Читайте только на ЛитРес

Книгу нельзя скачать файлом, но можно читать в нашем приложении или онлайн на сайте.

Читать книгу: «Eğitimin Altın Anahtarı»

Шрифт:

GİRİŞ SÖZÜ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Doğu’ya yaptığı seferlerin birinde, Mısır piramitlerinde gördüğü bir yazı Tarihçi Herodot’u şaşırtmış: “Gençlerin ahlakı gitgide bozuluyor. Ne yapılmalı?”

Tarihçinin bu yazıyı okuması üzerinden iki bin yıldan fazla zaman geçti. Yazının yazılması da kim bilir ne kadar zaman önce olmuştur? Bundan anlaşılıyor ki “gençler” konusu her zaman güncel olmuş ve bu konuya farklı dönemlerde çeşitli yaklaşımlar yapılmıştır.

Nüfusumuzun %64’ünü gençler oluşturuyor. Evlatlarımızın bilimli ve ahlaklı olarak büyümeleri için evde ebeveynlerin, eğitim kurumlarında ise öğretmenlerin ciddi bir şekilde çabalamaları gerekiyor. Oğullarımızı ve kızlarımızı bilim ve marifete aşina etmekten herkes sorumlu olmalıdır.

Büyük aydın ve bilge Mahmud Hoca Behbudi, gençliğe hitabında şunları yazdı: “…Bu ileri çağda bilimsiz, aydınsız, sadece taassup (bir din ve inanışa, bir fikre aşırı derecede bağlı olup onun dışındakileri düşman gibi görme) ile yaşamak mümkün değildir. Modern ilerleme ve gelişme o kadar güçlü ki yakında kuru ve çürümüş taassuplarımızı da köküyle koparıp atacaktır. Dolayısıyla tüm gençlerimiz bu konuda tek bir şeye güvenebilirler. Bu bilim ve aydınlanmadır.” (Oyna dergisi, 1914, sayı 41). Bir başka bilgin şöyle der: “Çocuk terbiyesine kayıtsız kalan bir millet, krize mahkûmdur. Onları yabancı ellere ve yabancı kültüre teslim edenler, kendi kendilerini yok etmeye mahkûmdur. Bugün toplumun kara yüzü olan zalimler, ayyaşlar, sapıklar, uyuşturucu bağımlıları, isyancılar, dün terbiyeleri ihmal edilen çocuklardır.” Bu deyişler günümüzde de günceldir. Halkımız “Bir çocuk için yedi mahalle ebeveyndir (göz, kulak olur).” der. Peki, çocuk yetiştirmenin en iyi yolu nedir? Her şeyden önce, bir çocuğa eğitim ve terbiyeyi zorla öğretmek yanlıştır. Terbiye çok hassas bir konudur. Ona çok dikkatli yaklaşmamız, yeni yöntem ve teknikler kullanmamız gerekiyor. Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33). Dinimiz, ahlaki eğitimi insanoğlu mükemmelliğinin (kemalinin) ayrılmaz bir parçası olarak görür.

Ama herkes çocuk yetiştirirken doğru olanı yapıyor mu? Maalesef “Evet.” diyemeyiz.

Işıklarımızın yanması için evimizin kesintisiz elektriğe ihtiyacı var. Ebeveyn çocuk ilişkisi de sürekli bir güçle sağlanmalıdır. Çocuğa şefkat göstermekten, onu sevmekten korkmamalıyız. Sevgi ne kadar çok paylaşılırsa fazlasıyla geri döner.

Yani, imkân da zaman da yeterince var. Onun için etkili bir şekilde kullanılmalıdır. Öyle değil mi sevgili okur?

KENDİNİ ANLAMAK GERÇEK MUTLULUKTUR

Öz farkındalık nedir? İnsan ne zaman kendini tanır, anlar? Çok soru var, cevaplar farklı. Ancak hiçbir cevap Allah Teâlâ’nın kutsal sözündeki ayetler kadar mükemmel değildir , kalbi rahatlatamaz.

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:


1. “Şüphesiz ki bir kavim kendi durumunu (nimetlere olan davranışını) değiştirmedikçe Allah onların durumunu (kötü tarafa) değiştirmez.” (Ra’d suresi, 11. ayet)

İşte asıl soru burada ortaya çıkıyor. Öyleyse bir insan neyi değiştirmeli? Kıyafetlerini mi, evini mi yoksa adını mı?

Hayır! İnsan fikrini, etrafındaki dünyaya ve içindeki her şeye karşı tutumunu değiştirmelidir.

Hayatta çoğu zaman kişilerin başkalarını değiştirmek için çok uğraştığına ve başkalarının değişmesini istediğine tanık oluruz. Kayınvalide gelinin değişmesini bekler ve gelin ise kayınvalidesinden şikâyetçi olur. Anne oğlunun, kızının değişmesini ister.

Bu da yetmezmiş gibi bu değişikliklerin bir an önce olmasını ister.

Kendinden başka birisini değiştirmeye çalışmak beyhude bir girişimdir; mutsuzluğa atılan ilk adımdır. Bir insanın mutlu olabilmesi için önce kendini, yani fikrini değiştirmesi gerekir. Ancak o zaman başkalarını değiştirebilir, kendini mutlu ederek çevresindekilerin mutluluğuna katkıda bulunabilir. Mutluluğu kendi içimizde aramalıyız. İç mutluluk değiş tokuş gerektirmez. Onu ortaya çıkarmayı istemek yeterlidir.

Bu yüzden “KENDİ”ni değiştirmek çok önemlidir. Bugünlerde biz yanlış üslup, yanlış yollar arıyoruz. Bu hareketler temel kural ile çeliştiği için etkisizdir.

Bir Allah’ın kulu, iyilik elde etmek istiyorsa iyi nitelikleri kendinde birleştirip onu elde etmek için çok çalışmalıdır. Ancak o zaman Allah onun işini rast getirip bereket verecektir.

2. Sadece kendini değiştiren bir insan dünyayı değiştirebilir. Dünya tarihinde silinmez izler bırakırmış, hayatın akışında önemli değişiklikler yapmış insanların hayatlarına bakacak olursak elbette onlar her şeyden önce kendini değiştirmiş insanlardır. Dünyayı değiştirmek için insanın önce kendini tanıması gerekir: “Ben kimim?”, “Bunlar iyi özelliklerim, bunlar ise kötü özelliklerim.”, “Bunlar güçlü yönlerim, bunlar ise zayıf yönlerim.” ve benzeri.

İnsan mükemmel, eksiksiz yaratılmıştır. Başkalarında bulunan iyi erdemler ve güzel sıfatlar aslında her insanda mevcuttur. İyi nitelikleri ve güçlü yönleri parlatır ve cilalarız. Zayıf yönlerimizi, kötü özelliklerimizi iyiye dönüştürmeye çalışıyoruz. Bu istek, zayıflıklarımızı ortaya çıkarmadan, gizli olumlu niteliklerimizin tezahüründe bir motor görevi görür. Tıpkı fakir bir adamın yoksulluğu onu zenginliğe sürüklediği gibi. Bu şekilde insan, iyi nitelikleri kendi içinde biriktirmek ister, kötülerini ise yok etmeye çalışır ve eğer varsa onların karakterinde tezahür olmamasına çaba gösterir.

“Benim elimden hiçbir şey gelmez.” demeye alışkınız. Hayır, asla öyle değil. Çok şey yapabiliriz. İnsan doğasında her şeyi öğrenme, başarmaya gayret gösterme arzusu vardır. Bu yüzden kendinizi inceleyin, eksikliklerinizi gidermek için sağlam bir plan yapın. Sonuç olarak önce kendiniz, sonra çevrenizdekiler değişecek ve sonunda siz dünyayı değiştireceksiniz.



3. “Ey iman edenler! Kendinize bakın!” (Mâide suresi, 105. ayet)

Öz farkındalık yoluyla insanoğlu herkesi tanır ve anlar. Kendini tanıyan insan, nelere kadir olduğunu bilir. Kendinize “Ben kimim?”, “Dünyaya neden geldim?”, “Ne amaç ile yaratıldım?”, “Neden yaşıyorum?”, “Amacım nedir?” diye sorun.

Çoğu problem, insanoğlu kendine bu tür sorular sormadığından dolayı kök salar. Bu sorular cevapsız kalınca insan kendini birilerine “feda ederek”, kendini unutarak, kendinden kaçarak yaşamaya başlar. Kendinden kaçan insan, en korkak, en aptal insandır.

Günümüzde kendinden kaçmanın en yaygın, apaçık tezahürlerinden biri, başkalarının endişeleriyle meşgulmüş gibi davranmaktır. Bugün orada bir yerde merasim, burada birisinin nikâhı, öteki yerde imece… Böyle bir insan, sorunlarını hatırlamamak ve onlar hakkında düşünmemek için güya başkalarının sorunlarıyla “meşgul” gibi dolaşıp durur. Bu tür insanlar kendilerini özverili, başkalarına iyilik yapan birisiyim diye teselli ederler. Ya aslında?

Dostundan kaçsan da kendinden kaçma! Oğlundan kaçsan da kendinden kaçma! Kendinden kaçan insan, ayağı yerden kesilmiş veya kökleri yerden çıkmış bir ağaç gibidir.

Hafif bir rüzgâr bile onları yere serebilir.



4. “Allah, müminlerden canlarını ve mallarını kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe suresi, 111. ayet)

Bu dünyada bizim “KENDİMİZ”den başka bir şeyimiz yok. Sunabileceğimiz “mal”ımız da aynı zamanda “KENDİMİZDİR”. Cenneti de “KENDİMİZ” karşılığında satın alıyoruz. Çocuklarımız veya tanıdıklarımız vesilesiyle cenneti satın alamayız. Karı veya koca, çocuklar benim “Hayat vagonu”ma daha sonra bindi, onlar bir kaza veya talak nedeniyle her an “vagon”dan inebilirler. Sonunda sadece “KENDİM”iz kalır.

İş adamları bile “KENDİ”ne sahip olması gerekir. Aksi takdirde günümüzde başarılı, zengin bir insan bir süre sonra bazı bir sebeplerden dolayı iflas bile edebilir. Nasıl bir durumda olmasın insanı cesaretlendiren de destekleyen de onun “KENDİ”sidir.

Beraber düşen iki kişiden biri, diğerini ayağa kaldırabilmesi için önce “KENDİSİNİ” ayağa kaldırması gerekir. Yerde yatan birisi bir başkasını nasıl kaldırabilir? Sonuç olarak cenneti herkes “KENDİSİ” satın alır.

Bunu anlayan kişi tüm sorunların anahtarını bulabilir.



5. “Ey Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün beni, annemi, babamı ve bütün müminleri bağışla!” (İbrâhim suresi 41. ayet)

Ayette de önce “ben” diyor. Yani, odak noktası kendimizdir. Bu üslup Kur’an’ın üslubudur. Çünkü insanoğlu, ancak kendini anlarsa, kendini korursa başkalarını anlayabilir ve koruyabilir.

Örnek: Çoğumuz uçakla seyahat etmişizdir. Allah korusun, diyelim ki uçakta bir kaza oldu. Herkes şaşkınlık ve panik içinde olur. On bin metre yükseklikte oksijen yetersizliği nedeniyle yolcuların hayatı tehlikeye girer. Bu durumda yolculara ilk yardım olarak oksijen maskeleri takmaları tavsiye edilir ve onlar oksijenle zenginleştirilmiş havayı soluyacaklardır. Uçakta baba maskeyi önce kendisine mi takar yoksa çocuğuna mı? Önce kimin kurtarılması gerekiyor? Tabii ki baba maskeyi önce “KENDİ”ne sonra çocuğuna takarsa doğru olur.

Neden? Çünkü bir baba önce çocuğuna maske takmaya çalışırsa maskeyi takıncaya kadar “KENDİ”si havasızlıktan ölebilir. Çocuğuna maske takmış olsa bile babasız kalan çocuğun bu kadar ciddi bir durumda nasıl davranacağını tahmin etmek zor değil…

Şimdi, maskeyi ilk “KENDİSİ”ne taktığında, “KENDİSİ” sağlıklı kalır. Ayrıca çocuğuna maske takmaya yetişebilmesi pek olası değildir. “ÖNCE KENDİSİ” sağlıklıysa çocuğunu kurtarabilir. Aksi takdirde ikisi de vefat edebilir.

Bu durum en çok deniz yoluyla seyahat eden ancak yüzme bilen bir babanın ve yüzme bilmeyen bir çocuğun bindiği tekne battığında daha belirgin olur. Böyle bir durumda bir tane olan can yeleğini kim giymeli? Çocukları için sürekli kendini feda eden bir baba, o yeleği çocuğuna giydirirse onu kurtaracaktır. Ama “KENDİSİ” bir yere kadar yüzebilir, fakat yorulup boğulma riski de yok değil. Çocuk uçsuz bucaksız denizde yalnız kalır. Doğru, çocuk boğulmaz fakat açlıktan veya köpek balığına yem olarak can verir.

Ya baba o can yeleğini kendisi giyerse? Hem kendini hem de çocuğunu kurtarmış olacak. Sonuç olarak, “ÖNCE” ihtiyacımız olan yardımı “KENDİMİZE” verebilirsek o zaman başkalarına da yardım edebiliriz. İnsan önce kim olduğunu bilmeli.

Daha sonra etki alanlarını, ilişkilerini, bağlantılarını, dış ilişkilerini, alanlarını tanımlayabilir.



6. “Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız Allah katında onu bulursunuz.” (Bakara suresi 110. ayet)

Çocuğunun karnını doyuran, kıyafetini temizleyen, ona bakan bir anne kime iyilik eder? Karısına istediği elbiseyi alan koca kime iyilik etmiş olur? Tabii ki “KENDİSİ”ne. Her iki durumda da onlar kendi görevlerini yerine getirdiler. Çocuğa bakmak anne ve babanın görevidir, kadının nafakası (isteklerini karşılamak) kocaya vaciptir.

Şöyle bir örnek verelim. Arabanızın tekerleklerini komşunuz istedi, siz de verdiniz. Akşamüstü de dayınız arabanın direksiyonunu götürdü. Yakınlarınızda oturan bir tanıdık da koltuklarını götürdü. Böylece kendi ihtiyacınız olan araba bir demir yığını hâline geldi.

Ya da yemek yaparsak bir tabak komşulara da veririz. Tabağın geri dönüşüne asla kayıtsız değiliz. Komşu tabağı geri getirmezse çocukları onu almak için komşuya göndeririz.

Bu tabağın fiyatı “taş çatlasın” 1000 som (10 tl). 1000 som olan tabağı geri almaya çalışıyoruz ama birileri için değerli hayatımızı boşa harcıyoruz.

Bazılarının “Biz çocuklarımız için yaşıyoruz.”, “Ne kazanırsak onlarındır.” demesi mantıksız. Çocuk ailede kendine layık bir yerde olmalıdır. Unutmayın, onlar hayatımızın sadece belirli bir kısmını kapsarlar. Hepsini değil. Bu, “onlara iyilik yapmayacağız” anlamına gelmez. “Onlar için yaşamıyoruz” ama onları “kendi iyiliğimiz için” büyütüyoruz, eğitiyoruz.

İnsan, çocuğuna iyi bir terbiyeden daha değerli bir miras bırakamaz. Dinimize göre, çocuğun terbiyesini umursamamak yanlıştır. Çocuklarımızı yetiştirirken çektiğimiz acıların karşılığında güzel ecirler elde ederiz.

SORU: İyiliğe neler dâhildir?

CEVAP: İslam’ın iyilik olarak gördüğü her şey iyiliktir.

Mutlu olmanın ilk şartı kendine iyilik yapmaktır. Kendine iyilik yapmayı başarabilen insan mutludur. Çünkü böyle bir insan kendine nasıl saygı duyacağını bilir. Kendine saygı duyan kişi başkaları tarafından da saygı görür. Ayrıca bu iyilikleri karşılığında “Faydalı Puan”ları elde eder.

İnsan en zor durumda bile kendine iyilik yapabilir.

Örnek: Dikkatsizlik sonucu iki otomobil çarpıştı. Elbette, her iki taraf da haklı olduğunu düşünür ve hemen arabadan iner inmez birbirlerini suçlamaya başlar. O sırada şoförlerden biri söze “Selamünaleyküm kardeşim. İyi misiniz, herhangi bir yeriniz yaralandı mı? Geçmiş olsun, üzgünüm. Trafik polisini arayalım. Onlar durumu öğrenip kimin suçlu olduğunu tespit edecekler.” diye başlarsa durum nasıl görünecek?

7. Genellikle arabamızı çalışır durumda tutmak için yakıt ikmali yaparız. Zaman zaman cep telefonumuzu kapanmaması için “şarj ediyoruz”. Ama asla ruhumuzu “şarj etmeyiz”. Uykuyu “şarj etmek” diye alıştık. Bazen uyurken bile beynimiz dinlenmez. İyi yemek yemek, serin odalarda uyumak… Bunlar sadece bazı rahatlama şekilleridir, hepsi değil. Bu yüzden “şarj etmek” için bir yere ihtiyacımız var. İyilik yapmak güç ister. Öte yandan ruhun manevi beslenmeye ihtiyacı vardır.

SORU: Güç toplamak, ruhu beslemek için insan neler yapmalı?

CEVAP: İnsanın sık sık yalnız kalıp kendini kontrol etmesi, arındırması gerekir.

Diyelim ki bir tenceredeki yağda farklı yemekler yapılırsa yağın tadı ve bileşimi kendiliğinden değişecektir. Kullanılmaz hâle gelir.

Buna benzer bir şekilde bir kişi günde birkaç bin vaka yaşar. Kimine iyi kimine kötü davranır. Bu ise bir kişi gücünü ancak kendini sık sık kontrol etmesi ve incelemesi durumunda koruyabileceği anlamına gelir.

Ruhu besleme ve güç toplama kaynakları:

a) Yalnız kalmak. Çünkü kendinizi kontrol etmenin, arınmanın, gücünüzü korumanın en basit ve en etkili yolu yalnız kalmak ve kendinizi incelemektir.

b) Doğruluk. Kendine karşı dürüst olmak, kendini aldatmamak, eksikliklerini dürüstçe kabul etmek.

c) Tüm insanları sevmek. Çünkü hayatının sahnesinde onunla birlikte olan insanların çoğu, onun etrafında “kendi” teklifiyle toplanmıştır. Karı kocayı da oğul kızı da çocuğu da konu komşuyu da “kendisi” özgür iradesiyle” “teklif ” etti. Bu katılımcılar, onun hayat sahnesine kendi başlarına gelmediler. Ayrıca bu katılımcılar ona “Faydalı Puan” kaynağı olarak görev yapacaklardır.

8. Kendini tanıma konusunun bencillik konusuyla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bencillik, kendini tanımamaktan kaynaklanan bir kusurdur. Bencillik, başkalarını mutsuz ederek kendini mutlu etmektir. Kendine dönmek, kendini bilmek, önce kendini mutlu ederek başkalarını da mutluluğa yöneltmektir.



9. “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun!” (Tevbe suresi 119. ayet)

Sorunlar girdabına saplanan kişi kendini aldatmamalıdır. Sorunlardan kurtulmanın tek yolu onları çözmektir.

Genellikle insanlar sorunlarla karşılaştığında 3 durumda olurlar:

a) Sorunun nedeni tam olarak ne olduğunu bilen ve onu çözmeye hazır kişi. Bugünlerde böyle insanların saflarına katılmaya çalışmalıyız.

b) Sorunun nedeninin ne olduğunu bilmeyen ve bundan dolayı o sorunu çözemeyen kişi. Bu tür insanlar sorunun nedenini ve onu çözmenin yollarını bilmeleri gerekir.

c) Sorunun nedeninin ne olduğunu bilen ama onu çözmek istemeyen kişi. O birisine derdini anlatıp acısını dökerse yeter, böylece benim görevim bitti diye sayıyor. Sorun ise ancak belli bir süre hayatın baş sahnesinde gözükmez.

Çünkü var olan şey başka bir şeye dönüştürülebilir ama yok edilemez. Bu doğa kanunudur. Bu yüzden sorun çözülmesi gerek. Aksi takdirde sorun gitgide büyür ve bir gün ortaya çıkar. Bu duruma düşmemek için elimizden geleni yapmalıyız.

10. Sorunun temeli, kişinin kendini anlamamasıdır. Bunun nedeni ise bilmezliktir. Bilmezlik suç değildir. Bilmiyorsanız öğrenmek için her zaman bir fırsat vardır. Suç, bilmek istememektir.

ŞEFKAT


1.“…Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” (Mâide suresi, 54. ayet)

Bir çocuğun terbiyesini değiştirmek için ebeveyn ve çocuk arasında bir sevgi köprüsü kurulmuş olmalıdır. Ayrıca bu köprüdeki ilişkilerin belli bir ölçüsü olmalıdır. Artınca taşar, azaldığında ihtiyaç hissedilir. Her iki durumda da sonuç olumsuzdur.

Çocukluk özel bir dünyadır. Çocuklarla konuşmak için onları duygularının dünyasından kendi dünyamıza götürmek değil, onların duygularının dünyasına taşınmak, onlarla aynı dünyada olmak önemlidir.

Herhangi bir iletişim sürekli desteğe ihtiyaç duyar. Dairemizin ışıklarının sürekli açık kalması için kesintisiz elektriğe ihtiyacı vardır. Ebeveyn çocuk ilişkisi de sürekli desteğe ihtiyaç duyar. Şefkat göstermekte cimrilik etmeyin. Sevmekten korkma! Ne kadar çok sevgi paylaşırsanız, o kadar çok sevgi geri gelir. Şefkat kalpten geldiğinde güçlü bir destek, güven ve destek duygusu sağlar.

Şefkat göstererek birini baştan çıkarmak, terbiyesini bozmak mümkün değildir, tam tersine böyle bir şefkat insanın damarlarını güçlendirir, onu mutlu eder.

Bahirlik abartı değildir. Esas kural, şefkatin kalpten olması ve sürekli gösterilmesi gerektiğidir.

2. Sevginin ve şefkatin sınırı yoktur. Aynı şekilde, bir ebeveyn, bir çocuk için sonsuz bir sevgi kaynağıdır. Hemen hemen tüm çocuklar bu durumdan ustalıkla yararlanıp marifetli “yönetici” olurlar. Onların gözlemleri diğerlerinden farklıdır, kendi amaçları için çalışan gerekli tüm “deneyimleri hemen toplar ve uygulamaya koyarlar. Sonuç olarak ebeveynlerini bir şefkat köprüsü aracılığıyla yönlendirebilirler. Ebeveyn sevgisinin sonsuzluğunu kullanarak çocuk kendisi için aşılmaz koruyucu duvarlar inşa edebilir.

Çocuklarda sıklıkla kullanılan “yalan hastalık” “deneyimi”ni ele alalım. Çocuklar, yetişkinlerin çocuklarının sağlığına önem verdiklerini çok erken anlarlar. Genç “yönetici” kendini kötü hissettiğini gösterir: ayağını zar zor basıyor, kalkmıyor, bütün gün uzanıyor vb. Asıl olan, görevlerini yerine getirmemesi (anaokuluna, okula gitme) veya amacı bu bahane sayesinde istediği bir şeyi elde etmektir.

İstediği ilgiyi çekmek için yetişkinlerin endişelerini “silah” olarak kullanır.

İstasyondayız. Otobüs geç kalırsa istasyonda bir sürü insan birikir. Bir çocuk “Bana çikolata al.” diye annesinin elinden çekip bağırıyor. Annesi ise onu sakinleştirmeye çalışıyor. Ama çocuk, annesinin çevresindekilerden utandığını bilerek eskisinden daha yüksek sesle bağırıyor. Ağlama sesi, yüksek ses herkesi endişelendiriyor. Çocuk ise ağlamaktan ve yüksek sesten bir “silah” yapıp annesini “Dediğimi yaparsan seni rahatsız etmem.” amacı ile yönlendiriyor.

Çocuğa gösterilen şefkat, aşırı özgürlük, şımarıklık ile karıştırılmamalıdır. Şımarıklık şefkat değil, bu bizim bir çocuk için uygun davranış normlarını ona öğretmekte beceriksiz olduğumuzun göstergesidir. Bu asla şefkat ile değiştirilemez.

Sokakta böyle bir olaya şahit oldum. Anne ve çocuk yolda yürüyorlardı. Çocuk çamur suyuna atlayıp zıplayıp her yere çamur sıçratıyordu. Bir kadın karşı yönden aceleyle geliyordu. Anne, çocuğunu uyarmayı düşünmedi bile aksine çocuğunu gülümseyerek izliyordu. Çocuk zıplamaya devam ediyordu. Sonuç olarak kadının kıyafetleri çamurdan mahvoldu ve kadın çocuğu öfkeyle azarladı. Çocuk da ağlamaya başladı.

Anne, çocuğunu korumak için atladı. Sonuçta onun küçüğünü üzdüler.

Annenin bu hareketi bir şefkat göstergesi midir? Hayır, bu annenin çocuğunu azarlayarak kötü bir anne olma korkusudur. Tabii ki bu şefkat değil. Bugün çocuğu hafifçe azarlandı ama yarın annesi yanında olmadığında ciddi bir şey de olabilir.

Merhamet, her şeye izin veren bir anne gibi davranmak değil, onu başkaları tarafından ciddi bir şekilde azarlanmasına gerek kalmayacak şekilde yetiştirmektir.

3. Çevremizdeki insanlara saygı duysak ve hatalarından dolayı onları sürekli eleştirmesek onlar da bizi sevmeye başlayacaklardır. İnsanlar kendilerini seven, anlayan ve saygı duyanlara yaklaşmaya, onlarla beraber olmaya çalışır. İşyerinde durum böyle olursa işe koşa koşa giderler, evde daha çok sevilirlerse bir an önce eve koşarlar. Merhamete muhtaç kimse, merhamete kanabilmek için kendini tekrar tekrar şefkat gösterenlerin yanına atar.

Bir düşünün, siz nereye özleyerek, arzu ederek ve acele ederek gidersiniz? Size değer veren ve iyilik edenlerin yanına değil mi? İnsanlara onların istedikleri sevgiyi verebilirsek var ya?! Çocuklarımızı yeterince seversek onlar da her zaman bizi arar, büyüyüp evli barklı olduklarında bile ebeveynlerinin evine zevkle, sık sık gelirler. Ya tersi olursa?..

4. Bazı ebeveynler çocuklarına olan sevgilerini “sandıklarında” saklarlar.

Bütün anne babalar çocuklarını sever ama sevgilerini çocuğa nasıl ifade etmeyi ya bilmezler ya ifade etmekten korkarlar. Çoğu ebeveyn, çocuklara özel bir sevgi göstermenin gerekli olmadığını söyler. “Çocuklarına değer verdiklerini onlara gösterdikleri ilgiden anlayabilirler.” diye sanıyorlar. Bu, bir bitkinin güneş ışığı olmadan da büyüyebilir, demekle aynı gibidir. Doğru, bitki güneş ışığı olmadan bile büyüyebilir. Ancak bu bitki kısa ve zayıf olduğundan meyve vermez. Çocuk yetiştirmede böyle düşünce büyük bir yanlıştır. Bir çocuk küçük yaşta sevilmezse büyüdüğünde “sevgi” ve “sevilme” duygusunu bilemez.

Ebeveynler, çocuklarının hayata karşı tutumlarının doğru bir şekilde oluşmasından sorumludur. Çocuklar, bebekliklerinden itibaren anne babalarının sevgisini hissetmediklerini bildirirler. “Beni de seviyor musun?” diye sormaktan asla yorulmazlar. “Evet, seni seviyorum!” demek çocuk için yeterli değil. Ebeveynlerinden en güzel, akıllı, tek, benzersiz vb. olduklarını duymak istiyorlar.

Anne babalar, çocuklarına en yakın ve en sevdikleri kişi olduklarını kucaklayarak, başlarını okşayarak, elini sıkarak veya sadece omzuna dokunarak da ifade edebilirler.

Merhamet gözdedir. Sık sık göz göze gelmek, duygusal deneyimleri anlamak için önemli bir koşuldur. Çocuğa, yetişkinlerin güvenini, desteğini ve memnuniyetsizliğini onların gözlerinden okumayı erken yaşlardan itibaren öğretilmelidir. Akıllı bir anne veya baba, çocukla iletişim kurarken onun gözlerinin içine bakar ve kalbinde neler olup bittiğini hisseder. Bu duygulara dayanarak bir sonraki eylemlerini tahmin edebilir. Kendisinin ve çocuğunun etrafında duygularıyla uyumlu, sevgi dolu bir “dünya” yaratır.

Bir çocuğun kendine ve çevresindekilere olan güveni, ebeveyn sevgisine olan ihtiyacının uygun şekilde karşılanıp karşılanmadığına bağlıdır. Bu ihtiyacı karşılanmadığı için çocuk kendini gereksiz ve savunmasız hisseder. Bu tür çocuklar özgüvensiz, korkak ve yaşamından şikâyet eden birey olarak büyürler.

Bu tür paylaşımlar sabır, zaman ve dikkat gerektirir. Bugün ebeveynlerin çocuklarıyla iletişim kurmaya zamanları yok. Çünkü bu hayatta bir eve, arabaya, harika bir yaşam tarzına sahip olmanın daha önemli olduğunu düşünüyorlar.

Onlar yanılıyorlar, yanıldıklarını lüks evlerde yaşayan, “yabancı araba” süren ancak özgüveni olmayan, saygı duyulmayan, bağımsız kararlar alamayan ve toplumun en acı verici noktası hâline gelen talihsiz “prens” ve “prenses”leri kanıtlıyor.

Ebrar 12 yaşında. Ona, “Annen baban seni ne kadar seviyor?” diye sorduk. Hiç düşünmeden “Çok seviyorlar.” diye yanıtladı. Anne babasının sevgisine neden bu kadar güveniyor? Şöyle açıkladı: “Birincisi, bana karşı her zaman merhametliler. Babamla geçirdiğim en kısa zaman bile bana çok mutluluk ve özel bir keyif veriyor. Birlikte oynamayı seviyoruz, ikimiz güreş yapıyoruz. Her gün ellerini omzuma koyup beni okula kadar götürüyor, bana güvendiğini söylemeyi unutmuyor. Annem ise sık sık bana sarılır.”

7 yaşındaki Munise’nin bünyesi zayıf ve sık sık hasta oluyor. “Annemin beni sevdiğini biliyorum. Ödevimi yapmam için gereken koşulları sağlıyor. Hep benimle doktora gider. Hasta olduğumda en sevdiğim çorbayı pişiriyor.”

Bu, çocukların ebeveynleri ve kendileri arasında kurulan sevgi köprüsünden geçen ilişkinin boyutunu, kalitesini, ruh hâlini değerlendirebilecekleri anlamına gelir.

Bunu çocuklarımıza soralım, bakalım ne diye cevap verirler?

5. Aşk, ifade edilmesi, hissettirilmesi gereken bir duygudur.

Bir hadîs-i şerifte Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:



Enes bin Mâlik’ten (r.a.) rivayet edilmiştir. “Bir kişi Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) önündeyken birisi geçti. Adam ‘Ey Allah’ın Resulü, ben bu adamı seviyorum.’ dedi. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona ‘Bunu ona söyledin mi?’ diye sordu. Adam ‘Hayır.’ cevabını verdi. Resûlullah ‘Git ona söyle.’ buyurdu. Bunun üzerine adam o kimsenin yanına gitti ve ‘Ben seni Allah için seviyorum.’ dedi. Öteki adam da ‘Beni kendisi için sevdiğin Allah da seni sevsin.’ cevabını verdi.” (İmam Ebû Dâvûd rivayeti)

Bir Hikâye

Bir kadın bir ev satın almış ve yeni bir mahalleye taşınmış. Komşularla iletişim kurmak için onları evine davet edip ziyafet düzenlemeyi planlamış.

Ziyafet için davetiyeler hazırlamış. Belirlenen gün geldiğinde sofra kurulmuş ve her şey hazırmış. Komşuları beklemeye başlamış ama kimse gelmemiş. Bekleye bekleye gün kararmış. Bu duruma üzülen kadın sebepler aramaya başlamış. “Acaba bu kadar mı hoşlarına gitmedim. Yoksa biri hakkımda kötü şeyler söyleyerek komşuları bana karşı kışkırttı mı?” düşüncesi onu rahat bırakmıyormuş. Yavaş yavaş, kadın hastalanmış ve yatalak olmuş. Gitgide hastalık daha da ilerlemiş ve kadın vefat etmiş. Çocuklar, annelerinin ölümünden sonra evi düzenlemek istemişler. Temizlik yaparken rafta davetiyeler bulmuşlar. Görüldüğü gibi davetiyeler kimsenin katılmadığı bir ziyafet için hazırlanmıştı. Rahmetli kadın başka şeylerle meşgul olup davetiyeleri dağıtmayı tamamen unutmuş.

Bu hikâyeden anlaşılan, insan içindeki iyi duygularını başkalarına zamanında ifade etmesi gerek. Aksi takdirde bu kadının durumuna düşebilir.

6. Sevmenin, şefkat göstermenin sebebi şartı olmamalıdır. Yani sevdiklerimizi kendimiz görmek istediğimiz gibi değil, oldukları gibi kabul etmeliyiz. Onlara nasıl davranmaları, nasıl konuşmaları, ne yapmaları konusunda sürekli eleştiride bulunmamalıyız.

Davranışlarındaki eksiklikler ve kusurlar, onlara iyi bir örnek oluşturularak giderilmelidir. Bu sadece onları oldukları gibi kabul etmek anlamına gelir.

Çocuklarımızı, onlar bizim çocuğumuz oldukları için seviyoruz. Bu aşkı kendimizce başka bir şeye bağlamamalıyız (beş puan alırsan severim, yaramazlık yapmazsan severim gibi).

Unutmayın, oğul ve kızlarınız da sizi, onlara baktığınız, onları giydirdiğiniz ve ihtiyaçlarını karşıladığınız için değil, siz var olduğunuz için seviyorlar.

Önemli olan çocuklarımızın bize benzeyip benzememeleri değil, topluma faydalı insan olmalarıdır. Onlara yeteneklerini ortaya çıkaracak bir ortam yaratın. Başkalarından imkânsız olanı beklemeyin! Bu dünyada kendi sorumlulukları vardır. Bu dünyaya kendi sonuçlarını çıkarmak için geldiler, sizin sonuçlarınızla yaşamak için değil. Onlar bu dünyaya kendi hayatlarını yaşamak için geldiler, sizin “benzemedi”, “istediğim gibi olmadı”klarınızı gerçekleştirmek için değil. Onlara “kendileri” olmaları için bir şans verin.

Bir yaşındaki çocuğunuzun sizin için değerli bir eşyayı kırdığını varsayalım.

O an aklınızdan neler geçer, nasıl hissedersiniz, nasıl davranırsınız? O eşyaya dokunmamaları gerektiğini çocuklarınızın kulaklarına küpe yaptıysanız bile onlar bunu yapacaklar.

İlk durumda, çocuğunuzu affettiniz ve durumu olduğu gibi kabul ettiniz. “İş işten geçti.” dediniz ve boş yere öfke, hakaretlere güç harcamadınız.

İkinci durumda, gerçeği kabul etmek istemiyorsunuz, affetmek istemiyorsunuz.

Gözlerinizi kapatın ve hemen durumu analiz edin sonra hislerinizi karşılaştırın. Affetmenin ne olduğunu anlarsınız. Durum ne olursa olsun öyle kabul etmenin ne olduğunu anlayacak ve bunun getirdiği faydaları göreceksiniz.

7. Kendilerini anlamayan ebeveynler, yavaş yavaş çocuklarının kölesi olurlar. Çocukların onlara olan sevgimizi “gönüllü-zorunlu” bir şey olarak görmemelerini sağlamalıyız, yoksa gitgide onların hizmetkârına dönüşürüz. Çocukların, onlara bağımlı olmadığımızı, onlarsız yaşayabileceğimizi anlaması önemlidir. “Annem ve babam yaşlanınca bize muhtaç olacak, bu yüzden bizi seviyorlar.” diye düşünmelerine izin vermeyin.

Çocuğun anne ve babasına iyilik yapması onun kendisi için gerekir. Çünkü onun sevabı, yani “faydalı puan” çocuğun “ödül hazinesi”ne eklenir.

Çocuklara, anne babalarına iyilik yapmanın sevap, kötülük yapmanın ise günah olduğu küçük yaşlardan itibaren öğretilmelidir. Bu çocuğun görevi, yükümlülüğü olduğu söylenmelidir. Ancak o zaman “Onlar için bunu yaptım, şunu yaptım; onlar ise…” gibi pişmanlıklara boğulmayacaksınız.

Ömer bin Hattâb’ın (r.a.) (İmam Müslim’den) rivayet ettiği bir hadise göre:



“Annenin kendi efendisini doğurması” kıyamet alameti olduğu söylenir. Bu hadîs-i şerif, kendini bilmeyen, kendini tanımayan anne babaların, çocuklarının karşısındaki durumunu bize açık bir şekilde anlatmaktadır.

Çocuğu büyümüş olsa bile onun ayakkabısının bağcıklarını anne babasının bağlaması onların merhametli olduklarının göstergesi mi olur? Hayır, şefkat, çocuğun kendisine bu bağcıkları bağlamayı öğretmektir.

Bir insanın yaşaması için ne gerektiğini düşünelim. Ya mutlu bir hayat yaşaması için? Hiç kedileri izlediniz mi? Onlar yavrularını yedirir, onlarla ilgilenir. Ayağa kalktıklarında onlara fareleri yakalamayı öğretir. Önce yavrularının oynaması, pratik yapabilmesi için fareyi yuvasına canlı getirir. Daha sonra onları bir ava götürür ve pratikte bir fareyi nasıl yakalanacağını gösterir.

Fareleri kendi başlarına yakalayabildiklerinde onları bağımsız bir hayata gönderir. Bu değil mi kendi yavrularını sevmek?

Aynı şekilde biz insanlar da bebeklik döneminde çocuklarımızı yetiştirir, onlara bakar sonra onlara yaşamayı öğretmeye başlarız. Hayatın yasalarını açıklarız, “fareleri yakalamanın” sırlarını öğretiriz.

Bunları hoşgörü ve sınırsız şefkatle yaparsanız sonuç beklediğinizden daha da iyi olacaktır.

8. Çocuklardaki bencillik ve kıskançlığı, onların kişisel niteliklerini överek ve onlara yeteneklerini gösterme fırsatı vererek üstesinden gelinebilir. Herkes dikkate alınmak ister. Merhametle büyüyüp ona doyan çocuk kıskanç değildir.

Abisine küçük kardeşten daha fazla önem verilen bir ailede, küçük olan kesinlikle bir problem yaratır. Bu şekilde ilgi ve sevgi göstermelerini ister. Şefkatlerini hissetmek için abisini taklit eder ve onun “gölgesinde” kalır. Veya yarış, rekabet gitgide büyüyüp kardeşler açıkça savaşacak kadar ileri gidebilir. Bu, sonuçta çocuklardan birinde vazgeçmek, çevresindekilerin sevgisinden vazgeçmek, özgüven duygusunu kaybetmek gibi olumsuz düşüncelere yol açar. Böyle durumların olmasını önlemek için ebeveynlerin, çocukların kişiliklerini daha fazla ilgi ve şefkatle geliştirmelerine yardımcı olmaları gerekir.

Бесплатный фрагмент закончился.

399 ₽
55,32 ₽