Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Çin masalları», страница 3

Шрифт:

Savaş Tanrısı

Savaş Tanrısı Guan Di aslında Guan Yu olarak isimlendirilmişti. Sarı Türbanlıların isyanı tüm imparatorluğu kasıp kavururken yol kenarında tanıştığı ve kendisi gibi vatan aşkıyla dolu iki kişiyle bir dostluk anlaşması yaptı. Bu ikilinin biri, bir sonraki imparator olan Liu Bei, diğeri ise Zhang Fei’di. Üçü bir şeftali bahçesinde buluşup farklı ailelerden olmalarına karşın birbirleri için kardeş olacaklarına dair yemin ettiler. Beyaz bir at kurban edip ölene dek birbirlerine sadık kalacaklarına ant içtiler.

Guan Yu son derece sadık, dürüst, namuslu ve cesurdu. Konfüçyüs’ün imparatorlukların yükseliş ve düşüşünü anlatan “Lu’nun Vakayinameleri” kitabını okumaya bayılırdı. Sarı Türbanlıları bastırıp Dört Irmak Diyarı’nı fethetmesi için arkadaşı Liu Bei’ye yardımda bulundu. Bindiği at Kızıl Tavşan olarak bilinirdi ve bir günde bin altı yüz kilometre koşabilirdi. Guan Yu’nun Yeşil Ejderha denen yarım ay şeklinde bir bıçağı vardı. Kaşları ipek kelebeklerinki gibi güzel, gözleri anka kuşunun gözleri gibi uzun kesimliydi. Yüzü açık parlak kırmızı renkte ve sakalı karnına değecek kadar uzundu. Bir keresinde imparatorun huzuruna çıktığında imparator ona “Dük Hoşsakal” olarak seslenip sakalını yerleştirmesi için ipek bir kese hediye etmişti. Yeşil brokardan kıyafetler giyerdi. Ne zaman savaşa girse alt edilmesi mümkün olmayan bir cesaret gösterirdi. Karşısına bin ordu da gelse, on bin atlı da çıksa ona vız gelir, hepsine tüm gücüyle saldırırdı.

Bir keresinde şeytani Cao Cao, şehri haince ele geçirmek için imparatorun düşmanlarını kışkırttı. Guan Yu bunu duyunca şehri kurtarmak için bir orduyla hemen yardıma geldi; ancak oğluyla beraber bir pusuya düşürülerek düşman ül kenin başkentinde esir alındı. O ülkenin prensi onun kendi tarafına geçmesini memnuniyetle karşılayacaktı, fakat Guan Yu ölüme boyun eğmeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine baba ve oğul öldürüldü. O ölünce atı Kızıl Tavşan da yemek yemeyi bırakıp öldü. Zhou Cang isimli sadık bir komutan, Dük’ün hazin sonunun haberini aldığında tam da bir kaleyi kuşatmıştı. Hem kendisi hem de diğer sadık destekçileri efendilerinden daha uzun yaşamayarak can verdiler.

O zamanlar Dük Guan’ın eski bir yurttaşı ve tanıdığı olan bir keşiş Yeşim Pınarı Tepeleri’nde yaşıyordu. Keşiş geceleri ay ışığı altında yürürdü.

Birdenbire gökten bir çığlık işitti: “Başımı geri istiyorum!”

Keşiş yukarı baktı ve tıpkı yaşadığı zamanlardaki gibi elinde kılıcıyla at sırtında Dük Guan’ı gördü. Sağında ve solunda bulutlarda belli belirsiz figürler olarak oğlu Guan Ping ve komutanlarından Zhou Cang duruyordu.

Keşiş ellerini kavuşturup şunları söyledi: “Yaşarken dürüst ve sadıktınız, öldüğünüzde bilge bir tanrı oldunuz; ancak kaderi kavrayamıyorsunuz! Eğer başınızı geri almakta ısrar ederseniz yaşamlarını sizin ellerinizde kaybetmiş binlerce düşmanınız hayatlarını geri kazanmak için kime başvuracak?”

Dük Guan bu sözleri duyunca reverans yapıp ortadan kayboldu. O zamandan beri de ruhen sürekli etkindir. Ne zaman yeni bir hanedan kurulsa onun kutsal biçimi görünür hale gelir. Bu sebeple onun adına tapınaklar kurulmuş, kurbanlar kesilmiş ve Dük Guan, imparatorluğun tanrılarından biri ilan edilmiştir. Konfüçyüs’e olduğu gibi ona da öküzler, koyunlar ve domuzlar kurban edilmiştir. Yüzyıllar geçtikçe tanrı mertebesindeki derecesi artmaktadır. En başlarda Prens Guan, daha sonra Kral Guan ve sonrasında iblisleri yenen büyük tanrı olarak kendisine tapınılmıştır. En nihayetinde son hanedan ona göklerin büyük, ilahi yar dımcısı olarak ibadet etmiştir. Ayrıca Savaş Tanrısı olarak bilinir; insanlar, şeytan ve tilkilerle boğuşurken onları tüm sıkıntılarından kurtaran güçlü bir kurtarıcıdır. Barış Üstadı Konfüçyüs’le birlikte, sıklıkla Savaş Üstadı olarak kendisine tapınılır.


Çin Savaş Tanrısı, daha sonra (yaklaşık olarak MS 250 yılında) Han Hanedanı’na katılan Üç İmparatorluk çağından itibaren tarihi bir kişilik olmuştur. Liu Bei, Guan Yu ve Zhang Fei’nin yardımlarıyla Sichuan’da “Küçük Han Hanedanı”nı kurmuştur. Guan Yu ya da Guan Di, bir diğer deyişle, “Tanrı Yuan” aynı anda Savaş Tanrısı ve kurtarıcı olarak zaman içinde Çin efsanelerinin en tanınmış figürlerinden biri haline gelmiştir. Keşişin bulutlardaki Tanrı Guan Di’yle konuşması Budist kader (Karma) öğretisine dayanmaktadır. Çünkü Guan Di (niyeti iyi dahi olsa) başka insanları öldürmüştür ve bir tanrı olsa bile bu davranışlarının sonucuna katlanmak zorundadır.

AZİZLERİN VE BÜYÜCÜLERİN MASALLARI

Azizlerin Haleleri

Gerçek tanrılarının tümünün başlarının etrafında haleleri bulunur. Daha düşük seviyedeki tanrılar ve iblisler bu haleleri gördüklerinde saklanırlar ve kımıldamaya cesaret edemezler. Ejder-Kaplan Dağı’ndaki Göklerin Efendisi daima tanrılarla görüşür. Bir gün komşu vilayetin memuru ziyarete gelmişken Savaş Tanrısı da dağa indi. Göklerin Efendisi, memura geri çekilip içteki bir odada saklanmasını tavsiye etti. Sonra da Savaş Tanrısı’nı karşılamak üzere dışarı çıktı. Fakat memur kapıdaki bir çatlaktan gizlice baktı ve saygıyla karışık korku uyandıran kırmızı yüzlü ve yeşil giysili Savaş Tanrısı’nı gördü. Aniden kırmızı bir hale başının üzerinde parladı ve ışınları iç odaya kadar girip memurun bir gözünü kör etti. Bir süre sonra Savaş Tanrısı gitti ve Göklerin Efendisi ona eşlik etti. Birden Guan Di panikle şunları söyledi: “Konfüçyüs geliyor! Onun başındaki hale tüm dünyayı aydınlatır. İki bin kilometre uzakta bile olsa onun ışınlarına dayanamam, bu yüzden hemen yoldan çekilmem gerek!” Bununla birlikte bir bulutun üzerine adım atıp gözden kayboldu. Göklerin Efendisi, olan biteni vilayet memuruna anlattı ve ekledi: “Neyse ki Savaş Tanrısı’nı yüz yüze görmedin! En büyük erdem ve bilgeliğe sahip olmayan kimseler onun halesinin kırmızı ışınlarında erir giderler.” Bu sözleriyle beraber ona hayat iksirinin hapını verdi ve memurun kör gözü yavaş yavaş iyileşti.

Ayrıca bilginlerin de başlarının etrafında gördüklerinde iblisleri, tilkileri ve hayaletleri korkutan kırmızı haleler taşıdığı söylenir.

Bir zamanlar tilkiyle arkadaşlık eden bir bilgin vardı. Tilki gece onu görmeye gelir, bilginle beraber köylerde gezintiye çıkarlardı. Evlere girip insanlar onları fark etmeden orada olan biten her şeyi görebilirlerdi. Ancak tilki ne zaman uzaktan bir evin üzerinde asılı duran bir hale görse o eve girmezdi. Bilgin bunun sebebini sordu.

“Onların hepsi ünlü bilginler,” diye cevapladı tilki. “Hale ne kadar büyükse bilgileri de o kadar engin olur. Onlardan korkarım ve evlerine girmeye cesaret edemem.”

Ardından adam şöyle dedi: “Ama ben de bir bilginim! Benimle yürüyüşe çıkmak yerine senin korkmana neden olacak bir halem yok mu?”

“Senin başının etrafında yalnızca siyah bir sis var,” dedi tilki. “Henüz hiç hale ile çevrildiğini görmedim.”

Bilgin küçük düşüp onu azarlamaya başladı, fakat tilki kahkahalar atarak gözden kayboldu.



Bu masal, geleneksel olarak aktarıldığı şekliyle anlatılmıştır. Longhu Şan’da (Ejder-Kaplan Dağı) yaşayan Göklerin Efendisi Tian Çi sözde Taocu papadır.

Laozi

Laozi aslında gökyüzü ve yeryüzünün toplamından daha yaşlıdır. Diğer dördüyle birlikte bu dünyayı yaratan Toprak Tanrısı’dır. Farklı zamanlarda farklı isimlerle dünyaya gelmiştir. Ancak en meşhur vücut bulmuş hali beyaz saçlarla dünyaya geldiği için “Yaşlı Bilge” Laozi olarak adlandırıldığı halidir.

Elde ettiği her türden sihirli güç yardımıyla ömrünü uzatmıştı. Bir keresinde bir hizmetkâr tuttu ve ona günde yüz parça bakır para ödeyeceği üzerinde anlaştılar, ancak hiçbir ödeme yapmadı. Sonunda hizmetkârına olan borcu yedi milyon iki yüz bin parça bakır parayı buldu. Sonrasında siyah bir boğaya binip Batı’ya doğru yol aldı. Hizmetkârını da yanına almak istedi ama Hangu Geçidi’ne geldiklerinde hizmetçisi daha fazla ilerlemeyi reddedip kendisine ödeme yapılmasında ısrar etti. Laozi yine de ödeme yapmadı.

Geçit muhafızının evine geldiklerinde gökte kırmızı bulutlar belirdi. Muhafız işareti fark edip kutsal birinin yaklaşmakta olduğu anladı. Böylece onu karşılamak için dışarı çıkıp evine davet etti. Gizli bilgi konusunda Laozi’yi sorguladıysa da adam yalnızca dilini çıkarmakla yetinip tek kelime dahi etmedi. Buna rağmen geçit muhafızı son derece saygılı davrandı. Laozi’nin hizmetkârı, muhafızın hizmetkârına Laozi’nin ona çok borcu olduğunu söyledi ve kendisi hakkında efendisine iyi sözler söylemesi için yalvardı. Muhafızın hizmetkârı borcun miktarını öğrenince bu zengin adamı damadı yapmak istedi ve kızıyla evlendirdi. Sonunda muhafız meseleyi duyup hizmetçiyle beraber Laozi’nin yanına geldi. Ardından Laozi hizmetkârına şunları söyledi: “Seni alçak hizmetçi. Aslında çoktan ölmüş olman gerekiyordu. Seni işe aldım ve fakir olup para veremeyeceğim için ben de sana ha yat veren tılsım yedirdim. Bu yüzden hâlâ hayattasın. Sana dedim ki: ‘Bana Batı’ya, Kutsal Huzur Diyarı’na, kadar eşlik edersen maaşını sarı altın olarak ödeyeceğim.’ Ama bunu kabul etmedin.” Bu sözleriyle birlikte hizmetkârının ensesine vurdu, adam ağzını açıp hayat tılsımını tükürdü. Zincifreyle6 yazılmış oldukça taze ve iyi korunmuş büyülü işaretler hâlâ üzerinde görülebiliyordu. Derken hizmetkâr aniden yere yığıldı ve kuru bir kemik yığınına dönüştü. Bunun üzerine geçit muhafızı yere kapanıp yalvardı. Hizmetkârına Laozi’nin yerine ödeme yapacağı sözünü verdi ve onu hayata geri döndürmesi için yalvardı. Laozi de tılsımı kemikler arasına yerleştirdi ve hizmetkâr anında hayata geri döndü. Geçit muhafızı, maaşlarını ödeyip adamı gönderdi. Sonra da Laozi’yi üstadı kabul ederek kendini ona adadı. Laozi de ona sonsuz yaşama sanatını öğretti ve muhafızın yazıya döktüğü beş bin kelimelik öğretisini bıraktı. Böylece ortaya çıkan kitap Tao Te Ching, yani Yol ve Erdemin Kitabı’ydı idi. Laozi bu olayın ardından insanların gözle göremeyecekleri haline büründü. Ancak geçit muhafızı, onun öğretilerini izledi ve ölümsüzler arasında yerini aldı.



Taocular, Laozi’nin Batı’ya yolculuğunun (birçok kişiye göre yalnızca Laozi’nin bir reenkarnasyonu olan) Buda’nın doğumundan önce gerçekleştiğini savunmayı severler. Hangu Geçidi’nin muhafızından, Liezi ve Zhuangzi metinlerinde Guan Yin Şi adıyla bahsedilmektedir.

Yaşlı Adam

Bir zamanlar Huang An isimli bir adam yaşardı. Seksen yaşını aşmış olmalıydı ancak genç biri gibi görünürdü. Zincifreyle geçimini sağlar, hiç kıyafet giymezdi. Kış aylarında bile kıyafetsiz dolaşırdı. Yaklaşık bir metre uzunluğundaki bir kaplumbağaya binerdi. Bir keresinde şöyle soruldu: “Acaba bu kaplumbağa kaç yaşındadır?” Adam cevap verdi: “Fu Şi balık ağlarını ve yılanbalığı tuzaklarını icat ettiğinde bu kaplumbağayı yakalayıp bana verdi. O zamandan beri düz kabuğunun üzerine oturuyorum. Bu yaratık güneş ve ayın ışığından korkar, bu yüzden kafasını yalnızca iki bin yılda bir dışarı çıkarır. Bu hayvanı aldığımdan beri kafasını beş kere dışarı çıkardı.” Bu sözleriyle birlikte kaplumbağasını sırtına alıp gitti. Ardından adamın on bin yaşında olduğuna dair efsaneler ortaya çıktı.



Zincifre, yaşam iksirinin hazırlanmasında sıklıkla kullanılır. Fu Şi “yaşam üreten nefes” olarak bilinir. Kaplumbağalar çok uzun yıllar yaşar.

Sekiz Ölümsüz I

Sekiz Ölümsüz’ün göklerde yaşadığına dair bir efsane vardır. İlkinin ismi Zhongli Kuan’dır. Han Hanedanı döneminde yaşayıp altın zincifrenin yani felsefe taşının büyüsünü keşfetmiştir. Civayı eritip kurşunu pişirir ve onları sarı altınla beyaz gümüşe dönüştürebilirdi. Ayrıca insan formundayken havada süzülebilirdi. Kendisi, Sekiz Ölümsüz’ün başıdır.

İkincisinin adı Zhang Guo’dur. Zamanın başlangıcında gizli bilgeliği elde etmiştir. Onun aslen insana dönüşmüş beyaz bir yarasa olduğu söylenir. Tang Hanedanı’nın ilk günlerinde sırtında bambu davulu olan beyaz sakallı yaşlı bir adam Çangan kentinde siyah bir eşeği ters oturmuş halde sürerken görülmüştü. Davulunu çalıp şarkı söyler ve kendini yaşlı Zhang Guo olarak tanıtırdı. Başka bir efsane ise yanında her zaman bir günde bin altı yüz kilometre gidebilen beyaz katırıyla dolaştığını anlatır. Gideceği yere vardığında hayvanı katlayıp bavuluna yerleştirirdi. Tekrar ihtiyacı olduğunda da hayvanın ağzına su serpiştirirdi ve katır ilk haline geri dönerdi.

Üçüncüsü ise Lu Yan ya da Lu Dongbin (Dağ Konuğu) adındadır. Gerçek adı Li’ydi ve yönetimdeki Tang Hanedanı’na mensuptu. Ancak İmparatoriçe Wu tahtı ele geçirip neredeyse son kişiye kadar Li ailesini yok ettiğinde karısıyla birlikte dağların derinliklerine kaçtı. İsimlerini Lu olarak değiştirdiler. Kayalıklardaki mağaralarda gizlenerek yaşadıkları için kendine Dağ Konuğu ya da Kayalıkların Misafiri adını verdi. Havayla beslendi ve hiç ekmek yemedi. Çiçeklere çok düşkündü. Zamanla gizli bilgeliğe erişti.

Başkent Loyang’da şakayıklar bolca çiçeklendi. Orada kendini güzel bir kıza dönüştüren bir çiçek perisi yaşardı ve Dağ Konuğu, Loyang’a geldiğinde onunla sohbet ederdi. Birdenbire yakışıklı bir genç kılığına girmiş olan Sarı Ejderha yanlarına gelip çiçek perisiyle alay etti. Dağ Konuğu öfkelendi ve uçan kılıcını fırlatıp ejderhanın kafasını kesti. O andan itibaren yeniden geçici hazların ve ölümün dünyasına döndü. Gündelik hayatın tozuna gömüldü ve bir daha üst bölgelere kanatlanamadı. Daha sonra kurtarıcısı Zhongli Kuan’la tanışıp Ölümsüzler’in saflarına kabul edildi.

Söğütelfi onun öğrencisiydi. Bu, güneş ışınlarının ve ay ışıklarının en ruhani güçlerini kendine çekip böylece insan şeklini alabilmiş yaşlı bir söğüt ağacıydı. Yüzü mavi, saçları kızıldı. Dağ Konuğu onu öğrencisi olarak kabul etti. Daha sonraki dönemlerin imparatorları ve kralları Kayalıkların Misafiri’ne saf güneşin atası ve efendisi olarak saygı duydular. Halk arasında Büyükbaba Lu olarak tanınır. Çok bilge ve güçlüdür. Bu yüzden insanlar hâlâ kehanet almak üzere akın akın Büyükbaba Lu’nun tapınağına gelir ve iyi şans için dualar ederler. Giriştiğiniz bir işte başarılı olup olmayacağınızı öğrenmek istiyorsanız tapınağa gidip bir tütsü yakın ve başınızı yere eğin. Sunak üzerinde birkaç düzine şans çubuğu olan bambu bir kadeh göreceksiniz. Dizlerinizin üzerindeyken çubuklardan biri düşene kadar kadehi sallamalısınız. Çubuğun üzerinde bir sayı yazıyor olacak. Ardından o sayı Kehanet Kitabı’nda bulunmalı, karşılık geldiği dörtlük okunmalıdır. Haber verilen talih ve felaketlerin kehanetteki gibi gerçekleştiği söylenir.

Dördüncü Ölümsüz de Cao Guojiu’dur (Devletin Dayısı Cao). Bir zamanlar ülkenin hükümdarı olan İmparatoriçe Cao’nun küçük kardeşiydi. Bu sebeple kendisine Devletin Dayısı deniyordu. İlk gençliğinden beri gizli bilgeliğin hayranıydı. Servet ve itibar onun için toz zerreleri kadar değersizdi. Ölümsüz olmasına yardım eden Zhongli Kuan’dı.

Beşincisinin adı Lan Kaihe’dir. Gerçek ismi, yaşadığı dönem ya da ailesi hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Sıklıkla pazar yerinde yırtık mavi bir kıyafet ve ayakkabısının tekini giymiş, bir odun kütüğüne vurup hayatın anlamsızlığıyla ilgili şarkılar söylerken görülürdü.

Altıncı Ölümsüz Li Tieguai (Demir Koltuk Değnekli Li) diye bilinir. Genç yaşta ailesini kaybetti ve ağabeyinin evinde büyütüldü. Yengesi ona çok kötü davranıp asla yeterli yiyecek vermedi. Bu sebeple tepelere kaçıp gizli bilgeliği öğrendi.

Bir keresinde kardeşini görmeye geldiğinde yengesine şöyle dedi: “Bana yiyecek bir şeyler ver!” Kadın evde yakacak hiç odun olmadığını söyledi. Li şöyle cevapladı: “Sadece pirinç hazırlaman gerekiyor. Odun yerine bacağımı kullanabilirim, fakat ateşin bana zarar verebileceğini söylememelisin. Söylemezsen, zarar gelmeyecek.”

Yengesi, hünerlerini görmek istediği için bir kaba pirinç döktü. Li bacaklarından birini kabın altına uzatıp yaktı. Alevler yükseldi ve bacağı kömür gibi yandı.



Pirinç neredeyse kaynamışken yengesi şöyle dedi: “Bacağın zarar görmeyecek mi?”

Li öfkeyle yanıtladı: “Hiçbir şey söylememen için seni uyarmadım mı? O zaman zarar gelmeyecekti! Şimdiyse bacaklarımdan biri sakatlandı.” Bu sözleriyle birlikte demir bir ocak maşasını alıp kendisi için koltuk değneği haline getirdi. Sonra da sırtına bir sukabağı asıp şifalı otlar toplamak için tepelere gitti. Demir Koltuk Değnekli Li olarak bilinmesinin sebebi budur.

Ayrıca onun hakkında, ustası Laozi’yi görmek için zihinsel olarak sık sık göklere yükselme alışkanlığı olduğu da anlatılır. Gitmeden önce bedenine ve içindeki ruha göz kulak olması için bir öğrencisine emir verirdi ki böylece ruh kaçıp gitmezdi. Zihni geri dönmeden yedi gün geçerse öğrenci, ruhun boş bedeni terk etmesine izin verirdi. Ne yazık ki, altı gün geçtikten sonra öğrenci, annesinin ölüm döşeğine çağrılmıştı ve yedinci günün akşamı ustasının zihni geri döndüğünde yaşam çoktan bedenini terk etmişti. Kendi bedeninde zihnine yer olmayınca, ümitsizlik içinde hayati özü henüz dağılmamış, kullanabileceği ilk bedene girdi. İçine girdiği beden, henüz ölmüş topal bir komşusunun bedeniydi; böylece usta, o günden sonra topal komşusunun bedeniyle ortaya çıktı.

Yedinci Ölümsüz, Han Şianzi ismindedir. Tang Hanedanı’ndan ünlü Konfüçyüsçü âlim Han Yu’nun yeğeniydi. İlk gençliğinden itibaren ölümsüz tanrıların sanatını öğrendi, evini terk edip Taocu oldu. Büyükbaba Lu gözlerini açıp onu göksel âleme yükseltti. Bir keresinde amcasının hayatını kurtardı. Amcası, imparator kendisinden Buda’nın görkemli bir kemiğini getirmesini istediğinde itiraz ettiği için saraydan kovulmuştu. Kaçarken Mavi Geçit’e geldiğinde şiddetli bir kar yağışı yolu geçilemez hale getirdi. Atı kara saplanmıştı ve kendisi de donarak ölmek üzereydi. Han Şianzi birden ortaya çıkıp onun ve atının saplandıkları yerken çıkmalarına yardım etti ve onları Mavi Geçit’teki en yakın hana sağ salim getirdi. Han Yu şu satırların yer aldığı bir dörtlük okudu:

 
Uzanıyor Qinling Dağı bulutların arasında,
Evim nasıl da öyle uzaklarda!
Mavi Geçit’in etrafında kardan kuleler,
Bu ata kim doğru yolda eşlik eder?
 

Sonra aniden Han Şianzi’nin birkaç yıl önce doğum gününü kutlamak için evine geldiğini hatırladı. Gitmeden önce de bu satırları bir kâğıda yazmıştı ve amcası da bunların anlamını kavramadan okumuştu. Şimdi de bilinçsizce yeğeninin o gün yazdığı dörtlüğü söylüyordu. İç çekerek Han Şianzi’ye şunları söyledi: “Geleceği önceden haber verebildiğine bakılırsa Ölümsüzler’den biri olmalısın!”

Han Şianzi, karısını da üç kez dünya bağlarından kurtarmaya çalıştı. Gizli bilgeliği aramak için evini terk ettiğinde karısı tüm gün oturup ona özlem duymuştu. Han Şianzi, karısının da ölümsüzlüğe erişmesine istediyse de onun bunu anlamayacağından endişelendi. Bu yüzden denemek için bir keresinde dilenci olarak, bir kez de gezgin bir keşiş olarak farklı biçimlerde karşısına çıktı. Ancak karısı bu fırsatları kavrayamadı. En sonunda evlerinin önünde bir hasır üzerinde oturmuş, bir odun parçasına vurup sutralar okuyan topal bir Taocu biçimini aldı.

Karısı şöyle dedi: “Kocam evde değil. Size hiçbir şey veremem.”

Taocu cevapladı: “Altınınızı ya da gümüşünüzü değil, sizi istiyorum. Hasırın üzerine, yanıma oturun. Göğe yükselip kocanızla yeniden buluşacaksınız!”

Bunun üzerine kadın sinirlenip adama sopayla vurdu.

O zaman Han Şianzi kendi gerçek biçimini alıp parlayan bir bulutun üzerine bastı ve göğe yükseldi. Karısı arkasından bakıp yüksek sesle gözyaşı döktü, ancak kocası gözden kayboldu ve bir daha da görülmedi.

Sekizinci Ölümsüz ise bir kızdı ve He Şiangu diye biliniyordu. Bir köylünün kızıydı ve üvey annesi kendisine kötü davransa da saygısını ve çalışkanlığını korudu. Üvey annesi onu engellemeye çalışsa da o, sadaka vermeyi severdi. Dayak yediği zaman bile asla sinirlenmezdi. Evlenmemeye yemin ettiği için üvey annesi kızı ne yapacağını bilemedi. Bir gün kız pirinç pişirirken Büyükbaba Lu gelip onu kurtardı. Göğe doğru yükselirken elinde hâlâ pirinç kaşığını tutuyordu. Kendisine Göklerin Güney Kapısı’nda yere düşen çiçekleri süpürme görevi verildi.



Aralarında daha önceden bireysel olarak bilinenler olsa da bir grup olarak kabul edilen Sekiz Ölümsüz’ün efsaneleri Mançu Hanedanı’ndan daha geriye gitmez. Han Şianzi gibi bazı Ölümsüzler tarihi kişilikler iken diğerleri tamamen efsanevidir. Günümüzde sanatta ve el sanatlarında önemli bir rol oynarlar. Sembolleri de sıkça karşımıza çıkar: Zhongli Kuan bir yelpazeyle temsil edilir. Zhang Guo’nun iki bagetli bambu davulu ve katırı bulunur. Lu Dongbin’in kılıcı ve sırtında taşıdığı çiçek sepeti ve Cao Guojiu’nun havaya fırlatabildiği iki küçük tahtası vardır. Li Tieguai ise dışında iyi şans sembolü olan yarasanın bulunduğu bir sukabağına sahiptir. Bir kadın olarak resmedilen Lan Kaihe’nin flütü bulunur. Han Şianzi’nin çiçek sepeti ve fide kazığı vardır. He Şiangu da genellikle lotus çiçeği şeklinde tasvir edilen bir kaşığa sahiptir.

6.Kırmızı renkli doğal civa sülfür.

Бесплатный фрагмент закончился.

399 ₽
171,19 ₽