Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Gürcü Kızı yahut İntikam», страница 3

Шрифт:

4

Yorgunluğumuz pek ziyade ve uykumuz pek derin olmalı imiş ki o gece ta sabaha kadar hemen hiç uyanamayarak deliksiz bir uyku çekmişiz. Sabahleyin beni uykumdan uyandıran şey akşam işittiğim ses ve feryat olmasın mı?

Dövülenin ne diye bağırdığını gerçi anlayamıyor isem de insanlar arasında umumi bir lisan vardır ki onu anlayabilmek için kamuslara falanlara ihtiyaç yoktur. Bir adamın korku hâlinde sövüp sayması veyahut zillet hâlinde yalvarıp yakarması, ızdırap hâlinde feryat figan etmesi gibi ki, insan o adamın lisanını hiç bilmediği hâlde de çıkarmış olduğu bu yoldaki lafızların içeriğini derhâl anlayabilir.

Prens Danyal tarafından gördüğüm hürmet ve rağbetten ne kadar memnun kalmış isem barbar herifin bu müthiş işkencelerinden de o nispette müteessir olduğumdan ve dövülen adamın avlu içinde dövüldüğünü feryat ve figanın o taraftan gelmesiyle anladığımdan yerimden fırlayıp oda kapısını aralayarak baktım.

Müşahedem beni nasıl büyük bir hayrete düçar etmiş bulunduğunu şimdi hikâye edeceğim zaman sizin de düçar olacağınız hayret ile mukayese edebilirsiniz. Yalnız şu farkı ehemmiyetli nazarınızdan uzak tutmayınız ki, siz bu mühim müşahedeyi doğrudan doğruya muvaffak olmayıp yalnız hikâyesini dinlediğiniz hâlde o kadar şaşacaksınız. Ben ise doğrudan doğruya müşahede ediyordum. Hiç işitmek ile görmek kıyas mı kabul eder?

Müşahedem şu oldu ki:

Dayağı atan bizzat Prens Danyal’dır. Dayak yiyen de yetmişlik mi diyeyim, seksenlik mi diyeyim, hatta doksanlık bile desem layık olacak bir yaşlıdır. Gerçi buraların yaşlılarında öyle bizim yaşlılar gibi çirkin bir şey görülemez. Yüz yaşında Gürcü bulunur ki, hâlâ vücudu zinde olup bunaklık gibi, titremek gibi ayıplanacak şeylerden uzaktırlar. Dişleri bile düşmeyip gençlik zamanlarındaki paklığını, parlaklığını, kuvvetini muhafaza ederler. Onların doksanlık adamları bizim altmışlık adamlarımızla ancak kıyas kabul edebilirler ise de insan bu yerlerin ahvalini öğrendiği zaman bizim memleketler ahalisine kıyasen ancak altmışlık diye tahmin edebileceği yaşlılara yirmi otuz yaş daha eklerse büyük bir hata etmemiş olacağına emniyet edebilir.

Kısacası Prens Danyal saygı ve sevgiye layık olan bir ihtiyarı dövüyor. Ama nasıl dövme! Haşmetle kaldırdığı sopaları o haşmete münasip kuvvet ve şiddetle indirecek olsa ihtiyarın ne derisi, ne kemikleri tahammül edemez ve vücudu dilim dilim döküleceğine asla şüphe olunamaz. Fakat Prens Danyal büyük bir hışım ve sertlikle kaldırdığı sopaları o kadar hafif indiriyor ki, değneğin kendi ağırlığı bile şiddetinin artmasına yardım etmiyor. Değnek yaşlının vücuduna ya değiyor ya hiç değmiyor.

Bu garip suretteki darbe bir komedya mı diyelim dediniz? Komedya olması lazım gelse yaşlı adamın feryat ve figanlarını görenlerin kahkahalarla gülmeleri gerekecek. Hâlbuki hiç kimsenin tavrında tebessümün en cüzi eseri bile yok. Yaşlı adam büyük bir gazapla kalkan sopaları o gazaba münasip kuvvet ve şiddetle inerek yemiş gibi öyle haykırıyor. Hazır bulunan adamlar da böyle elemli bir işkenceye düçar olan biçare yaşlıya merhametle beraber o kızgın prenslerinden ne surette korkması lazım gelirse o surette korkarak bu hâli temaşa ediyorlar.

Çıldıracak garabet değil mi?

Bir aralık bu hâli, Gürcülerin dinlerinin gereklerinden bir şey zannıyla tercümanım Mihran Baron’u çağırıp hem durumu kapı aralığından ona gösterdim hem de bu hâlin dinî ve kavmi âdetlerinden mi olduğunu sordum. Tercümanım dedi ki:

“Gerçi ben Ermeni’yim onlar da Gürcü iseler de Gürcüler de herhâlde Hristiyan’dırlar. İslam olan bir kısmı da var ise de gerek İslamiyette ve gerek Hristiyanlıkta bu gibi garip âdetler yoktur biliyorum.”

Tercümanın bu ifadesi beni pek tatmin etmedi. Dedim ki:

“Bu işkencenin ciddi bir şey olmadığı işte besbellidir. Keyfiyetin bir latifeden de ibaret olmadığı da ortada bulunduğundan buna mutlaka bir mana verilmelidir.”

“Vallahi senyör! Ben de bu memleketli isem de böyle bir hâli şimdiye kadar hiçbir yerde ne gördüm ne işittim.”

“Öyle ise ben bunu prensin kendisinden sorup öğreneceğim.”

Tercüman garip bir tavırla yüzüme baktı. Sebebini sorduğumda dedi ki:

“Sakın ayıp etmiş olmayalım senyör! Böyle benim medeni adamlar içinde her sırrı merak etmek iyi bir şey değildir.”

“Doğru söylüyorsunuz ama bunda sır sayılacak bir şey yok ki! İşte herif akıl dışı olan şu muameleyi apaçık icra edip bizim burada bulunduğumuz müddet zarfında olsun bu gizli işi ortaya çıkarmaması lazım gelirdi.”

“Sorarsanız bile şunu yoluyla erkânıyla sorunuz ki, misafiri olduğumuz zatı hiddetlendirip kendi kendimizi bir tehlikeye düçar etmemiş olalım.”

“Tabii öyle olacak değil mi ya! Şimdi siz beni dinleyiniz. Elbette prens biz gitmeden evvel bir daha görüşmeye gelecektir. Sen benim tarafımdan kendisine anlat ki işlerim o kadar acele olmadığı için bugün buradan gitmeyip prenste bir gece daha misafir kalacağım. Bugünkü zamanımı da Peşav nahiyesinin içerilerine doğru köylerini gezip hâllerini tetkikle geçireceğim. Bu arzumuza muhalefet etmezler ya?”

“Yok!”

“Zaten şimdiki hâlde ne Ruslarla ne kimse ile savaş hâlinde değiller ki tetkik hususundaki merakımızdan kuşkulanabilsinler.”

“Hakkınız var efendim!”

“Eğer akşama kadar bir münasebet düşürüp şu gördüğümüz hâl içindeki sırrı prensten sorarak anlayabilirsek ne iyi. Sorup anlayamazsak, akşam prensin adamlarına sokulup sorgulayabiliriz.”

Bu müzakerenin neticesini Mihran Baron uygun gördü. Sanki dayak yemiş olan yaşlı adam, o acayip muameleden sonra hiçbir şey olmamış gibi bir odaya çekildiği gibi prens de hususi ikametgâhı olan odasına gitmiş ve bütün adamları da gündüz işleriyle meşgul olmaya başlamış idi.

Bizim için tekrar uykuya yatmak mümkün olamayacağından biz de kalkıp gittik. Prensin adamları bize bol bol çay, süt, kaymak, taze yumurta ve günlük reçellerden oluşan mükemmel bir kahvaltı getirdiler. Havanın yardımı mıdır nedir biz de bu kahvaltıya mükemmel bir iştiha ile hücuma başladık. Biraz sonra prens gelip mütevazı ve nazik işaretlerle bizi selamladığı gibi tercümana da uzun uzadıya bir şeyler anlatmaya başladı. Tercüman bu sözleri bana:

“Prens bugün gidişimize müsaade etmiyor. Akşam buraya habersizce gelmiş olduğumuz için bize layıkıyla ikram edemediğinden bahsediyor. Rica ediyor ki, bu akşamı da kendi hanesinde misafirlikle geçirelim. Bize türlü türlü Gürcü yemekleri yaptıracağından başka Gürcü çalgısı dinletecek ve Gürcü oyunları temaşa ettirecekmiş.” diye tercüme edince memnuniyetim son dereceye vardı. Artık evvelki kararı değiştirdik. Sanki biz gitmek arzusunda imiş ve prensin hatırı için kalacakmışız gibi göründük. Yalnız o gün akşama kadar zamanımızı boş geçirmemek için eğer bir mâni yok ise bizi Peşav nahiyesinin içerlerine doğru göndermesini rica ettik. Tercüman vasıtasıyla prens dedi ki:

“Hayır hiçbir mâni yoktur. Hatta ben de birlikte gelirim.”

Hane sahibinin böyle bizzat refakatinden daha ziyade memnun oldum. Prens derhâl adamlarına emirler vermeye başladı. Onun verdiği emirleri tercümanım bir yandan bana hikâye ediyor idi ki, ben de malum emirlerin bizim hayvanlara ilişilmeyip kendi hayvanlarından gerek kendisine gerek bize hayvanlar hazırlamasıyla beraber yol için gereken diğer ihtiyaçlarımızın giderilmesine dair olduklarını anlıyordum.

Şunu da gördüm ki bir Gürcü prensi, kendi adamları üzerinde mutlak amirdir ve adamları ise prensleri karşısında bir cisim gibi tam bir itaat hâlindedirler. Daha önceleri yani Gürcistan’a Rus idaresi girmediği ve siyasi, mülki, askerî ve adli idare işbu prenslerin elinde bulunduğu zamanlarda tebaasının malları, canları da prenslerinin keyiflerine tabi imiş iseler de şimdiki hâlde nüfuz ve hükûmetleri bu derecelerde değildir. Yine de bir prensin adam dövmesine ve hele sövüp saymasına asla karışan bulunamaz. Dayak altında adam öldüğü de nadir değilmiş. Buna da bir katletme nazarıyla bakılamaz. Zaten Gürcüler bu gibi muamelelerden dolayı prensleri aleyhine bir şikâyette bulunamazlar ki! Şayet dövülen vefat etmiş ise veresesine beş on keçi veya bir at veyahut kendi eski elbisesinden birtakım elbise, bir kılıç, bir tek tabanca gibi bir şey hediye eder ise o müthiş muamelesi derhâl unutulup mazlum teşekküre bile mecbur kalır.

İşte böyle mutlak bir âmir tarafından emrolunan yol hazırlıklarını tamamlamaya memur olanlar hiç ses seda çıkarmadıkları gibi akıl üstü sayılacak bir sürat ve intizamla işlerini görüp bitirerek bizim atlarımızı çektikleri gibi, beraber gelecek olan adamların atlarını da başkaca hazırlayıp bir tarafa çektiler. Prensin işareti üzerine bizim atlara binmemizin ardından adamlar da kendilerini eyerler üzerine attılar.

5

Gürcistan atları Arap hayvanlarıyla Macar cinsi arasında bulunmakla ve biraz daha ufak, iri kemikli ve uzun boyunlu birtakım hayvanlardır ki kalıplarına, kıyafetlerine bakılacak olsa kendilerinden pek de büyük bir meziyet beklenilmez ise de binmeleri gayet güzeldir. Rahatça bir tavırla yürüyebilirler. Tırısları Avrupa hayvanları kadar açık değilse de doludizgin gidişleri ise gayet hızlıdır. Av, savaş ve çarpışmak için terbiye edilmiş bulunduklarından binicilerinin kılıç vurmak, tüfek ve tabanca atmak gibi hareketlerinin her birinde ne vaziyet alması lazım gelirse hayvanlar o vaziyeti derhâl alırlar. Bu hususta Avrupa süvari alaylarının en kart atları bile bu dağlıların hayvanlarından pek aşağıda kalırlar. Hele taşlık ve ağaçlık yerlerde, tehlikeli ve sarp mahallerde gerek iniş aşağı ve gerek yokuş yukarı bu hayvanların doludizgin koşmaları hiçbir yerin hayvanlarıyla kıyas edilmeyecek derecededir.

Hayvanların takımları Kafkas’ın diğer ahalisinde olduğu gibi yastıklı koltuklardan iseler de Çerkez ve Abazalarda olduğu gibi insanın altında hiç görünmeyecek kadar küçük ve bineni hayvan üstünde ayakta duruyor gibi gösterecek kadar yüksek değildir. Daha genişçe ve alçaktır. Kuskun ve göğüslükleri ve başlık ve dizginleri gümüş paftalarla öyle güzel süslenmiştir ki bunların üzerinde işlenmiş süsleri hakikaten güzel sanatlardan sayılmaya layıktır.

Hayvanlara binerken bu müşahedem beni epeyce eğlendiriyor idiyse de o aralık dairelerden birisinin kapısı önünde malum dövülen adamı görüverince zihnim yine karıştı. Komik ve facia olduğunu henüz bilemediğim bu dövülme hadisesi yine zihnime hücum etti. Hayret verici üzere biçare yaşlı adam, prens ata bindiği zaman bulunduğu yerden büyük bir neşeyle birkaç defa prensi selamlayıp “Uğurlar olsun!” manasına gelecek birçok da sözler söylemesin mi? Prens de gayet iltifatlı bir tavır ve ondan çok sözlerle yaşlı adama cevaplar vermesin mi?

Şaşkınlığım, hayretim, merakım o kadar arttı ki her ne olursa olsun bu sırra ermek için tercümanıma müracaat ettim. Fakat miskin tercüman bu merakın hallinde acele etmediği gibi nasihatinden dışarıya çıkmamı ziyadesiyle rica ve ricasını kabule beni mecbur etti.

Gideceğimiz yer ovalıktı. Bundan dolayı hem müteşekkir hem de memnun kaldım. Teşekkürüme sebep, geçtiğimiz yerler gibi sarp ve tehlikeli yerlerden gidilecek olsa bindiğim hayvanı idare edememek korkusundandı. Zira itiraf etmeliyim ki pek çok tehlikeli seyahatler icra etmiş isem de öyle yaban keçilerinin bile kendilerini selamette görmedikleri yalçın kayalarda at koşturabilecek kadar at koşuculuğu tahsil edememişimdir. Memnuniyetime sebep ise önümüzün latif bir ova olması, Gürcüleri hünerlerini göstermeye teşvik etmiş bulunması kaziyesidir.

Hakikaten, bu adamlar ne mahir atlı imişler! Genellikle Kûhistan ahalisi piyade olarak savaşçılıkları ile meşhur olurlar ise de Kafkaslılarda hem süvarilik hem piyadelik suretinde savaşçılık da toplanmıştır. O müthiş yerlerde koşup gezmek için bunların kendi ayaklarıyla ya da hayvanlarıyla gitmelerinin farkı yoktur. Bindikleri hayvanlarının bacaklarına kendi bacaklarıymışçasına itimat ederek ona göre en müthiş yerleri kendi hareketlerine müsait ve uygun meydanlar sayarlar.

Tercüman vasıtasıyla prens bana:

“Size bir savaş oyunu seyrettireyim. Gürcülerin savaş oyunu pek güzeldir.” dedikten sonra sekiz on kelime ile adamlarına bir emir vermeyi müteakip maiyetimizde bulunan on beş on altı kadar Gürcü hayvanlarını kamçılayarak ileriye doğru at saldılar. Fakat pek uzaklaşmadılar. Biz olduğumuz yerde durduğumuzdan iki üç yüz adım kadar uzaklaştılar ki bu mesafe üzerinde birbirinin arkasında bir düz hat teşkil ettikten sonra en öndeki atlı sağa çark ederek ve diğerleri de o noktada sağa dönerek fakat dönenler atlarını doğruca koşturmayıp hep hayvanları sağa sevk ile bir daire teşkil ettiler.

Bu dairenin alabildiğine koşan hayvanlar süratiyle bir anda dönmesi göz kamaştıran bir şekil ve suret aldığı gibi bir aralık oyun başı olan Gürcü kendi başındaki kalpağı dairenin dışına on beş adım kadar mesafeye fırlatıp attı. Diğerleri bunu taklit etmediler. Yalnız hepsi tabancalarını çıkarıp sağ ellerine alarak hazır ve amade bulundular. Sağ tarafa doğru dönen dairenin atlıları daire dışındaki kalpağa kurşun atacaklar ise de bu hareket dairenin iç tarafına kurşun atmaya müsait olup dışına müsait olmadığından ne yolda hareket edecekler diye nazarıdikkatimi açmıştım. Bir de oyun başı tarafından verilen kumanda üzerine atlıların tümü birden sağdan geri dönerek daire gerisine doğru geriye dönmeye başlamasın mı?

Bu bir anda gerçekleşen değişiklik ve hareket hakikaten övgüme mazhar oldu.

Oyun başından başka atlılar kalpak hizasına geldikçe tabancalarını boşaltıyorlar ve cümlesi de kurşunlarını hedefe isabet ettiriyorlardı. Son atlı da kurşununu atıp sıra oyun başına gelince gördüm ki kılıcı çekip evvelki eğri hattı değiştirerek kalpağın üzerine yürüdü ve kalpağa kılıç çalmak hareketini taklit etti ise de bu harekette ne kadar mahirce bir süratle hareket ettiğini anlamak için kalpağa yaklaşırken kılıç ile ön tarafa doğru darp etmeyi müteakip kalpağı geride bırakır bırakmaz bir de arka tarafa ikinci bir kılıç darbesi yetiştirmekte olduklarını arz ederim.

Bu kılıç oyunu evvelki daireyi ikiye bölmekle beraber mevkisini de değiştirmişti. Kılıç darbelerinden sonra kılıçlarını kınlarına koyan Gürcüler daima oyun başı en önde olmak üzere kalpağa birer daha hücuma başladılar. “Kaltak boşaltmak” diye tabir olunduğu gibi her biri ağırlıklarını evvela sağ üzengiler üzerine verip sonra kendilerini yavaşça sol ayaklarıyla kaltağa asarak sağ ellerini yere değdirinceye kadar eğiliyorlardı ki bu vaziyetleriyle kalpağı kapıp yirmi adım kadar ileriye götürdükten sonra gerideki süvarinin yetişip kapması için tekrar yere bırakıyorlardı.

İşte bu suretle kalpağı yerden kaldırıp tekrar koya koya biçare kalpağa da ayrı bir daire çizdirdiler. Ondan sonra bu şekil de bozulup atlılar bizim süvari bölüklerinin iki sıra selam hattı teşkil edişleri gibi iki sıra dizildiler ise de her atlının arası beşer altışar adım fasılalı idi. Bu hâlde karşılarında bir düşman farz ederek hücum edeceklerdi. Evvela ilk sıra bir nevi tüylü keçeden mamul kılıfları içindeki zarif tüfeklerini çıkarıp mevhum düşman üzerine ateş ederek akabinde hücuma başladılar ki, bu hâlde tüfeklerini yine kılıflarına koymaları şaşılacak maharetlerdendir. Zira hücumda yüz adımlık yol katetmemiş idiler ki tüfekler yerlerine konulduktan başka hemen tabancalar da çekilip hazırlanmıştı. Arzulanan mesafeden tabancalarla da ateş edilerek yerlerine konulduktan sonra kılıçlar çekilip hayalî olarak farz edilen düşman içine dalındı. Sağa sola, öne arkaya, o kadar seri kılıç sallıyorlardı ki bunların uzaktan resmettikleri şekiller sanki atlıları demirden yapılmış bir kafes içinde gösteriyordu.

Sanki bu ilk sıra askerler yorulmuş veyahut vurulmuş olduğundan arkadaşları yanına gelmeye başlayıp ve sollarını müteakip ikinci sıra evvelkilerin hareketini aynen iade etmişti. Ancak oyunun bu derecesi yarım saat kadar sürmüştü. Bu arada hayvanları gereği gibi yorduğundan ve benim övgülerim ve aferinlerim ise prenste arzulanan derecede memnuniyet oluşturduğundan onun tarafından verilen emir üzerine oyuna son verildi.

O gün akşama kadar üç Gürcü köyüne uğradık. Bu köylerin üçünde de o kadar hürmet ve rağbet gördük ki tarifi lazım gelir ise hükümdarını seven tebaaya layık bir derecede idi demek kâfidir. Köylerde gördüğümüz güzel kadınları ve güzel erkekleri uzun uzadıya tarife hacet var mıdır? Burası zaten endamların ve yüzlerin güzel olduğu bir memleket olduğundan güzel olmayan yoktur ki, onlar arasında bilhassa güzelleri fark edip ayırabilelim.

Prens Danyal her vardığımız köyde bir veya iki kadın veyahut erkeğe akşam kendi köyüne gelmeleri ve misafirin karşısında dans etmeleri emrini verdi. Dolayısıyla bunlar kendi kendilerine prensin ikametgâhına gitmekte olsunlar biz Peşav vadisi içinde yedi sekiz saat zarfında mümkün olabilecek seyahatimizi icra ile bunların tarlalarını, bahçelerini, korularının içlerini, akarsularını, pınarlarını talanlarını temaşa ile günün yarısından sonra prensin ikametgâhına doğru dönmeye başladık.

Dönüş esnasında tercüman vasıtasıyla bugünkü seyahat ve müşahedelerimi, memnun olup olmadığımı prensin sual etmesi üzerine tercümanıma benim sözlerimi aynen tercümeye mecbur olduğunu kesin hatırlatarak dedim ki:

“Prens! Bu kadar ikramdan bu derecelerde rağbetten memnun kalmamak kabil midir? Bahusus ki bu akşam için tertip ettiğiniz ziyafet ve konser de ümidimin, beklentimin kat kat üstünde bir inayet ve ikramdır. Ancak sizden bir şey rica edeceğim ki, eğer bu ricamı kabul buyurmayacak olursanız, işte bu derecelerdeki ikram ve fevkalade cömertliğinizden de memnun olamayarak ve memleketinizden büyük bir merakımı da gideremeyerek dönmüş olacağım.”

Tercüman bu sözleri Gürcü beyine tercüme ettiği zaman prensin tavrında birtakım tuhaf tuhaf garip ve hayret tavırları peyda olmaya başladı. Söz bittikten sonra edeceğim ricanın neden ibaret bulunduğunu sordu. Dedim ki:

“Sabahleyin yaşlı bir adamı sopa ile dövdünüz. Şüphe yok ki bir kabahati vardır da uyardınız. Hatta yaşlılığına hürmeten vurduğunuz sopaları gayet yavaş vuruyor idiyseniz de ihtiyar ziyade feryat ve figanla haykırıyordu. Bununla beraber biz atlara binerken o yaşlının sizi selamlamasına gayet iltifat ve neşe ile karşılık verdiniz. Bunda elbet bir hikmet vardır ki onu anlayamazsam merakımdan çatlayacağım.”

Tercüman bu sözleri tercümeye başlayıp da tam sopaların pek yavaş indiği ve bununla beraber yaşlının pek ziyade bağırdığı noktalarına gelince Prens Danyal kahkahalarla gülmeye başladı. Tercümanın tercümesi bittikten sonra prens dedi ki:

“Gerçi bu pek tuhaf bir şeydir. Durumu size hikâye edersem ihtimal ki bu garip muameleden dolayı bizi belki de küçümsersiniz.”

“Estağfurullah efendim! Sizin gibi akıllı bir asilzadenin sebepsiz, hikmetsiz iş görmeyeceğinden eminim.”

“Başüstüne. Sizi bu cihetten de memnun etmek için yemekten sonra hikâye ederim.”

“Eğer arsızlığıma hamletmezseniz önümüzde iki buçuk üç saatlik bir yol olduğundan bu müddeti şu hikâye ile geçirebilirdik.”

“Gerçi bu da mümkün ise de doğrusunu isterseniz ben hikâyeyi etrafıyla bilmediğimden o acayipçe darp ettiğim ve dövmeye çalıştığım yaşlı adamdan bazı şeyleri sorup malumatımı tamamlamaya ihtiyacım vardır.”

Biçare yaşlı adamı böyle garip bir surette dövmekte bulunduğu hâlde bu işin sebep ve hikmetini kendisinin de tamamıyla bilmemesi beni bütün bütün şaşırttı, bıraktı. Artık ne olursa olsun göze aldırarak bu işi velev ki nakıs olsun kendi malumatı dairesinde mutlaka hikâye etmesini ricaya başladım.

Bu kadar ısrar ve acelemden dolayı prensin bana darılması ihtimalinden pek korkmuş idiysem de latif adam darılmayıp bildiği kadar tatlı tatlı gülerek hikâyeyi bildiği kadar anlatmayı vadetti. Vaadini de derhâl yerine getirmeye başladı.

6

Prens Danyal dedi ki:

“Ben kırk yaşıma yaklaşıyorum. Dövdüğüm adam da seksen yaşından bir hayli ziyade geçkin ise de yaşının seksenden yukarısını kendisi de bilmiyor. Ben ak ve siyahı fark ve temyiz edebildiğim zamandan beri bu yaşlının akşam sabah dayak yediğini hatırlıyorum. Hâlbuki ben doğmadan nice seneler önceden beri bu adam hep böyle akşam sabah kendisine tayin olunan dayağı yermiş. Özellikle ki o zamanlar yediği dayaklar şimdiki gibi bir danışıklı dövüş olmayıp bir intikam eliyle atılan sopalar imiş ki, yaşlı adam işte asıl o zaman gerçekten feryatlar, figanlar edermiş.”

Bunları işittiğim zaman hayretimin ne derecelere vardığını mülahaza buyuruyorsunuz ya? Bu hayretten mütevellit gülünç tavrımı Prens Danyal görerek o da kahkahalarla gülüyordu. Fakat ben tavrıma en büyük ciddiyet vererek şu kahkahalara biraz fasıla verip meselenin hakikatini daha çabuk izahla beni meraktan kurtarmaya inayet buyurmasını rica ettim ve sordum ki:

“Siz doğmadan evvel de bu adamı böyle akşam sabah döven kimdi?”

“Vefat eden pederim! Ben henüz çocuk iken birkaç defa bu adamın hâline acıyarak ve fakat her gün kabahat yapıyor da onun için dövülüyor zannıyla acımayarak kendimin de böyle günlük cezaya düçar olmamam için mümkün mertebe arsızlık etmemeye gayret ediyordum. Bir aralık da adamcağız için babama şefaat etmeye cesaret ettim. Babam benden iri, benden kuvvetli, hem de Gürcistan’ın eski terbiyesini almış sert ve kızgın, şecaatli ve cesur bir adamdı ki, ‘Prens Gadilla’ diye adı Ruslar arasında da dehşetle yâd olunurdu. Çocukluğuma da hürmet ve merhamet etmeyerek bu şefaatimden dolayı bana öyle bir şamar attı ki yerde birkaç defa yuvarlanarak simsiyah kesilip bayılmışım.”

Merakımın halli birtakım tafsilatla ertelendikçe ben kızıyordum ama acele etmekte daha ileriye nasıl gidebilirim ki! Barbarlıkta prensin elbette pederinden aşağı olmadığı gözümün önünde apaçık duruyor. Yalnız diyebildim ki:

“Öyle ise herifin kabahati affolunmaz bir şey demek oluyor!”

“Sabır buyursanıza! Yaşım on iki on üç yaşına vardığından ve bizce papaza ilk günah çıkartmak töreninin icrası çocuk babaları için pek büyük bir şeref olduğundan bunun için icrası âdet olan düğün ve ziyafetler esnasında pederim benden ne hediye istediğimi sordu. Zira âdettir ki bu ilk günah çıkartmak töreninde çocuklar pederlerinden ne hediye isterlerse babalar esirgemezler. Ben hediye olarak Tigran’ın affını istemeyeyim mi?”

“O yaşlının ismi Tigran mıdır?”

“Evet efendim! Tigran’ın affını rica ettim. Zira her akşam, her sabah babamın kızgınlığını yenileyerek herifi bağırta bağırta dövmesine tahammül edemiyordum. Benim görüşüme göre Tigran’ın her gün kabahat ettiği için dövüldüğü hakkındaki zannımın gitmesiyle bu adam hakkında merhametimin artmasına sebep olmuştu.”

“Nihayet pederiniz hiç olmazsa bu adamın kabahati ne olduğunu size anlatarak böyle akşam sabah kendisine tayin olunan dayağa müstahak olduğunu anlattı.”

“Anlatmadı ama işin üzerinden daha ne kadar seneler geçtikten sonra anlattı. Yani pederim Prens Gadilla ölüm yatağına yatıp da artık hayatının devamından ümidi kalmadığı zaman biçare Tigran’ı ben de böyle akşam sabah dövmekte devam edeyim diye kabahatinin ne olduğunu bana izah ederek babamdan sonra da bu işkencede devam edeceğimi temin için bana yemin ettirdi.”

Prens Danyal bunun gerçek sebebini geciktirdikçe sabırsızlığım arta arta merakımdan hemen hemen çatlamak derecelerine geldim. Artık olanca sabrını tüketmiş olan bir adamın ne kadar iç sıkıntısıyla söz söylemesi mümkün ise o derecelerde bir zorlukla dedim ki:

“Aman Allah aşkına olsun prens! İhtiyarın ahir ömrüne kadar yine dövülmesine devam edilmesine sebep olan kabahati ne imiş çabuk söyleyiniz yoksa çıldıracağım.”

Tercümanım Baron Mihran bu sözümü prense tercüme etmeden önce Gürcülerin sözlerini kısaltmaya asla iktidarları olmayıp kelamı uzatmak ile meşhur olduklarını bana ihtar etmişti. Benim sözümü prense tercüme ettikten sonra prens de bu acele edişime acayip bir tavır ile hayret etti. Meğer bunlarda bir şeyi uzata uzata anlatmak hikâyede ihtimam ve itina demekmiş. Bu da dinleyen için hususi bir riayet sayılırmış.

Pişman oldum! Keşke acele etmeseydim. Biraz söz ve zamanda Gürcülerin bu kelamı uzatma istidadını bana anlatmaları için sarf olundu. Nihayet prens dedi ki:

“Pederim bana insan için akraba ve ecdadının eserlerine iktifadan ayrılmamak ne derecelerde mukaddes bir vazife olduğunu ve özellikle pederinin namusuna bulaşan lekeyi gerekirse kendisi mert olan iradesiyle o lekeyi temizlemek evlat için bir namus meselesi bulunduğunu anlatmakla olanca hislerini tahrik ettikten sonra: ‘Evladım ömrüm müddetince devamlı naaşıma ve yüzüme tükürtmemek gayretinde bulundum. Hiçbir dakika bu gayretin gereklerinden ayrılmadım. Namusum hakkında bu derecelerde merak ve gayrette bulunur iken şu nurani yüzüme tokat atması gibi bir hakareti ömrüm müddetince yalnız şu Tigran habisinden görmüş olur isem ben de onu olanca ömrümde dayak işkencesi altında çürütmek mecburiyetinde bulunmaz mıyım?’ dedi.”

Prens bu sözü söylerken epeyce heyecanlı bir tavırla söylemişti. Garip değil mi? Bu hikâye velev ki bir an için olsun beni bile heyecanlandırdı. İradem dışında demişim ki:

“Vay alçak vay! Pederiniz gibi muhteşem bir prense el kaldırabilsin ha? Bu küstahlığa acaba neden dolayı cesaret edebilmiş?”

“Pederim, sabah rüzgârının bile şiddetli esmesiyle incitmekten çekindiği yüzüne, Tigran gibi bir sefihin tokat vurduğunu son nefesinde bana itiraf ettiği zaman utancından mosmor kesilmişti. Bu itiraftaki kalbinin derinliğinden gelen üzüntüsünü görünce daha ziyade açıklama talebine ben cesaret edemediğim gibi kendisi de izah etmedi. Yalnız bu müthiş hıyanetinin cezası olmak üzere o zamana kadar kendisi akşam sabah adamı dövmekte bulunduğu gibi benim de adamın ömrü son buluncaya kadar akşam sabah bu dayağı atacağımı beyan ettiren yeminlerden sonra ruhunu teslim etti.”

Şu hikâye beni hakikaten çok üzdü. İşin içindeki sırra güya kolayca erişme peyda edebilecekmişim gibi beni bir dalgınlık aldı. Neden sonra beni yine bu dalgınlıktan yine prens ikaz etti ve dedi ki:

“Pederimi defnettikten ve şu ebedî ayrılığın tabii olan keder ve elemini birkaç hafta zarfında ancak atabildikten sonra bir gün Tigran’ı yanıma oturtup uşak ve hizmetkârlarımızın tümünü dışarıya çıkardıktan sonra babamın vasiyetini hatırlatarak bu tokat meselesinin neden ibaret olduğunu sordum. Tigran tereddüt etti. Ve:

‘Prens! Eğer pederiniz bu sırrı size etrafıyla açmadı ise bana da söyletmeyiniz. Zira bu daimî işkenceye ben hakikaten müstahak olduğumdan korkarım ki sizden ümitvar bulunduğum merhameti de benden esirgemezsiniz.’ diye beni sualden de menetmeye kalkıştı. Hiddetlenip de herifi tehdit edecek olsam hiç faydası olmayacak. Bilfarz gazabımdan korkup da bir şeyler söylemeye mecburiyet görecek bile olsa mutlaka yalanla geçiştirecek. Bunun için tavrımı değiştirdim. Eğer bu sırra beni vâkıf ederse kendi hakkında zaten hassas olmakta bulunduğum merhameti göstereceğimi anlattım. Bu söz Tigran’ı temin ederek ve hikâyeden bir kelimeyi bile esirgemeyeceğini yeminlerle temin ederek vefat eden pederimle olan macerasını anlattı. Öyle bir müthiş hikâye ki o zamana kadar pederimin akşam sabah alçağı dövmesi pek haklı olduğunu bana teslim ettirdikten başka babamdaki intikam sevdasının bana da intikalini icap ettirdiğinden daha babamın sağlığında bu herif hakkında göstermiş olduğum merhameti velev ki muvakkaten olsun hükümden düşürdü. Birkaç gün ben de herifi büyük bir intikam kızgınlığıyla dövdüm. Nihayet hikâyeyi dosdoğru anlatır ise merhametimi göstereceğim hakkındaki vaadimi yüzüme vura vura gazabımı teskin ederek sopaların şiddetini azaltmaya başladım.”

“Demek oluyor ki tümüyle dayağı bırakamadınız.”

“Son nefesinde babama verdiğim yemini nasıl bozayım? Biz bu gibi mukaddes vaatleri yeminler ile temin etmemiş bile olsak ahdimizde vefaya yine mecburuz. Fakat bir hayli seneler Tigran’ı ben de dövdükten sonra bir kere hasta düşmesi üzerine artık dün akşam ve bu sabah gördüğünüz şekilde yalnız değneklerimi boş boşuna kaldırıp indirmek kısmını tercih ettim ki bu bir komedyadan ibaret ise de Tigran’ın ciddi bir dayak yiyormuşçasına feryat ve figanları hiç olmazsa zillet suretiyle olsun vefat eden pederimin intikamını yerine getirdiğimden ben de teselli bularak ve intikamını almış biri olarak rahatlamaktayım.”

Gerçi prensin bu son sözü ilk heyecanını gidermekle beraber tavrında da epeyce bir memnuniyet peyda etti ise de ben bir türlü cesaret edebilip de Tigran’ın kendisine ne gibi bir sır açmış olduğunu soramadım. Zaten bunca senelerden beri Rusya idaresinde bulunmakla beraber eski olan kadim kızgınlıkları henüz zail olmamış bulunan prenslere öyle Tigran gibi adamların el kaldırması ancak ölümle cezasının verilebilecek bir cinayet olduğunu anlayacak kadar da bu tarafların ahvaline vukuf peyda etmiştim. Vefat eden Prens Gadilla, sadece Tigran hakkında ölümden daha hafif bir ceza olmak üzere bu daimî işkenceyi tertip etmiş olup yediği tokadın tarzı da kim bilir ne derecelerde namus kırıcı imiş ki oğlu bile babasının kızgınlığını takınarak bir zamana kadar Tigran’ı intikam kızgınlığıyla dövmüş.

Bununla beraber sırrın bu taraflarına kadar merak arzusu içimi yiyip bitiriyordu. Bu derin ızdırap kim bilir yüzümde ne gibi elem peyda etmiş ki prens bile merak ve endişemi anlamış. Zira dedi ki:

“Size arız olan sükûttan Tigran’ın bana hikâye etmiş olduğu hâle de merak ettiğinizi anladım. Memnuniyetinizin tamamlanması için bu hikâyeyi de size etrafıyla şerh etmek istersem de işin üzerinden hayli seneler geçip Tigran’a bir daha tekrar ettirmemiş olduğumdan işi size layığı veçhile anlatamayacağım. İkametgâhımıza gidelim de hikâyeyi Tigran’a naklettirerek dinleriz. Onun olayı bizzat nakletmesi elbette mükemmel olacağından pederimin böyle uzun süren bir intikamda ne kadar haklı olduğunu siz de anlar teslim edersiniz.”

Prensin bu lütfuna büyük teşekkürler ettim. Zaten hikâyeyi kendisi nakledecek olsa idi zaman bile bulmayacaktı. Çünkü işin şu size anlattığım derecesini hikâye edip bitirinceye kadar biz de Peşav karyesine yaklaşmıştık. Tigran’ı akşam sabah döver gibi hareket icra etmesinin sebebi pederinin vasiyetinden ve vasiyetin hikmeti de Tigran’ın bir sillesinden ibaret iken sözü evire çevire iki saatte ancak tamamlayabilen adam asıl hikâyeyi teşkil eden tokat vakasıyla bunun aslını, teferruatını ihtimal ki üç günde de söyleyip bitiremezdi.

199,51 ₽
Возрастное ограничение:
0+
Дата выхода на Литрес:
09 августа 2023
ISBN:
978-625-6485-76-1
Издатель:
Правообладатель:
Elips Kitap

С этой книгой читают