Читать книгу: «Telhun»
Telhun, tüccarın diğer kızlarına hiç benzemiyordu. Altı kız kardeş, Mahfereng, Mahsultan, Mahhurşid, Mahbigem, Mahmüluk ve Mahlika tüccarın diğer kızlarıydı ve her birinin birbirinden farklı huyları, tavırları ve istekleri vardı. Bu kızlar öyle gürültücüydü ki, sesleri ve bağrışmaları bazen komşu çocuklarını kapıya ve sokağa dökerdi. Tüccarın kızlarının şen ve şuh kahkahaları herkesin dilindeydi. Herkes onların yiyip içtiklerini ve şık giyimlerini konuşurdu. Güzel ve biçimli vücutları mahallenin gençlerini kendilerine hayran bırakırdı. Bir ipe dizili renkli boncuklara bir hafta bakıp kıkır kıkır gülebilirler, güneşin altına geçip boş boş boncuklarını seyredebilirlerdi. Kimi zaman olur ki sofranın başında uyuyakalırlardı.
Tüccar olan babaları, bütün gün evde otursunlar ve daha da semirip tembelleşsinler diye, her bir kızına birer koca da bulmuştu. Kızların kocaları da tüccarın evinde yaşardı ve hepsinin keyfi de gayet yerindeydi.
Günde bir iki saatten fazla çalışmazlardı. O çalıştıkları da bir iş olsa bari! Tüccarın iş yerine şöyle bir uğrar, hesap defterlerine bakıp üstünkörü bir çekidüzen verirlerdi. Sonra da gerisin geriye eve döner, keyfine düşkün ve tembelliğe âşık karılarıyla bütün günlerini vur patlasın çal oynasın, eğlence içinde geçirirlerdi.
Telhun ise tüm bu hengâmenin ortasında hep kendi başına olurdu. Sanki tüm bu vaziyeti görmüyor gibiydi, belki de görüyor ama aldırmıyordu hiç. Pek kilosu yoktu, ama alımlı bir güzelliği vardı yine de. Kızların en küçüğüydü. Tüccar babası onu evlendirememişti henüz.
Ablaları gibi göz alıcı kıyafetler giymezdi. Elbisesinin uçları çoğunlukla kırışık olurdu ve öylece buruşuk şekilde gezerdi. Kız kardeşleri onun gösterişsiz kıyafetlerine ve buruşukluklarına bakar, “Bu kıyafetlerle nasıl gezebiliyor böyle?” diyerek hayrete düşer ve ayıplarlardı Telhun’u. Babası, Telhun’un kendisinden herhangi bir şey istediğini hatırlamazdı hiç. Babası ona ne alıp getirirse, bir şey demeden kabul ediyordu sadece, ne bir itiraz çıkardı ağzından ne de bir teşekkür. Hiçbir şeye önem vermiyor gibiydi âdeta. Ne bir yere çıkardı, ne de bir kimseyle yan yana gelir konuşurdu. Kendisine bir şey soruldu mu, kısa cevaplarla geçiştirirdi. Kehribar rengi saçları dalga dalga omzundan dökülürdü. Yürüdüğü vakit, masallardaki yolunu kaybetmiş perileri andırırdı. Arkasından bağırıp çağırsalar, küfretseler, onunla dalga geçseler veya saygı bile gösterseler, bunların hiçbir karşılığı yoktu onda. Sanki bambaşka bir dünyada yaşıyor gibiydi. Belki de kimsenin bilmediği bir şeye dikmişti gözünü de onun yolunu gözlüyordu.
Günler böylece akıp giderken, büyük şenlik günü de yaklaşıyordu. Telhun’un ablaları şenlikten günler önce, babalarından ne kadar kıymetli hediyeler isteyeceklerinin düşünü kurmaya başlamışlardı. Sanki şu yalan dünyada üzerinde kafa yoracakları başka hiçbir şey kalmamış gibi, bütün işi gücü bırakmış, bu düşünceye saplanıp kalmışlardı: Nasıl bir hediye isteyeceklerdi… Ama bu eğlencenin Telhun açısından bir anlamı yoktu. Onun için, şenlik de bütün diğer günler gibi sıradan bir gündü işte. Memleket aynı memleket, insanlar aynı insanlar, aynı tembel kızlarla dolu ev ve onların şehvet düşkünü kocaları, aynı yer ve aynı gökyüzüydü her günkü gibi. Hatta her akşamüstü yerden topladığı tozu toprağı insanların gözünün içine sokan rüzgâr bile aynıydı, o da terk etmemişti eski âdetini. Ama bunu sadece Telhun biliyordu ve hâl hareketlerini değiştirmiyordu.
Şenliğe bir gün kala tüccar bütün kızlarını etrafına topladı, onlara alışveriş yapmak için şehre gideceğini ve orada kendileri için ne tür hediyeler almasını istediklerini sordu teker teker. Önce, en büyük kızı Mahfereng sözü aldı. Bu kız ne vakit babasından bir şey isteyecek olsa, gidip onun dizlerine oturur ve ellerini boynuna dolayıp yanaklarından öper, sonra da başını kulağının dibine koyar, göğsünü de babasının omzuna yapıştırıp öyle konuşurdu. Bu sefer de aynı şeyi yaptı ve isteğini söyledi: “Bana bir hamam almanı istiyorum babacığım, havuzu altından, ayak yıkama yeri gümüşten olsun, musluğundan da gül suyu aksın. Ama akşama kadar hazır olsun ki, gidip kocamla birlikte içinde banyo yapalım.”
İkinci kız Mahsultan, her zamanki âdeti üzere, babasının elini göğsüne bastırıp birden ağlamaya başladı (Ne için ağladığını kimse anlamazdı.): “Bana da bir çift ayakkabıyla bir elbise al. Ayakkabımın teki altından diğeri de gümüşten olsun. Elbisemin de bir ipliği gümüşten diğeri altından olsun.”
Tüccarın üçüncü kızı Mahhurşid, yüzünü babasının yüzüne iyice yapıştırdı ve isteğini söyledi: “Bana iki hizmetçi al, biri siyah diğeri de beyaz olsun. Uyurken siyah hizmetçim elbiselerimi çıkarsın, uyandığımda da beyaz olanı giydirsin.”
Dördüncü kız Mahbigem, dudaklarını büzüştürüp babasının yanağına bir öpücük kondurdu: “Bana öyle bir kolye al ki, geceleri kar gibi bembeyaz ışıldasın, gündüzleri de simsiyah olsun rengi. Öyle parlasın ki bir fersah öteden ışıltısı fark edilebilsin.”
Mahmüluk, beşinci kız, eteğini birden yukarı kadar kaldırdı ve
“Akikten bir çorap istiyorum ben, giydiğimde buraya dizime kadar gelsin, çıkardığımda da bir yüzüğün içine yerleştirebileyim onu.” diyerek isteğini söyledi.
Tüccarın altıncı kızı Mahlika, her seferinde en büyük ablası gibi hareket ederdi, yine öyle yaptı: “Bana öyle bir şey alıp getir ki, hamama gittiğimde uşağım, düğüne gittiğimde nedimem olsun, kendisine ihtiyacım olmadığı zaman da parmağıma takabileceğim bir yüzüğe dönüşsün.”
Tüccar bütün kızlarını dinledi ve isteklerini hafızasına not etti. Ama, yedinci kızı Telhun’un ağzını açıp da bir şey söylemesini boşuna bekledi. Sadece bakıyordu Telhun. Hatta bakmıyordu bile, bakar gibi görünüyordu dışarıdan.
Babası sonunda dayanamadı: “Kızım, hadi sen de bir şeyler iste, sana ne getireyim gelirken?”
Telhun başını çevirdi, babası devam etti:
“Canın ne istiyorsa söyle, alayım.”
Ansızın Telhun’un gözleri parlayıverdi, daha önce hiç böyle olmamıştı, çabuk çabuk sordu babasına, “Ne istersem alır mısın?”
Parasıyla alamayacağı bir şey olmadığını düşünen tüccar, kendinden gayet emin bir ses tonuyla cevap verdi:
“Elbette, tıpkı kardeşlerin gibi, ne istiyorsan söyleyebilirsin.”
Kız sustu, herkes iyice kulak kesilsin de dinlesin diye bekledi bir süre sanki. Telhun ömründe ilk defa bir şey isteyecekti. Masallardaki başkasının iyiliği için dua eden iyilik melekleri gibi tatlı ve fısıltılı bir sesle mırıldandı,
“Bir yürek ve ciğer!”
dedi ve sigaranın dumanı gibi usulca kalkıp odadan çıktı.
Ablaları ve babası, onun dediklerinden ne bir şey anlamışlardı ne de çıkıp gittiğini görmüşlerdi. Gözleri öylece kızın oturduğu yere dikilip kalmıştı. Sonunda tüccar, Telhun’un hiçbir şey söylemeden gittiğini düşünmeye başladı, hiçbiri bir şey duymamıştı ondan. Sadece, hemen sağ tarafında oturmakta olan küçük ablası Mahlika duymuştu onun “Bir yürek ve ciğer!” diye mırıldandığını.
Yürek ve ciğer, ama ne için! Sanki tüccarın evinde yiyecek az mıydı ki Telhun yürek ve ciğer yemeye heves etmişti? Babası, Telhun’un peşinden gitti, kız kardeşler de kendi aralarında dalga geçmeye başladılar.
En büyük kız kardeş, Mahfereng, gülüşünü zorla bastırarak söylendi: “Ya gerçekten size de komik gelmiyor mu bu? Bir insan bütün hayatında bir şey istemesin de şimdi yürek ve ciğer istesin? Hiç aklıma gelmezdi… Yürek ve ciğer ha… Ha ha ha… Gerçekten çok komik… Ha ha ha…”
Şehvetli dudaklarından delirtici bir alev yükseliyordu.
Mahsultan, ikinci kız, serinlemek için gömleğinin yakasını açtı, göğüslerinin arasından yükselen koku insanın nefesini kesecek gibiydi: “Yürek ve ciğer… Ha ha ha… Mahlikacığım emin misin doğru işittiğine? Çok komik… Ha ha ha… Ne yapacakmış ki yürek ve ciğerle?”
Kızların üçüncüsü, Mahhurşid, arkasına yaslandı, kafasını sağa sola sallayıp saçlarını yüzüne dökerek, oldukça arzulu bir sesle söylendi kardeşlerine: “Vah vah… Daha neler. Siz de amma sabırlı şeylersiniz… Zavallı kocalarımız, şimdi kim bilir yalnız kalmaktan sabırları nasıl da tükenmiştir. Hadi kalkın da yanlarına gidelim. Hadi kalkın, kocalarımızın yanına gidelim!”
Mahbigem, dördüncü kız, başıyla onaylayarak ona destek verdi. Beşinci kız olan Mahmüluk ve altıncı sıradaki kardeşi Mahlika da aynı şekilde Mahhurşid’in sözlerine destek oldular. Gitmek için doğrulup ayağa kalktılar. Odanın girişinde babalarını gördüler. Babaları dert yanıyordu:
“Başka bir şey istemiyor. Ne yaptım ne ettimse de yüreği ne yapacağını söylemedi bana bir türlü. Sadece bir sefer, bir yürek istiyorum dedi, hepsi o kadar. Dedim ki, kızım, iyi tamam hadi yüreği aldım diyelim, peki ciğeri ne yapacaksın? Ciğer dediğin hepten kandan ibaret bir şey, ne yapacaksın sen kanla? Yine aynı şeyi söyledi, bir ciğer istiyorum, hepsi bu. Ciğerle yürek istiyorum da ne demek yahu? Size de komik gelmiyor mu bir insan tutsun da yürekle kan istesin?”
Бесплатный фрагмент закончился.