuşlar, hepsini toplamışlar.”

Catherine: “Sen tevekkeli vapurlarda, trenlerde hep ikinci mevkileri tercih etmezsin.”

Cartrisse: “Ben işimi bilirim kuzum. Birinci mevkiye gireyim de dünyasına geldiği için pişman olan İngiliz lordlarının mermer gibi suratlarına mı bakıp kalayım? Mermerden masnu13 statülerde, mütebessim çehreler görülür, İngilizlerde görülmez. Bir sen varsın değil mi? Seni de gelip görebilmek elimdedir.”

Ama ikinci mevkiler, hiçbir vakitte kafa dengi adamlardan hali değildir. Orada ne servetine mağrur kibirliler bulunur ne de en sefil insanlar ki nazarımda adi hayvanlar takımındandırlar. Orada bazen orta hâlli ve fazilet cihetiyle birinci mertebede bulunanlar vardır. Zira defalarca tecrübe ettim ki fazilet cihetiyle birinciliği haiz olanlar ekseriya servet cihetiyle ikincilikte bile bulunamazlar.”

Catherine: “Zannederim ki beraber bulunduğun arkadaşlar yalnız şair değildirler. Hem şair hem de filozofturlar. Şairane fikirlerinle beraber, felsefi düşüncene dahi genişlik vermişler ki şairlikle filozofluğu meze ederek bahsediyorsun.”

Cartrisse: “Vakıa hata ediyorum. Dünyada seni şiir ve felsefe dahi eğlendiremez.”

Catherine: “Öyle evham ve zanlardan ne lezzet alabilirim?”

Cartrisse: “Hele fizikten bütün bütün sıkılırsın. Öyle değil mi?”

Catherine: “Tabiiyyat ve maddiyattan sıkılmayacağım gelir ama onlar dahi birer kuvvetli esas ve belli bir şey üzerine kurulu değildirler. Hayattan bahsederler, hayatın ne olduğunu bilmezler. Varlıkları tahsil ederler. Tahsil ettikleri unsurların ne olduğunu bilmezler. Boş şeyler efendim boş şeyler… Hepsine göz gezdirdik. Hiçbirisinde eğlenecek bir şey bulamadık.”

Cartrisse: “Ya müzik?”

Catherine: “Bak ona diyeceğim yoktur. Lakin onu da asli hüviyetinde bırakmamışlar ki! Müzik kendi manasını, hâl ehli olanlara anlatamayacakmış gibi tutmuşlar, içine bir de şiir ve edeb katmışlar. Müziği şairiyet seslerinin nağmeleri hâline getirmişler, bırakmışlar. Müzikte bir güzel parça icra olunuyor mu? Hemen hatıra o parça ile beraber okunacak şiirler geliyor. Geliyor da müziğin o semavi ve büyük manaları kaybolup insanın kulağına bir şehvetperest âşıkın bir nazlı aşüfteye söylediği mecnunane sözler vasıl oluyor.”

Cartrisse: “Ne anlaşılmaz bir fikrin vardır Catherine!”

Catherine: “Canım niçin anlaşılmaz olsun? Ben esassız şeylere itibar etmemek istiyorum vesselam. Felsefe mi? Esassız. Zira her mecnunun aklına gelen hülyalara vücut verilmekten ibaret bir şey. Tabiiyyat mı? Her…”

Cartrisse: “Yok a canım! Bunları anladık ya! Hakkın var. Müzik için söylüyorum. Müzik şiir ile ittifak etmez ise müzik olabilir mi ki sen…”

Catherine: “Demek oluyor ki benim fikrim anlaşılmaz bir fikir değildir. Belki sen anlayamamışsındır. Bakılsa anlamalıydın. Seneler geçti ki beraberiz. Ben diyorum ki müzik bir sadadır. Ama insan sadası değil! İnsanlığın üst tarafında vaki bir âlemin sadası. Şimdi bu sadayı insan sadası etmek mahiyetini bozmak demektir. Sadaya beşer lafızlarını katmamalı. Öz hâlinde bırakmalı. Mesela bir güzel opera ki her nağmesi iliklerime, kemiklerime kadar tesir ediyor. Ben bunu dinler iken hayal ediyorum ki içimden kabarıp gelen hislerin gereklerini naralar ile ifşa ve ilan etmek ister isem şu usuldeki naralarla kendimden geçeyim. Veyahut hayal ediyorum ki benim uzuvlarımı ve damarlarımı doldurmuş olan manevi hissin, kâinatı dahi doldurmuş olan azamın geriye kalan kısmı coşup taşmış da feryadını bana o şekilde işittiriyor.”

Cartrisse: “Aman Catherine! Bu laflar senin ağzından mı çıkıyor yoksa uluhiyetin manevi ağzından mı dökülüyor?”

Catherine: “Gördün mü bir kere! Şimdi tavsif ve tarifi sana bu sözü söyletmiş olan müzik, öyle ulu ve semavi bütün tesirleriyle beraber beni kendinden geçirecek derecelerine getirdiği esnada bir de şehvete tapan bir rezilin ‘Senin gonce-i lebin meşamm-ı iştiyâkımı müstefit edeceği hülyasıdır ki beni müteselli ediyor. Yoksa..’ diye maşuku tarafına attığı avaze-i rezalet kulağıma gelir ise müziğin se-maviliğine karşı büyük bir küfür edilmiş olmaz mı? Ama hakkım var ise teslim et. Yoksa beni ikna edecek gibi söz söyle.”

Cartrisse: “Hakkını teslim ederim. Fakat hâl bu merkezde olduğu için müziğe dahi düşmanlık etmek reva mıdır?”

Catherine: “Benim müziğe düşmanlık ettiğim yoktur. Hatta gönlümün hoşlanmadığı rezilliklere dahi katlanarak güzelce operaları dinlemeye devamdan dahi geri kalmadığımı bilirsin.”

Cartrisse: “Pekâlâ! Edebiyat ve felsefeye nefretin, fikrine uygun olacak surette bulunmadıkları için olduğuna göre, şayet fikrine muvafık olacak bir şey görsen dahi nefrette devam edecek misin?”

Catherine: “Benim fikrime muvafık olan şey yine benim fikrimdir Cartrisse! Ama sen bunu kibirliliğime hamledecekmişsin. Var hamlet. Herkesin bin türlü ayıbı olur. Benim ayıbım da kibirliliğim oluversin. Eğer ben kendi kalbî hislerimi kendim tasvir ederek şiir söyler isem onu beğenebilirim. Zira o zaman, müziği dahi kendi hissiyatımdan ibaret olan şiirleri feryat ediyor diye hülya ederim.”

Cartrisse: “İşte iyi ya? Niçin bu yola dökülmezsin?”

Catherine: “Ne? Şair mi olayım diyorsun?”

Cartrisse: “Niçin olmayasın? Kudretin mi yok? Lisanına kemaliyle maliksin. İçinde hiçbir fikir ve hikmet olmadığı hâlde sadece söylediğin sözlerin zati letafeti bile insanı hayran eder. Bir de buna saf fikirlerini ilave eder isen o hâlde…”

Catherine: “O hâlde kadın çıldırmış derler. Hem neme lazım a efendim! Ben kendi telezzüzüme14 hizmet edeceğim. Zira kibirli olan biraz da hodendiş15 olur. Âlem benim neme lazım? Kendi zevkimi arayacak olduktan sonra hülyalarım dahi kifayet ediyor. Söyleyeceğim şiirleri hülya ederim, zevkini de çıkartırım iş biter, gider.”

Konuşma bu neticeye vardıktan sonra Catherine artık kahvesini bitirmiş olduğu cihetle Cartrisse’in yukarıya çıkar ise pek memnun olacağına dair ettiği ısrar üzerine Catherine giyinmeye başladı. Bir yandan giyinir ve bir yandan da Cartrisse ile şu vadide bir söz söylerdi:

Catherine: “Ey, nasıl? İkinci mevkide bulduğun dostlar ile bu tarz konuşmalarda bulunabilir misin?”

Cartrisse: “Henüz bu tarz konuşmalarda bulunduğum yoktur. Biz en çok vaktimizi edebiyatla geçirdik. Bazı zarifane sözler ve muameleler dahi doğrusu beni pek güzel eğlendirmektedir. Ancak görüştüğüm adamlar içinde seninle bu yolda söz söyleyebilecek adam yoktur diyemem.”

Catherine: “Vardır mı demek isteyeceksin?”

Cartrisse: “Evet!”

Catherine: “Hangisi? Hani ya şu gemilerin pruvalarına koydukları aslan resimleri kadar mağrur duran Moskof mu?”

Cartrisse: “O Moskof değil Lehlidir. O da pek iyi bir adamdır. Ama bu yolda tavsiye ettiğim o değil.”

Catherine: “Ya şu altmış yaşındaki telli bebekle rezaleti ayyuka çıkaran süsüne mağrur, güzelliğine kendisi hayran olan şık mı?”

Cartrisse: “Zekâ Bey dedikleri adam ha? Allah etmesin! Tavsiye etmek…”

Catherine: “Tavsiye etmek istediğiniz adam öyle ise hâl-ü şanına nazaran kendisini Jean Jacques Rousseau kadar büyük görüp tıpkı yine onun gibi dünyanın bütün elem ve kederleri kendi üzerine hücum etmiş zanneden ve bunun için gülmekte dahi bir sefalet olmasın diye dudaklarını ısırıp sahte tavırlarla dikkat nazarlarını celbetmeye çalışan fesli efendi mi?”

Cartrisse: “Amma vasıflar ha! Bir kere senin gibi akıl ve ileri görüşlülükle vasıflananlar bir adamın hakiki hâllerine tamamıyla vâkıf olmaksızın, dışarıdan aldıkları emareleri bu kadar uzatıp götürmezler.”

Catherine: “Yanlış mı hükmetmişim?”

Cartrisse: “Keyfî verilen hükümlerin hangisi doğru olabilir ki?”

Catherine: “Demek oluyor ki tavsiye edeceğin zat o dediğim adamdır.”

Cartrisse: “Evet ismi de Nasuh’tur.”

Catherine: “Bu nasıl isim?”

Cartrisse: “Türk ismi.”

Catherine: “Vay bu adam Türk ha?!”

Cartrisse: “Hem de hani ya şu gerçekten Türk olanlar yok mu? İşte onlardan. Öyle…”

Catherine: “Hani ya şu dört kadın, on sekiz cariyenin şehvetli ellerinde ve top gibi atılıp dolaşan Türklerden.”

Cartrisse: “Kaç karısı ve kaç cariyesi olduğunu bilemem.”

Catherine: “Hani ya şu bir kadından hevesi geçer geçmez onu gönül sahifesinden silip çıkarmak için yalnız bir kelimeyi telaffuzdan başka hiçbir şeye muhtaç olmayan Türklerden.”

Cartrisse: “Onu da bilemem.”

Catherine: “Etme Allah’ı seversen Cartrisse! Böyle boş yere ayak atma.”

Cartrisse: “Ben bir ayaktır attım. Attığım ayak boşa gitmedi. Kuvvetli bir esas üzerine bastı. Ama ayağımı geriye çekmek yine benim elimdedir. Üstelik ben Nasuh ile evlenmedim, evlenmeyeceğim ve evlenemem ki benim ile beraber daha kaç karı alacağını veyahut benden ne zaman usanıp ve beni hangi kelime ile gönül sayfasından sileceğini hesap edeyim. Yoldayız. Gemideyiz. Senin gibi öyle kabinemde kapanarak hülyalarım içinde boğulamam. Konuşacak, görüşecek adam isterim. Bu çocuğu yalnız gemide olanlardan değil hatta ömrüm boyunca gördüğüm adamlardan daha terbiyeli, daha nazik, daha akıllı, daha anlayışlı gördüm.”

Catherine: “Eğer hususi hâllerini bilmemiş olsaydım, şu barbar Türk’e âdeta alaka etmişsin derdim.”

Cartrisse: “Pek de istersen, hususi hâllerimi bildiğin hâlde dahi bu hükmü et. Lakin garip değil midir ki ben o barbar Türk ile sana dair birkaç söz söyledim. O hiç senin gibi kötü bir şey söylemedi.

Catherine: “Beni ona ne diye tavsiye ettin?”

Cartrisse: “Sen ne isen öyle tasvir ettim. Zekidir, anlayışlıdır fakat âlemde hiçbir kimseyi, hiçbir şeyi sevmez dedim. ‘İnsan değil mi? Serbesttir! İstediğini sever, istemediğini sevmez.’ dedi. Bir barbarın verdiği şu cevapla bir de kendi fikrini mukayese et.”

Catherine: “Öyle ise hem barbar hem ikiyüzlü ve hem de dalkavuk imiş!”

Cartrisse: “Ben de senin hususi hâlini bilmemiş olsaydım pek kibirli imişsin derdim. Ne ise artık bu kadar süs elverir. Yukarıda kendini beğendirecek bir adam yok ya? Biraz da derbeder çıkıver. Hoş ne kadar derbeder çıksan o kadar ziyade güzel görünürsün hırçın! Sen süsünle iftihar etmezsin, süs seninle iftihar eder.”

Catherine: “Bu koltuklamaları da o Türk’ten mi öğrendin?”

Cartrisse: “Evet ondan öğrendim! Senin de canın ister ise Türk’le biraz konuş da fikirlerine edilecek itirazları gör!”

Catherine: (merak gösterir bir tavırla) “İtiraz mı?”

Cartrisse: “Ne zannettin ya? Sen herkesi ‘Aman senin için kurban olayım!’ diye ayaklarına kapanır, gözyaşları döker ikiyüzlülerden zanneder isen çok hatalara düçar olursun.”

Catherine: “Sen bu sözleri söylüyorsun ki Türk ile görüşmeyi merak edeyim diye.”

Cartrisse: “Benim neme lazım? İster görüş ister görüşme. Zannedersem Türk dahi seninle görüşmeye o kadar can atmaz. Çünkü güzellere o kadar müştak olsaydı hazır İstanbul’dan tanıdığı Gabrielle isminde bir genç, güzel aktris var iken benim gibi bir kart karı ile ülfetten hoşlanmayarak onunla meşgul olurdu.”

Catherine: “İşte giyindik. Haydi bakalım şu senin Türk efendiyi de görelim.”

Dokuzuncu Bölüm

Bu hikâyemizde ashab-ı vakayiin hal-ü şanlarını yazarlık sıfatıyla kendi tarafımızdan vasfetmeyip ne hal-ü şanda bulunduklarını orada bulunan kimselerin kendileri tarafından fikirler ve fiiller ile göstermeleri suretini tercih etmiş olduğumuzdan Catherine’in fikir ve mütalaasından anlaşılacak ahvaline muhterem okuyucuların ne nazarla bakacaklarını bilemeyiz. Şu kadar var ki Cartrisse’e itiraz mahiyetinde söylemiş olduğu sözlerin cümlesi sırf ciddi olmayıp biraz da şakavari olacağı ihtimalden uzak olamaz. Zira bu kadar muhakemeye iktidar davasında bulunan bir kadının, öyle hiç tecrübe etmediği hususlar üzerine fikrini açıklayıp belli bir hüküm dahi vermesi akıl ve hikmetle tatbik kabul etmez bir durumdur.

Bunlar güverteye çıktıkları zaman ne Nasuh’u ve ne Gardiyanski’yi bulamayıp yalnız Sena ile Gabrielle’i bir tarafta oturmuş ve Zekâ Bey ile Madame de Trouville’i dahi kol kola ve farklı aşüftece hareketler ile gezinir ve oynaşır bulmuşlardı. Şimdi Catherine’in, “Hani ya senin akıllı Türk burada yoktur!” demesi üzerine Cartrisse “Mademki benim akıllı Türk’ü görmek istiyorsun haber göndereyim de gelsin.” dedi ve her ne kadar Catherine bu davete lüzum göstermemek istedi ise de Cartrisse ona bakmayıp kamarotu çağırarak özel bir emir ile ikinci mevkiye gönderdi.

Nasuh gezinti mahalline geldiği zaman Catherine’i kıç üzerinde bulunan dümen dolabının gayet süslü yapılmış olan sandukasına dirseğiyle dayanmış buldu ki beklerkenki tavrında büyük bir alay ve küçümseme alametini dahi gizleyemezdi. Nasuh bu acayip duruşu nazarıdikkatle derinlemesine düşünerek işin hakikatini anlamaktan geri kalmadı. Binaenaleyh ne o kadar temellük16 ne de lüzumundan fazla haşinlik ile olmayarak vakar ve tevazudan mürekkep güzel bir tavırla kadınları selamladı. Catherine’in yanı başında bulunan Cartrisse, kendisine düşen teşrifatçılık vazifesini güzel bir suretle icra etti. Çünkü eliyle nazik bir tavırla Nasuh’u işaret ederek ve yüzüyle Catherine’e hitap çehresi göstererek tavsiye hususunda ise yalnız, “Nasuh Efendi…” sözünden başka bir şey söyleyemedi. Cartrisse nazarında Nasuh’un mazhar olmuş bulunduğu mevki bundan ziyade söz söylemeye ihtiyaç mı gösterir?

Bunu müteakip işareti Catherine’e ve yüzünü dahi Nasuh’a çevirerek “Mademoiselle Catherine! Sizinle görüşme şerefini arzu eden ve görüşme ve sohbetinize liyakatini hakkıyla gösterecek olan Mademoiselle Catherine!” dedi ki bu söz ile Catherine’den ziyade Nasuh’u methetmiş olduğunu, gerek Nasuh ve gerek Catherine anladıkları cihetle ikisi dahi duruşlarında kendilerini toplamış olmaları emarelerini gösterdiler.

Nasuh: “Beni bu şerefe kadar mazhariyetle bahtiyar ettiğinizden dolayı evvela size teşekkürler ederim Madame Cartrisse, ikinci olarak Mademoiselle Catherine’in bu görüşmeye lütfen tenezzül buyurmuş olmalarını o kadar teşekkürlere şayan görürüm ki derecesini tayine lisanım muktedir olamaz.”

Catherine: (gerçekten alicenabane bir tavırla) “Sohbeti insanı mesut edecek saygıdeğer zevattan olduğunuz her hâlinizden anlaşılıyor Monsieur Nasuh. Binaenaleyh bu görüşme, beni de teşekkürü hakkıyla ifada aciz bırakacak nimetlerdendir.”

Şu ilk kelimeler edildikten sonra Cartrisse dümen yanını terk ve kenarlarda oturmaya mahsus olan peykelere oturmaya yöneldiğinden Catherine ile Nasuh dahi ona uydular. Orada bulunan Sena ile Gabrielle ve Zekâ ile Madame de Trouville, bunları küçümseyen bir nazarla gözden geçiriyorlardı. Hatta o aralık De Trouville’in Zekâ Bey’in kulağına fısıldamış olduğu sözlere kulak veren bulunsaydı şu kelimeleri işitirdi:

“Tiyatro temaşasındayım zannediyorum. Aktör ve aktrislerin maharetlerine de diyecek sözüm yoktur.”

Zekâ dahi şu mukabelede bulunmuştu:

“Hayır! Ben kendimi bir sefarethanede veya bir resmî baloda zannediyorum. Çünkü sözler pek resmî gidiyor.”

Cartrisse peyke üzerine oturmakla beraber Catherine dahi onun yanına oturup vakıa bunlar Nasuh’a yer gösterdiler ise de Nasuh ayakta durmayı tercih etti. Bir aralık, o güne kadar seyahatleri oldukça zararsız devam ettiğine ve Messina Boğazı’na yaklaştıkça fırtınanın şiddeti artacağına veyahut artmayacağına dair söz söylendi. Nihayet Catherine şu ufacık bir bahisten sözü açtı:

Catherine: “Bu seyahat ilk seyahatiniz midir Nasuh Efendi? Başka seyahatleriniz var mıdır?”

Nasuh: “Maddi olarak zikre şayan başka bir seyahatim yoktur mademoiselle.”

Catherine: “Acayip! Seyahatin maddisi, manevisi olur mu?”

Nasuh: “Niçin olmasın efendim? Manevi tabiri yakışık almaz ise ‘hayalî’ tabiri yakışık alır ya? Hayalî seyahatlerimden tıpkı şu maddi seyahatim kadar mütelezziz olmuşumdur.”

Cartrisse: “Ne gibi?”

Nasuh: “Ne gibi olacak? Bu seyahatimi lezzetli eden bir şey var ise o da arkadaşlığınızın lezzeti olduğunu arz etmeye hacet yoktur zannederim. Hayalî seyahatlerimde dahi kendime böyle aramakla bulunmayacak arkadaşlar hayal ederim. Onların arkadaşlıklarının lezzetleriyle mütelezziz olurum.”

Catherine: (belli belirsiz ve alaycı bir tebessümle) “Demek oluyor ki hayaline vücut verenlerdensiniz.”

Nasuh: “Hayalime vücut vermez isem nasıl lezzetini bulabilirim?”

Catherine: (yine aynı tavırla) “Öyle ise kendi kendinizi aldatıyorsunuz demek.”

Nasuh: “İşte yalnız işin burasının dediğiniz gibi olmadığını arz etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim.”

Catherine: “Neden?”

Nasuh: “Şundan ki hayallerime vücut vermekle lezzet almakta isem de lezzetin yalnız hayallere vücut vermekle yetinip kendimi aldatmak derecesine hiçbir vakit varamam ki hatta ayıplamanızda hak kazanabilesiniz. İnsan kendi kendisini aldatabilmek için ya kendisinden ziyade ahmak olmalıdır veyahut kendi nefsinden ziyade akıllı. Tek bir nefiste ise bu ikiye dilinme mümkün değildir.”

Catherine: “Ben zannederim ki kendi kendisini aldatmaya muvaffak olanlar da vardır.”

Nasuh: “Bu sözdeki haksızlığınız o kadar büyük değildir mademoiselle. Vakıa bazı adamlar vardır ki kendi hülyalarına aldanmış gibi görünürler. Ancak bunlar o ahmaklardandırlar ki hülyayı hakkıyla edemeyip zihinleri daldan dala kalkar konar. Binaenaleyh bir hülyanın mahiyetini nazarıdikkatleri önünde tayin edemezler ki eksiğini, fazlalığını bulup da hülyaya aldanıp aldanmamak lazım geleceğini ona göre hesap etsinler. Siz bunları hülyalarına aldanmış zannedersiniz. Fakat kendilerine sorsanız ne aldandıklarına dair kesin bir cevap verebilirler ne de aldanmadıklarına. Ben hükmederim ki bu gibi hayallerde bulunanlar, hülyalarında bir lezzet bulamazlar.”

Cartrisse: (bir küçümseme tavrıyla Catherine’e bakarak) “Bu sözde Monsieur Nasuh’a hak vermek lazım gelecek zannederim.”

Catherine: “Bilakis. Hülyaya aldanıp aldanmamak bahsi zihnimde o kadar kuvvetle yer tutmuştur ki ben, insan hülyasına aldanmaz ise hiçbir lezzet bulamaz davasında sabitim. Binaenaleyh Nasuh Efendi’yi dahi hayallere aldananlardan addederim.”

Nasuh: (garip bir tebessüm ile Cartrisse’in yüzüne bakarak bu nazarda kendi hakkını ona tasdik ettirmiş olduğundan dolayı teşekkürlerini ifa etmiş olduktan sonra) “Öyle ise mademoiselle, beni hakikaten mazhar olmuş olduğum saadetin derecesine varmış farz ediyorsunuz.”

Catherine: “Neden? Hiç öyle bir fikir yoktur.”

Nasuh: “Evet! Öyle farz ediyorsunuz. Zira demek oluyor ki farz edelim ki ben kendimi size sevdirememiş olduğum hâlde sevdirmişim diye hülya eder isem aynıyla sevdirmişim demek olacağı cihetle âlemde size kendimi sevdirmek derecesinde bir saadetle mesut olmam lazım gelir.”

Catherine: “Eğer böyle olmaz ise ettiğiniz hülyalardan hiçbir lezzet almamanız lazım gelir.”

Nasuh: “Eğer böyle olur ise doğrudan doğruya mahremiyet dairenize ayak atmaya cesaret ettiğim zaman cinnetime hamledilmemek lazım gelir.”

Cartrisse: “Hani ya bir lüzum ki siz buna lüzumdan fazlasıyla yararlanırsınız öyle değil mi Monsieur Nasuh?”

Bu sözü Cartrisse tatlı bir tebessüm ile söyledi. Nasuh dahi galibane ve muzafferane bir tavırla dinledi. Catherine ise güya bir şey kaybetmiş de aranıyormuş gibi etrafına bakınmaya başladığından Nasuh bu bahsin daha ziyade uzamasının can sıkacağını anlayarak sustu.

Aradan birkaç dakika zaman sessizlik ile geçtikten sonra Catherine’in ne eski bahiste devam ettiğini ve ne de yeni bir söze girişmediğini gören Cartrisse tekrar sözü açarak:

Cartrisse: “Ey Monsieur Nasuh! Şu hayalî seyahatlerinizde nereleri gezdiniz bakayım? Neler gördünüz? Neler yaptınız?”

Nasuh: “O!.. Madame! Bir sual sordunuz ki cevabında size koca bir cilt yazmalıyım. Acaba nereleri gezmedim? Neler yapmadım? Zira ben öyle bir adamım ki dünyada lezzet alınacak şey ne ise ondan imkânların verdiği son müsaadesi derecesine kadar lezzet almak yolunda var kuvveti sarf etmekten geri durmam.”

Catherine: “Dünyada lezzet alınacak şey çok mudur?”

Nasuh: “Bu konudaki mahsus fikrinizin ne olduğunu bilmediğimden ihtimal ki vereceğim cevap beklentinize pek muvafık düşmeyecektir. Fakat size muamelemi bir kalp muamele olarak arz edeceğime saf olarak arz eder isem daha kârlı çıkacağıma şüphe yoktur.”

Catherine: (bayağı can sıkıntısıyla) “Hasılı?”

Nasuh: “Hasılı efendim ben dünyada lezzet alınacak şeyleri pek çok görmekteyim. O kadar çok ki âdeta en büyük felaketlerden dahi en büyük lezzet alınabilir demek isterim.”

Catherine: (kahkahalarla gülerek) “Amma yaptınız ha! Monsieur Nasuh!”

Nasuh: “Bu kadar istihzaya şayan bir hata etmedim zannederim. Eğer fikrimi izah etmeye müsaade buyurur iseniz…”

Catherine: “Ama bunda artık izaha filana da ihtiyaç kalmadı ki!”

Nasuh: “Öyle ise sizi bu kadar neşeli edecek bir hatamı da hizmetten sayacağım. Çünkü şu sohbette asıl maksadımız, eğlence ve vakit geçirmekten ibarettir zannederim.”

Cartrisse: (can sıkıntısıyla) “Yok efendim öyle değil. Biz istihza kahkahasını daha işi anlamadan ettik. Fikrinizi izah ediniz. Eğer gülünecek yeri tayin ve tahakkuk eder ise o hâlde hakkıyla gülelim. Bu kadarcık kahkaha ile kalmayalım.”

Catherine: (biraz kinayelice) “Pekâlâ! Dargınlık olmasın da öyle olsun…”

Nasuh: “Aman efendim! Ettiğim hata dargınlığa sebebiyet gösterecek ise o hâlde teessüfümü hiçbir şey yenemez.”

Cartrisse: “Bakılsa siz darılmalısınız.”

Nasuh: “Ben mi? Acayip! Ben dargınlık hâlimi pek nadir hatırlayabilmekteyim. Hiç dargın olmadığımı dava edecek olsam şayet…”

Catherine: “Ey, şu fikrin izahatı nedir bakalım?”

Nasuh: “Pek kısadır. Bazı edebî eserler okunur. İçinde en büyük felaketzedenin felaket-iştimal17 hâlleri, o suretle tasvir edilmiştir ki insan kendisini o felakete düşenin yerine koymakla mütelezziz olur. Tenha bir adaya düşen Robinson gibi. Birçok macera içinde tekrarlanan Telemaque gibi. Victor Hugo’nun musibetleri anlattığı eserinde belirttiği Jean Valjean gibi. Paris içinde yapılan gizli işler arasındaki Meryem Çiçeği namındaki kız gibi. Dahası çok… Hangi birini sayayım?

Cartrisse: “Bu izahatınız bence size hak kazandırdı. Fakat Mademoiselle Catherine bir kere edebî eserler okumaktan lezzet alamaz ki size hak verebilsin.”

Nasuh: (hayretle) “Edebiyattan lezzet alamaz mı dediniz?!”

Catherine: “Ham hayallerin hiçbirisinden lezzet alınamaz ki ben de alabileyim.”

Nasuh: “Ham hayallerden ha?! Acayip! Şimdi siz dünyada lezzet alınacak hiçbir şey bulamadınız mı?”

Catherine: “Hemen hiç?”

Nasuh: “Kaç yaşında varsınız mademoiselle?”

Catherine: “On dokuzu bitirdim.”

Nasuh: (inbisatla18) “Adam daha pek körpe imişsiniz! Dünyaya gireli, yani kendinizi bu gibi muhakemelere muktedir görmeye başlayalı kaç sene oldu?”

Catherine: “Dört beş sene var.”

Nasuh: “Bu da pek az! Vakıa benimki de pek çok olmadı ama yine bir on seneyi geçiyor. Ee, şu dört beş sene içinde dünyada alınabilecek lezzeti bari bir iyice aradınız ya?”

Catherine: “Pek çok şeye başvurdum.”

Nasuh: “Moliere’in ‘Âlim Karılar’ oyununu da elbet ya tiyatroda görmüş veyahut kitabını okumuşsunuzdur.”

Okuyanlara saklı olmayacağı veçhile Moliere insanın istihzaya şayan olan fikir ve hareketlerini alaya almada ve istihzada pek büyük şöhret almış bir filozof olup “Âlim Karılar” başlıklı eserinde ise kadınlar taifesinden âlim ve filozof geçinenleri pek layıkıyla alaya aldığından Nasuh’un Catherine’e bu oyunu anması zımnen “Öyle ise sen de Moliere’in alaya aldığı ‘Âlim Karılar’dan olmalısın.” gibi bir manaya delalet etmesiyle bu delalet Catherine’in solukça çehresine latif hicap kırmızılığı göstermişti. Nasuh bunun farkında olur olmaz hemen sözü değiştirmeye teşebbüs ederek:

Nasuh: “Ey bu âlemde gerçekten hiçbir şeyin lezzetini bulamadınız mı mademoiselle?”

Cartrisse: “Yalnız müziğin…”

Nasuh: “Hay Allah razı olsun! Hangi tarz müziği sevdiğinizi sorabilir miyim?”

Catherine: “Lafız ve kelimelerden arındırılmış olmak şartıyla operadan.” diye bir başlangıçla bu konuda Cartrisse ile daha önce ettiği sohbeti hemen aynıyla burada tekrar etti.

Nasuh: (Catherine’in izahlarını tamamıyla dinledikten sonra) “Tamam! Kendi hakkımı ispat etmek için sizin bu fikrinize aynıyla iştirak edeceğim. Demek oluyor ki operaların, o insan hislerine genişlik veren ahenklerini dinleyerek kendi hislerimizi dahi genişletmek için müziği seviyorsunuz. Öyle değil mi mademoiselle?”

Catherine: “Evet efendim!”

Nasuh: “Yanılmıyorsam operalar ekseriya trajik olurlar.”

Cartrisse: “Ekseriya!”

Nasuh: “Şu müziği dinleyerek hislerimize genişlik kazandırdığımız zaman, ciğerlerinizin içinden birtakım hisler kabarıp inbisat eder. Öyle değil miydi?”

Catherine: “Öyle idi.”

Nasuh: “Mutlaka bu hislerin melankolik olduğunu dahi lütfen teslim buyuracaksınız ya?”

Catherine: …

Nasuh: “Sükûtunuzu tasdik yerine kabul edeceğim. Öyle ise âlemde hüzün ve kederin dahi zevki varmış. İşte efendim dostunuz, âlemin lezzetini tamamıyla almak için böyle hüznün, kederin, belanın, musibetin dahi zevkini arar bulurum.”

Catherine: (mahcubane) “Bulabilir iseniz kendinizi mesut bilirsiniz. Ben ise…”

Nasuh: “Henüz bu uğursuz hâlimden şikâyetim geçmedi efendim. Her hâl üzerine Allah’a sonsuz şükürler olsun ki mesudum.”

13.Masnu: Sanatla yapılan, yapılmış. Yapma, yapmacık. (e.n.)
14.Telezzüz: Tat ve zevk almak. Zevklenmek. (e.n.)
15.Hodendiş: Kendini düşünen. Kendi için endişe eden. (e.n.)
16.Temellük: Yaltaklanmak, tevazu ve yumuşaklık göstermek, dalkavukluk. (e.n.)
17.İştimal: İçine almak, kaplamak, çevirmek, ihata etmek, şamil olmak. (e.n.)
18.İnbisat: Açık yüzlü olma, şâd, mesrur ve mahzuz olma, gönül açıklığı, kalp ferahlığı. (e.n.)
92,26 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
09 августа 2023
ISBN:
978-625-6485-56-3
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают